Özgür Gürbüz / 5 Temmuz 2009
ABD’nin İncirlik üssünde olduğu söylenen nükleer bombalarla ilgili son günlerde medyada yine birçok haber yayımlandı. Bombaların varlığı, ne Amerikalı ne de Türkiyeli askeri ve resmi makamlar tarafından onaylanmış değil; inkâr da edil(e)miyor. Adana’daki İncirlik Amerikan Üssü’nde ne kadar nükleer bomba olduğu net olarak bilinmese de, sayı 40 ila 90 arasında değişiyor. Son 15 yıl içerisindeki tek gelişme, daha önce Balıkesir ve Mürted Üssü’nde de olduğu söylenen bu nükleer silahların hepsinin İncirlik’te toplandığı ya da iddiaların artık sadece İncirlik’e yöneldiği. Bu “üç maymun” politikasının aslında gizliden bir onay anlamına geldiği konusunda hem fikir olabiliriz. Bunu bir varsayım olarak değil herkesin bildiği ama ispatlayamadığı bir gerçek olarak da yorumlamak mümkün. Bu nedenle de tartışma sürüyor ama yanlış bir eksende.
Bombalar yasal değil
Ne zaman konu nükleer silahlar olsa, Türkiye’nin bu silahları istediği gibi kullanıp kullanamayacağı tartışılıyor. İşin etik tarafına dokunan da pek yok, hâkimiyetin Türkiye’de olması sanki bir başarı, olmaması da başarısızlık addediliyor. Kimse bombaların bu topraklarda bulunmasının yasal olmadığından bahsedemiyor haliyle. Hafızamız ve araştırma ruhumuzun kısıtlı olması da bundan 30 yıl öncesine geri dönüp araştırma yapmayı güçleştiriyor. Türkiye, 1969 yılında Birleşmiş Milletler’de imzaya açılan, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması”na (NPT) taraf olmuş bir ülke. 28 Kasım 1979 tarihli Resmi Gazete’de bu karar yayımlandı. Anlaşma gereğince, 1967 yılından önce nükleer silaha sahip olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin nükleer silahı olan ülkeler olarak kabul edilir ve bu ülkelerin nükleer silahı olmayan ülkelere bu tip silahları temin etmesi, yapmaları için yardımda bulunmaları yasaklanır.
Özetlersek, ABD Türkiye’ye bu silahları veremez, verirse anlaşmayı ihlal etmiş olur. Bu da nükleer silah ticaretinin önünü açar. Türkiye’nin silahların varlığını kabul etmesi ve sahipliğini üstlenmesi ise, AB üyeliğinden, BM’deki rolüne kadar çok ciddi tartışmalara da yol açar. Bu yüzden Türkiye’nin ne kendi imkânları ne de başka yollardan nükleer silah sahibi olması, bulundurması mümkün değildir. Türkiye’nin nükleer silahların İncirlik’te saklanmasına sessiz kalması gibi bir zorunluluğu da yok. Yunanistan’ın yaptığı itirazlar sonucu 2001 yılında NATO üssünden silahların geri çekildiği, Almanya’nın Ramstein Hava Üssü’nden de 2005’de yine nükleer silahların geri alındığı biliniyor. Türkiye benzer bir iradeyi gösteremiyorsa bu tamamen mevcut hükümetin sorumluluğunda gerçekleşen bir eylemdir. Ya AKP bunu istemiyor ya da ABD’ye “One minute” demeye gücü yetmiyor.
Atom Enerjisi Ajansı denetlesin
İlginç bir durum daha var. Medyada çıkan bu haberler sonucunda Türkiye’nin, yine aynı anlaşma gereğince, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından kontrol edilmesi gerekir. Çünkü denetim hakkı UAEA’nındır. Türkiye bu hakkı kabul ettiğini, 20 Ekim 1981’de Resmi Gazete’de yayımlanan bir başka anlaşmaya imza atarak tanımıştır. Kamuoyu gerçekten merak ediyorsa, UAEA’na başvurmalı ve onları göreve çağırmalıdır. BU aslında nükleer silahların nasıl kontrolsüz yayıldığının da iyi bir örneği olabilir. UAEA’nın, Türkiye sınırları içerisinde bulunan Amerikan üssünü nasıl denetleyeceği ise ayrı bir soru işareti tabii.
Hiroşima’nın üzerinden 64 yıl geçti
Hiroşima’ya atom bombasının atılmasının 64 yıl sonrasında bu anlaşmanın önemi bugün daha fazla ön plana çıkıyor. Nükleer santral tacirlerinin, enerji darboğazı, iklim değişikliği gibi konuları fırsat bilerek yeniden çanta ellerinde dolaşmaya başladıkları bu günlerde, başlarındaki en büyük dert sattıkları her nükleer reaktörle artan nükleer silahlanma riski. NPT metninin ilk paragrafında da yazıldığı gibi, bu anlaşmaya taraf olan ülkeler, “Nükleer bir savaşın bütün insanlığa uğratabileceği yıkıntıyı ve böyle bir savaş tehlikesini önlemek için her türlü çabayı harcamayı göz önünde tutar” deniyor. Metin, “nükleer silahların yayılmasının nükleer savaş tehlikesini ciddi biçimde arttıracağına inanarak...” diye devam ediyor.
Hiroşima ve Nagasaki üzerinden geçen 64 yıl, dünyadaki insanlara sadece ve sadece bu anlaşmanın girişinde yer alan bu cümlelerin ne kadar doğru olduğunu defalarca kanıtladı. Buna rağmen, nükleer lobiler ve savaş tüccarlarının kafa karıştırmaya yönelik argümanları, insan aklının bir defa daha aklıselimden aklıevvelle kaymasına yol açıyor. Yol açıyor ki, medyada, sokakta nükleer silaha sahip olduğunda huzurlu bir gece uykusu yaşayacağını sananların sayısı artıyor. Komşusuna atacağı nükleer bombanın yarattığı radyasyon bulutlarının kendisine geleceğinden ya da benzer bir silahla kendisinin de vurulacağından habersiz bu insanlar, geldiğimiz noktanın 6 Ağustos 1945’e ne kadar yakın olduğunun ne yazık ki farkında değiller. İnsan, hayatta kalmak, barış içinde yaşamak için nükleer silahlara değil, suya, temiz havaya, yiyeceğe ve bir düşmana değil de dosta muhtaç olduğunu anladığı gün, işte o gün insan olacak.
1 yorum:
Merhaba, maalesef ülkelerin en büyük sorunu, işin içine devletin askeri gücü girdiğinde bir çok konu gizlilik adı altında örtbas ediliyor..Bugün barıştan söz eden bir çok ülke gizli gizli askeriyeeye yatırım yapıyor.. nükleerin yanında olan kişilerin en büyük savunması, başka ülkeler bu silaha ve teknolojiye sahip ise bizde güç sahibi olmak için sahip olmalıyız..bu savaşa savaşla cevap vermek gibi bir şey..yani ben barış istiyorum ama karşı taraf savaş istiyor ne yapalım bizde savaşacağız..dünya tarihi boyunca savaşlar olmuş ancak medeniyet bize bir katkı sağlamamış görünüyor..Bide bilimin siyasallaştığını görüyoruz..yani bilimsel gelişmeler insanlık adına başlamış ancak insanlığın yok edilmesi için kullanılmış zaman içinde..atom bombası örneği gibi..yani yaşamak için ölümü seçmek gibi bir şey.. tüm dünya yurttaşlarının nükleere karşı çıkması gerekiyor.. ben umutsuzum ama bazende umutlunayorum..iletişimin artması yanlışlar karşısında muhalefetin ve tepkilerin küreselleşmesine neden oluyor..Bu da biraz umutlandırıyor ..doğrunun kazanabilmesi adına............
Yorum Gönder