Enerji faturasından kurtulmanın yolu “pasif ev”den geçiyor

Avrupa Birliği, 2019 yılından sonra yapılan binaların harcadığı kadar enerji üretmesini şart koşuyor. “Pasif ev” olarak da adlandırılan bu binalara ilgi giderek artıyor. Dünyada sayıları şimdiden 175 bini bulan pasif ev konusunda ise Türkiye çok geride.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk/8 Ekim 2009*

Frankfurt Belediyesi aldığı kararla yeni yapılan tüm kamu binalarının tükettiği kadar enerji üretmesini zorunlu kılıyor. “Pasif ev” standartlarına uygun olarak yapılan bu düzenlemenin nedeni belediyenin çevreciliği kadar Avrupa Birliği’nin 2019 yılından sonra binalar için getirdiği benzer bir yükümlülükten kaynaklanıyor. Almanya’da pasif ev sayısı şimdiden 13 bini geçmiş durumda, dünyada ise sertifika almış 17 bin 500 pasif ev var.

Yukarıdaki bilgiler, Dow firmasının Bina Çözümleri Birimi’nin önceki gün düzenlediği Pasif Ev seminerinde konuşmacı olan Jessica Grove Smith’e ait. Almanya Pasif Ev Enstitüsü Enerji Verimliliği Uzmanı Smith, yapılan uygulamalarda pasif evlerde enerji tüketiminin klasik inşa teknikleriyle yapılan benzer örneklerine göre yüzde 90 oranında azaldığına dikkat çekiyor. Avrupa Birliği’nin yüzde 20 enerji tasarrufu hedefine ulaşması için binaların önemine değinen Smith, Avrupa’daki evlerde yüzde 27, ticari binalarda ise yüzde 30 tasarruf potansiyeli olduğuna dikkat çekiyor. Aynı seminerde söz alan İZODER (Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği) Genel Sekreteri Ertuğrul Şen’e göreyse Türkiye’de tasarruf potansiyeli daha yüksek. Mevcut bina stoğunun yüzde 90’ının yalıtımsız olduğunu belirten Şen, “Nihai enerji tüketiminin yüzde 30’unu konutlarda kullanıyoruz. Yüzde 50’si israf ediliyor bunun mali değeri de 10 milyar TL.” diyor. Pasif ev kavramı her ne kadar tükettiği enerji kadar üretim yapan binalar için kullanılsa da, herhangi bir binanın ısıtma enerjisi tüketimin yılda metrekare başına 15 kilovatsaatin (kWs) altında kaldığı yapılarda standartlara uygun kabul ediliyor.

Pasif ev olabilmek ve bu değeri tutturabilmek için sadece ısı yalıtımı değil, aydınlatma, sıcak su, ev içindeki hava değişimi için kullanılan enerjilerin de asgari miktarda tutulması gerekiyor. Böyle bir eviniz varsa dışarıda hava sıcaklığı -12 dereceyken oda sıcaklığını 21 derecede tutmak için klasik bir yapıya oranla 10 kat az enerji harcama şansına sahip olabiliyorsunuz. Sıcak iklimlerde de pasif evler inşa edilebiliyor ve böylece soğutma giderleri aşağıya çekiliyor. Bina inşa edilmeden, plan aşamasında hedeflerin doğru saptanması en önemli nokta.

***
Toplantıdan notlar
  • Ekonomik kriz yalıtım sektörünü olumsuz etkiledi. 2009’un ilk üç ayında pazarda yüzde 25 daralma oldu.
  • Buna rağmen yalıtım sektörü büyümeye devam ediyor. 2002 yılında toplam cirosu 400 milyon dolar olan sektör 2008’de 2 milyar dolar ciroya ulaştı.
  • Binaların enerji tüketimini gösteren, “Enerji Kimlik Belgesi” yeni binalarda zorunlu hale geldi. Yedi yıl içerisinde eski binalarda da zorunlu olacak.
  • Türkiye’de kişi başına düşen yalıtım malzemesi tüketimi 0,1 m3/yıl. AB’de ise bu ortalama 0,7 m3/yıl.
  • Küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını azaltmak için en az maliyetli yöntem de binalarda ısı yalıtımı yapmak.
*orjinali

Yataklarınız yanarken nasıl uyursunuz?

Aralarında Duran Duran, Fergie, Bob Geldof, Midnight Oil, Youssou N’Dour gibi birçok ünlü ismin de bulunduğu şarkıcılar, Kopenhag’taki iklim zirvesinden Kyoto’nun yerini alacak daha iyi bir anlaşma çıkması için seslerini birleştirdi.

Özgür Gürbüz- Gazete Habertürk / 5 Ekim 2009

Kopenhag’taki iklim zirvesine iki ay gibi bir süre kala, sanatçılar da uzun süre dillerden düşmeyecek bir şarkıyla dünyayı kurtarma yarışına katıldılar. 60’ın üzerinde sanatçı, sözlerini Avustralyalı rock grubu “Midnight Oil” yazdığı, “Beds are burning” (Yataklar yanıyor) adlı şarkının yeni versiyonunu beraber seslendirdi. Midnight Oil şarkılarını daha önce 2000 yılındaki Sydney Olimpiyatları’nda seslendirmişti.

Birçok sivil toplum örgütünün desteklediği, “Tik-tak, tik-tak, İklim Adaleti Şimdi” adlı kampanyayı desteklemek için bestelenen şarkı dünya liderlerine sesleniyor ve onlara, Aralık ayında Kopenhag’ta yapılacak iklim zirvesinden Kyoto Protokolü’nün yerini alacak adil bir anlaşma metniyle ayrılmaları için çağrıda bulunuyor. Ayrıca da bir imza kampanyası sürüyor. Şarkıyı seslendiren sanatçılar arasında, Duran Duran, Mark Ronson, Jamie Cullum, Melanie Laurent, Marion Cotillard, Milla Jovovich, Fergie, Lily Allen, Manu Katche, Bob Geldof, Youssou N’Dour ve Yannick Noah gibi isimler var.

Birleşmiş Milletler’in eski Genel Sekreteri Kofi Annan’da şarkının başında ufak bir konuşmayla karşımıza çıkıyor. Annan, “İklim Değişikliği insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük mücadele. Öyle bir mücadele ki, kalbinde vahim bir adaletsizlik var. Küresel seragazı emisyonlarının büyük bir çoğunluğu belli başlı gelişmiş ülkelerden kaynaklanıyor. Fakat, etkilerine maruz kalanlar en fakir ve az gelişmiş ülkeler. Bu şarkıyı indirerek, dünyanın her tarafındaki insanlar isimlerini bu küresel imza kampanyasına ekleyecek ve beraber bizim liderlerimizin dinleyeceği büyük bir ses çıkaracağız” diyerek herkesi kampanyaya destek olmaya çağırıyor.

Video klibi izlemek için tıklayın.

Metro vardı da biz mi binmedik?

Özgür Gürbüz / 2 Ekim 2009

İstanbul’a yapılması önerilen üçüncü köprü üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son demeci, tartışmalara noktayı koydu. Köprünün gerekliliği için uydurulan argümanlar bitmişe ve gerekçeler halkı inandıramamışa benziyor. Öyle olmalı, yoksa Başbakan tartışmayı mahalle kavgasına çevirecek bir üsluba sığınmazdı diye düşünüyorum. Anımsayacağınız gibi Erdoğan, “"Birinci köprüye de karşı çıktılar. Sonra utanmadan sıkılmadan seyahat ettiler. İkinci köprüye de karşı çıktılar, utanmadan onun üstünden de geçtiler. Şimdi üçüncü köprüye karşı çıkıyorlar” demişti.

27 Mart 1994 seçimlerinden sonra Sayın Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. O tarihte İstanbul’un iki yakasını birleştiren iki köprü de faaliyetteydi. İstanbul’un iki yakasını kara taşıtlarına mahkum olmadan geçmek için tek şansınız, bir iki semtte iskelesi olan şehir hatları vapurlarıydı. Ne köprülerin üstünden ne de boğazın altından demiryoluyla karşıya geçmek mümkün değildi. Erdoğan 4 yıl görevde kaldı ve iki yakayı birbirine bağlayacak hiçbir girişimde bulunmadı. Bunu, daha çok utanmamızı istediği için yaptığını o günlerde tahmin edememiştim.

Erdoğan görevi partilisi Ali Müfit Gürtuna’ya bıraktı, kendisi İstanbul milletvekilliğine terfi etti hatta daha sonra parti kurup Başbakan oldu. Geride bıraktığı İstanbul ise otomobilden tramvay ya da metroya terfi edemedi. İki yakası biraraya gelemeyen İstanbullu, karşıdan karşıya geçmek için yine karayolunu tercih etti. İstanbul’a tüp geçit yapamayanlar, köprü yaparken bir şeridini raylı taşımaya ayırmayı aklının ucundan geçirmeyenler utanmadı ama İstanbullular utandı. Yerin dibine batmaktı hayalleri ama yerin dibinden giden adına “metro” denilen toplu taşımayı sevmeyen karayolu sevdalıları yapmayı unuttukları için İstanbullu sadece utanmakla yetindi.

2004 yılının Nisan ayında Başbakan Erdoğan’ın partilisi Kadir Topbaş İstanbul’da yönetimi devraldı. İkinci köprü İstanbul’un nüfusunu da derdini de ikiye katladı. Yollar araçla, petrol ve otomobil lobilerinin cepleri de dolarla doldu. İstanbullu utanmaya devam etti. Utana sıkıla ve sıkışa sıkışa iki köprüden geçti. Geçemediği de oldu. Kar yağdı, köprü tıkandı. Kaza oldu köprü tıkandı. Karayollarında canlar heba oldu ama utanan hep İstanbullulardı. Ne de olsa içlerinden bazıları, “Bu dev kentin iki yakasını köprülerle değil metrolarla birleştirmeniz lazım” gibi ipe sapa gelmez sözler söylüyordu. Hem de utanmadan!

1985 yılında ilk fizibilite etüdü yapılan, boğazı birbirine demiryoluyla bağlayacak projeye ise 2004 yılında başlandı. Kimse bu gecikmeden dolayı utanmadı. Kimse, daha Marmaray adı verilen bu ilk tünel bitmeden yanına kara taşıtlarının geçeceği bir başka tünel projesini önererek yine otomobil ve benzin lobilerinin gönlünü alacak teklif yapmaktan dolayı da utanmadı. Ama biz çaresizlik içerisinde, metro yapmayan belediyenin bize “ulaşım” diye sunduğu iki köprüden evimize ve işimize gidip gelirken hep utandık.

İstanbul’da metro vardı da biz mi binmedik?
Olmayan metroya binmediğimiz için hepimiz utanç içinde olmalıyız.

Hepimiz ama bir kişi hariç!

Shell'den karbondioksit emisyonlarını azaltmak için 6 öneri

Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden Shell, küresel ısınmayı durdurmak için karbondioksit salımını azaltacak 6 önerisini açıkladı. Öneriler arasında karbondioksiti yer altına gömmeyi planlayan teknoloji ön plana çıkıyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 2 Ekim 2009*

Küresel ısınma denince akla ilk gelen petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar üzerinde çalışan enerji devleri geliyor. Fortune dergisinin 2009 sıralamasına göre dünyanın ciro açısından bir numaralı firması olan Shell de bu bağlantının farkına varmış olmalı ki, küresel ısınmanın durdurulması ya da yavaşlatılması için altı maddelik bir öneri paketi açıkladı. Shell’in iki hafta önce Amsterdam’da açılan teknoloji merkezinde yapılan açıklamada, enerji verimliliği, karbon gömme teknolojileri, daha az karbon salımı için ArGe çalışmalarının desteklenmesi, düşük karbon salımına sahip enerji kaynaklarının tercih edilmesi, enerji talebinin yönetilmesi ve hükümetlerin karbondioksit (CO2) emisyonları konusunda daha kuvvetli politikalar oluşturması yer alıyor.

Karbon gömme için devlet desteği
Dünya enerji talebinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artmaya devam edeceğine dikkat çeken Shell CO2 ve Enerji Yönetimi Bölümü Lideri Wilfried Maas, “kolay” ya da ucuz petrol ile bu talebin karşılanamayacağına dikkat çekiyor. Shell'in her yıl ArGe çalışmalarına 1 milyar 200 milyon dolar harcadığını belirten Maas, küresel ısınmayı durdurmak için özellikle karbon gömme teknolojilerinin ön plana çıkacağına ancak bu teknolojinin gerektirdiği yatırım için devletlerden destek gerektiğine dikkat çekiyor. Karbon gömme teknolojileriyle, fosil yakıtlar yakılmadan veya yakıldıktan sonra ortaya çıkan CO2, yer altındaki boşluklara depolanabiliyor ve atmosfere bırakılarak küresel ısınmaya yol açması önleniyor. Buna rağmen, şu anda yüzde 47-48 verimlilik ile çalışan günümüz teknolojisinin geliştirilmesi için finansa ihtiyaç duyuluyor. Genel kanı, emisyon ticareti çerçevesinde bir ton karbonun fiyatının 20-25 avroları bulmadıkça bu teknolojinin finanse edilemeyeceği yönünde. Şu anda ise fiyatlar 12-13 avro civarında.

Yine Shell’in yaptığı araştırmaya göre, CO2 indirimi sağlayan teknolojilerin bir maliyeti var ve hala en pahalı yöntem karbon gömme teknolojileri. Karbon gömme için cebinizden para verirken, evdeki eski ampullerinizi LED ampullerle değiştirmek size para kazandırıyor. Ampulleri, yalıtım, verimli motorlar, melez arabalar ve atıkların geri dönüşümü izliyor. Tüm bu çabalar tasarruf etmenize ve çevreyi korumanıza yarıyor. Doğal gaz kullanımı, tüketicilerin tasarrufa yönelendirilmesi de tavsiyeler arasında. Kendi alanlarında da verimlilik konusunda yapılacak çok şey olduğunu belirten Shell Teknoloji ve Proje Direktörü Matthias Bichsel, petrol bulma faaliyetlerinde çok ilerlediklerini ve nokta atışı yapabildiklerini buna karşın, rezervin yüzde 35’ini çıkarırken yüzde 65’ini toprak altında bıraktıklarına dikkat çekiyor. Bu konuda verimliliği arttırabileceklerini belirten Bichsel, “Maliyeti azaltmak da en önemli işlerden biri. Maliyet artışı ekonomik büyümeden kaynaklandı” diyor.

Doğal gazdan dizel yakıt
Bichsel’e göre Shell’in uyguladığı önemli teknolojik gelişmelerden biri de, doğal gazdan “gasoil” yakıt elde edilmesi. 1973’te Amsterdam’daki laboratuvarlarında başlayan çalışmalar Katar’da dev bir tesise dönüşmüş. “Pearl GTL” tesisi günde 160 bin otomobile yetecek dizel yakıt üretecek kapasiteye sahip. Gazdan yakıta dönüşme işlemi sırasında asit yağmurlarına neden olan sülfürdioksit de alınıyor. Toplanan sülfür ise daha sonra binalarda, asfalt yapımında ve hatta kaldırım malzemesi olarak yeniden üretiliyor.

*tam metin

Türkiye’nin doğu komşuları Doğa Okulu’nda buluşuyor

Doğa Derneği tarafından beşinci kez düzenlenen ve üniversite son sınıf öğrencilerinin katılabildiği “Doğa Okulu”na bu yıl Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkiye’den 12 kişi katılacak. Derslerin bir bölümü Kars ve Rize’de gerçekleşecek.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 29 Eylül 2009*

Bu yıl beşincisi yapılacak olan Doğa Derneği’nin düzenlediği “Doğa Okulu” kapılarını çevre hareketinin giderek güçlendiği Gürcistan, Azarbeycan, Ermenistan ve Türkiye’den öğrencilere kapılarını açıyor. Öğrenciler, bu dört ülke sınırları içerisinde ve birbirleriyle ilişkili kritik eko-sistemlerin korunması için hem sahada çalışacak hem de uzmanlardan teknik bilgi alacak. Doğa Okulu’nda öğrencilere temel ekoloji bilgisinden, doğa korumacılığında uygulayacakları iletişim tekniklerine kadar bir dizi eğitim sivil toplum ve resmi kurumlarda çalışan uzmanlar tarafından veriliyor. Bu yıl beşincisi yapılacak okulda derslerin bir çoğu Kars ve Rize bölgesinde, sahada verilecek.

Doğa Okulu’nda yer almak isteyen üniversite son sınıfında okuyan ve İngilizce bilen öğrencilerin Doğa Derneği’ne 30 Eylül tarihine kadar başvurmaları gerektiğini belirten Dernek Genel Müdürü Bahtiyar Kurt, “Doğa korumacılığının bir okulu henüz yok. Herkes kendisini geliştiriyor. Biz dernek olarak bu açığı tamamen kapatamayız ama yardımcı olabiliriz diye düşündük” diyor.

Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak bu yılki eğitime dört farklı ülkeden öğrenciler katılacak. Ülkeler arasında Ermenistan, Azarbeycan, Gürcistan ve Türkiye’nin bulunması okulun önemini daha da ön plana çıkarıyor. Teorik bilgilerin yanı sıra pratik eğitimin verileceği okulun katılımcılarının belirlenmesinde Doğa Derneği’nin de üyesi olduğu “Bird Life International”ın (Uluslararası Kuşları Koruma Derneği) diğer ülkelerdeki temsilcileri görev alacak. Birbirlerini daha önceki ortak çalışmalardan tanıdıklarını belirten Kurt, “Dört ayrı ülkedeki dört farklı kurum ne kadar kuşlar üzerinde çalışmış olsa da, o malum bariyerler ilk başta vardı. Ama çalışmalardan sonra bu bariyerlerin kalktığını gördük. Ülkelerimizdeki doğal alanların korunması, tecrübe aktarımı gibi çok somut hedeflerimiz var böyle hedefleriniz olduğunda sorunlar ortadan kalkıyor” açıklamasını yapıyor.
*tam metin

İnsan neyle ölür?

Tuzla'daki işçi ölümlerine dikkat çekmek isteyen Yaratıcı Direniş adlı girişim, İstanbullulara kaldırımlardan mesaj gönderiyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk /26 Eylül 2009*

Kendilerine yaratıcı direniş adını veren grup, bu defa da ilginç bir protestoyla hem Tuzla'da ölen tersane işçilerini anımsattı hem de İstanbul'daki Bienal'e gönderme de bulundu. İstanbul'un en işlek caddelerinden Harbiye'deki Cumhuriyet Caddesi kaldırımlarına çizdikleri ceset resmiyle İstanbulluların ilgisini çeken grup, hem Tuzla’daki tersanelerde ölen işçilere dikkat çekiyor hem de "İnsan Neyle Yaşar" temalı Bienal'e, "İnsan Neyle Ölür" başlıklı sokak protestosuyla yanıt veriyor.Son etkinliklerinde grup, İstanbulluların dikkatini Harbiye'deki kaldırım üzerine tebeşirle çizdikleri bir ceset resmiyle Tuzla'da ölen işçilere çekmeye çalışıyor. Tuzla'da en son 14 Ağustos'ta elektrik çarpöması sonucu bir işçi ölmüş, 24 Eylül'de de dört işçi yaralanmıştı.

Yaratici Direnis adli grup daha önce de öldürülen gazeteci-yazar Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde sokakta ölü gibi yatarak eylem yapmış, her cumartesi Galatasaray Lisesi önünde gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan annelere de yine sanatsal bir gösteriyle destek vermişti.

*tam metin

Çöpüne sahip çıkamayan belediyeye ceza geliyor

Çevre ve Orman Bakanlığı, evsel atıklardan kimyasal atıklara kadar birçok konuda kontrollerini arttırıyor. 14 Mayıs 2010’dan sonra atık bertaraf tesisi olmayan belediyelere ceza gelirken, yılda 1 tondan fazla kimyasal madde üreten, ithal eden tesislerde elektronik ortamda kayıt altına alınacak.

Özgür Gürbüz – Gazete Habertürk /26 Eylül 2009*

2006 yılında yasalaşan yeni Çevre Kanunu’yla birlikte belediyelere, sanayi ve turizm tesislerine atık bertaraf tesisleri kurma konusunda zaman sınırlaması getirilmişti. 14 Mayıs 2010 itibariyle bertaraf tesislerini kurmayan belediyelere ceza kesilmesi gündemde. Çevre Yönetimi Genel Müdürü Prof. Lütfi Akça, Türkiye’nin en önemli çevre sorunlarından biri olan atıklarla ilgili sorularımızı yanıtladı.

-Belediye atıkları konusunda neler yapılacak?
Bu atıklar eskiden beri vahşi depolamaya gitmiş, derelere hatta denizlere atılmış. Örneğin Giresun’daki iki büyük dereden birinin yatağına çöp doldurulmuş. Sel gelip daha önce doldurulan kısmın bir bölümünü alıp götürünce ortaya birkaç metre yüksekliğinde çöp dağı çıkmış. Türkiye’nin birçok yerinde benzer manzaralara rastlamak mümkün. Düzenli depolamaya önce İstanbul başladı onu İzmir takip etti. 2010 yılına kadar 100 bin nüfusun üstündeki tüm belediyeler katı atık bertaraf tesisi kurmak zorunda. Şu anda 41 atık tesisi 32 milyon kişiye hizmet ediyor. 2012 yılı itibariyle ülkemizde üretilen evsel atıkların yüzde 70’i ile belediyelerce katı atık toplama hizmeti götürülen nüfusun yaklaşık yüzde 80’inin atığının düzenli depolama tesislerinde bertaraf edilmesi sağlanacak.

- 2010 sonrası ceza kesecek misiniz?
2010, 13 Mayıs’tan itibaren ceza geliyor. Yalnız bunların envanterini çok sağlıklı yapamıyoruz. Belediyeler birlik kuruyor. Birlik kurulduğunda içinde 20 bin nüfuslu da oluyor 300 bin de. Kaç tane 100 bin nüfuslu belediye birlik kurdu bilemiyoruz. Orada bizim uygulama şöyle olacak. Birliğe sahip belediyelerin ürettiği çöpü karşılayacak tesis olup olmadığına bakacağız.

- İstanbul’da çöp alanı için kesilen ağaçlar hakkında ne düşünüyorsunuz ?
İstanbul’da başka da yer yok. İstanbul’un çöpünü o mevcut çöplüğün yanında depolamak zorundasınız. Çöp tesisi kurmak kolay iş değil. Onun da birçok yatırımı var. İşletme tesisi, binası var. Bir ortak tesisle büyük bir çöplüğe hitap etmek daha mantıklı. Orada esasında çok fazla ağaç da yok. Baltalık orman denilen türden.

- Kaynağında araştırma sorunu bir türlü çözülemedi. Belediyelere verilen yetkiye rağmen bu işi yıllardır sigortasız sağlıksız ortamlarda çalışan “kağıtçı” denilen insanlar yapıyor.
Ambalaj atıkları bir bütün, sadece evlerden gelmiyor, alışveriş merkezlerinden, sanayi tesislerinden. Olması gereken evlerden ayrıştırılması, biz bunu belediyelere görev olarak verdik ancak belediyeler bunu yapamadılar.

- Cezai durum var...
Var ama amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. İnsanların buna hazır olması lazım. Sosyal kültürel seviyenin yüksek olması lazım. Kullandığımız model şu. Sanayi atıklarıyla, belediyelerden gelen atıklar için firmalara yetki veriyoruz. Bir firma ayrıştırma tesisi kuruyor, belediyeyle anlaşıyor. Bir atık yönetim planı hazırlıyor. Planla, alışveriş merkezi gibi noktasal kaynaklar ve bunların hedefleri belirleniyor. Bu firma evlerden ve sanayiden atıkları ayrı ayrı topluyor. Evlerden toplamada çok başarı sağlanamıyor, insanlar buna hazır değil. Şu anda özellikle sanayiden kaynaklı atıklar yoğun bir şekilde toplanıyor. Bu firmalardan aldığımız verilere göre 4 milyon 500 bin kişinin atığı evlerden ayrı toplanıyor.

***
Tarlada varile son!
26 Aralık 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Kimyasalların Envanteri ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik” ile Türkiye’de kimyasal maddelerin bir envanteri oluşturulacak. Yılda 1 ton ve üzerinde madde üreten veya tek başına veya müstahzar içinde ithal eden üreticiler ve ithalatçılar madde miktarlarına göre talep edilen verileri 12 ay içerisinde internet üzerinden kayıt altına alınacak. Öngörülen süre 26 Aralık 2009’da doluyor. Bu sayede, insan ve çevre için tehlike arz eden kimyasalların takip edilmesi planlanıyor.

*tam metin

Plastik poşetlere karşı tedbirler yolda*

Çevre Bakanlığı sayıları gün geçtikçe artan ve ciddi çevre sorunlarına yol açan plastik poşetler için eylem hazırlığında. Üreticiler, yasaktan çok geri kazanım ve yeniden kullanımı ön plana çıkarmak isterken Bakanlık, yasaklama da dahil olmak üzere tüm olasılıkları gözden geçiriyor.

Özgür Gürbüz -Gazete Habertürk / 19 Eylül 2009

Türkiye’de her gün 17 milyon plastik poşet atık haline geliyor. Bunların birçoğu, daha sonra hiç ummadığınız yerlerde karşımıza çıkıyor; bir dere kenarında, denizde ya da evimizin sokağında. Çevre ve Orman Bakanlığı, bu sorunu çözmek için bir dizi önlem almaya hazırlanıyor ve kantarın diğer tarafındaki üreticilerle görüşüyor.

Van Gölü’nü poşetler bastı
Çevre Yönetimi Genel Müdürü Lütfi Akça, poşetlerin paralı olması, çok hafif poşetlere kullanım sınırlaması getirilmesi ve hatta çeşitli yasakların getirilmesinin de konuşulduğunu söylüyor. Tedbirler arasında ağırlığı 50 mikronun altındaki poşetlerin yasaklanması, alışveriş merkezleri ve süpermarketlerde parayla satılması da var. “Poşetler ciddi bir sorun” diye söze başlayan Prof. Dr. Lütfi Akça, “Bedava olunca gelişigüzel kullanılıyor. İnsanın tabiatında var. Değersiz olarak görüyor, aslında ekonomik değeri de var. Özellikle vahşi depolama alanında sorunlar yaratıyor. Denizler ve göllere ulaşıyor. Van Gölü’nde ciddi bir poşet kirliliği var örneğin. Doğu Karadeniz’deki barajlarda bile rastlıyorsunuz” sözleriyle sorunu özetliyor.

Ambalaj Sanayicileri, alışveriş merkezlerinin temsilcileriyle görüşmeler sürüyor ve bir protokol hazırlanılmasına çalışılıyor. Akça, “İlgili sektörle görüşmemiz devam ediyor. Bunu tek başına yapmamız mümkün değil. Poşetlerin disipline dilmesi lazım. Bir kısmının yasaklanması mümkün” diyor. Yasaklanması düşünülen poşetleri geri kazanılan plastikten üretilen siyah ve pembe renkli poşetler olarak belirten Çevre Yönetimi Genel Müdürü, meyve ve sebze için kullanılanlar dışında, ince (hafif) poşetlerin kullanımına da sınırlama getirme ya da parayla satılmasını sağlama konusunda değerlendirmelerin sürdüğünü belirtiyor.

Üreticiler yasağa karşı
Üreticiler ise yasak konusunda Bakanlık’la aynı fikirde değil. Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme Ve Eğitim Vakfı (PAGEV) Başkanı Selçuk Aksoy, yasaktan çok tekrar kullanma ve geri dönüşümü destekliyor. “Poşetler değil, poşetlerin gelişigüzel kullanılması çevreyi kirletiyor” diyen Aksoy, “Vatandaşını eğitemeyen, çöplerini toplayamayan ülkelerde yasaklamadan başka çare kalmıyor. Gelişmiş ülkeysek ya da kendimizi öyle görmek istiyorsak ona göre davranmalıyız. Market sahipleri azaltmaya çalıştıklarında müşteri kaybettiğini söylüyor. Problemin kaynağı insan, malzemenin kendisi değil” açıklamasını yapıyor. Yasakla birlikte çöpe giden poşet sayısının azalmayacağını, tüketicinin ambalajlı ürünlere yöneleceğini söyleyen Aksoy, PAGEV olarak gönüllülük esas alınarak poşetlerin kullanımının azaltılması, tekrar kullanılması ve geri dönüşümü için çalışılmasını desteklediklerini belirtiyor.

*Orjinali