Nükleer enerji toplantısına protestolar damgasını vurdu.

Özgür Gürbüz / 19 Ocak 2008

İstanbul'da düzenlenen Nükleer Enerji Arenası nükleer karşıtlarının protestosuna sahne oldu. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in de katıldığı toplantı başlamadan önce İstanbul'daki Lütfi Kırdar Kongre Merkezi önünde toplanan nükleer karşıtları, nükleer santral kurma planlarını protesto etti. Kongre merkezi önünde basın açıklaması yapan Küresel Eylem Grubu üyeleri, kapalı kapılar ardında nükleer ihaleye girmeyi planlayan şirketlerin ihaleyi kapmak için yarıştığına dikkat çekti ve nükleer enerjiye pahalı, tehlikeli ve küresel ısınmaya çözüm olmadığı için karşı çıktıklarını söylediler. Nükleer santral planlarını iptal ettirmek için Çernobil kazasının 22. yıldönümünde Kadıköy'de büyük bir miting düzenleyeceklerini söyleyen grup olaysız bir şekilde dağıldı.

"Ecevit 2 defa söz verdi; çocuk yaptık"
İkinci nükleer karşıtı protesto ise toplantı başladıktan sonra meydana geldi. Adları Timur Danış ve Ayşen Eren olan iki eylemci toplantı salonunun kapısına kadar geldiler. İçeri girmeleri için 670 dolar giriş ücreti ile KDV istenen eylemciler daha sonra bakanlık korumaları ve yetkililer tarafından kongre merkezinin dışına çıkarıldılar. Eylemcilerden Timur Danış, “Nükleer santral olan bir ülkede sağlıklı çocuklar yetiştirmek mümkün değil. Bilerek, bilimsel temellerde nükleere karşı çıktıklarını” söyledi ve Enerji Bakanı'na soruları olduğunu ancak bu parayı ödeyemeyeceğini belirtti. Danış şöyle devam etti: “Benim çocuğum var 7 yaşında. Ben eşimle evlendiğimde biz nükleer santral kurulmasını engellemiştik. Eşim Avusturyalı, orada da nükleer santral yok. Eşim bu ülkeye güvendi. Sayın Ecevit 2 defa söz verdi. Biz bu ülkeye nükleer santral yapılmayacak dendiği için güvendik, çocuk yaptık. Bu ülke çok güzel bir ülke ve uranyum tartışmalarıyla kirletilmesini istemiyoruz”.

Elinde nükleer öldürür yazılı bir pankart tutan Ayşen Eren ise bir çocuk annesi olduğunu ve binlerce yıl radyoaktif kalan atıkların çözümsüz olması nedeniyle nükleer santrallere karşı olduğunu belirti.

Eroğlu: Kyoto'yu imzalayacağız

Dünya Bali'de Kyoto sonrasını tartışırken, Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Türkiye'nin özel şartları kabul edilirse Kyoto'ya imza atacaklarını söylüyor. Çalışmaların sürdüğü bilgisini veren Eroğlu, Türkiye'nin emisyonlarını çok aşağıya indirmesi istenirse, hayır diyeceklerinin altını çiziyor.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Ocak 2008

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kyoto'ya olumlu bakıyoruz" açıklamasına Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'ndan da destek geldi. Global Enerji'nin sorularını yanıtlayan Eroğlu, "Kyoto'ya, özel şartlarımız kabul edildiği takdirde imza atacağız. Şu anda çalışmaları yapıyoruz, süreci yakından takip ediyoruz. Onlar istediği için değil yapılması gerektiğine inandığımız için yapıyoruz. Örneğin AB ile ilgili bazı kriterler gündeme geliyor. Bakıyoruz, makul şeyler varsa, ülkenin refah seviyesine katkıda bulunacaksa yapıyoruz" açıklamasını yaparak Kyoto konusunda çalışmaların hız kazandığını doğruluyor.

Değişik bakanlıkların en üst seviyesindeki yetkililerinin katılımıyla toplanan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu'nda da konunun görüşüldüğünü belirten Eroğlu, "Biz vazifemizi yapıyoruz. Eğer kontrol etmezsek karbondioksit emisyonları yükselmeye devam edecek. Ormanları arttırarak, katı atık tesisleri yaparak emisyonları belli bir seviyede tutacağız" diyor. Eroğlu, Koordinasyon Kurulu'nun son toplantısına katılarak, çoğunluğunu müsteşarların oluşturduğu 30-40 kişiye Kyoto konusunda talimat verdiğine değiniyor. Türkiye'nin özel şartlarını, hangi koşullarda anlaşmaya "evet" diyeceğini, eline kağıt kalem alarak sade bir grafikle şöyle anlatıyor. Eroğlu'na göre, Türkiye pazarlık masasına, 1990 yılından bu yana dünya rekorları kırarak artan sera gazı emisyonlarını bundan böyle belli bir seviyede tutma sözüyle oturacak. Kabul edilirse anlaşma imzalanacak. Eğer, Türkiye'den bugünkü gelinen seviyenin kontrolünün ötesinde, yani ciddi indirim istenirse, "imza" garanti değil. Eroğlu, emisyon rakamlarının çok aşağılara indirilmesi istenen bir senaryoya hayır diyeceklerinin sinyalini veriyor.

Ağaçlandırma seferberliği
Türkiye'de kişi başına düşen emisyonların yılda 4.1 ton olduğunu, Avrupa ve ABD'de bu rakamın 3 veya 5 kat fazla olduğunu belirten Eroğlu, "Hesap yaptık, dünyadaki emisyonların yanında bizim emisyonumuz ihmal edilecek düzeyde ama biz yine de bu vazifeleri yapıyoruz" diyor. Türkiye'nin Kyoto'ya hazırlandığının en büyük kanıtı da Resmi Gazete'de yayınlanan 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma Seferberliği Kanunu. Kanunla birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük ağaçlandırma seferberliğini başlattıklarını belirten Eroğlu, 2008-2012 yılları arasında 2 milyon 300 bin hektar alanın ağaçlandırılacağı bilgisini veriyor. Bu Belçika'dan biraz daha küçük, yaklaşık Trakya kadar bir alan. Çevre Bakanlığı sadece ağaçlandırma yapmayacak, koordinasyonu da sağlayacak. Birçok kurumla protokol imzalanıyor; Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri gibi. Eroğlu, kampanyanın kontrolünün nasıl yapılacağıyla ilgili olarak, "81 ilden 3 ayda bir rapor alacağız. Biz de Sayın Başbakan'a her yıl rapor vereceğiz" yanıtını veriyor. Ağaçlandırma seferberliğinin Kyoto'nun ilk dönemi olan 20082012 yılları arasında yapılması bir rastlantıdan çok provaya benziyor. Ağaçlar karbondioksit emerek fotosentez yaptıkları için küresel ısınmayı durduracak "yutak alanlar" olarak ifade ediliyor. Eroğlu, şu an Türkiye'nin ormanlarının her yıl 70 milyar tona yakın karbondioksit emdiğini ve bu kampanyayla rakamın 100 ila 120 milyar ton civarına çıkacağını söylüyor.

"Nükleer konusunda tereddüdüm yok"
Nükleer enerji konusundaki sorularımıza, "Türkiye'de nükleer enerji şarttır, elzemdir" diyerek yanıt veren Eroğlu, "Türkiye'nin enerji projeksiyonunu bizzat çizen bir kişiyim. Enerji ihtiyacı yılda yüzde 8 artıyor. Bu talebi karşılamak için hidroelektrik kaynakları sonuna kadar kullanacağız. Bin 200'den fazla özel sektör hidroelektrik santrale müracaat etti. Buradan 1015 bin megavat gelir. Rüzgârdan da 10 bin gelse toplam 25 bin megavat eder. Bu da 60 milyar kilovat saat demek. Ama yetmez" açıklamasını yapıyor. Nükleer enerji konusunda hiçbir tereddüdü olmadığının altını çizen Çevre ve Orman Bakanı, geçtiğimiz aylarda Türkiye'yi ziyaret eden Almanya Çevre Bakanı'nın aksi görüşte olduğunu anımsatmamız üzerine, "Fransa'da ise destekliyorlar. Konu tartışılıyor. Herhangi bir çevre riski oluşturmaz, yeter ki atıklar için bertaraf tesisi kurulsun. Biz gerekli kontrolleri yapacağız. Yapılacak şey, ileri teknolojileri seçmekten ibaret" açıklamasını yapıyor.

Çok başlılık suda sıkıntıya neden oldu
Prof. Veysel Eroğlu'na, DSİ'nin Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlanmasına kadar varan birçok yapısal değişikliğin nedenlerini de sorduk. Eroğlu süreci şöyle özetledi: "Geçen yıl yaşanan kuraklık, suyun tek elden yönetilmesinde etkili oldu. Su konusunda çok başlılık epey sıkıntı yaratıyordu. Çevre ile suyun birleşmesi konusu seçimlerden önce de tartışılmıştı ama seçimlerden sonra yapılması uygun görüldü. Suyun yağıştan başlayarak atık su arıtma tesislerine kadar tek elden yönetilmesi gerek. Yönetimsel değişikliğin yüzde 90'ı gerçekleşti. Başka kurumlara ait olan bazı birimlerin de bakanlığımıza bağlanması gerek. Onun üzerinde çalışıyoruz ama şu anda isim vermek doğru olmaz." Çevre Bakanı olmadan önceki görev yeri DSİ'deki çalışmalarını da değerlendiren Eroğlu, "DSİ'de biz çok köklü bir anlayış değişikliği yaptık. Zamanla yarışan, halka hizmet eden bir kurum yarattık; 'Ne zaman biterse biter' anlayışından, 'Şu gün, şu tarihte bitecek' anlayışına geçtik. Baraj inşaatından içme su arıtma tesislerine kadar modern teknolojiyi kullanan bir kurum yarattık. Dost düşman herkes bu çalışmalarımızı takdir etti. 4.5 yılda 366 tesis açtık. 1520 yılda bitecek tesisleri biz çok kısa sürede bitirdik" diye konuşuyor.

‘Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı’

Özgür Gürbüz - Sabah / 12 Ocak 2008

Fotoğraf: Cenk Ertekin

Silivri’nin Alibey Mahallesi’ndeki belediye konutlarının tam arkasında sayıları 300’ü bulan çingeneler 10 aylık Yaşam bebeğe ağlıyor. 2 Ocak gecesi, Yaşam bebeğin plastik ve kartondan yapılmış çadırında çıkan yangın hem onun hem de onu kurtarmak isteyen Amcası Yılmaz Güreşir’in canını aldı. Yaşam’ın iki buçuk yaşındaki kardeşi Mert’i kucağından düşürmeyen annesi Gürcan Güreşir, sadece “Bir tek bu (Mert) kaldı” diyebiliyor. Babası Kadir’in ağzını bıçak açmıyor. Kardeşi Yaşar, “Yeni ev yapacağız dediler evlerimizin yıkılmasına itiraz etmedik. 3 aydır çadırdayız” diyerek kızgınlığını dile getiriyor. Yaşam’ın anneannesi Ayşe Bakırcı ise ekliyor: “Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı”.

Uzun yıllardır yaşadıkları bu arsaya kurdukları gecekonduları Ekim ayında “okul yapılacak” gerekçesiyle yıkılmış. Onlar da mecburen tek geçim yolları olan çöpten topladıkları plastik ve kağıtlardan çadırlar kurarak başlarını sokacak yeni bir yer yapmışlar. Önce kasım ayında Silivri’yi sular altında bırakan selle boğuşmuşlar sonra da bu yangın felaketi ile sarsılmışlar. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan’a tepkililer. Okul yapılacak diye evlerinin yıkımına ses çıkarmadıklarını söyleyen Çingeneler, daha sonra zemin uygun olmadığı için okul yapımından vazgeçildiğini öğrenmişler. Turan’a şikayetlerini iletip kendilerine ev yapacak arsa istediklerinde ise, “Nereden geldinizse oraya gidin” yanıtını aldıklarını söylüyorlar. Ayrım yapıldığını anlatan çadır kentin sakinleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’a “yardım etmesi” için çağrıda bulunuyor.

40 aileye konteynır ev
Belediye Başkanı Turan, ise “Biz onların evlerini yıkmadık” diyor. Gördüğümüz yıkıntıların bir tarafı tuğladan diğer tarafı naylondan ibaret yapılar olduğunu söylüyor, ev olarak kabul etmiyor. 40 aileye “konteynır ev” verileceğini belirten Turan, Çingenelerin kaldığı bölgenin tam dere yatağının üzerinde olduğunu ve sel tehlikesiyle karşı karşıya oldukları için orada kalmalarının doğru olmadığını belirtiyor. Konteynır ev haberinin yangından hemen sonra 5 Ocak’ta açıklanmasının talihsizlik olarak niteleyen başkan, “Sanki yangınla örtüşüyormuş gibi oldu” açıklamasını yapıyor. Turan, “Ev yıkım olayı kesinlikle olmadı. Biz, 2004 seçimlerinden önce sizlere ev vereceğiz dedik. Bunu duyan Keşan’daki, Edirne’deki Roman vatandaşlar Silivri Belediyesi ev verecek diye buraya geldi. 40-50 hane birden 100’e çıktı. Biz onları geri göndereceğiz. Onları kabul etmiyoruz. Muhtardan kayıtları aldık ve Çeribaşı ile protokol imzaladık” açıklamasını yapıyor.

Okul mu olacak park mı?
Belediye Başkanı’na Çingenelerin yaşadığı bölgede ne yapılacağını sorusuna “Dereyi islah etmek zorundayız. Sel tehlikesi var. O bölgeyi yaya yürüyüş alanları ve çevre düzenlemesiyle park yapacağız” yanıtını alıyoruz. Park yapılacak alanın etrafında Belediye Konutları da dahil olmak üzere blok blok yapılar var. Turan, diğer yapılaşmaların da yanlış olduğunu, dere yatağına yapılan toplu konutlardan birkaçının 1999 depreminde zarar gördüğünü açıklıyor ancak bu konutlarla ilgili çok da fazla bir şey yapamıyoruz diyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldığımız bilgi ise yapılması düşünülen okul projesinin zemine uygun olmaması nedeniyle müteahhit ve bakanlık tarafından onaylanmadığını, başka bir yere taşındığı yönünde. Yine de okul yapacağız diyen yetkililer, temeli daha derine inen projeyi 2008’de hayata geçireceklerini söylüyor.

Çingeneler taksitle arsa istiyor
Silivri’deki çingenelerden Selçuk Kıymaz, 5 yıldır burada yaşadığını ve biriktirdiği 5 bin YTL’yi kendisine verilecek bir arsa için vermeye hazır olduğunu söylüyor. Gerisini 200-300 taksitle ödeyebileceğini söylüyor. Yılmaz, “Halk gününde konuştum. Başkanım, 5 milyarım var bana 150 metrekare yer ver dedim. Bana trilyonda versen sana yer vermem dedi. Herkes geldiği yere gidecek. Şimdi kiraya çıksam elimdeki para ancak bu kışı geçirmeye yeter. Çöpten topladıklarım bana günde 10-15 lira ancak getiriyor” diyor. Annesi Hamide Kıymaz ise “Nerden geldiyseniz oraya gidin” sözüne içerlemiş: “O zaman benden alsınlar bu TC numarasını. Türk nüfus kağıdını da alsınlar. Nereye aitsem oraya göndersinler. Ben Türk vatandaşı değil miyim? Hüseyin Turan da biryerlerden gelme buraya, Başbakanımız da. Şart değil ki anam babam beni Silivri de doğursun”. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan, arsa taleplerine “Yerimiz olsa verirdik” yanıtını veriyor ve konteynır evlerin arazisinin de Hazine’den sağlandığına dikkat çekiyor.

Atık yağları toplamayanın peşine belediyeler düşecek

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Ocak 2008

Türkiye'de kullanılan 1 milyon 650 bin ton bitkisel yağın her yıl 350 bin tonu atık yağ olarak lavabolardan, kanalizasyona oradan da su kaynaklarına gidiyor ve büyük bir çevre sorunu teşkil ediyor. Tarım Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık, 350 bin tonu bulan atık yağların sadece yüzde birinin geri toplanabildiğini söylüyor. Atık yağların toplanması için 19 Nisan 2005’te çıkan yönetmeliğe ek olarak, Çevre ve Orman Bakanlığı, 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 9 ilçe belediyesine denetleme ve ceza kesme yetkisi verdi. Bağcılar, Bayrampaşa, Silivri, Şişli, Eminönü, Fatih, Sarıyer ve Eyüp belediyeleri, bitkisel atık yağ üreten otel, lokanta, yemek fabrikaları gibi yerleri artık denetleyebilecek. Belediyeler ayrıca evlerden kızartmalık yağları toplamak için gerekli sistemi kurmak ve halkı bilgilendirmekle de yükümlü olacak.

İstanbul’da gerçekleşen “Bitkisel Atık Yağların İnsan Sağlığı ve Çevreye Etkileri, Biyodizelin Önemi” başlıklı sempozyumda biraya gelen bürokratlar ve sektör temsilcileri atık yağ konusundaki sorunları ve fırsatları tartıştı. ALBİYOBİR (Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği) Başkanı Tamer Afacan atık yağlardan biyodizel elde edilmesi halinde çevresel bir problemin çevresel bir avantaja dönüştürüleceğini söylüyor. Afacan, “Ülkemizde tahmini rakamları bir kenera bırakırsak ve 100 bin ton kullanılmış yağın toplandığını varsayarsak bundan 75 milyon dolarlık petrol eşdeğeri akaryakıt elde edebileceğiz” diyor. İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar ise, yüzde birlik oranın azlığından yakınıyor ve denetimleri sıklaştırılması gerektiğini belirtti. Birpınar, “2007 yılında sadece 2 bin 500 ton atık yağ toplanmış. 350 bin tondan biyodizel yapılsa 750 milyon dolarlık bir akaryakıtın dünyadan satın alınması önlenir” diyor ve ekliyor: “Toplanan atık yağlardan sabun yapılıyor Kaçak olarak yeniden yağ olarak kullanılıyorsa çok kötü”.

Gıda denetimleri sıklaştı
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık ise Türkiye’de gıda güvenliğine Avrupa ülkelerinden daha çok önem verildiğini söyledi ve 2007 yılında yapılan denetimler hakkında bilgi verdi. 2007 yılında tüm Türkiye’de 5 bin 400 gıda denetçisi tarafından 81 ilde 66 bin 158 denetim yapıldı. Toplu gıda tüketimi yapılan yerlerden 298 tanesine idari para cezası kesilirken, 92 tanesi savcılığa sevk edilmiş. Denetlenen 2638 yemek fabrikasından da 179’una idari para cezası kesildi, 42 tanesi savcılığa sevk edildi.