Türkiye'nin temiz enerji kaynakları-1

Yazı dizisi

Başlarken
...

Her insan hayatta kalmak için enerjiye ihtiyaç duyar ve enerji ihtiyacını güneşin büyüttüğü bitkilerden ve bitkileri yiyerek beslenen hayvanlardan sağlar. İnsanların kurduğu yeni yaşam modelleri ise besinlerden sağlanan enerjiden fazlasına ihtiyaç duyuyor. Isınmadan elektriğe, makinalardan ulaşım araçlarına kadar birçok noktada petrol, doğalgaz, kömür ve nükleer gibi sınırlı kaynakları kullanıyoruz. Kaynakların sınırlı olması, belli bölgelerde yoğunlaşması ve neden oldukları küresel ısınma gibi çevre sorunları insanları başka enerji kaynakları arayışına itiyor. Umut, güneş ve rüzgar, jeotermal, dalga, biyokütle gibi çevreci enerji kaynaklarında. Sınırlı kaynaklar açısından "enerji fakiri" olarak nitelenen ve dışa bağımlı olan Türkiye, temiz enerji kaynakları açısındansa oldukça şanslı.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 15 Ağustos 2009

GÜNEŞ YENİDEN DOĞUYOR

Türkiye güneş enerjisiyle güneydeki yazlıkların çatılarına konan panellerle tanıştı. Su ısıtmakta kullanılan bu paneller kısa sürede yaygınlaştı. Öyle ki Türkiye, Çin'in ardından güneş enerjisini su ısıtmakta kullanan ikinci ülke konumuna geldi. Türkiye'deki toplam kurulu güç kapasitesi 2007 sonunda 7.8 gigavat termale (GWt) ulaştı. Aynı yıl Avrupa Birliği'nin toplam kapasitesi 17 GWt'ye ulaşıyordu. Türkiye sadece AB'nin yarısı kadar bir kapasiteye sahip olmakla öne çıkmıyor aynı zamanda Avrupa'nın kullandığı panellerin birçoğunun üretimini de yapıyor. Güneş enerjisi sadece su ısıtma için kullanılmıyor. Trafik ışıklarından uzay araçlarına kadar onlarca alanda enerji ihtiyacı güneşten karşılanıyor. Maliyetler de giderek düşüyor.

Doğalgaz giren kente güneş girmiyor
Türkiye’de faaliyet gösteren güneş kollektörü üreticileri Türkiye ve dünya pazarlarında boy gösteriyor. Ezinç Metal A.Ş, 2003'ten beri dünyadaki en büyük üç üretici arasında. Avrupa ülkelerinin hemen hepsine, toplamda 59 ülkeye ihracat yapıyor. Firmanın kurucusu Nurullah Ezinç, 1978'te Kıbrıs'ta su ısıtmak için güneş panelleri kullanıldığını görüyor ve Türkiye'ye döner dönmez üretime başlıyor. Bugün fabrikada 285 işçi, yılda tamamı yerli, 400 bin metrekare panel üretiyor. Satış Denetleme Şefi Oğuz Öztürk, iç pazarın yaklaşık yüzde 40'ını, ihraç edilen panellerin yüzde 45'ini ürettiklerini söylüyor. Merdiven altı üretimden ve doğalgazın yaygınlaşmasından yakınan Öztürk'e göre, kalitesiz ürünler hem güneş enerjisinin imajını zedeliyor hem de kaliteli üretimi sekteye uğratıyor. "Yenilenebilir enerjide KDV hâlâ düşmedi. Güneş enerjisi desteklense kalitesiz ürünler piyasadan kalkar" diyen Öztürk, "Doğalgazın yaygınlaştığı yerlerde güneş enerjisi satışı düşüyor. Dünyada güneş yükseliyor, burada doğalgaz. Avrupa güneşe destek verirken, Türkiye'nin desteklememesi üzücü. Halbuki ciddi potansiyel var" sözleriyle sıkıntılarını aktarıyor. Güneş enerjisinin etkisi her mahalle, her apartmanda farklı. Bu nedenle farklı tarz ve modellerde paneller üretiliyor. Örneğin Karadeniz'de selektif yüzeyli panel seçmekte fayda var. Dört kişilik bir aile için su ısıtan konforlu bir sistemin maliyeti, ortalama 3 bin 500 TL.

***
Güneş enerjisi sistemleri

Güneş kolektörleri
Genelde suyla çalışan, güneş enerjisini ısı enerjisine dönüştüren sistemler. Çatılardaki sistemler örnek gösterilebilir. Paneller sayesinde ısıtılan su, borularla musluklara aktarılabildiği gibi gelişmiş sistemlerde pompa aracılığıyla ortam ısıtmasında dahi kullanılabiliyor.

Güneşle soğutma
Almanya'daki Solitem firmasında çalışmalarını sürdüren Dr. Ahmet Lokurlu'nun mucitleri arasında olduğu bu yöntem, güneş enerjisiyle suyu yüksek derecelerde ısıtıyor, Basınç uygulanarak buhar üretiliyor. Buhar iki kademeli bir makinede soğuk havaya dönüşüyor. Antalya Metro, Sarıgerme İber Otel Türkiye'deki örneklerinden. Evler için de benzer modeller geliştirilebiliyor: Böylece terleten güneş, klimanın yerine geçiyor. (FOTO var)

Güneşle aydınlatma
En büyük aydınlanma aracı olan güneş ışınları, uygun bir mimari planlamayla yapılarınızın en dip noktalarına kadar ulaştırılıp ampul vazifesi görüyor. TESCO-Kipa'nın Salihli'deki deposu ve satış alanı, güneş ışığını toplayıp yansıtan ve sıfır enerji tüketen bu lambalar sayesinde aydınlatılıyor.

***
Uzman Gözüyle

“Elektrik ihtiyacının iki katı güneşten sağlanabilir”
Prof. Dr. Şener Oktik Muğla Üniversitesi Rektörü

- Enerji talebinin ne kadarı temiz enerjyle karşılanabilir?
Yenilenebilir enerjilerin teknik potansiyeli dünyanın toplam enerji ihtiyacının yaklaşık altı katını karşılayabilir. Ancak bu dönüşümlerin büyükçe bir bölümü henüz ekonomik değil.

- Güneşten elektrik üretme potansiyelimiz nedir?
Bugünkü teknolojilerle, konvansiyonel yolla üretilen elektrik enerjisi maliyetlerine yakın elektrik enerjisi üretilebilecek bölgeleri dikkate alsak bile ülkemizin toplam potansiyeli 380 milyar kilovatsaatin (kWs) üzerinde. 2008 elektrik enerjisi tüketimi ise 200 milyar kWs civarında. Dolayısıyla ülkemiz elektrik ihtiyacının yaklaşık iki katı bugünkü teknoloji ile karşılanabilir.

- Türkiye'nin hedefiyle ilgili çalışmanız var mı?
Avrupa Birliği ülkeleri, 2020 yılına kadar en düşük senaryoda elektrik enerjisinin yüzde 3'ünü orta iyimser senaryoda yüzde 6'sını ve iyimser senaryoda yüzde 12'sini fotovoltaik (PV) yolla yani güneş enerjisinden elektrik enerjisini doğrudan sağlamayı öngörmekte. 2020’de ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacının 400 milyar kWs olacağını varsayıp, AB'nin en düşük senaryosundan yola çıkarak 12 milyar kWs fotovoltaik elektrik enerjisi hedeflemeliyiz. Bunun kurulu güç için anlamı 2020 yılına kadar yaklaşık 1000 megavat (MW) fotovoltaik güç santralinin kurulmasıdır. Bu ise, 3 ila 3,5 milyar dolarlık bir yatırımı gerektiriyor.

-Türkiye fotovoltaik hücre üretiminde geç mi kaldı?
Fotovoltaik göze (hücre) üretimi sürekli gelişen bir teknoloji, bütün ülkeler bu alanda yerini alma çabasında. Henüz geç kalınmış sayılmaz ancak yarışta yerimizi almalıyız.

***

Yerleşkenin elektriği güneşten
Muğla Üniversitesi adeta güneş panelleriyle inşa edilmiş. Merkez Yerleşkesi'nin 2008 yılında tükettiği elektriğin yüzde 4'üne yakını yerleşke içerisinde kurulmuş olan fotovoltaik panellerden sağlanmış. Öğrenci kafeteryasının ve araç parkının çatısı panellerle kaplanmış. Yerleşke içerisindeki aydınlatma lambaları güneş enerjisiyle çalışıyor. Daha da görkemlisi, rektörlük binasını kaplayan paneller. Bu bina Türkiye'de entegre şebekeye bağlı en büyük sistem. Tek başına yılda 48 bin kWs elektrik üretebiliyor. Bu rakamın ne kadar büyük olduğunu elektrik faturalarınıza bakıp anlayabilirsiniz.

***
Dünyada en çok kim kullanıyor?
1998 yılında hiç fotovoltaik paneli olmayan İspanya, 10 yıl içinde kurduğu 2511 MW'lık güçle dünya lideri konumuna geldi. Onu 1500 MW'la Almanya ve 342 MW ile ABD izliyor.

***
"Yanlış Bilgi"
Güneş enerjisinden ısı veya elektrik elde etmek için sanıldığı gibi oldukça sıcak bir hava ya da bol güneşli bir gün gerekmiyor. Her ne kadar bol güneş daha çok üretim anlamına gelse de bulutlu, güneşsiz bir havada da üretim gerçekleşebiliyor. Paneller, aşırı sıcaklarda verim kaybına bile uğrayabiliyor.

Türkiye, güneş enerjisiyle su ısıtma / ısınma kapasitesinde Çin’den sonra ikinci. Ülkeler ve kurulu güç oranları şöyle:

ÜLKE ORAN (%)
Çin 66,7
AB 12,3
Türkiye 5,8
Japonya 4,1
İsrail 2,8
Brezilya 2
ABD 1,3
Avustralya 1
Hindistan 1,2
Ürdün 0,5
Diğer 2,4

Kaynak: REN 21

YARIN: Çatılar güneşe hasret / Konya'nın yüzde 2,5'u Türkiye'ye yeter / Dalga geçilen kaynak umut vaat ediyor.

67 yaşındaki emekli Greenpeace eylemcisi

Önceki gün Ankara'ya gelen Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in, Başbakan Erdoğan ile yaptığı nükleer enerji anlaşmasını protesto ederken gözaltına alınan ve polisin sert müdahalesine maruz kalan Greenpeace eylemcisi Perihan Pulat HABERTÜRK'e konuştu.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 8 Ağustos 2009
Fotoğraf: Greenpeace

Ankara’da Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in Başbakan Erdoğan ile yaptığı nükleer enerji konusundaki görüşmeyi protesto ederken dün gözaltına alınan ve polisin sert müdahalesine maruz kalan Perihan Pulat, eylemlere devam etmekte kararlı. Gözaltına alındıktan birkaç saat sonra serbest bırakılan 67 yaşında, Sayıştay’dan emekli... Perihan Pulat, “Düşündüklerimi ufak bir eylemle de olsa kamuoyuna duyurabiliyorsam ne mutlu. Bugün çok mutluyum. Bana destek olan, bugün (dün) burada olan tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum” dedi.

Yüreği de genç
Perihan Pulat’ın boyu 1 metre 55 santim. Kilosu ise 45. Başabakan Tayyip Erdoğan’ın 2 metrelik özel korumaları tarafından içerisinde makinalı tüfek bulunan cipe taşınırken çekilen fotoğrafları uzun yıllar hatırlanacağa benziyor. On yıldır Greenpeace (YeşilBarış) çevre kuruluşunu takip ettiğini ve daha önce birçok eylemde yer aldığını konuşmamız sırasında öğreniyoruz. Meclis kapısındaki nükleer karşıtı eylemde, Japonya’nın balina katliamını protesto eden eylemde hep yer almış. Irak savaşından önce de sokaklardaymış. Greenpeace’le birlikten olmayı tercih etmesini, onların dirençli olmalarına ve hiçbir şirketten maddi destek almıyor olmalarıyla açıklıyor.

Fotoğraflarda oldukça genç göründüğünü söylediğimzde, yanıtı, “Yüreğim de çok gençtir” oluyor. Kötü bir şey yapmadıklarını ve emekten, doğadan yana tüm canlılar için mücadele ettiklerini belirtiyor.

“Elim ayağım tutarsa devam ederim”
Dün yapılan eylemde yanlış hiç bir şey yapmadığını, eylemin barışçıl olduğunu anlatan Pulat, “Üstümdeki gömleği çıkartmıştım. Elimdeki pankartı açmak üzereydim kendimi yerde buldum. Biri kolumu kıvırdı, biri de, 80-85 kilo ağırlığında olabilir, üzerime çullandı” sözleriyle yaşadıklarını anlatıyor. Duygusal olarak bu sert müdahalenin kendisini etkilemediğini belirten Greenpeace’in en genç eylemcisi, “İnandığım bir konuda fikirlerimi beyan ettim. Yazıları biraz daha uzun bir süre gösterebilseydim daha mutlu olurdum” diyor.

Yeşiller’den Kürt sorunun çözümü için 6 adım

Kürt sorunu hakkında görüşlerini açıklayan ve çözüm için bir rapor hazırlayan Yeşiller Partisi, PKK’nin silahlarını bırakması için gerekli ortamın sağlanmasını istedi.

Özgür Gürbüz / 8 Ağustos 2009

Geçtiğimiz yıl kurulan Yeşiller Partisi, Kürt sorununun çözümü için öneriler içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. Parti Eş Sözcüsü Bilge Contepe ve Merkez Yürütme Kurulu üyesi Ümit Şahin tarafından sunulan raporda, barışın sağlanması için altı somut adım önerildi. Sorunun çözümünde Kürt halkının muhatap alınmasını isteyen Yeşiller, bölge milletvekilleri ve belediye başkanlarının görüşlerine öncelik verilmesini istedi. İkinci adım olarak PKK’nin en kısa zamanda silahlı mücadeleyi reddettiğini açıklaması ve bunun için gerekli ortamın devlet tarafından hazırlanması talep edildi. Önerilerden biri ise, taş attıkları gerekçesiyle tutuklu bulanan çocukların serbest bırakılması için yasaların Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’yle tam uyumlu hale getirilmesi.

Yeşiller, mayınlı arazilerin organik tarıma uygun hale getirilmesini ve yöre halkına eşit olarak dağıtılmasının barış sürecine yardım edeceğini belirtirken, boşaltılan köy ve mezralara geri dönüş yolunun da açılmasını istedi. Yeşiller Partisi’nin önerdiği son adım ise Kürtçe eğitim, akademik çalışma ve yayın hakkı önündeki engellerin kaldırılması oldu.

Hakkari’ye barış ağacı
Raporun açıklanmasının ardından soruları yanıtlayan Parti Eş Sözcüsü Bilge Contepe, “Binlerce kişinin akan kanı hepimizi boğdu. Kürt sorununa şiddetsiz ve demokratik bir çözüm istiyoruz” dedi. Kadınlar olarak da “Barış Nöbeti” adında bir başka girişim başlattıklarını belirten Contepe, bugün (8 Ağustos 2009) Hakkari’nin Berçelan Yaylası’nda Kadınların Barış Girişimi adlı grup olarak barış çadırları kurup 24 saat nöbet tutacaklarını söyledi. Saat 10’da başlayacak nöbete Ankara, İzmir ve İstanbul’dan da destek verilecek ve kent merkezlerinde benzer nöbetler tutulacak. Contepe, Hakkari Özgürlük Parkı’na, kökleri doğa, gövdesi insanlık, dalları kültürler, meyveleri ise farklılıkları ve barışı simgeleyen bir fidan dikeceklerini açıkladı. Yeşiller, partileşmeden önce de, 1994 yılında benzer bir girişimde bulunmuş ve o defa da Tunceli’ye bir barış ağacı dikilmişti.

Nükleer silahlar Türkiye’nin olamaz!

Özgür Gürbüz / 5 Temmuz 2009

ABD’nin İncirlik üssünde olduğu söylenen nükleer bombalarla ilgili son günlerde medyada yine birçok haber yayımlandı. Bombaların varlığı, ne Amerikalı ne de Türkiyeli askeri ve resmi makamlar tarafından onaylanmış değil; inkâr da edil(e)miyor. Adana’daki İncirlik Amerikan Üssü’nde ne kadar nükleer bomba olduğu net olarak bilinmese de, sayı 40 ila 90 arasında değişiyor. Son 15 yıl içerisindeki tek gelişme, daha önce Balıkesir ve Mürted Üssü’nde de olduğu söylenen bu nükleer silahların hepsinin İncirlik’te toplandığı ya da iddiaların artık sadece İncirlik’e yöneldiği. Bu “üç maymun” politikasının aslında gizliden bir onay anlamına geldiği konusunda hem fikir olabiliriz. Bunu bir varsayım olarak değil herkesin bildiği ama ispatlayamadığı bir gerçek olarak da yorumlamak mümkün. Bu nedenle de tartışma sürüyor ama yanlış bir eksende.

Bombalar yasal değil
Ne zaman konu nükleer silahlar olsa, Türkiye’nin bu silahları istediği gibi kullanıp kullanamayacağı tartışılıyor. İşin etik tarafına dokunan da pek yok, hâkimiyetin Türkiye’de olması sanki bir başarı, olmaması da başarısızlık addediliyor. Kimse bombaların bu topraklarda bulunmasının yasal olmadığından bahsedemiyor haliyle. Hafızamız ve araştırma ruhumuzun kısıtlı olması da bundan 30 yıl öncesine geri dönüp araştırma yapmayı güçleştiriyor. Türkiye, 1969 yılında Birleşmiş Milletler’de imzaya açılan, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması”na (NPT) taraf olmuş bir ülke. 28 Kasım 1979 tarihli Resmi Gazete’de bu karar yayımlandı. Anlaşma gereğince, 1967 yılından önce nükleer silaha sahip olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin nükleer silahı olan ülkeler olarak kabul edilir ve bu ülkelerin nükleer silahı olmayan ülkelere bu tip silahları temin etmesi, yapmaları için yardımda bulunmaları yasaklanır.

Özetlersek, ABD Türkiye’ye bu silahları veremez, verirse anlaşmayı ihlal etmiş olur. Bu da nükleer silah ticaretinin önünü açar. Türkiye’nin silahların varlığını kabul etmesi ve sahipliğini üstlenmesi ise, AB üyeliğinden, BM’deki rolüne kadar çok ciddi tartışmalara da yol açar. Bu yüzden Türkiye’nin ne kendi imkânları ne de başka yollardan nükleer silah sahibi olması, bulundurması mümkün değildir. Türkiye’nin nükleer silahların İncirlik’te saklanmasına sessiz kalması gibi bir zorunluluğu da yok. Yunanistan’ın yaptığı itirazlar sonucu 2001 yılında NATO üssünden silahların geri çekildiği, Almanya’nın Ramstein Hava Üssü’nden de 2005’de yine nükleer silahların geri alındığı biliniyor. Türkiye benzer bir iradeyi gösteremiyorsa bu tamamen mevcut hükümetin sorumluluğunda gerçekleşen bir eylemdir. Ya AKP bunu istemiyor ya da ABD’ye “One minute” demeye gücü yetmiyor.

Atom Enerjisi Ajansı denetlesin
İlginç bir durum daha var. Medyada çıkan bu haberler sonucunda Türkiye’nin, yine aynı anlaşma gereğince, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından kontrol edilmesi gerekir. Çünkü denetim hakkı UAEA’nındır. Türkiye bu hakkı kabul ettiğini, 20 Ekim 1981’de Resmi Gazete’de yayımlanan bir başka anlaşmaya imza atarak tanımıştır. Kamuoyu gerçekten merak ediyorsa, UAEA’na başvurmalı ve onları göreve çağırmalıdır. BU aslında nükleer silahların nasıl kontrolsüz yayıldığının da iyi bir örneği olabilir. UAEA’nın, Türkiye sınırları içerisinde bulunan Amerikan üssünü nasıl denetleyeceği ise ayrı bir soru işareti tabii.

Hiroşima’nın üzerinden 64 yıl geçti
Hiroşima’ya atom bombasının atılmasının 64 yıl sonrasında bu anlaşmanın önemi bugün daha fazla ön plana çıkıyor. Nükleer santral tacirlerinin, enerji darboğazı, iklim değişikliği gibi konuları fırsat bilerek yeniden çanta ellerinde dolaşmaya başladıkları bu günlerde, başlarındaki en büyük dert sattıkları her nükleer reaktörle artan nükleer silahlanma riski. NPT metninin ilk paragrafında da yazıldığı gibi, bu anlaşmaya taraf olan ülkeler, “Nükleer bir savaşın bütün insanlığa uğratabileceği yıkıntıyı ve böyle bir savaş tehlikesini önlemek için her türlü çabayı harcamayı göz önünde tutar” deniyor. Metin, “nükleer silahların yayılmasının nükleer savaş tehlikesini ciddi biçimde arttıracağına inanarak...” diye devam ediyor.

Hiroşima ve Nagasaki üzerinden geçen 64 yıl, dünyadaki insanlara sadece ve sadece bu anlaşmanın girişinde yer alan bu cümlelerin ne kadar doğru olduğunu defalarca kanıtladı. Buna rağmen, nükleer lobiler ve savaş tüccarlarının kafa karıştırmaya yönelik argümanları, insan aklının bir defa daha aklıselimden aklıevvelle kaymasına yol açıyor. Yol açıyor ki, medyada, sokakta nükleer silaha sahip olduğunda huzurlu bir gece uykusu yaşayacağını sananların sayısı artıyor. Komşusuna atacağı nükleer bombanın yarattığı radyasyon bulutlarının kendisine geleceğinden ya da benzer bir silahla kendisinin de vurulacağından habersiz bu insanlar, geldiğimiz noktanın 6 Ağustos 1945’e ne kadar yakın olduğunun ne yazık ki farkında değiller. İnsan, hayatta kalmak, barış içinde yaşamak için nükleer silahlara değil, suya, temiz havaya, yiyeceğe ve bir düşmana değil de dosta muhtaç olduğunu anladığı gün, işte o gün insan olacak.