Özgür Gürbüz-BirGün/23 Eylül 2012
Foto: www.birgun.net |
Ertaç, Ömer ve Abdullah, Ağustos ayında ölen 71 işçiden üçü. Adlarını tahminen hiç öğrenemeyeceğim 18 işçi ise geçen ay memleketin dört bir yanına dağılmış tarlalarında can verdi. Kimi pamuk topluyordu, kimi fındık. Mevsimlik işçiler ömürlerini yaz mevsiminin kavurucu rüzgarlarına bırakıp göçtüler bu dünyadan.
Tarlalardaki işçilerin ölümünden kaçımızın haberi oldu; bilmiyorum. Giydiğimiz pamuklu kumaşın ya da yediğimiz çikolatanın bedelini onlar ödüyor. Muğla’da orman yangınını söndürmeye çalışırken ölen beş işçinin haberi belki daha çok duyuldu. Yine de kimse onların heykelini dikmekten bahsetmedi. Futbolcu Alex ise karşılığında milyonlarca lira kazandığı işinin hakkını verdiği için artık heykeli dikilmiş bir kahraman. Yangını söndürme pahasına ölmeyi değil gol atmayı bilmek lazım bu memlekette.
Ağustos ayında madenlerde çalışan altı işçi can verdi. Enerji sektöründe ise çoğu elektrik çarpmasından dokuz kişi aramızdan ayrıldı. Ağustos ayında toplam 71 işçi öldü. Temmuz’da 110, Haziran’da 59, Mayıs’ta 69, Nisan’da 87. Yazmam lazım. Şubat’ta 42, Ocak’ta 62, Aralık’ta ise 52. 2011’in Kasım ayında slikozis nedeniyle bu defa kot işçileri değil diş teknisyenleri öldü. Belki de böyle apaçık, “öldüler” diye yazmak lazım. Hayatını kaybetti, aramızdan ayrıldı demek yetmiyor. Dört diş teknisyeni birkaç gün arayla öldü. 2011 Kasım’ı da 2012’nin herhangi bir ayından farklı değildi; 57 işçi öldü, 1976’sı ise yaralandı. Hepsi ekmek parası peşinde koşan emekçiler, hepsi iş kazası...
Mayıs ayında Giresun’daki HES inşaatında ölen dört işçiyi hatırlayın. Toprak kayması sonucu hayatını kaybeden işçilerin aileleri kazadan bir süre önce heyelan uyarısı yapıldığını ama firma yetkililerinin önlem almadığını söylemişlerdi. Aynı inşaatta, bu kazadan altı ay önce bir başka işçinin yine toprak kaymasından dolayı öldüğünü yazsam ne değişir bilemiyorum. Teoride insanlar her şeye muktedir. Elektrik çarpmadan yeni iletim hatları döşemeye, kaza yapmadan araç sürmeye, toprak altında kalmadan baraj yapmaya bir engel yok. İş kazalarının sayısının ülkeden ülkeye değişmesi bile buna bir örnek. Bir işçinin çalışırken ölmesi kimi ülkede büyük suç kimilerinde ise “takdir-i ilahi”; yani Tanrı’nın takdiri.
TAKDİR-İ İLAHİ
Evet, bana sorarsanız tüm bu işçi ölümleri takdir-i ilahi. Şaşırdığınızı biliyorum, neden böyle düşündüğümü matematikle açıklayayım. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı Hasan Köktaş geçenlerde bir demeç verdi. Doğu Karadeniz’de HES(hidroelektrik santrali) sayısı 375’i bulabilirmiş. Her biri için Giresun'daki gibi beş işçi feda etsek, hepsi tamamlandığında ölecek işçi sayısı bin 875'i bulur. Şu ana kadar tamamlanan HES sayısı ise 45 taneymiş. Evrensel Gazetesi bugüne kadar HES inşaatlarında ölen işçi sayısının 300’ü bulduğunu yazmıştı (15 Mayıs 2012). Bölün 45’e, sonuç 6, 6. Giresun’da inşaatı süren HES inşaatında ölen işçi sayısından farklı değil. Bu sadece bir rakam değil, bu bir cinayetin matematiksel tarifi; gerçeğin sağlaması. Büyüklüğüne küçüklüğüne aldırmadan, bu ülkenin yetkililerinin her bir HES inşaatı için 5-6 işçiyi gözden çıkardığını söylersek çok da yanlış yapmış olmayız diye düşünüyorum.
Sadece HES mi? AVM inşaatlarında, yol yapımında, tarlalarda, maden ve tersanelerde işçilerin ölümü tesadüf mü? Çok mu şaşırıyoruz ölüm haberi geldiğinde? İşler yavaşlatılsa, kar marjları düşürülse, tüketim çılgınlığının önüne geçilse memlekette bu kadar insan ölmez. Ölmez ama takdir-i ilahi diye bir şey var. Nedir ilahi olan? İlahi olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yarattığı ve adına “ekonomik büyüme” dediğimiz bu yeni tanrı. Bu yeni tanrının kudretini, gücünü kaybetmeden yaşayabilmesi için işçilerin ölmesi, tanrıya kurban edilmesi gerek. Büyüme tanrısını mutlu etmek için her gün verdiğimiz kurbanlardan biri insan yaşamı, diğeri doğa. Öyle vahşi, doymaz bir tanrı yarattılar ki, onu mutlu etmek için bu ülkenin insanları her gün canlarını, doğası ise ağaçlarını, nehirlerini, suyunu, denizini, ormanını ve temiz havasını kurban ediyor. Karadeniz'e yapılacak 350 HES'in üzerine kurulacağı nehirleri düşünün. Madencilere peşkeş çekilen Kazdağları'nı, çimento fabrikalarına kurban edilen Pazarcık-Narlı Ovası'nı, sanayi atıklarıyla doldurulan Küçü Menderes Nehri'ni, Marmara Denizi'ni, tarihe tanıklık etmiş Allionai'yi ve daha nice kültürel ve doğal mirası kendi elimizle yarattığımız bu tanrıya kurban etmedik mi? Dicle üzerine kurulan Ilısu Barajı bir tanrı gibi Hasankeyf'in canını almayacak mı? Adaklar tükendiğinde adak taşına konacak başın bize ait olacağının farkında değil miyiz?
Hepsinden geçtim, insan eliyle tanrı yaratıp ona adaklar sunmak putperestlik sayılmaz mı?
***
İşçi ölümleriyle ilgili rakamların birçoğu guvenlicalisma.org sitesinden alınmıştır.