Polise davullu protesto

Özgür Gürbüz / 9 Ekim 2009

IMF ve Dünya Bankası’nın İstanbul’daki yıllık toplantısına protestolar damgasını vurdu. Toplantılar 7 Ekim’de sona erdi ancak protestolar akşam saatlerine kadar sürdü. Direnistanbul Koordinasyonu ve onlara destek veren Avrupalı eylemciler, önceki akşam 19:30 sularında İstanbul’daki Taksim Meydanı’ndan davullar eşliğinde yürüyüşe geçti. İstiklal Caddesi boyunca yürüyen ve Tünel meydanında yürüyüşe son veren grubun ritmik davulları ve göstericilerin dansları etraftaki vatandaşlar tarafından ilgiyle izlendi. İstiklal Caddesi'ni karnaval yerine çeviren onlarca davulcu, hem dans etti hem de polisin tavrını eleştiren sloganlar attı. “Katil polis” sloganlarının atıldığı yürüyüş boyunca yabancı eylemciler de, “IMF is a shit. Police is a shit. Let's clean it"* yazılı İngilizce pankartlar taşıdı.

*IMF boktur, polis boktur, hadi temizleyelim.

Enerji faturasından kurtulmanın yolu “pasif ev”den geçiyor

Avrupa Birliği, 2019 yılından sonra yapılan binaların harcadığı kadar enerji üretmesini şart koşuyor. “Pasif ev” olarak da adlandırılan bu binalara ilgi giderek artıyor. Dünyada sayıları şimdiden 175 bini bulan pasif ev konusunda ise Türkiye çok geride.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk/8 Ekim 2009*

Frankfurt Belediyesi aldığı kararla yeni yapılan tüm kamu binalarının tükettiği kadar enerji üretmesini zorunlu kılıyor. “Pasif ev” standartlarına uygun olarak yapılan bu düzenlemenin nedeni belediyenin çevreciliği kadar Avrupa Birliği’nin 2019 yılından sonra binalar için getirdiği benzer bir yükümlülükten kaynaklanıyor. Almanya’da pasif ev sayısı şimdiden 13 bini geçmiş durumda, dünyada ise sertifika almış 17 bin 500 pasif ev var.

Yukarıdaki bilgiler, Dow firmasının Bina Çözümleri Birimi’nin önceki gün düzenlediği Pasif Ev seminerinde konuşmacı olan Jessica Grove Smith’e ait. Almanya Pasif Ev Enstitüsü Enerji Verimliliği Uzmanı Smith, yapılan uygulamalarda pasif evlerde enerji tüketiminin klasik inşa teknikleriyle yapılan benzer örneklerine göre yüzde 90 oranında azaldığına dikkat çekiyor. Avrupa Birliği’nin yüzde 20 enerji tasarrufu hedefine ulaşması için binaların önemine değinen Smith, Avrupa’daki evlerde yüzde 27, ticari binalarda ise yüzde 30 tasarruf potansiyeli olduğuna dikkat çekiyor. Aynı seminerde söz alan İZODER (Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği) Genel Sekreteri Ertuğrul Şen’e göreyse Türkiye’de tasarruf potansiyeli daha yüksek. Mevcut bina stoğunun yüzde 90’ının yalıtımsız olduğunu belirten Şen, “Nihai enerji tüketiminin yüzde 30’unu konutlarda kullanıyoruz. Yüzde 50’si israf ediliyor bunun mali değeri de 10 milyar TL.” diyor. Pasif ev kavramı her ne kadar tükettiği enerji kadar üretim yapan binalar için kullanılsa da, herhangi bir binanın ısıtma enerjisi tüketimin yılda metrekare başına 15 kilovatsaatin (kWs) altında kaldığı yapılarda standartlara uygun kabul ediliyor.

Pasif ev olabilmek ve bu değeri tutturabilmek için sadece ısı yalıtımı değil, aydınlatma, sıcak su, ev içindeki hava değişimi için kullanılan enerjilerin de asgari miktarda tutulması gerekiyor. Böyle bir eviniz varsa dışarıda hava sıcaklığı -12 dereceyken oda sıcaklığını 21 derecede tutmak için klasik bir yapıya oranla 10 kat az enerji harcama şansına sahip olabiliyorsunuz. Sıcak iklimlerde de pasif evler inşa edilebiliyor ve böylece soğutma giderleri aşağıya çekiliyor. Bina inşa edilmeden, plan aşamasında hedeflerin doğru saptanması en önemli nokta.

***
Toplantıdan notlar
  • Ekonomik kriz yalıtım sektörünü olumsuz etkiledi. 2009’un ilk üç ayında pazarda yüzde 25 daralma oldu.
  • Buna rağmen yalıtım sektörü büyümeye devam ediyor. 2002 yılında toplam cirosu 400 milyon dolar olan sektör 2008’de 2 milyar dolar ciroya ulaştı.
  • Binaların enerji tüketimini gösteren, “Enerji Kimlik Belgesi” yeni binalarda zorunlu hale geldi. Yedi yıl içerisinde eski binalarda da zorunlu olacak.
  • Türkiye’de kişi başına düşen yalıtım malzemesi tüketimi 0,1 m3/yıl. AB’de ise bu ortalama 0,7 m3/yıl.
  • Küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını azaltmak için en az maliyetli yöntem de binalarda ısı yalıtımı yapmak.
*orjinali

Yataklarınız yanarken nasıl uyursunuz?

Aralarında Duran Duran, Fergie, Bob Geldof, Midnight Oil, Youssou N’Dour gibi birçok ünlü ismin de bulunduğu şarkıcılar, Kopenhag’taki iklim zirvesinden Kyoto’nun yerini alacak daha iyi bir anlaşma çıkması için seslerini birleştirdi.

Özgür Gürbüz- Gazete Habertürk / 5 Ekim 2009

Kopenhag’taki iklim zirvesine iki ay gibi bir süre kala, sanatçılar da uzun süre dillerden düşmeyecek bir şarkıyla dünyayı kurtarma yarışına katıldılar. 60’ın üzerinde sanatçı, sözlerini Avustralyalı rock grubu “Midnight Oil” yazdığı, “Beds are burning” (Yataklar yanıyor) adlı şarkının yeni versiyonunu beraber seslendirdi. Midnight Oil şarkılarını daha önce 2000 yılındaki Sydney Olimpiyatları’nda seslendirmişti.

Birçok sivil toplum örgütünün desteklediği, “Tik-tak, tik-tak, İklim Adaleti Şimdi” adlı kampanyayı desteklemek için bestelenen şarkı dünya liderlerine sesleniyor ve onlara, Aralık ayında Kopenhag’ta yapılacak iklim zirvesinden Kyoto Protokolü’nün yerini alacak adil bir anlaşma metniyle ayrılmaları için çağrıda bulunuyor. Ayrıca da bir imza kampanyası sürüyor. Şarkıyı seslendiren sanatçılar arasında, Duran Duran, Mark Ronson, Jamie Cullum, Melanie Laurent, Marion Cotillard, Milla Jovovich, Fergie, Lily Allen, Manu Katche, Bob Geldof, Youssou N’Dour ve Yannick Noah gibi isimler var.

Birleşmiş Milletler’in eski Genel Sekreteri Kofi Annan’da şarkının başında ufak bir konuşmayla karşımıza çıkıyor. Annan, “İklim Değişikliği insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük mücadele. Öyle bir mücadele ki, kalbinde vahim bir adaletsizlik var. Küresel seragazı emisyonlarının büyük bir çoğunluğu belli başlı gelişmiş ülkelerden kaynaklanıyor. Fakat, etkilerine maruz kalanlar en fakir ve az gelişmiş ülkeler. Bu şarkıyı indirerek, dünyanın her tarafındaki insanlar isimlerini bu küresel imza kampanyasına ekleyecek ve beraber bizim liderlerimizin dinleyeceği büyük bir ses çıkaracağız” diyerek herkesi kampanyaya destek olmaya çağırıyor.

Video klibi izlemek için tıklayın.

Metro vardı da biz mi binmedik?

Özgür Gürbüz / 2 Ekim 2009

İstanbul’a yapılması önerilen üçüncü köprü üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son demeci, tartışmalara noktayı koydu. Köprünün gerekliliği için uydurulan argümanlar bitmişe ve gerekçeler halkı inandıramamışa benziyor. Öyle olmalı, yoksa Başbakan tartışmayı mahalle kavgasına çevirecek bir üsluba sığınmazdı diye düşünüyorum. Anımsayacağınız gibi Erdoğan, “"Birinci köprüye de karşı çıktılar. Sonra utanmadan sıkılmadan seyahat ettiler. İkinci köprüye de karşı çıktılar, utanmadan onun üstünden de geçtiler. Şimdi üçüncü köprüye karşı çıkıyorlar” demişti.

27 Mart 1994 seçimlerinden sonra Sayın Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. O tarihte İstanbul’un iki yakasını birleştiren iki köprü de faaliyetteydi. İstanbul’un iki yakasını kara taşıtlarına mahkum olmadan geçmek için tek şansınız, bir iki semtte iskelesi olan şehir hatları vapurlarıydı. Ne köprülerin üstünden ne de boğazın altından demiryoluyla karşıya geçmek mümkün değildi. Erdoğan 4 yıl görevde kaldı ve iki yakayı birbirine bağlayacak hiçbir girişimde bulunmadı. Bunu, daha çok utanmamızı istediği için yaptığını o günlerde tahmin edememiştim.

Erdoğan görevi partilisi Ali Müfit Gürtuna’ya bıraktı, kendisi İstanbul milletvekilliğine terfi etti hatta daha sonra parti kurup Başbakan oldu. Geride bıraktığı İstanbul ise otomobilden tramvay ya da metroya terfi edemedi. İki yakası biraraya gelemeyen İstanbullu, karşıdan karşıya geçmek için yine karayolunu tercih etti. İstanbul’a tüp geçit yapamayanlar, köprü yaparken bir şeridini raylı taşımaya ayırmayı aklının ucundan geçirmeyenler utanmadı ama İstanbullular utandı. Yerin dibine batmaktı hayalleri ama yerin dibinden giden adına “metro” denilen toplu taşımayı sevmeyen karayolu sevdalıları yapmayı unuttukları için İstanbullu sadece utanmakla yetindi.

2004 yılının Nisan ayında Başbakan Erdoğan’ın partilisi Kadir Topbaş İstanbul’da yönetimi devraldı. İkinci köprü İstanbul’un nüfusunu da derdini de ikiye katladı. Yollar araçla, petrol ve otomobil lobilerinin cepleri de dolarla doldu. İstanbullu utanmaya devam etti. Utana sıkıla ve sıkışa sıkışa iki köprüden geçti. Geçemediği de oldu. Kar yağdı, köprü tıkandı. Kaza oldu köprü tıkandı. Karayollarında canlar heba oldu ama utanan hep İstanbullulardı. Ne de olsa içlerinden bazıları, “Bu dev kentin iki yakasını köprülerle değil metrolarla birleştirmeniz lazım” gibi ipe sapa gelmez sözler söylüyordu. Hem de utanmadan!

1985 yılında ilk fizibilite etüdü yapılan, boğazı birbirine demiryoluyla bağlayacak projeye ise 2004 yılında başlandı. Kimse bu gecikmeden dolayı utanmadı. Kimse, daha Marmaray adı verilen bu ilk tünel bitmeden yanına kara taşıtlarının geçeceği bir başka tünel projesini önererek yine otomobil ve benzin lobilerinin gönlünü alacak teklif yapmaktan dolayı da utanmadı. Ama biz çaresizlik içerisinde, metro yapmayan belediyenin bize “ulaşım” diye sunduğu iki köprüden evimize ve işimize gidip gelirken hep utandık.

İstanbul’da metro vardı da biz mi binmedik?
Olmayan metroya binmediğimiz için hepimiz utanç içinde olmalıyız.

Hepimiz ama bir kişi hariç!