İki yılda 2 can alan seller, iki günde 31 can aldı.

Özgür Gürbüz /10 Eylül 2009

Tekirdağ ve İstanbul’u vuran sel felaketi, 2007 ve 2008 yıllarında tüm Türkiye’de meydana gelen 60’a yakın sel felaketinden daha fazla can aldı. Kızılay’ın istatistiklerine göre 2007 yılında tüm yurt çapında 45’in üzerinde sel felaketi gerçekleşti. Cizre’nin Silopi ilçesinde meydana gelen felakette iki kişi de hayatını kaybetti. 2008 yılında ise tüm Türkiye’de 11 sel felaketi Kızılay’ın kayıtlarına geçti. Can kaybına neden olmayan seller sadece maddi hasara yol açtı.

İstanbul ve Tekirdağ’da son iki günde yaşanan sel felaketi ise iki yılda yaşanan can kaybının çok üstüne çıktı. Şu ana kadar gelen bilgilere göre 30 kişi selde hayatını kaybetti. 2007 yılında meydana gelen sel felaketlerinden biri de yine Silivri ve Tekirdağ’ın merkezini etkilemişti. Felaket yine sonbahar aylarında, 16 Kasım tarihinde meydana gelmişti ancak can kaybına neden olmamıştı.

Silivri TEMA temsilcisi Seher Dertop, 2001’de yaşanan sel felaketinden ders çıkarılmadığından yakınıyor ve mali müşavirlik yaptığı dükkanının yine 1,5 metre sular altında kaldığını söylüyor. Herkesin tapulu evlerde ancak dere yatağında yaşadıklarını belirten Dertop, “Herşey mikroplu, bir tek belediye başkan yardımcısı dolaşıyor. Bir yağmurluk bile verilmedi” diyerek yöneticiler bunun hesabını vermeli diyor.

Yeşilbarış’ın sancak gemisi İstanbul’a demirledi

Adını Kuzey Amerika yerlilerinin efsanesinden alan “Gökkuşağı Savaşçısı” (Rainbow Warrior) İstanbul’a demir attı. Uluslararası çevre kuruluşu Yeşilbarış’ın (Greenpeace) sancak gemisi olan Gökkuşağı savaşçısı, Akdeniz’in korunması için yasadışı balıkçılığın engellenmesi ve deniz rezervlerinin kurulması için Akdeniz’e kıyısı olan hükümetlere çağrıda bulunuyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 8 Eylül 2009

Akdeniz turu kapsamında İtalya ve Yunanistan’dan sonra Türkiye’yi ziyaret eden geminin ilk durağı İstanbul oldu. Gökkuşağı Savaşçısı daha sonra İzmir, Sığacık, Datça, Marmaris ve Lübnan’ı ziyaret edecek. Kampanyanın basına tanıtıldığı toplantıda söz alan Greenpeace Akdeniz Ofisi, Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı, dünya denizlerinin yüzde 1’ine denk düşen Akdeniz’in, denizlerdeki biyoçeşitliliğin yüzde 8-9’una sahip olduğunu bu nedenle mutlaka korunması gerektiğini söyledi. Dökmecibaşı, “Akdeniz’de kirlilik son 50 yılda inanılmaz boyutlara ulaştı. Yasadışı yapılan endüstriyel balıkçılık ise balık stoklarını bitiriyor. Yapılması gereken insanlara kapalı, tamamen korunmuş büyük ölçekli deniz rezervleri oluşturmak” dedi. Türkiye’de böyle bir yasal statü bulunmadığına değinen Dökmecibaşı, taleplerini, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın insiyatifi balıkçılık endüstrisinin elinden alıp yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesi şeklinde özetliyor.

Türkiye’de Özel Çevre Koruma Kurulu (ÖÇKK) 14 ayrı bölgeden sorumlu. Bunların birçoğu Akdeniz ve Ege Bölgesi’nde deniz leri de içine alan bölgeler. Dökmecibaşı, bir bölgeyi korumak için orayı ÖÇKK ilan etmenin yetmediği görüşünde. “Gökova Körfezi, ÖÇKK kapsamında ama içinde bir termik santral var. Göçek de öyle ama hem tekne trafiği hem de yapılaşma tehdidi altında” diyen Denizler Kampanyası Sorumlusu’na göre çözüm tüm ÖÇKK alanlarını deniz rezervi ilan etmekten geçiyor. Türkiye gibi bir deniz ülkesinin balıkçılıkla ilgili ayrı bir yapılanmasının olmamasının, Tarım Bakanlığı kapsamında değerlendirilmesi de toplantıda eleştirildi. Gemi, sadece bugün (8 eylül) 11-18 arası halkın ziyaretine açık olacak.

Neden Sığacık?
Greenpeace’in kampanya kapsamına aldığı İzmir’in Seferihisar İlçesi sınırlarındaki Sığacık Körfezi, Posedonya deniz çayırları açısından Türkiye’nin en zengin bölgelerinden biri. Bu çayırlar, balık ve diğer deniz canlılarının yumurtlama alanları ve bölgede kurulmak istenen Orkinos çiftlikleri yüzünden tehlike altında. Seferihisar Belediyesi ve Greenpeace bu bölgede kurulmak istenen balık çiftliklerine karşı beraber hareket etme kararı aldılar.

Gemide 13 ayrı ülkeden 17 kişi var
Gökkuşağı Savaşçısı’nda çalışan gönüllü ve maaşlı personelin sayısı 17. Ortak dil İngilizce çünkü gemi personelinin neredeyse her biri ayrı bir ülkeden geliyor. İçlerinde Türkiye’den iki kişinin bulunduğu tayfa, Yeni Zelanda, İngiltere, İspanya, İtalya, Kolombiya, Gana, Ukrayna, Yunanistan, Lübnan ve Avustralya gibi dünyanın dört bir yanından gelen doğa korumacılardan oluşuyor.

Türkiye, Kopenhag sınavına hazırlanıyor

Kyoto Protokolü’ne 26 Ağustos 2009’da resmen taraf olan Türkiye, 90 gün sonra Kopenhag’ta başlayacak milat niteliğindeki müzakerelere hazırlanıyor. Pazarlık masasına birkaç alternatif senaryoyla çıkacak Türkiye’nin iklim stratejisini geçtiğimiz yılki müzakerelerde Türkiye heyetine başkanlık yapan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Hasan Zuhuri Sarıkaya ile konuştuk. Sarıkaya, Hasankeyf ve İstanbul için düşünülen 3. köprüyle ilgili düşüncelerini de dile getirdi.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 7 Eylül 2009

-Kopenhag’a 90 gün kaldı. Herkes gün sayıyor. Dünya için bir umut ışığı var mı?

En azından, 2012 sonrasındaki anlaşmanın ana hatları üzerinde uzlaşı sağlanacağı görüşü hakim. Bütün detayları, finansal kaynaklarıyla olmasa da bazı temel ilkelerde bile anlaşılması büyük bir başarı kabul edilecek. Bazı ülkelerin deklare ettiği rakamlar var ancak münferit deklarasyonlar olayı çözmüyor. Hala, G-77 ve özelde Çin’in ne yapacağı belli değil.

- Çin kendi içinde çaba harcıyor gibi görünüyor. Büyük yenilenebilir enerji yatırımları var.

Çin, Kyoto’ya başından beri taraf. Taraf olmalarının getirdiği bir yükümlülükleri de yok; o bakımdan çok rahat taraf oldular. Elde etmiş oldukları pozisyonu muhafaza etme şeklinde bir direnç gösterirlerse orada sıkıntı olur. Sadece Çin değil, G. Kore, Meksika, G. Afrika. Bunların hepsi ekonomisi gelişen ülkeler. Bir de zengin ülkeler var. OPEC ülkeleri mesela. Onlar da EK-1, EK-2* dışı. Hiçbir sorumluluk almaları gerekmiyor ama fosil yakıt ihraç edip buradan gelir elde eden ülkeler.

-Kişi başına bakıldığında ABD’den daha fazla emisyon salan ülkeler var..

Evet, Nijer gibi fert başına milli geliri 150 dolar olan ülkeyle, milli geliri 35 bin dolar olan bir ülke aynı paket içerisinde olabilir mi? Böyle olunca haksızlık oluyor. Bunları beraber müteala etmenin güçlüğü var. O nedenle yeni listelerin oluşturulması gerekiyor. Japonya bile 2020 yılı itibariyle 2005 seviyesine göre yüzde 15 azaltım öngörüyor. Bunlar havada uçuşan rakamlar. Beklentilerin altında. Zannediyorum ülkeler birbirlerini test ediyor. Biz de, 2020 yılı için artırımdan yüzde 11 oranında azaltmayı önerdik. Birinci bildirim raporunda zaten deklare etmiştik. Bundan başlayacağız ama bu ne kadar kabul görür bilinmez. Fakat bir şey söylemiş olmak lazım. Her şeye hayır diyerek pozisyon belirlenmiyor.

-Kabul göreceğine inanıyor musunuz?

Türkiye’den fazlası istenebilir. Onun için DPT’nin yürütmekte olduğu bir proje var. Değişik senaryolara göre neleri taahhüt edebiliriz diye. Onu mutlaka yapmak lazım. Tek bir rakamla oraya gitmek doğru olmaz. Henüz o çalışmanın sonuçları çıkmadı. Yüzde 11 zaten deklare edilmiş bir rakam. Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve biz şimdiye kadar çok seragazı atmosfere salmadık. En azından kişi başına bakıldığında öyle. Ekonomik ve sosyal gelişme ihtiyacı dikkate alınarak, bunu olumsuz etkilemeyecek şekilde müzakereyi yürütmeye çalışacağız.

- Bu hedef kabul edilirse maliyet belli mi? Hep Kyoto’ya taraf olduğumuzda maliyet ne olacak diye soruluyor.

Maliyet sizin taahhüt ettiğiniz rakama bağlı. Bazı taahhüt seviyelerinde faydası bile olabilir. Enerjinizi verimli kullandığınızda bunun maliyeti var mı? Aslında belli bir rakama kadar faydası var. Diyelim bir lira harcayıp üç lira enerji tasarrufu temin ediyorsunuz. Hem iki lira kazancınız oluyor hem de seragazı emisyonunu azaltıyorsunuz. Belki üretim şekli, üretim sektörleri değişecek hedefler belirlenirse burada maliyetler ortaya çıkabilir. Ama o maliyet sizi rekabetçi hale de getirebilir. Bu hedefin Türkiye’ye çok maliyeti olmayacak. Toplu ulaşım gibi yürüyen projelerle zaten bu hedefe erişilebilir. Türkiye hidro ve rüzgar santrallerini geliştirmek zorunda. Enerji güvenliği açısından da yapmak zorunda.

-Türkiye sektörler arasında tercih yapmak zorunda galiba, çimento gibi...

Çimento Türkiye’nin hem şansı hem şansı hem şansızlığı. Avrupa’dan kaçınca en yakın yerde konuşlandı. Bu sürdürülebilir bir şey de değil. Sadece çimento diye bakmayalım ama hep enerji yoğun sektörleri konuşlandırarak, onu geliştirerek devam etmek çok zor. Ülkeler enerji yoğun ve az enerji kullanan sektörler arasında seçim yapacak. Az enerji kullandığınız bilgi ve iletişim gibi sektörler var. Hindistan o konuda inanılmaz adımlar attı.

- Türkiye’nin ulaşım kaynaklı karbon emisyonu sorunu da var. Yüzde 90 oranlarında yük ve yolcu karayoluyla taşınıyor, öte yandan da üçüncü köprü konuşuluyor. Bakanlık 3. Köprüye nasıl bakıyor?

Projesi yapılır, güzergahı belli olur bakanlığımıza ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) açısından gelir. Henüz böyle bir şey yok. Bir de Orman’dan tahsis için gelir, o da ÇED’e bağlı. Yol için tahsis yapabiliyoruz. Orada bir sıkıntı yok. Tahsisi yaptıktan sonra tahsisi alan kurum ÇED’i hazırlıyor ve ÇED olumlu olduktan sonra izin alınıyor. Ormandan yol geçmesi gerekiyorsa bunu yapmak bir zorunluluk ama etkiyi minimize etmek gerek. Tabii, toplu ulaşımı teşvik etmek lazım. Marmaray o yönde atılmış önemli bir adım. Olaya sadece CO2 emisyonu açısından bakacak olursak, toplu taşıma öyle bir seviyeye gelmiş olmalı ki, iki köprü ihtiyacı karşılasın ve üçüncüye gerek olmasın. İstanbul sadece İstanbul’a hizmet etmiyor. İran’a kadar bir tır taşımacılığı var. Lojistiğin ne olduğunu bilmezdik şimdi İstanbul’da onlarca lojistik firması var. Gönül arzu eder ki, toplu taşıma yaygınlaşsın bütün imkanlar kullanıldıktan sonra köprü yapılsın.

-Teşekkür ederim.

****
“Ne Hasankeyf kalır, ne enerji santrali yapılır”

- Hasankeyf, Munzur, Karadeniz ve Allianoi gibi itiraz edilen birçok hidro santrali var. Siz de potansiyeli kullanmak zorundayız diyorsunuz. Nasıl bir çözüm bulunacak?

Herkesin bir kusuru var. ÇED’i veriyorum, müteahhitler dört dörtlük çalışırken sivil toplum olayı büyütüyor desem bu tam doğru olmaz. Bazen molozu usulüne uygun dökmeyen müteahhitler olabiliyor. Bazen de sivil toplum da ilgi oluyor ama bilgi olmuyor. Bilgisiz bir ilginin verdiği yanlış teşebbüsler oluyor. Kaynakları kullanalım ama diğer zenginlikleri de heder etmememiz lazım. - Hasankeyf, Ilısu Barajı bittiğinde sular altında kalacak. Devletin bu konuda bir ısrarı var ve uzlaşma bulunamıyor ama. Oradaki insanlara yeniden yerleşim için çok güzel imkanlar hazırlandı. Detaylı bir ÇED yapıldı. Tarihi ve kültürel varlıklar açısından Kültür ve Turizm Bakanlığı çalışmalar yaptı. Şu an ne yapılıyor? Tamamen kaderine bırakılmış. Tarihi yerlerin üzerine gecekondu yapılmış. Kendi haline bırakın, yok olsun gitsin; kimse bir şey demez. Ben bunu koruyacağım deyince itiraz ediliyor. Hiçbir şey yapılmasın demek sorunu çözmüyor. Devlet bunun hesabını yapmış. Böyle devam ederse ne Hasankeyf kalır ne de enerji santrali yapılır. Gidiş ona gidiyor. O zaman hem enerjimizi kullanalım hem de kültürel varlıklarımızı koruyalım.

****
Kimdir?
1945 tarihinde Çankırı'da doğan Prof.Dr. Hasan Zuhuri Sarıkaya, 1969 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi'nden yüksek mühendis olarak mezun oldu ve asistanlığa başladı. 1974'te yine İTÜ’de, Çevre Mühendisliği Bölümü'nde doktorasını tamamladı. 1974-1975 yılları arasında Delft Teknik Üniversitesi'nde (Hollanda) misafir araştırmacı olarak çalıştı. 1981-1990 yılları arasında Suudi Arabistan, Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Su Kaynakları ve Çevre Mühendisliği Grubu Başkanı olarak görev aldı. 1990 yılında profesör olarak döndüğü İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü'nde, 1991-1994 yılları arasında bölüm başkanlığı ve 2000-2002 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yaptı. Ayrıca, 1994-2002 yılları arasında, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresinde Yönetim Kurulu Üyeliği’nde bulundu. 2002 yılından beri, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapıyor.

Çocuk istiyorsan cebinde telefon taşıma

Avustralya’da cep telefonları üzerine yapılan yeni bir araştırma, pantolon cebinde taşınan cep telefonlarının spermlerin canlılık ve hareket kabiliyetinde ciddi olumsuz etki yarattığını ortaya koydu.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 5 Eylül 2009*

Avustralya’daki Newcastle Üniversitesi’nde doğurganlık üzerine yaptığı tanışmalarla tanınmış Prof. John Aitken tarafından yapılan son araştırmalar, çocuk sahibi olmak isteyen babalara cep telefonu konusunda ciddi uyarılar içeriyor. Cep telefonlarından kaynaklanan elektromanyetik dalga frekanslarının spermler üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalarda, cep telefonu radyasyonuna (1.8 GHz) 16 saat boyunca maruz bırakılan spermlerin, doğurganlıkta iki önemli etken olan sperm canlılığı ve hareket kabiliyetinde kayıplara uğradığını gösterdi. Araştırmayı yürüten Aitken, çocuk sahibi olmak isteyen erkeklerin açık konumdaki cep telefonlarını vücudun belden aşağı kısımlarında taşımamalarını öneriyor.

Yüksek değerde DNA hasarı görülüyor
Aitken tarafından yapılan deneylerde, cep telefonlarının kilogram doku başına emilen elektromanyetik enerji miktarını gösteren SAR değerlerinin de doğurganlık üzerindeki etkileri saptandı. Sperm canlılığı ve hareket kabiliyetindeki değişiklik SAR değerinin 1 w/kg. olduğu deneylerde belirgin hale geldi. 2,8 w/kg SAR değerinde ise daha da ürkütücü olan DNA hasarı tespit edildi. SAR değeri yükseldikçe olumsuz etkilerin arttığı da gözlemlendi.

Cep telefonlarının zararlı veya zararsız olduğunu gösteren birçok çalışma olduğuna dikkat çeken Hacettepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Çağatay Güler, cep telefonların kullanım süresinin henüz bazı çalışmaların sonucunu almaya yeterli olmadığını söylüyor. Güler, “Zararlı olduğunu kanıtlayamadığımızda zararsız olduğuna dair çalışmalar yaparız. Telefonların zararsız olduğunu gösterecek çalışma gösteremediğimiz için, bilimin ihtiyatlılık ilkesi gereği bu etkileri yaptığını varsayıyoruz” diyor. Güler’in masum istekler olarak adlandırdığı öneriler arasında cep telefonlarının çocuklara özendirilmemesi, yatarken yanı başınızda cep telefonu bulundurulmaması ve okul gibi nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde baz istasyonu yapılmaması yer alıyor.

***
Ne kadar çok özellik o kadar büyük risk
Yaptığımız araştırmalar, Türkiye’de satılan 3G uyumlu birçok cep telefonun SAR değerlerinin 1 w/kg’dan yüksek olduğunu buna karşın, AB’nin sınır değeri olan 2 w/kg’ın üstüne de çıkmadığını gösteriyor. Kanada ise sınır değeri 1,6 w/kg olarak kabul ediyor. 3G ve bilgisayar özelliği olmayan telefonlarda bu değerler çok daha düşük.

Türkiye’de cep telefonu satışı yapılan sitelerin hemen hemen hiçbirinde SAR değerleri belirtilmiyor. Üretici firmaların internet sayfalarında da bu bilgiye rastlamak oldukça zor. Araştırma şirketi Gartner’a göre pazarın lideri olan Nokia, sizi uluslararası sitesine yönlendirerek bu bilgiye ulaştırıyor. Takipçisi Samsung’un internet sayfasında ise cep telefonlarının özellikleri arasında SAR değeri ve yönlendirme yer almıyor. Pazarın üçüncüsü Sony Ericsson ise sitesinden yönlendirme yapıyor ama onun sizi ulaştırdığı metin de İngilizce. Aşağıdaki listede yer almayan birçok marka ve modelin SAR değeri uluslararası internet sayfalarında da ne yazık ki belirtilmemiş.

Modeller ve SAR değerleri (Kulakta - w/kg)

Nokia E71 (1,53)
Nokia 5800 (1,00)
Nokia E 63 (1,03 – 1,10)
Sony W 890i (1,38)
Sony T700 (1,55)
Sony C 510 (1,18)
Sony C 902 (1,34)
Sony G 705 (1,05)
Blackberry Pearl (1,26)
Blackberry Bold (1,51)
LG KS20 (1,24)
Apple iphone (0,974)

*Tam metin