Altın madeni çevreci, içme suyu barajı değil!

Özgür Gürbüz / 6 Ocak 2008

İzmir’in Menderes İlçesi Efemçukuru yöresinde açılmak istenilen altın madeni alanı için Bakanlar Kurulu’ndan kamulaştırma kararı çıkması ve altın madenine olumlu ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu verilmesi ortalığı karıştırdı. Kanadalı Eldorado Gold firmasının Türkiye’deki şirketi olan Tüprag tarafından işletilecek maden, aynı zamanda İzmir’in içme suyu ihtiyacını karşılamak için yapılması düşünülen Çamlı Barajı’nın su toplama alanı içerisinde kalıyor. Baraj yapılırsa altın madeni, altın madeni açılırsa da barajın yapılması mümkün değil.

Çamlı Çayı üzerine kurulması planlanan barajın yıllık kapasitesi 21,5 milyon metreküp. Tüm büyük kentler gibi su sorunu yaşayan İzmir için bu yaklaşık 300 bin kişinin içme suyu anlamına geliyor. Baraj alanı için gerekli olan kamulaştırma dahil 80 milyon YTL’ye mal olacak barajın tamamlandığında yıllık 25 milyon YTL gelir getireceği öne sürülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi de barajın yapılmasını istiyor ancak daha önce barajdan yana olan DSİ’nin karar değiştirmesi ve 29 Aralık 2007 tarihinde baraj inşaatının çevreye uygun olmadığına dair verilen ÇED raporu baraj inşaatına adeta taş koydu. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Stratejik Planı’na göre, Çamlı Barajı’nın yapımı 2007 yılı programına alınmış, ihalesinin 2007 yılında yapılarak aynı yıl inşaatının yüzde 9'luk kısmının bitirilmesi planlanmıştı. Önceki gün Resmi Gazete’de yayınlanan kamulaştırma kararı da umutları iyiden iyiye azalttı. Altın madeni için hızlı bir şekilde kamulaştırma çıkarılması ve kamulaştırma kararının Kamulaştırma Yasası’nın 27’nci maddesine yani yurt savunması ihtiyacına dayatılması da ayrı bir tartışma konusu oldu.

Ege Çevre ve Kültür Platformu Dönem Sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı, DSİ’nin 2002 nisan ayına kadar barajdan yana olduğunu daha sonra ise altıncıların baskısıyla görüş değiştirdiğini öne sürüyor. Cangı, “2002’den sonra Tüprag her duruşmada baraj zaten yapılmayacak savunması yaptı ve bugün geldiğimiz noktada şirketin dediği doğru çıktı” diyor. Cangı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin su sorununu çözmek için Çamlı Barajı’nın zorunlu olduğunu söylediğine de dikkat çekiyor.

Ankara'da tarantula Urfa'da zehirli kobra

Özgür Gürbüz - Sabah / 5 Ocak 2008

İklim değişikliği birçok hayvan türünü göçe zorluyor. Sıcak bölgelerde yaşamaya alışmış olan hayvanlar, kuzeydeki bölgelerinin ısınmasıyla kendileri için uygun yaşam koşulları buluyor ve göç ediyor. Türkiye’de izine ikinci defa rastlanan Mısır Kobrası ve normalde Akdeniz’in sıcak ikliminde yaşayan “Doğu Akdeniz Tarantulası”nın Ankara’da bulunması iklim değişikliğinin etkilerini gösteren güncel ipuçları olarak kabul ediliyor.

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Abdullah Bayram, iklim değişikliklerinin bazı türlerin ortadan kalkmasına neden olacağını bazı türleri de göçe zorlayacağını söylüyor. Bayram, “Mezopotamya’da, Arap Yarımadası’nda yaşayan bazı türler sıcakların bastırmasıyla kuzeye gitme eğilimi gösterecek. Örneğin Mısır Kobrası uzun yıllar burada hiç gözükmezken; Mısır’da Kuzey Afrika’da yaygınken, Şanlıurfa’da ortaya çıktı. Ürdün, Lübnan, Filistin üzerinden sıcakların artışına bağlı olarak bize kayışlar olmuş” açıklamasını yapıyor. Bayram’ın sözünü ettiği Mısır Kobrası ilk olarak Uludağ Üniversitesi’nden Doç Dr. İsmail Hakkı Uğurtaş tarafından 2001 yılında Şanlıurfa’da bulunuyor. Kobra’nın bir başka örneğine ise ikinci kez 2005 yılında Viranşehir’de bir mağara girişinde bulunması göç olasılığını kuvvetlendiriyor. Bayram’a göre Türkiye’nin Suriye ve Irak üzerinden Kuzey Afrika ve Arap yarımadasına ait elementlerinin, İran ve Afganistan üzerinden de Güney Asya’ya ait canlıların göçüne uğraması olası.

Ankara’da Tarantula

Birkaç ay önce kurulan Araknoloji Derneği’nin başkanlığını da yapan Bayram, küresel ısınmanın göçe zorladığı türler için bir başka ipucunun da “Doğu Akdeniz Tarantulası” olarak bilinen örümcek türü olduğunu söylüyor. Tarantula’nın Ankara’da bulunuşunu Bayram şöyle özetliyor: “Botanik Profesörü Ahmet Çetin Bey bana Ankara’da Etlik’te evinin bahçesinde rastladığı bu türü gönderdi. Oğlu bahçede bulmuş. Güneydoğu karakterli bir ürün ama Ankara’ya kadar çıkmış” diyor. “Ortadoğu Tarantulası” olarak da adlandırılan bu tür gerçek tarantula olmamasına rağmen onlar gibi büyük, kalın bacaklı ve iri. Yürüyüşü ve büyüklüğü de tarantulaları anımsatıyor ama vücutları onlar kadar sık tüylerle kaplı değil.

Örümcekgiller hakkında daha ayrıntılı bilgi için Araknoloji Derneği'ne başvurabilirsiniz:
http://www.araknolojidernegi.org.tr/brignoli.php

Avlanması yasak ayıya 'öldürün' izni tepki çekti

Özgür Gürbüz - Sabah / 4 Ocak 2008 *

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, evcil hayvanlar, bahçeler ve diğer av hayvanlarına zarar verdiği gerekçesiyle, Artvin-Kastamonu ve Karabük illerinde ayı avına izin vermesi, çevrecileri ayağa kaldırdı. Bakanlığın, 4915 sayılı kanunla bozayıyı "av hayvanları" arasına dahil etmeyip, "yaban hayvanı" olarak sınıflandırdığını belirten çevreciler, Türkiye'de sayılarının iki bin 500 olduğu sanılan bozayıların öldürülmesinin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı olduğunu belirten çevreciler, bozayı avının avcılık ticareti yapan birkaç firmanın isteği doğrultusunda yapıldığını öne sürüyor.

Bozayıların avlanmasına karşı çıkan ve güçlerini birleştiren Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı, Doğa Derneği, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği, Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu ile WWF-Türkiye, Çevre Bakanlığı’nın ayıların tehlike yarattığı konusunda yanlış yönlendirildiğini söylüyor. Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu, veteriner hekimi Ahmet Emre Kütükçü, vurulması gereken ayı sayısının köylülerin şikayetleri doğrultusunda oluştuğuna dikkat çekerek, “Köylerdeki muhtarlarla av şirketleri anlaşıyor. Bu şikayetlerin çoğu aslında asılsız” açıklamasını yapıyor. Türkiye’de ayı sayısı hakkında ciddi bir envanter olmadığına dikkat çeken Kütükçü, “Ayıların çoğalması gibi bir durum zaten yok. Yaşam alanları daralıyor ve besinleri azalıyor. Bunun sonucunda da ayı sayısı zaten azalıyor” diyor.

Türkiye’de öldürülen her ayı için avcılar Çevre ve Orman Bakanlığı’na 7 bin 500 YTL ödemekle yükümlü. Av turizmi düzenleyen firmalar yabancı avcılardan ise ayı başına 15 ila 30 bin dolar arasında para talep ediyor. Kaçak olarak avlanan bir avcı öldürdüğü ayı içinse 18 bin YTL ceza ödüyor ama bakanlığın ekiplerinin yeterli olmaması bu konuda denetimi zorlaştırıyor. Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı İkinci Başkanı Süha Umar, yaklaşık 40-50 yıldır konuyla yakından ilgilendiğini ve ayıların can kaybına yol açtıkları bir tek olaya bile rastlamadığını söylüyor. Umar, “Ayıların mala zararı vardır ama bu sözü geçen 3 ilde ayıların tüm yaşam alanlarına müdahale edildi. Yaban erikleri, armut ağaçları kesildi. Böğürtlenler tarla açmak için yakıldı. Kimin kimin yaşam alanına müdehale ettiği tartışılır” diyor. Umar, Türkiye’nin imza attığı Bern Sözleşmesi’ne de aykırı davrandığına dikkat çekerek, ayı avı yüzünden Slovenya ile AB arasında müzakerelerin durduğunu anımsatıyor ve Türkiye’nin başına da benzer bir sorun çıkabilir uyarısında bulunuyor. Çevreciler ayı avı izninin bir daha verilmemek üzere iptalini istiyor.

*Tam metin

"Kesintiden sonra akan ilk su sağlığa zararlı"

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Ocak 2008

Melen Çayı’ndan gelen suyun İstanbul’un Avrupa yakasına ulaştırılması çalışmaları için yapılan kesinti sağlık sorunlarına yol açabilir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Akdur, İstanbul’da 36 saatlik su kesintisinden sonra akacak suyun temizliği konusunda emin olunmadan kullanılmaması uyarısında bulundu. Akdur, boşalan şebeke içinde oluşan vakum nedeniyle boruların civarındaki yüzeysel ve varsa kanalizasyon sularını emdiğine bunun sonucunda da hastalık tehlikesi oluşturduğuna dikkat çekiyor. Akdur, “Su kesintisinden sonra şebeke tam olarak boşalmış durumda olur. Bu şebekeyi biz kirli kabul ederiz. Tüm şebeke yeniden dolduktan ve bu dolan su da kullanıldıktan sonra su temizlenmiş kabul edilir” diyor.

İstanbulluları kesintiden sonra şebekeye verilen suyun temizliği konusunda emin olmadan kullanmamaları konusunda uyaran Akdur, Büyükşehir Belediyesi’nin şebekenin ne kadar sürede dolup boşaldığı konusunda halkı bilgilendirmesi gerektiğini söylüyor. Kesintiden sonra normalden daha fazla klorlama anlamına gelen “Süper klorizasyon” adlı yöntemin kullanılması gerektiğini salık veren Profesör Akdur, şebeke suyundan ilk saatlerde sağlık müdürlükleri ve belediye tarafından örnek alınarak analiz yapılması gerekliliğinin de altını çiziyor. Akdur, evlerde küvet ve bidonlarda depolanan suyun da 2 günden sonra kirlendiğini de sözlerine ekliyor.

Su temizlenmezse ne olur?
Şebeke suyunun kirlenmesi halinde akan suda her türlü mikrobik kirliliğe rastlanabilir. Özellikle ishale seyreden hastalıklar büyük salgınlar yapabilir. Bunlardan da Hepatit A, Tifo, kolera ve Dizanteri en çok korkulanlarıdır.