Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Yangın çok helikopter yok
www.haberekoloji.com
Bu yaz da yangınlarla geçti. Toplam orman alanı 21 milyon hektar olan Türkiye’nin K.Maraş’tan İstanbul’a kadar 1700 km’lik sahil şeridinde yer alan yaklaşık 12 milyon hektar alan orman, yangına birinci dereceden hassas. Küresel ısınmanın yangın tehlikesini arttırdığı, 2B gibi yasalarla ormandan rant elde etmek isteyenlere göz kırpıldığını bilmeyen yok. Buna karşın Türkiye’de sadece 29 helikopter yangın söndürme görevi yapıyor. İtalya’nın 1 milyon hektarlık ormanlık alanı bulunan Toskana bölgesinde ise yaz aylarında devriye gezen helikopter sayısı 10.
Türkiye’de Yangınların sıkça görüldüğü Ege ve Akdeniz’deki ormanlık alanlar 8 milyon hektar civarında. Özellikle yaz aylarında artan yangın tehlikesine karşı ek helikopter kiralayan Çevre ve Orman Bakanlığı, 6’sı kendine ait olmak üzere toplam 29 helikopterle yangınlara müdahale etmeye çalışıyor. Çoğunlukla bu bölgelerde konuşlandırılan helikopterlerin sayısı diğer ülkelerle karşılaştırıldığında yeterli gözükmüyor. İtalya’nın Toskana bölgesinin orman varlığı sadece 1 milyon hektar ancak yaz aylarında 10 yangın söndürme helikopteri bölgede görev yapıyor. Kış aylarında 2 olan bu rakam Temmuz ayıyla beraber 10’a çıkıyor. İtalya’da bölgesel ve ülkesel hava filosu yangınlara müdahale ediyor. Orman yangınlarında helikopter kullanımı ile araştırmalar yapan profesör Enrico Marchi, bölgesel filonun yetmediği anlarda ulusal filonun da devreye girdiğini söylüyor.
Toskana’dan 21 kat fazla orman alanını sahip Türkiye’nin yangın söndürme helikopteri sayısı sadece 3 kat fazla. Yangına hassas olmayan bölgeler dışarıda bıraksak bile durumu kurtaramıyoruz. Türkiye’nin daha fazla helikoptere ihtiyacı olduğu açıkça görülüyor. Bu hesaplamaya kontrol edilmek istenen alanın büyüklüğü, ormanlar arası uzaklıklar da katılırsa ortaya daha vahim bir tablo çıkıyor. Türkiye’nin daha çok helikoptere ve de küresel ısınmayı daha yakından gözlemeye ihtiyacı var. Sıcak dalgasının vuracağı yıllar aylar öncesinden belli oluyor. Bu yıllar için en azından daha fazla helikopter kiralanması neden düşünülmüyor?
Küresel ısınma yangınları tetikliyor
Küresel ısınmanın etkisini arttırması da yangınların sayısı ve şiddetini arttırıyor. 1970 ile 2003 yılları arasında Batı Amerika’da çıkan 1166 yangını inceleyen bilim insanları, çıkan yangınların yüzde 72’sinin karların erken eridiği yani havanın daha sıcak, toprağın daha nemsiz olduğu yıllarda meydana geldiğini saptamış. Science Dergisi’nde yayınlanan rapor, yaz ve bahar aylarında yaşanan sıcaklık artışlarının daha çok orman yangınlarına yol açtığını ortaya koyuyor. Dünyanın en sıcak dördüncü yılı olan 2003’te, başta Portekiz olmak üzere tüm Avrupa’yı saran yangınlar da küresel ısınmayla orman yangınları arasındaki ilişki için önemli bir örnek olarak gösteriliyor. Bu yıl Avrupa’nın doğusunda yaşadığımız sıcak dalgasının sonuçlarını da Yunanistan ve Türkiye’de gördük.
Bakanlık bizim umurumuzda değil ya da bütçemiz yok diyorsa çevreci kuruluşlara buradan bir çağrı yapıyorum. Yakılan ağaçlar için para toplayıp fidan dikmek yerine, helikopter alınması için para toplayalım. Elimizdekini koruyamazsak yerine yenisini de koyamayız.
Türkiye'nin ilk yerli rüzgâr gülü
Özgür Gürbüz - Global Enerji / Eylül 2007
Türkiye'de yavaş da olsa büyümeye başlayan rüzgâr enerjisi pazarına yerli üretim yapan bir oyuncu da katıldı. Soyut Enerji, Ankara'daki fabrikasında ürettiği rüzgâr türbinleriyle dünya devlerine kafa tutuyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin önünü açan kanun 2005'in Mayıs ayında çıktığında pek çok yatırımcının yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Yasadaki son değişiklikler sorunları biraz hafifletti fakat tamamen ortadan kaldırmadı. Yeni lisans almada karşılaşılan sorun, finansman ve dikecek rüzgâr türbini bulmak hâlâ en büyük sorunlar arasında. Ancak, Ankara'dan gelen haberler yatırımcının yüzünü bu defa gerçekten güldürecek cinsten. Soyut Enerji, 7 yıldır üzerinde çalıştıkları rüzgâr enerjisinde son noktayı koydu ve Türkiye'nin ilk rüzgâr türbini olan SoyutWind türbinlerinin seri üretimine geçti.
Soytes Temiz Enerji ve Elektronik Sanayi tarafından Ankara'daki 15 bin metrekarelik kapalı alan üzerine kurulu fabrikalarında üretilen türbinlerin en büyük özelliği jeneratöründen pervanesine kadar Türkiye'de üretilmeleri ve fiyat anlamında dünyadaki rakiplerine oranla çok daha ucuz olmaları. Soytes, ürettiği 1 megavat (MW) güçteki türbinleri, kurulum ücreti dahil olmak üzere 1 milyon dolardan satışa sunuyor. Dünyada eşdeğeri bir türbini almak için 1 milyon avronun üzerinde para ödenmesi ve en az bir yıl beklenmesi gerektiğini belirten Soytes Proje Geliştirme Müdürü Ali Çolak, diğer türbinlerle yaptıkları karşılaştırmalarda verim açısından daha iyi sonuçlar aldıklarını belirtiyor ve talep gelirse 1.5 MW büyüklüğe kadar türbin üretebileceklerini söylüyor. Çolak, "Çok büyük teknolojik fark yok. Kanatları büyüteceğiz, kuleyi yükselteceğiz ve birkaç teknik değişiklik yapacağız" diyor.
Yatırımcıya finansman desteği
Ali Çolak, sadece ucuz türbin sunarak sorunların çözülemediğini, karşılarına çıkan en büyük problemin büyük türbin üreticilerinin yatırımcıya kredi bularak finansman desteği sağlaması ve bu yolla rekabette avantaj sağlaması olduğuna değiniyor. Çolak, bu konuda da rekabet etmek için İsviçre'deki bir firmayla anlaşma sağladıklarını belirtiyor. "Çok kısa bir süre sonra rüzgâr türbini sipariş edenlere kredide de yardımcı olabileceğiz" diyen Proje Geliştirme Müdürü Çolak, "Hedefimiz Türkiye'de ve dünyada iyi bir pazar payına sahip olmak. Kredi konusunda yaptığımız çalışmalar da buna yönelik. Türkiye'de belediyeler, ticaret odaları, 'Yer tahsis edelim siz kurun' diyorlardı ama finansman ayağını halledemiyorduk. İsviçreli bu firmayla yapacağımız ortaklık sayesinde bu sorunun da üstesinden geleceğimizi umuyorum" şeklinde konuşuyor.
Soytes'in şu ana kadar yaptığı yatırım miktarı 25 milyon doları geçiyor. 30'u mühendis olmak üzere 120 kişilik bir ekip imalat için hazır bekliyor. Türkiye, belki de bu yatırımla İspanya örneğinde olduğu gibi kendi teknolojisini geliştiren bir rüzgâr devi olma adında ilk adımı atmış bulunuyor. Bu yatırım hamlesi, rüzgâr enerjisinin tüm dünyada sadece elektrik üretiminde sunduğu alternatif için değil, sağladığı istihdam ve ihracat olanakları için de tercih edildiğini anımsamamız açısından iyi bir örnek teşkil ediyor. Türkiye'nin rüzgâr potansiyeli ve coğrafi konumu imalat için de iyi bir yatırım ortamı yaratıyor.
Pakistan'a 80 MW'lik türbin yolda
Soytes, Polatlı yolu üzerindeki fabrika iki ayrı alanda imalat yapıyor. Kanatlar fiberglas, kuleler ise çelikten imal ediliyor. Çelik konik kuleler hem estetik hem de rüzgârı karşılama açısından avantaj sağlıyor. Fabrika 1 MW büyüklüğünde 250 türbin üretme kapasitesine sahip. Çolak, üzerinde biraz çalışırlarsa kapasitenin 300-350 türbine kadar çıkabileceğini söylüyor. Sadece endüstriyel modeller değil, bireysel kullanıcı için küçük türbinler de üretiyorlar. Bunların alıcısı daha çok tekne sahipleri, seralar, çiftçiler, su pompalama sistemleri ve konut kooperatifleri. Halihazırda Bodrum, Marmaris ve Ankara'da rüzgâr enerjisi sağladıkları kooperatifler var. Yurt içinden gelen taleplere rağmen Soytes'in hedefi dünyada hatırı sayılır bir oyuncu olabilmek. Çolak, "Geldiğimiz noktada sadece yurt içi pazarı değil, tüm bölgeyi özellikle de Avrupa pazarını hedefliyoruz. Ürünleri burada imal edip Avrupa'ya satmayı planlıyoruz. Pakistan da çok iyi bir pazar. Pakistan'da yenilenebilir enerji için yeni bir yasa çıktı ve çok güçlü. Pakistan'ın en köklü firmalarından biriyle çalışıyoruz. Çok rekabetçi bir piyasa olmasına rağmen 80 MW'lik bir kontrat imzaladık. Partnerimiz son pürüzleri hallediyor. Birden fazla bölgede rüzgâr çiftlikleri kurulacak. 1.000 ve 800 kW'lik türbinler göndereceğiz. Bazı yerlerde 13.5 m/sn gibi rüzgâr hızları var. Oralarda 1.5 MW'lik türbin kullanılabilir ve biz de imal edebiliriz" açıklamasını yapıyor.
Teksas'a rüzgâr çiftliği kur çağrısı
Türk malı türbinlere sadece Pakistanlı yatırımcı değil, Amerikalılar da ilgi gösteriyor. Ağustos başında Teksas'taki San Angelo Ticaret Odası'ndan aldıkları mektupta, Soyut A.Ş., yatırım için ABD'ye davet ediliyor. San Angelo'nun rüzgâr enerjisi için uygun şartlara sahip olduğunu söyleyen Ekonomik Kalkınma Bölümü Başkan Yardımcısı Patrick J. Malloy, Soyut Enerji'ye kentte halihazırda yatırım yapmış ve enerji ihtiyacı olan sanayi kuruluşlarıyla ilgili bilgi veren bir mektup yazıyor. Malloy, bölgedeki rüzgâr potansiyelini gösteren bir haritayı da mektuba ekliyor.
Ekler
İlk yerli rüzgâr gülünün öyküsü
Soytes Proje Geliştirme Müdürü Ali Çolak, Global Enerji'ye ilk yerli türbinin öyküsünü şöyle anlattı: "Soyut Holding bünyesinde enerji alanında 35 yıldır faaliyet gösteren bir firmayız. Daha önce yüksek ve orta voltajdaki gerilim istasyonları, hidroelektrik santralleri (HES) ve güneş enerjisi üzerinde çalışıyorduk. Dünyada rüzgâr gelişiyordu ve biz Türkiye'nin çok geride kalmadığını düşünüyorduk. 2000'li yıllarda Alman mühendislerden oluşan bir ekiple işe başladık. Daha sonra projeyi Türk mühendisler tasarladı ve geliştirdi. 7 yıldır rüzgâr teknolojilerinin imalatıyla ilgili çalışıyoruz. Biz ODTÜ'lü bir ekibiz. Bütün ekibimiz öyle; elektrikçiler, makineciler... O anlamda bize çok zor gelmedi, neden olmasın dedik. Dünyanın her yerindeki seminerlere gittik. Birçok yerden ürünlerimiz için akreditasyon aldık. Amerikan Rüzgâr Enerjisi Birliği (AWEA) ve Amerikan Yenilenebilir Enerji Konseyi'ne üyeyiz. Kuleden pervaneye her şeyi tasarladık ve geliştirdik. 2005 yılında İtalya'dan büyük kulelerin yapımında kullanılan 785 bin avroluk.çok önemli makinelerden birini getirdik. Bu küçük bir yatırım değildi ama yapılması gerektiğini düşündük, çünkü uluslararası piyasada bir kıtlık var. Bir Vestas, GE'ye gittiğinizde size en az bir yıl bekleme süresi veriyorlar. Türkiye'de rüzgâr enerjisinde çok büyük gelecek görüyoruz. Aslında bu çalışmalara başlayınca 2002-2003 yıllarında yabancı büyük imalatçıların buradaki alt yükleniciliğini yaparak Ortadoğu'daki projelerin imalatını yapmak bizim önümüze geldi. Bu çalışmaların bazılarında yer aldık, kule ürettik ama onun bize çok katma değer sağlayacağına inanmadık.
İlk uygulamalarımızda magnetleri (mıknatıs) Amerika'dan ithal ettik. Bu işin aslı içindeki mıknatıs. Daha sonra mıknatısları bu konuda çalışan İzmir'deki çok başarılı bir firmadan aldık. Çekim güçleri çok yüksek, beyaz mıknatıs kullanıyoruz. Amerika'dan aldıklarımızdan daha verimli çalışıyorlar. Kanatlardaki sensörleri Amerika'dan ithal ediyoruz. Bu kullandığımız birkaç yabancı parçadan biri. Mıknatısların yerli olması bu işin en önemli kısmı. Ayrıca mühendislik çok önemli. Kanatlardaki 23 milimlik oynama her şeyi değiştirebilir. Tüm bu kritik mühendislik işlemlerini biz yapıyoruz."
Su olmazsa tasarruf da olmaz
Bir büyükşehrimizin belediye başkanı çıkıp “Küresel ısınma yeni bir şey” dese bile, biz bu konunun en azından 1992’deki Rio Zirvesi’nden beri ciddi ciddi tartışıldığını biliyoruz. Küresel ısınmayı durdurmak için ortaya atılan tek uluslararası protokolün bundan 10 yıl önce 1997 yılında hazır hale getirildiğini ve 2005’in Şubat ayında yürürlüğe girildiğini de bilen biliyor. Kyoto’ya 178 ülkenin imza atıp Türkiye’nin atmadığını da…Dünyanın telaşa düştüğünü bilmeyen yöneticilerin kentinde bu yüzden el çantasıyla değil elde bidonlarla dolaşılıyor. İşin daha da trajik yanı, hala küresel ısınmanın nedenleri ve çözüm yolları hakkında kafamız karışık ya da kasıtlı olarak karıştırılmış durumda.
İşe temelden başlayalım. Su tasarrufu yaparak ya da park ve bahçeleri sulamayı keserek küresel ısınmayı durduramayız. Bu yaptıklarımız “pansuman tedbirlerin” ötesine geçemez. Küresel ısınmanın hızı kesilmezse bir sonraki yıl tasarruf edecek su bile bulamayabilirsiniz. Suyu, elektriği akıllıca kullanmayı öğrenelim ama insanlara küresel ısınmayı su tasarrufuyla durdururuz mesajını vermekten de kaçınalım. Küresel ısınmanın bir numaralı nedeni enerji kullanımında yaptığımız tercihlerdir. Eğer, dünyayı yöneten bu enerji devleri firmalara bir çift laf edecek cesaretimiz yoksa küresel ısınmayı da durduramayacağımız apaçık ortada. Gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan ve küresel ısınmaya yol açan seragazlarının yaklaşık yüzde 64’ü enerji sektöründen kaynaklanıyor. [1]Çoğunlukla petrol kullanıldığı için buna ulaşım sektörünü de eklersiniz fosil yakıt kaynaklı seragazlarının payı yüzde 83’ü buluyor. Kısaca, fosil yakıtlar üzerine kurulu bu ekonomik düzen değişmedikçe küresel ısınmayı durdurmak mümkün değil.
Küresel ısınmaya yol açan seragazları artışında geçtiğimiz yıl başı çeken Türkiye’de de durum farklı değil. 1990-2004 arasında seragazı salımında yüzde 72,6 artış gerçekleştiren Türkiye, 2005 sonunda bu rakamı yüzde 84'e çıkardı. 1990 yılından bu yana toplam seragazı artışı da böylece 296 milyon tondan 312,4 milyon tona çıkmış oldu. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan veriler, Türkiye'nin seragazları içerisindeki aslan payının yüzde 77 ile enerji sektöründe olduğunu gösteriyor. Bu sektörde son 15 yılda meydana gelen artış yüzde 160'ı buluyor.
Su tasarrufunu, verimli ampulleri desteklemek hoş ama bunları küresel ısınmayı durduracak önlemler olarak göstermeye çalışmak başka sonuçlara yol açar. Çevrecilere düşen görev, sorumluları bilerek ya da bilmeyerek gizlemek değil ortaya çıkararak değişime yöneltmek olmalı.
"Bu çimleri Botafogo-Flamengo maçında yoldum!"
Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel Dergisi / 30 Ağustos-5 Eylül 2007
Fotoğraflar: Cenk Ertekin
"Nasılsınız" soruma "Hiç iyi değilim, sen iyi misin" diye yanıt verdiğinde bu söyleşinin zor geçeceğini anlamıştım. 81 yaşındaki Hayrettin Karaca iyi olmadığını söylüyor ama sağlık sorunu değil bahsettiği. "Sümerbank hafızalardan silinecek diyorlar, sen iyi olur musun" diyor. Belli ki gelişmeler "Toprak Dede" diye anılan Karaca'yı çok kızdırmış.
Brezilya'daki futbol sahasından çim getirmiş
Karaca'nın Yalova'daki evi kitap ve slaylarla dolu. Birçok yabancı ve yerli doğa dergisine abone. En sevdiği yazar Metin Aydoğan, şair ise Kaacaoğlan. Attila İlhan kitapları da her odada gözümüze çarpıyor. Ama özenle sakladığı kırmızı not defteri belki de kendisi için her şeyden önemli. Bu defterde bahçesine dünyanın dört bir yanından getirip ektiği 2 bin 376 tohumun listesi var. Bahçesini gezdirirken sık sık Brezilya'dan getirdiği ve giderek tüm bahçeye yayılan çimlerden bahsediyor. Brezilya'da Botafogo-Flamengo maçından sonra sahaya inip aldığı numuneler tutmuş. Garip bir çim; adeta halı sahada yürüyormuşsunuz hissi veriyor. Bahçedeki bu kısa turumuz bile dünyanın zenginliği hakkında bize bilgi veriyor. İşin başlangıcı da burası zaten. Karaca'nın yaşam felsefesi "Önce bilgileneceksin, sonra ilgileneceksin ve ardından da tepkisiz kalmayacaksın".
“Ekonomi çökerse çöksün”
Çalan zil sesiyle söyleşimize yemek arası veriyoruz ama Hayrettin Karaca'nın bizi yemeğe davet etmeden önce bir şartı var. “Az yeme sözü vereceksiniz” diyor. Hep beraber masaya oturuyoruz. Yanımızda Hayrettin Karaca'nın hayatını kaleme alan Şengün Kılıç Hristidis de var. Kendisi bir yıldır Karaca'yla beraber birkaç ay sonra çıkacak olan bu kitap üzerinde çalışıyor. Bu kitap Karaca'nın geride bırakacağı en büyük eserlerinde biri olacağa benziyor. Yemekte etsiz bir türlü yanında pilav ve ardından meyve tabağı ile haşlanmış mısır yiyoruz. İçecek olarak sadece su var, kola gibi içecekleri içmiyor ve kimseye önermiyor. Bir o kadar da reklamlara ve tüketim toplumuna karşı. Karaca'ya bazıları çıkışıyormuş, “O dediğin kadar tüketirsen ekonomi çöker” diye. Çöksün diyor Karaca. “Ben ekonomiyi büyütmeye, birilerini zengin etmeye ve bana hakim bir sınıf yaratmaya gelmedim. Ben yaşamaya geldim. İhtiyacımız kadar tüketirsek yaşanabilir dünyayı oluştururuz. Küresel ısınmayı da herşeyi de hallederiz” diyor. “Paramın olması bana tüketme hakkı vermez” diyen Karaca, “Küresel ısınma, iklim değişikliği ve kuraklık gibi sorunlar 1965'ten beri söyleniyor ama topluma yansımıyor. Son yıllarda sayfalar dolusu resimler var gazetelerde. Bugüne kadar neredeydiniz? Bugünden tedbir alınması lazım. Alınması gereken tedbiri hükümetlerden beklemeyin. Onlar tüketim toplumunun, sermayenin savunucuları oldu” diyor. Peki, çözüm nasıl olacak diye sorunca “Şarlo'yu (Charlie Chaplin) kovmuşlar” diyerek anlatıyor. Hikaye şöyle: Komunist diye Amerika'dan kovulan Şarlo yıllar sonra geri döner ve Teksas'ın bir köyünde karşılaştığı kadının elini Avrupa'da aldığı kültür sonucu öper. Kadın şaşırır ve sorar, “Neden benim elimi öptün?” Chaplin cevap verir: “Bir yerden başlamak lazımdı”. Karaca kızgın ama umutsuz değil, bu kadar yılın ardından hala yeni başlangıçlar peşinde.
Yemekle beraber İngilizce yazılar olan tişörtlerimiz yüzünden ufak bir azar da yiyip yemekten kalkıyoruz. Sohbetimiz ekonomiyle devam ediyor. Karaca, “Japonya'da kriz varmış, ekonomisi büyümüyormuş. Büyümesin, ekonominin büyümesi için üretmesi lazım. Üretirken daha fazla enerji tüketmesi lazım. Yani bizim sermayemizden biraz daha alması lazım. Nereye kadar? Bugünkü küresel ekonomi kanser hücresi gibi, büyümek zorunda duramaz. Büyürken de bizi öldürüyor. Çare Özgür, Hayrettin ve Cenk'in bu işe sahip çıkması. Ben yaşamak benim hakkımdır diyorum, Cenk'in de hakkı. Yaşamak için yaşat diyorum. Ahmet ve Fatma'dan bahsetmiyorum. Kimi, bana hayat verenleri yaşatmak zorundayım. Toplumsal bir tepkiye ihtiyacımız var. Siyasi kuruluşlar üzerinde bir baskı oluşamadı. Siyasilere pek güvenini olmadığını da şu sözleriyle açıklıyoruz: “Parti başkanı delegeleri delegeler de onu seçiyor. Ben oyumu atıyorum, maaşını veriyorum o hizmetini parti başkanına yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi? İlk dört Meclis'in tutanaklarını okuyun, bir milletvekilinin ne kadar özgür olduğunu görürsünüz. Demokrasi oydu, gençler o tutanakları okusun. Türkiye'nin kurtuluşu için partiler yasası, seçim yasası ve dokunulmazlık yasası kalkmalı”.
“Hiç yabancı mal almıyorum”
Karaca hiç pes etmiyor. Yeni bir kampanya başlatmak istiyor. Fotoğraf makinası gibi bulamadığı ürünler dışında hiç yabancı mal almadığını söylüyor. Evindeki ahşap mobilyaların hepsinin dizaynını kendi yapmış, IKEA alınmasın ama taş çıkartacak cinsten buluşlar var. Parça parça sökülen sandalyelerden, kitap koymak için gizli rafları olan okuma koltuklarına kadar. Yabancı mallara karşı kampanya düşünse de yabancı kaynakları çok yakından takip ediyor. Al Gore ve Clinton'la ilgili onlarca kitap okuyor. All Gore'un samimi olduğuna inanmıyor. Clinton ve All Gore'un başkan yardımcılığı sırasında ABD'nin Kyoto'ya kayıtsız kaldığını silah harcamalarını da arttırdığını söylüyor. All Gore'un, “Kyoto konusunda çabaladım ama şirketler izin vermedi” şeklindeki sözlerini hatırlatarak “Dünyayı 17 şirket idare ediyor” diyor. Karaca için tüm çevre sorunlarının temelinde yaşam ahlakı var.
Mera satılır mı?
Hükümetler çiftçiye verilen mali desteği arttırmalı ama yetmez. Bu tarım denen yer neyin üzerinde oluyor? Aşırı gübreleme, aşırı sulamayla toprağın değeri kaybolmaya devam etmiyor mu? Yılda 1 milyar 400 milyon ton toprak kaybediyoruz. Devletin sana verdiği ödenekle mazot fiyatlarını indirmekle bu iş çözülmez. Sen toprağın gücünü arttır. TEMA'nın yaptığı kırsal kalkınma projelerinden biliyorum. 3-4 yıl içinde devlete muhtaç köylü vergi vermeye başlıyor, kentten köye gelin geliyor. Samsun'da bir köyde şalvarlı ninelere tenis oynamaya başladı. 1946'dan bu yana hükümetlerin hepsi Türkiye'nin topraklarına, ormanlarına, doğasına hizmet ederek değil yok ederek iktidar olmayı amaçladılar ve başardılar. Bugün 500 bin hektar merayı satıyoruz. Mera satılır mı? Mera yasası toplumun tepkisi olmadan çıkıverdi. Bir toplumsal tepkiye ihtiyacımız var. Kıyameti koparmak lazım. Anayasa Mahkemesi tarım alanlarının satışını iptal etmiş. Hemen arkasından yasayı yeniliyorlar, miktarları değiştiriyorlar. 300 dönümdü 25 oluyor ama Bakanlar Kurulu kararıyla 300 olabilecekmiş. Bir şey fark eder mi?
Karaca'dan notlar
* Teknoloji işsizlik üretir.