Değişen kent koşulları martılar için İstanbul’u cazibe merkezi haline getirdi. Yazın 20-30 bin olan martı nüfusu, Kışın Romanya gibi komşu ülkelerden gelenlerle 60 bini buluyor.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 17 Eylül 2009
İstanbul insanlar için dünyanın en pahalı kentlerinden biri ama martılar içinse bir cennet. Fırsatçı kuşlar olarak da adlandırılan martılar, İstanbul’un çöp dağlarından, kışın soğundan koruyan binlerce seçeneğinden çok memnun. Başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de martı nüfusunun arttığına dikkat çeken Kuş Araştırmaları Uzmanı Kerem Ali Boyla, bunu martıların ortama uyum sağlama yeteneklerine bağlıyor. Fırsatçı kuşlar olarak bileinen martılar diğer kuş türlerine oranla tek bir besine bağımlı değiller ya da besin tercihlerini daha kolay değiştirebiliyorlar. Genelde balıkla beslenen martılar, balık bulamadığında çöplerden beslenebiliyor, mezbahalardan karnını doyurabiliyor. Boyla, “İstanbul’a tonlarca kamyon yiyecek geliyor. Yiyeceklerin yüzde 20’si çöpe gidiyor. Artı mezbahalar var. Martılar bunlarla beslenmeyi öğrendi. Sabah uyanıyor çöplüğe gidiyor, oradan 1-2 gibi Büyükçekmece, Ömerli Gölü veya Karadeniz’e gidip yıkanıyorlar. Martılar hergün yıkanır. Akşamüstü ise güvenli bir yerde uyuyorlar. Ayrıca çok yemeyi de öğrendiler” diyor.
Martılar kışın İstanbul'u daha çok seviyor
Martıların nadiren balık yakaladığını, daha çok karabatakların yakaladığı balıkları çaldığını belirten Boyla, balıkçılığın gelişmesiyle her gün tonlarca balığın ağlarla deniz yüzeyine çıkarıldığını, martıların da bundan paylarını aldıklarına dikkat çekiyor. Gümüş martı denen türün Türkiye’de arttığına dikkat çeken Boyla, İstanbul’da 20 bini erişkin 30 bin martı olduğuna, kışın ise sığınacak birçok nokta olması nedeniyle Romanya’dan gelenlerle sayının 60 binlere kadar çıkabildiğine dikkat çekiyor.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çocukların silah satan dükkanda işi ne?
İzmir'de silah dükkanından açtığı ateşle üç kişiyi yaralayan 16 yaşındaki çocuk ve arkadaşı bir başka gerçeği gözler önüne serdi. Medyamız pek üstünde durmadı ancak yasalara göre 18 yaşın altındaki çocukların bu tip yerlerde çalıştırılması yasak.
Barış Erdoğan - Özgür Gürbüz / 15 Eylül 2009
İzmir’de beş gün içinde, biri kadın üç kişiyi havalı tüfekle vuran, 18 yaşından küçük iki çocuğun haberini aldığımızda meslektaşım Barış Erdoğan ile ilk sorduğumuz soru, "Bu çocukların orada ne işi var" oldu. İçlerinden birinin bizzat silah satan mağazada çalışıyor olduğunun öğrenilmesi ise bir başka acı gerçeği daha gün yüzüne çıkardı.
Hemen Barış ile konuyu araştırmaya başladık. 18 yaşın altındakilerin silah malzemeleri satan bir mağzada çalışmaları aslında kanunen yasak olduğunu öğrendik. Şaşırdık diyemeyeceğiz, burası Türkiye ne de olsa! Yasal mevzuat şöyle:
Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılması Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmeliğin, Çocuk ve Genç İşçilern Çalıştırılamayacakları İşler listesinin yedinci maddesinde “Parlayıcı, parlayıcı, zararlı ve tehlikeli maddelerin toptan ve parekende satış işleri ile bu gibi maddelerin imali, işlenmesi, depolanması işleri ve bu maddelere maruz kalma ihtimali bulunan her türlü işler” ifadesi yer alıyor. Yine, Ağır Ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği'nin 42'inci maddesi ise “Her türlü patlayıcı madde ve mühimmatın imali, depolanması ve nakli işleri” ifadesiyle 18 yaşının altındakilerin barut, mermi gibi maddelerin bulunduğu mağazlarda çalışmasını yasaklıyor. Ayrıca ağır ve tehlikeli işlerde çalışabilecekler, 18 yaşının üstünde dahi olsalar işe girişte ve iş sonrası periyodik olara psikiyatrik ve nörolojik mauyeneden geçmek zorundalar. Sadece yasalar değil yetkililer de reşit olmayanların bu tip işlerde çalışmasının doğru olmadığını söylüyor. Uzmanlar, soyutlama yeteneği gelişmemiş çocuk ve gençlerin silah kullanma konusunda en riskli grup olduğunu söylüyor. Bu konuda uzmanlara da danıştık.
Psikiyatr Dr. Akcan: “Çocuk ve Gençler En Riskli Grup”
Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi psikaytr Dr. Ayhan Akcan'ın dediklerini aynen aktaralım. Akcan, 18 yaşın altındaki bireylerin muhakeme yeteneklerinin henüz tam gelişmediğinden silah satan dükkanlarda çalışmasının çok tehlikeli olduğunu söyledi. Silah satan ya da bakımını yapan dükkanların sürekli denetiminin yapılması gerektiğine işaret etti. Aslında buralarda çalışan insanların reşit ve sigortalı olması gerekiyor ama ne yetkili makamlar ne de haberciler işin bu tarafına bakmadı bile. Çocuklar şu filmden esinlenmiş, şunu vurmuş, iddiaya girmiş... Peh, bu esnada Çalışma Bakanlığı ne yapmış; soran yok.
Akcan devam ediyor: "Silah malzemesi satanlar da sağlık muaynesinden geçer, zeka, soyutlama, öfke kontrol düzeyleri teste tabi tutulur. Kontrolsüz risk grupları içinde silahın en tehlikeli olduğu grup gençler ve çocuklardır. Bu nedenle hem özendirme hem de temin etmek bakımından tedbirler almak, çocukları silahtan uzak tutmak gerekir. Bu tip dükkanda çalışan bir çocuk silaha özenir. Ancak maalesef yeterince denetim yapılmıyor”.
Denetim mi? Silah satan bir mağazaya denetim mi olurmuş. O da ne?
Barış Erdoğan - Özgür Gürbüz / 15 Eylül 2009
İzmir’de beş gün içinde, biri kadın üç kişiyi havalı tüfekle vuran, 18 yaşından küçük iki çocuğun haberini aldığımızda meslektaşım Barış Erdoğan ile ilk sorduğumuz soru, "Bu çocukların orada ne işi var" oldu. İçlerinden birinin bizzat silah satan mağazada çalışıyor olduğunun öğrenilmesi ise bir başka acı gerçeği daha gün yüzüne çıkardı.
Hemen Barış ile konuyu araştırmaya başladık. 18 yaşın altındakilerin silah malzemeleri satan bir mağzada çalışmaları aslında kanunen yasak olduğunu öğrendik. Şaşırdık diyemeyeceğiz, burası Türkiye ne de olsa! Yasal mevzuat şöyle:
Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılması Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmeliğin, Çocuk ve Genç İşçilern Çalıştırılamayacakları İşler listesinin yedinci maddesinde “Parlayıcı, parlayıcı, zararlı ve tehlikeli maddelerin toptan ve parekende satış işleri ile bu gibi maddelerin imali, işlenmesi, depolanması işleri ve bu maddelere maruz kalma ihtimali bulunan her türlü işler” ifadesi yer alıyor. Yine, Ağır Ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği'nin 42'inci maddesi ise “Her türlü patlayıcı madde ve mühimmatın imali, depolanması ve nakli işleri” ifadesiyle 18 yaşının altındakilerin barut, mermi gibi maddelerin bulunduğu mağazlarda çalışmasını yasaklıyor. Ayrıca ağır ve tehlikeli işlerde çalışabilecekler, 18 yaşının üstünde dahi olsalar işe girişte ve iş sonrası periyodik olara psikiyatrik ve nörolojik mauyeneden geçmek zorundalar. Sadece yasalar değil yetkililer de reşit olmayanların bu tip işlerde çalışmasının doğru olmadığını söylüyor. Uzmanlar, soyutlama yeteneği gelişmemiş çocuk ve gençlerin silah kullanma konusunda en riskli grup olduğunu söylüyor. Bu konuda uzmanlara da danıştık.
Psikiyatr Dr. Akcan: “Çocuk ve Gençler En Riskli Grup”
Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi psikaytr Dr. Ayhan Akcan'ın dediklerini aynen aktaralım. Akcan, 18 yaşın altındaki bireylerin muhakeme yeteneklerinin henüz tam gelişmediğinden silah satan dükkanlarda çalışmasının çok tehlikeli olduğunu söyledi. Silah satan ya da bakımını yapan dükkanların sürekli denetiminin yapılması gerektiğine işaret etti. Aslında buralarda çalışan insanların reşit ve sigortalı olması gerekiyor ama ne yetkili makamlar ne de haberciler işin bu tarafına bakmadı bile. Çocuklar şu filmden esinlenmiş, şunu vurmuş, iddiaya girmiş... Peh, bu esnada Çalışma Bakanlığı ne yapmış; soran yok.
Akcan devam ediyor: "Silah malzemesi satanlar da sağlık muaynesinden geçer, zeka, soyutlama, öfke kontrol düzeyleri teste tabi tutulur. Kontrolsüz risk grupları içinde silahın en tehlikeli olduğu grup gençler ve çocuklardır. Bu nedenle hem özendirme hem de temin etmek bakımından tedbirler almak, çocukları silahtan uzak tutmak gerekir. Bu tip dükkanda çalışan bir çocuk silaha özenir. Ancak maalesef yeterince denetim yapılmıyor”.
Denetim mi? Silah satan bir mağazaya denetim mi olurmuş. O da ne?
8 bin 240 hektar toprağın betona dönüşmesine 1 günde "evet" dendi
İstanbul'da yaşanan selin en çok etkilediği Silivri, Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Çatalca bölgeleriyle Tuzla bölgesinin de içinde bulunduğu toplam 7 bin 900 hektarlık tarım alanının tarım dışı kullanımı için bir günde “kamu yararı” kararı alındığı ortaya çıktı. TEMA Vakfı Haziran ayında kararın iptali için dava açmış.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 12 Eylül 2009 *
İstanbul’da yaşanan sel felaketinin en büyük nedenlerinden biri de kent içinde yağışları emecek toprağın kalmayışı olarak gösteriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda (ÇDP) ise, büyük bölümü sele maruz kalan Silivri, Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Çatalca’da toplam 7 bin 900 hektarlık tarım arazisinin yapılaşmaya açılmasının tasarlandığı ortaya çıktı.
Kamu yararı kararı bir günde alındı
İşin daha da ilginci, Tarım arazilerinin tarım dışı kullanılması için 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu gereğince aranan “kamu yararı” şartının sadece bir günde alınmış olması. İstanbul Valiliği’nden söz konusu bölgeler için “kamu yararı” kararı alınması için 9 Mart 2009’da başvuru yapan Büyükşehir Belediyesi, 7 bin 900 hektarlık arazi için aynı gün onay alıyor. Benzer bir karar, Şile’deki 340 hektarlık arazi için de yine tek gün içerisinde,13 Mart 2009 tarihinde alınıyor. Bir günde kamu yararı alınan arazi miktarı böylece 8 bin 240 hektarı buldu.
Kararın iptali ve yürütmenin durdurulması için İdare mahkemesi’ne dava açan TEMA Vakfı’nın Hukuk Danışmanı Avukat Ömer Aykul, bir gün içinde verilen karar için, “hiçbir tetkike dayanmadan” alınmış diyor. Aykul, “Doğal yapıya yaptığınız her müdahale, toprağın üstüne örttüğünüz her hareket sele yeni bir davetiye çıkarır. En basit, çalı çırpı dediğimiz bitki örtüsü bile daha fazla su emilmesini ve toprağın kaymasını engeller” diyor. Aykul, yaşananların, üçüncü köprüden, 2B arazilerine kadar birbirine bağlı olduğunu söylüyor ve “İstanbul’u ne kadar daha büyüteceksiniz” buna karar vermeniz lazım diyor. Aykul’a göre, tamamı betonla kaplandığı için, Beyoğlu gibi yüksekteki bir ilçede bile seller görürsek şaşırmamamız gerekecek.
Silivri’nin nüfusu 1 milyon 500 bin olacak
ÇDP’nını inceleyen Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık ise başka bir konuya dikkat çekiyor. Planda, bugün nüfusu 115 bin olan Silivri’nin 1 milyon 500 bin nüfusa çıkmasının öngörüldüğünü söyleyen Atalık, bunun bugün yaşanan felaketlerin 10 katı büyüklerine davetiye çıkarmak anlamına geldiğini söylüyor. Bu bölgenin iki yıl önce yaşanan kuraklık zamanında İstanbul’un su deposu olduğuna dikkat çeken Atalık, yeraltı sularının üzerindeki yapılaşmanın kaynakların kirlenmesine de neden olacağına dikkat çekiyor.
***
1 cm toprak 200 yılda oluşuyor
Bilim insanlarına göre 1 cm toprağın oluşması için en az 200, en çok da 1000 yıl gerekiyor. 500 yıllık bir ortalama ve tarım yapılması gereken yerde en az 40 cm yüksekliğinde toprak olması gerekliliği kabul edilirse, tarım arazilerinin yapılaşmadan sonra eski haline dönmesi için en iyimser tahminler 20 bin yıla ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
*tam metin
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 12 Eylül 2009 *
İstanbul’da yaşanan sel felaketinin en büyük nedenlerinden biri de kent içinde yağışları emecek toprağın kalmayışı olarak gösteriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda (ÇDP) ise, büyük bölümü sele maruz kalan Silivri, Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Çatalca’da toplam 7 bin 900 hektarlık tarım arazisinin yapılaşmaya açılmasının tasarlandığı ortaya çıktı.
Kamu yararı kararı bir günde alındı
İşin daha da ilginci, Tarım arazilerinin tarım dışı kullanılması için 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu gereğince aranan “kamu yararı” şartının sadece bir günde alınmış olması. İstanbul Valiliği’nden söz konusu bölgeler için “kamu yararı” kararı alınması için 9 Mart 2009’da başvuru yapan Büyükşehir Belediyesi, 7 bin 900 hektarlık arazi için aynı gün onay alıyor. Benzer bir karar, Şile’deki 340 hektarlık arazi için de yine tek gün içerisinde,13 Mart 2009 tarihinde alınıyor. Bir günde kamu yararı alınan arazi miktarı böylece 8 bin 240 hektarı buldu.
Kararın iptali ve yürütmenin durdurulması için İdare mahkemesi’ne dava açan TEMA Vakfı’nın Hukuk Danışmanı Avukat Ömer Aykul, bir gün içinde verilen karar için, “hiçbir tetkike dayanmadan” alınmış diyor. Aykul, “Doğal yapıya yaptığınız her müdahale, toprağın üstüne örttüğünüz her hareket sele yeni bir davetiye çıkarır. En basit, çalı çırpı dediğimiz bitki örtüsü bile daha fazla su emilmesini ve toprağın kaymasını engeller” diyor. Aykul, yaşananların, üçüncü köprüden, 2B arazilerine kadar birbirine bağlı olduğunu söylüyor ve “İstanbul’u ne kadar daha büyüteceksiniz” buna karar vermeniz lazım diyor. Aykul’a göre, tamamı betonla kaplandığı için, Beyoğlu gibi yüksekteki bir ilçede bile seller görürsek şaşırmamamız gerekecek.
Silivri’nin nüfusu 1 milyon 500 bin olacak
ÇDP’nını inceleyen Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık ise başka bir konuya dikkat çekiyor. Planda, bugün nüfusu 115 bin olan Silivri’nin 1 milyon 500 bin nüfusa çıkmasının öngörüldüğünü söyleyen Atalık, bunun bugün yaşanan felaketlerin 10 katı büyüklerine davetiye çıkarmak anlamına geldiğini söylüyor. Bu bölgenin iki yıl önce yaşanan kuraklık zamanında İstanbul’un su deposu olduğuna dikkat çeken Atalık, yeraltı sularının üzerindeki yapılaşmanın kaynakların kirlenmesine de neden olacağına dikkat çekiyor.
***
1 cm toprak 200 yılda oluşuyor
Bilim insanlarına göre 1 cm toprağın oluşması için en az 200, en çok da 1000 yıl gerekiyor. 500 yıllık bir ortalama ve tarım yapılması gereken yerde en az 40 cm yüksekliğinde toprak olması gerekliliği kabul edilirse, tarım arazilerinin yapılaşmadan sonra eski haline dönmesi için en iyimser tahminler 20 bin yıla ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
*tam metin
“Deniz Gezmiş Köprüsü” yeniden yapılacak
1969 yılında kendini devrimci ve demokrat olarak tanımlayan bir grup genç tarafından yapılan ve 1999 yılında bombalanarak yıkılan köprüyü yendien yapmak için aydın ve yazarlar kampanya başlattı.
Özgür Gürbüz / 12 Eylül 2009
Herşey şair Şemsi Belli’nin yazdığı “Anayasso” şiiriyle başladı. Şiirinde, Şavata’dan Hakkari’ye yol geçmiyor, geçit vermiyor Zap Suyu” diyen şairin çağrısına kulak veren 68 kuşağının temsilcileri, dönemin Mimarlar Odası yöneticilerinden aldıkları teknik destekle Hakkari’deki Zap Suıyu üzerine köprü inşa etmek için yola çıktılar. Aralarında Masis Kürkçigil, Ragıp Zarakoğlu gibi tanınmış sol aydınların da bulunduğu 20’li yaşlardaki üniversiteli gençler 1969 yılında köprüyü 22 gün gibi kısa bir sürede tamamlayarak, hem batı ve doğu arasındaki gelir adaletsizliğine, hem de o sıralarda tartışılan İstanbul’daki Boğaz Köprüsü tartışmalarına, “İstanbul’a değil, Hakkari’ye köprü yapın” diyerek yanıt vermişti.
Batı zenginleşiyor, doğu fakirleşiyor
Halk arasında adı zaman zaman “Devrimci Gençlik Köprüsü” ve “Deniz Gezmiş Köprüsü” olarak da anılan bu betonarme köprü 1999 yılında bombalandı. Tabelası kurşunlandı. Aralarında Bulutsuzluk Özlemi, Diyar, Edip Akbayram, İlkay Akkaya, Leman Sam, Moğollar, Onur Akın, Sabahat Akkiraz, Servet Kocakaya, Vedat Sakman, Agire Jiyan ve Yasemin Göksu’nun da bulunduğu sanatçılar, şimdi bir dayanışma konseriyle gerekli olan 20-25 milyar parayı toplayıp köprüyü yeniden yapmaya karar verdi. Önümüzdeki günlerde İstanbul’da yapılacak konsere destek çağrısında bulunan yazar Cezmi Ersöz, “Bu bizim için bir onur meselesi. Aklımızda 10 yıldır vardı şimdi açılıma denk geldi. Daha önce operasyonlar yüzünden yapılamadı. 40 yıl önce oraya gidenler, Türkiye eşitsiz gelişiyor, batı zenginleşirken doğu fakirleşiyor. Bunun sonu hayırlı değil demişlerdi” açıklamasını yapıyor. İlk köprünün yapımında bizzat çalışan Ragıp Zarakolu ise “O dönem biz bir açılım yaptık. Mütevazi ama önemli bir projeydi. Farklı yörelerde topluma açılma yönünde bir projeydi” diyor.
"Müteahhitlere gerek yok, biz yaparız"
Konserden ücret almayacak olan sanatçılar, Hakkari Belediyesi ve Valiliği’nin de projeye destek verdiğini aslında paranın konsersiz de toplanabilmesinin mümkün olmasına rağmen bunun dayanışma içinde yapılmasını istediklerini belirtti. Projenin, 1969 yılında olduğu gibi, İstanbul’a yapılması düşünülen 3. köprü tartışmalarına denk gelmesi de ayrı bir önem taşıyor. Konsere katılacak sanatçılardan Yasemin Göksü, “Üçüncü köprü İstanbul’dan çok şey alıp götürecek” diyerek gençlerden 40 yıl önce olduğu gibi projeye destek vermelerini istedi. Devrimci Gençlik Köprüsü adlı belgeselin yapımcısı Bahriye Kabadayı ise bu desteğin müjdecisi gibiydi. Her gösterim sonunda belgeseli izleyenlerin köprüyü yeniden yapalım diye harekete geçtiğini anlatan Kabadayı’ya basın toplantısına katılan İstanbul Öğrenci Kollektifi’ne üye gençler, “ Müteahhitlere gerek yok biz yaparız” yanıtını verdi.
Şair Belli’nin “Şavata’dan Angara’ya ses getmiir” diye bitirdiği şiiri İstanbul’a ve orada verilecek konserle Hakkari’ye yeniden uzanacağa benziyor.
***
İşte Şemsi Belli'nin o çok sevdiğim ve çoçukluğumdan bu yana dilimden düşürmediğim Anayasso şiiri:
Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem Dil bilmezem Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hoooyyy Babooov?
Bebek yaniir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro Ben hakiro
Dohdor, ilaç, çarşı, bazar, tam-takiro
Gurban olam, bu ne işdir, hoooyy Babooov?
Çonciğ ağliir, çonciğ öliir, geçüt vermiy Zap Suyi
Parasizo Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne işdir, hoooyy Babooov?
Gara dağda gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyinde yüzerler
Hökumata arzeylesem azarlar
Ben ketumo Ben hetimo
Ben ne biçim votandaşim, hoooyyyy Baboooovvv?
Şavata'dan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız heç yetmiir
Malımız yoh Yolumuz yoh Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir, hoooyyy Babooovvv?
Yerin, yurdun, adresesin bilmirem.
Angara'da: Anayasso!
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso.
Bu işin mümkini yoh mi hoooyyy Babooovvv?
Özgür Gürbüz / 12 Eylül 2009
Herşey şair Şemsi Belli’nin yazdığı “Anayasso” şiiriyle başladı. Şiirinde, Şavata’dan Hakkari’ye yol geçmiyor, geçit vermiyor Zap Suyu” diyen şairin çağrısına kulak veren 68 kuşağının temsilcileri, dönemin Mimarlar Odası yöneticilerinden aldıkları teknik destekle Hakkari’deki Zap Suıyu üzerine köprü inşa etmek için yola çıktılar. Aralarında Masis Kürkçigil, Ragıp Zarakoğlu gibi tanınmış sol aydınların da bulunduğu 20’li yaşlardaki üniversiteli gençler 1969 yılında köprüyü 22 gün gibi kısa bir sürede tamamlayarak, hem batı ve doğu arasındaki gelir adaletsizliğine, hem de o sıralarda tartışılan İstanbul’daki Boğaz Köprüsü tartışmalarına, “İstanbul’a değil, Hakkari’ye köprü yapın” diyerek yanıt vermişti.
Batı zenginleşiyor, doğu fakirleşiyor
Halk arasında adı zaman zaman “Devrimci Gençlik Köprüsü” ve “Deniz Gezmiş Köprüsü” olarak da anılan bu betonarme köprü 1999 yılında bombalandı. Tabelası kurşunlandı. Aralarında Bulutsuzluk Özlemi, Diyar, Edip Akbayram, İlkay Akkaya, Leman Sam, Moğollar, Onur Akın, Sabahat Akkiraz, Servet Kocakaya, Vedat Sakman, Agire Jiyan ve Yasemin Göksu’nun da bulunduğu sanatçılar, şimdi bir dayanışma konseriyle gerekli olan 20-25 milyar parayı toplayıp köprüyü yeniden yapmaya karar verdi. Önümüzdeki günlerde İstanbul’da yapılacak konsere destek çağrısında bulunan yazar Cezmi Ersöz, “Bu bizim için bir onur meselesi. Aklımızda 10 yıldır vardı şimdi açılıma denk geldi. Daha önce operasyonlar yüzünden yapılamadı. 40 yıl önce oraya gidenler, Türkiye eşitsiz gelişiyor, batı zenginleşirken doğu fakirleşiyor. Bunun sonu hayırlı değil demişlerdi” açıklamasını yapıyor. İlk köprünün yapımında bizzat çalışan Ragıp Zarakolu ise “O dönem biz bir açılım yaptık. Mütevazi ama önemli bir projeydi. Farklı yörelerde topluma açılma yönünde bir projeydi” diyor.
"Müteahhitlere gerek yok, biz yaparız"
Konserden ücret almayacak olan sanatçılar, Hakkari Belediyesi ve Valiliği’nin de projeye destek verdiğini aslında paranın konsersiz de toplanabilmesinin mümkün olmasına rağmen bunun dayanışma içinde yapılmasını istediklerini belirtti. Projenin, 1969 yılında olduğu gibi, İstanbul’a yapılması düşünülen 3. köprü tartışmalarına denk gelmesi de ayrı bir önem taşıyor. Konsere katılacak sanatçılardan Yasemin Göksü, “Üçüncü köprü İstanbul’dan çok şey alıp götürecek” diyerek gençlerden 40 yıl önce olduğu gibi projeye destek vermelerini istedi. Devrimci Gençlik Köprüsü adlı belgeselin yapımcısı Bahriye Kabadayı ise bu desteğin müjdecisi gibiydi. Her gösterim sonunda belgeseli izleyenlerin köprüyü yeniden yapalım diye harekete geçtiğini anlatan Kabadayı’ya basın toplantısına katılan İstanbul Öğrenci Kollektifi’ne üye gençler, “ Müteahhitlere gerek yok biz yaparız” yanıtını verdi.
Şair Belli’nin “Şavata’dan Angara’ya ses getmiir” diye bitirdiği şiiri İstanbul’a ve orada verilecek konserle Hakkari’ye yeniden uzanacağa benziyor.
***
İşte Şemsi Belli'nin o çok sevdiğim ve çoçukluğumdan bu yana dilimden düşürmediğim Anayasso şiiri:
Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem Dil bilmezem Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hoooyyy Babooov?
Bebek yaniir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro Ben hakiro
Dohdor, ilaç, çarşı, bazar, tam-takiro
Gurban olam, bu ne işdir, hoooyy Babooov?
Çonciğ ağliir, çonciğ öliir, geçüt vermiy Zap Suyi
Parasizo Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne işdir, hoooyy Babooov?
Gara dağda gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyinde yüzerler
Hökumata arzeylesem azarlar
Ben ketumo Ben hetimo
Ben ne biçim votandaşim, hoooyyyy Baboooovvv?
Şavata'dan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız heç yetmiir
Malımız yoh Yolumuz yoh Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir, hoooyyy Babooovvv?
Yerin, yurdun, adresesin bilmirem.
Angara'da: Anayasso!
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso.
Bu işin mümkini yoh mi hoooyyy Babooovvv?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)