Özgür Gürbüz-BirGün/13 Ekim 2013
İstanbul’un kuzeyindeki ormanların içinden geçen 3.
Köprü’nün yolu aynı bir fermuara benziyor. Yol, toprağın üstünü örten yeşil
eteği bir fermuar gibi ikiye ayırıyor. Fermuarın sürgüsünü, "Her şeyi çevreye odaklarsak, kalkınma
başka bahara kalır. İstanbul'un en önemli sorunu çevre değil ulaşım" diyen
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tutuyordu. Yıldırım sürgüyü çektikçe ağaçlar
bir bir yere yıkıldı. Üç, beş değil. Yüz binlerce ağaç. Sonuna, yani boğaza
kadar açılan fermuardan dolayı her şey artık gözler önünde. Etek düştü düşecek.
TMMOB Şehir Plancıları Odası, 2010 Eylül ayında
yayımladıkları raporda hükümeti bu günaha karşı uyarmıştı 3. Köprü ve bağlantı
yollarının her iki yöndeki 5 kilometrelik etki kuşağında İstanbul’daki özel
orman alanlarının yüzde 34’ü, orman alanlarının yüzde 46’sı ve tarım
alanlarının yüzde 43’ü yer alıyor. Şehir Plancıları, köprüyle birlikte bu
alanların yapılaşma baskısına maruz kalacağını ve kent nüfusunun 7,5 milyon daha
artacağını söylemişlerdi. Üç değil 30 köprü yapsanız yetmez. Demek ki neymiş,
her şey ulaşım değilmiş. İstanbul’un en önemli sorunu ulaşım değil,
planlamaymış. Ülke sanayisini, nüfusunu, ticaret ve turizmini bir kentin
üzerine yıkmamakmış.
Türkiye’nin üç yanındaki denizlere vuran dalgaların
köpükleri, mavi bir eteğin ucundaki fırfırlara benziyor. Mavi eteğin boyu
durmadan kısalıyor, beyaz fırfırlar artık griye çalıyor. Kıyılarımız termik
santraller, kanalizasyon ve organize sanayi bölgelerinden gelen atık sularla
kirleniyor, rengi değişiyor. Mavi etek geri çekildikçe çekiliyor. 2010 yılında
Türkiye nüfusunun sadece yüzde 52’sinin atıksuları arıtılmış. Belediyelerin
yüzde 12’sinde kanalizasyon yok. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu üç gün
önce Birecik’te “Büyük hedefi olmayan
milletler tarih sayfasından silinir” dedi. Kanalizasyon büyük hedeften
sayılır mı acaba? Bizim oralarda, kanalizasyon küçük büyük ayrımı yapmaz derler
ama yine de ben bilmem bakanım bilir. Kimseye karıştığımız yok zaten. Mavi
denizlerin etek boyu kısalıyor, yüzümüz kızarıyor diye yazıyorum. Bizden de
geçtim, turistler görür elâleme rezil oluruz.
Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu
birkaç gün önce Mersin’deydi. Planlanan barajlar yüzünden tehlike altındaki
Göksu Deltası’nda incelemelerde bulundular. Bir de kaçak inşaat tespit ettiler.
İnşaat sahası çitlerle çevrilmiş, kapısında Rusya ve Türkiye bayrakları asılı.
Sahiplerinin belli ki işledikleri suçtan haberi var, çalışan kamyonların
plakaları yok. Yapılan bir baraka, bir apartman değil. Fabrika, top sahası,
tavuk kümesi de değil…
Kaçak inşaat Akkuyu’daki nükleer santrale ait. Nükleerci
şirket ÇED raporunu yeni değerlendirmeye sunmuş, sonucu beklemeden kamyonları
çalıştırmaya başlamış. Nükleer dediniz mi korkacaksınız. Fukuşima’nın üzerinden
2,5 yıl geçti, Japonlar hâlâ sızıntıyı kontrol altına alamadılar. 8 Ekim’de radyoaktif
suyu arıtan sistemdeki bir boruyu yanlışlıkla söken altı işçi radyasyona maruz
kaldı. Yedi ton radyoaktif su sızdı. Bakan Yıldırım’ı dinleyip çevreye, insana
odaklanmasak bile olmuyor. Ekonomi de “nükleere hayır” diyor. Kazanın toplam maliyetinin
250 ila 500 milyar dolar arasında olacağı söyleniyor. Türkiye’nin 2011 yılı
Gayri Safi Yurt İçi Hasılası 772 milyar dolar. Kalkınmayı başka bir bahara
bırakmak istemeyen hükümet, dünyanın en tehlikeli endüstriyel işletmesini
kontrolsüz bırakarak bize kışı yaşatmaya hazırlanıyor.
Televizyonlarda dekolte aramakla zaman harcamayın. Mersin
Akkuyu’da dört reaktörlü bir nükleer santral kurulması planlanıyor. Hem de
kaçak! ÇED raporuna göre 220 bin ağaç kesilecek. Dımdızlak kalacak topraklara
ikişer ikişer, kubbemsi reaktörler kondurulacak. Televizyondan nasıl görünür
bilemem ama yukarıdan bakmak tehlikeli. Derin dekolte sınıfına girer. Dünyanın
hiçbir yerinde böylesi görülmedi. Ayıptır. Hem de çok ayıp!