verimlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
verimlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tasarrufu değil tasarruf tavsiyesi vereni eleştirmeli

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Eylül 2022

Grafik: Sol.org.tr
Muhalefet, Enerji Bakanlığı’nın “Aklınla Verimli Yaşa” adlı kitapçıkta verdiği enerji tasarrufu
önerilerini eleştiri yağmuruna tuttu. Bakanlığın “banyoya kum saatiyle girip duşu dört dakikada tamamlayın” önerisi belli ki pek hoş karşılanmadı. Yıllar önce Avustralya’da bir sivil toplum örgütü, iklim krizini durdurmak için benzer önerilerde bulunmuştu. Duşa kum saatiyle değil sevgilinizle girin su ve enerji tasarrufu yapın, birayı da İngilizler gibi ılık içerek buzlukların elektrik tüketimini düşürün diyorlardı. Coğrafya kaderdir diyorlar ya, doğruymuş. Avustralya’da tasarruf için duşa sevgilinizle giriyorsunuz, bizde kum saatiyle…

Hükümetten son günlerde benzer birçok öneri geliyor. Turizm Bakanı Ersoy ucuz olduğu için kışın gezmemizi öneriyor. 1150 küsür odalı bir ‘külliyede’ yaşayan Cumhurbaşkanı da sırf daha iyi otomobile binmek, iyi bir cep telefonu almak için başka ülkelere gidenlere kızarak, ülkemizde daha kötü koşullar da olsa burada yaşayın anlamına gelecek bir mesaj veriyor. Yurt dışında daha iyi koşullarda yaşandığını da itiraf ediyor aslında.

Tasarruf etmek, enerjiyi verimli kullanmak, azla yetinmek; kısaca tüketmemek bence insanı yücelten bir davranış. İyi koşulların ‘en pahalı’ veya ‘en lüks’le eşdeğer olmadığını düşünüyorum. Kapitalist bir dünyada daha fazla tüketme seçeneği varken bu seçeneği dünyanın iyiliği için kullanmayan insanları takdir etmeliyiz. Bu açıdan baktığımızda enerjiyi tasarruflu ve verimli kullanmayı öneren tavsiyelere itirazım yok, aksine destekliyorum. Sorun, başkalarına önerdiğimiz hayat tarzına sahip çıkmamak. 20 yıldır ülkeyi tek başına yöneten bir hükümetin, ‘itibarı zedelememe adına’ kamuda ciddi bir tedbir almadan tarihin en kötü ekonomik krizlerinden biriyle boğuşan halka tavsiyelerde bulunması işte bu yüzden eleştiriyi hak ediyor. Yoksa, tasarruf etmek, enerjiyi verimli kullanmak gelişmişlik göstergesidir. Avrupa Birliği’nden örnek vereyim. AB ülkeleri, 2020 yılında 2017-2019 yılları ortalamasına göre birincil enerji tüketimlerini yaklaşık yüzde 10 oranında azalttı. Koydukları hedefin altındalar ama ekonomik gelişmeyi daha az enerji kullanarak yapmayı başarıyorlar. Aralarında Danimarka, Hollanda, Almanya ve İsveç gibi dünyanın en zengin ülkeleri var.

Muhalefet tasarruf önerilerini eleştirirken buna dikkat etmeli. Tasarruflu olmayı mecburiyetmiş gibi gösteren, yoksulluk belirtisi gibi imgeleyen söylemlerden kaçınmalı. Gördüğüm kadarıyla muhalefet de eleştireyim derken iyi bir sınav veremedi. Dönelim hükümete…

“Asansörler alt katlarda mümkün olduğunca kullanılmamalı” diyen hükümet neden her yere gökdelen benzeri apartmanlar yapılmasına izin veriyor?

“Toplu ulaşım tercih edilmeli” diyen hükümet neden özel uçaklara, makam araçlarına sınırlama getirmiyor? Neden ülkeyi demir ağlarla değil otoyollarla örüyor?

“Buzdolabı, fırın, radyatör gibi ısı üreten gereçlerden ve güneş ışığından uzağa yerleştirilmeli” diyen hükümet neden Şehircilik Bakanlığı’yla planlarda bunu zorunlu tutmuyor?

“Cephe yalıtımıyla en az yüzde 35 tasarruf” yapılacağını bilen hükümet neden var olan yalıtım standartlarını yükseltmiyor, yeni ve eski yapılar için daha yüksek standartları zorunlu tutmuyor?

Sorular çoğaltılabilir. Hükümet halkın tasarruf etmesini istiyorsa, yardımcı olacak ve yol gösterecek önlemleri almak zorundadır. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 23 bin lirayı geçtiği, enflasyonun şahlandığı bir ülkede herkes tasarruf yapmak ister ama ilk önce bunu ülkeyi yönetenlerde görmek ister.

Enerji Bakanlığı’nın tavsiyeleri arasında gözümüzden kaçırmamamız gereken bir nokta daha var. Bakanlık, tavsiyelerin tamamına uyulduğunda, elektrikte yüzde 35, doğalgazda yüzde 50 ve petrolde yüzde 25 oranlarında tasarruf edilebileceğini söylüyor. Yıllar önce DPT de bir raporunda Türkiye’nin enerji verimliliğiyle elektrik tüketimini yüzde 25 oranında azaltabileceğini açıklamıştı. Tasarruf ve verimlilik ayrı şeyler ama sonuçlar benzer. Türkiye enerjiyi tasarruflu ve verimli kullansa bugün kullandığı elektrik miktarını rahatlıkla dörtte bir oranında azaltabilir. 2021 yılında Türkiye 331 milyar kilovatsaat elektrik tüketti. Dörtte biri 82 milyar kilovatsaat eder. Akkuyu Nükleer Santralı tam güç çalışsa üreteceği elektrik 35 milyar kilovatsaat. Türkiye enerjiyi akıllı ve tasarruflu kullansa Akkuyu’nun üreteceği elektriğin 2,5 katı üretim yapmış gibi olur. Bırakın Akkuyu’yu, Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santrala da birçok kömür santralına da gerek kalmaz. Enerji Bakanlığı itiraf etmiş. Muhalefet keşke işin bu tarafını görebilseydi.

Enerjide cebimiz delik

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Ocak 2017

Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 75’lere çıktı. Dışa bağımlılık bir sorun, özellikle de ateş pahasına dışardan aldığınız enerjiyi üretimden çok tüketime harcadığınızda. Sorunun adı dışa bağımlılık ama sorunun kaynağı dışarıda değil, içeride. Tek sorumlu ülkenin enerji politikasını belirleyen iktidar. Tüketici davranışını da, sanayinin tercihini de hükümet belirliyor. İktidara geldikleri 2002 yılında Türkiye enerjide yüzde 67 oranında dışa bağımlıydı şimdi bu oran yüzde 75’i buldu.

Merak ediyorsunuzdur, her söylemlerinde dışa bağımlılığı azaltacağız diyenler nasıl oldu da dışa bağımlılığı artırdı diye. Halbuki, Türkiye’nin neredeyse her deresine, belki de onları ‘kurutma/tahrip etme’ pahasına baraj yapıldı. Yerli kaynak sayılan hidroelektrik potansiyeli çok daha fazla kullanılmaya başlandı.  Bugün Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 6’sından fazlası akarsular* üzerine kurulan hidroelektrik santrallerden geliyor. Bir o kadar da rüzgar ve jeotermal toplamından elektrik üretiliyor. Tüm bunlara rağmen dışa bağımlılık azalmadı. Çünkü sorun, işin üretim değil tüketim tarafındaydı ama enerji politikasını yönetenler bunu görmemekte ısrar etti. Hidroelektrikle bu iş olmadı şansımızı bir de kömürde deneyelim dediler.

Enerji Bakanlığı 2012 yılını ‘kömür yılı’ ilan etti. Bahanesi de enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve istihdamı artırmak diye açıklandı. Hükümet ne derse tersi oluyor demeyecekseniz ne olduğunu söyleyeyim. Tersi oldu. 2012 yılında 28 milyon ton civarında olan kömür ithalatımız 2015 sonunda 35 milyon tona dayandı. 2002 yılında ise kömür ithalatı sadece 11 milyon tondu. Elektrik üretiminde yerli kömürün önünü açacağız diye boş verilen çevre kuralları ve halk sağlığı, defalarca uyardığımız gibi, ithal kömürün de önünü açtı. ‘Kömür yılından hemen sonra, 2013’te ithal kömürle çalışan santraller Türkiye’deki elektrik üretiminin yüzde 12’sini karşılıyordu. Yerli kömürü ve istihdamı artırmak için alınan tedbirler sonucu bu oran 3 yılda yüzde 17’yi geçti. Türkiye’deki elektrik üretiminde ithal kömürün payı barajlı hidroelektrikleri yakaladı. Dışa bağımlılık arttı, ülke kül ve ise boğuldu.

Dışa bağımlılığı azaltmak için yapılan tüm bu hamleler doğalgaz ithalat miktarının artışını durdursa da yerini ithal kömürle doldurmaya çalıştığımız için sonuç değişmedi. Daha kirli bir kaynağı seçtiğimiz için hem sağlığımızı hem de doğamızı daha fazla riske attık.

Ne yapılmalıydı ya da yapılmalı, onu da dilimiz döndüğünce anlatalım. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak istiyorsak işe ilk başta tasarruf ve verimlilikle başlamalıyız. DPT raporlarında Türkiye’nin enerji verimliliği ve tasarruf potansiyelinin yüzde 20-25 oranında olduğu yazıyor. Bu şu demek; bizim cebimiz delik. 100 lira atıyoruz, 25 lirası delikten boşa gidiyor. O yüzden de 100 lirayı cepte tutmak için 130 lirayla evden çıkıyoruz. Enerji dilinden söylersek, elektrik talebi 100 ise biz 100 üretmek yerine 130 üretmeye çalışıyoruz çünkü biliyoruz ki 30’unu boşa harcayacağız.

Yapmamız gereken cepteki deliği dikmek elbette. Binalara yalıtım şartı getirmeli, yalıtım yapmak isteyene uygun teşvikler sağlamalıyız. Toplu taşımayı yaygınlaştırmalı, sanayide enerji yoğun üretim yöntemlerinden, çimento gibi ürünlerin ithalatı için enerji harcamaktan vazgeçmeli, ekonomiyi bilişim gibi alanlarda büyütmeliyiz. Verimli motorlarla üretip, akıllı elektrikli aletlerle tüketmeliyiz. Sınırları çizilmiş tüketimi, tüketilen yerde üretim yapan, küçük ve yenilenebilir enerji santrallerine kaydırarak dışa bağımlılığı da azaltabiliriz. Güneş paneli ve rüzgar türbinlerinin üretimi ve parçası için fabrikalar açıp istihdam sorununa enerji yatırımlarıyla çözüm bulmak da mümkün. 300 kişinin çalıştığı bir ithal kömür santrali yerine 30 bin kişinin ürettiği yenilenebilir enerji sektörü kurmak hayal değil.

Mesele, cepteki deliği dikip halkı rahatlatmak yerine cebi doldurmayı amaçlayan şirketlere göz kırpan politikaları hayata geçirmekse lütfen o bildiğiniz yolda, durmadan devam edin. Bıçak kemiğe dayandı diyorsanız da bu gidişata “hayır” deyin. Bu ülkenin insanları da temiz hava solumayı, güzel günler görmeyi herkes kadar hak ediyor.

*Barajsız hidroelektrik santraller

Küba’nın enerji devrimi

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Ekim 2016

Geçen haftaki yazımda Küba’nın tarım hamlesinden bahsetmiş, kent bahçeleriyle sebze ve meyve üretimini nasıl artırdığını anlatmıştım. Bu sayede Küba, hem şeker üretimine bağlı tarım ekonomisini zenginleştirerek geçmişte yaşadığı ekonomik krizlerin tekrarlanmaması için önlem almış hem de bitkisel ve evsel atıkları kullanarak ithal edilen gübre ve böcek ilacı kullanımını azaltarak ciddi bir ekonomik kazanç sağlamıştı. Küba’nın ‘enerji devrimi’ tarımdaki başarının benzerini enerji alanında da yakalamayı hedefliyor.

Küba’da enerji deyince akla petrol geliyor. Birincil enerji kaynakları içinde petrolün payı yüzde 77, onu yüzde 14 ile biyokütle, yüzde 8 ile doğalgaz izliyor. Birçok ülkenin aksine, petrol elektrik üretiminde de adeta tek kaynak. Bir bölümü Küba’dan karşılansa da ülke Venezuela’dan gelen petrole muhtaç. İthal edilen petrolün karşılığında Venezuela’ya doktor, öğretmen ve askeri uzman gönderen Küba’nın bu ticareti uzun soluklu olmayabilir. Venezuela’dan gelen petrolün miktarı oradaki krizin de etkisiyle azaldı. Olası bir rejim değişikliği bu ticarete daha büyük bir darbe vurabilir. Küba, yıllardır çok zor koşullara rağmen savunduğu bağımsızlığını enerji konusunda da kazanmak istiyor. 2006 yılında hükümetin açıkladığı ve ‘enerji devrimi’ diye adlandırılan reformların temel hedefi bu.

Enerji devriminin ilk hedefi eski makine ve teçhizatın değiştirilerek, enerji verimliliğinin arttırılmasıydı. Küba, iki yıl içinde 116 milyon akkor ampulü verimlileriyle değiştirerek tüm ülkede verimli ampul kullanan dünyadaki ilk ülke oldu (Greenbiz.com). 2,5 milyon buzdolabı ve 1 milyon vantilatör de enerji devriminin ilk iki yılında değiştirildi. Bu hamleler sayesinde gazyağı kullanımı yüzde 66, tüp gaz kullanımı yüzde 60 oranında azaldı. Ülkedeki karbon emisyonları yüzde 18 oranında düştü.

Enerji devriminin hedefleri arasında iletim hatlarının yenilenmesi, yenilenebilir enerjinin payının arttırılması da vardı. İletim hattı kaybı yüzde 14’lere çekildi; neredeyse Türkiye ile aynı seviyeye geldi. 2014’te sıra yenilenebilir enerjiye geldi ve net bir hedef belirlendi. Elektrik üretiminde yüzde 4’ü bulan hidroelektrik, rüzgar, biyokütle ve güneşin payının 2030’a kadar yüzde 24’e çıkarılması kararlaştırıldı. Daha da önemlisi, bu yeni kapasitenin büyük santrallerle değil, dağıtılmış, küçük üretim tesisleriyle sağlanmasına karar verildi. İlk adımlar da atılıyor.

Devrimde başrolü biyokütle dediğimiz bitkiler, hayvan dışkıları ve evlerden gelen organik çöpler oynuyor. Şeker üretiminden kalan atıkları elektriğe çevirmek için şeker rafinerilerinin yanında tesisler kuruluyor. 2030’da elektriğin yüzde 14’ü biyokütleden sağlanacak. Rüzgar türbinleri elektrik ihtiyacının yüzde 6’sını, güneş ise yüzde 3’ünü karşılayacak. Yüzde 1’lik pay ise hidroelektriğin olacak. Petrol ve doğalgazın payı böylece azaltılırken, ülkede petrol arama çalışmaları da hızlandırılacak. İthal edilen miktar bu yolla da azaltılmaya çalışılacak. Küba’nın önündeki en büyük sorun finansman. Yabancı şirketler şimdiden kuyrukta ama bu konu hassas. Hükümet bağımsızlık ve egemenliklerini koruyacaklarını söylüyor. Bunu, hükümetle Batılı şirketlerin ortak girişimleriyle yapmaya çalışacaklar gibi duruyor. Çin benzeri modeller görebiliriz. Bu konuda ilk örnekler hayata geçmeye başladı.

Enerji devriminin bir ayağını da bilgilendirme süreci oluşturmuş. İki yıl içinde, iklim değişikliği, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği konularına değinen televizyon programı sayısı 17 bini bulmuş. Radyo ve gazete haberleri cabası. Bizde tüm dünyanın konuştuğu Paris Anlaşması’nın hayata geçmesi ana akımda yer bile bulamıyor. Yöneticinin kafası eski, medyanın ki paslı olunca enerjide kömüre takılıp kalmamız çok normal.

Küba’nın hem ekonomik bağımsızlığı hem de çevre ve insan sağlığı için yaptığı bu çabalar ülkenin ekolojik ayak izini de makul sınırlar içinde tutmayı başarmış. Dünyadaki çoğu ülkenin aksine, Küba’nın biyolojik kapasitesi (tarımsal üretim, yapılaşma, balıkçılık ve orman ürünleri üretimi vb. için gereken bütün alanlar) son 50 yılda çok az yıpranarak aynı kalırken, ekolojik ayak izi de 90’lardan sonra düşüşe geçerek 60’lardaki seviyesine gerilemiş. Küba ülke kaynaklarından fazla tüketse de, artışı durdurmayı ve kontrol etmeyi başarmışa benziyor. Türkiye’de ise tam tersi bir durum var. Bizde biyolojik kapasitenin giderek azaldığını, ekolojik ayak izimizin de giderek arttığını görüyoruz. Büyüklerimizin deyimiyle cepten yiyoruz.

Hazıra dağ dayanmaz elbette. Ülkenin gıda üreten topraklarının, su kaynaklarının hepsi yok olmadan tüketim toplumundan üretim toplumuna geçmek ve aşırı tüketimi durdurmak zorundayız. 11 milyonluk Küba’dan öğrenecek çok şeyimiz var.   

AB İlerleme Raporu’nda enerji karnemiz

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/11 Kasım 2015

Avrupa Birliği’nin (AB) bu yılki Türkiye İlerleme Raporu açıklandı. Siyasi değerlendirmelerin oldukça kötü olduğunu belirtelim. Öyle ki, raporun adı bu gidişle ‘ilerleme raporu’ değil, ‘gerileme raporu’ olacak. Biz işin enerji bölümüne bakalım. Enerji kısmında övgüler de var, yergiler de. Başlık başlık yazalım.

Enerji güvenliği konusunda Türkiye sınıfı geçmiş. AB’nin geçer notunun ardında, elektrik şebekesini komşu ülkelerle birleştiriyor olmamız, Türkmenistan gazını Avrupa’ya götürmek üzere yapılan anlaşmanın onaylanması ve Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşleticileri Birliği’yle (ENTSO-E) kalıcı bağlantı anlaşmasının yapılması var. Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) projesindeki ilerlemenin de katkısı unutulmamalı. Enerji güvenliği konusunda olumsuz sayılabilecek tek değerlendirme, Rusya ile ilişkilerin Suriye meselesi yüzünden bozulmasıyla hayata geçirilip geçirilmeyeceği bile tartışılan Türk Akımı projesi. AB bu projenin geleceğini ‘belirsiz’ kabul ediyor. Enerji güvenliği konusunda AB müktesebatıyla uyumlu, adil ve şeffaf bir gaz nakil geçişi için uygun koşulların hazırlanması talep edilmiş. Bu bölüm bana enerji güvenliğinin bizim açımızdan değil daha çok AB açısından değerlendirildiği izlenimini çağrıştırmadı değil.

Enerji piyasasında ise üretim özelleştirmelerinin devamı, Enerji Piyasaları İşletme A.Ş.’nin (EPİAŞ) kurulması ve serbest tüketici sınırlarının düşürülmesi ‘önemli ilerleme’ kategorisinde değerlendirilmiş. Gaz piyasasında da serbest tüketici olma sınırının düşürülmesi olumlu not getirirken, Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda değişikliğe gidilmemesi olumsuz not almamıza neden olmuş.

Yenilenebilir enerjide 2023’e kadar kurulu gücün 61 bin megawata (MW) çıkarılması hedefi AB’nin gönlünü kazanmamıza neden olmuş. Olur mu, gerek var mı; hiç sanmıyorum. AB, Türkiye’de başta HES olmak üzere yaşanan çevre sorunlarıyla çok ilgilenmemiş. Yine de yenilenebilir enerjinin gelişiminde AB müktesebatında belirtilen devlet sübvansiyonlarıyla ilgili kırmızı çizgilere dikkat edilmesini istemiş. İyi notlar aldığımız bölümler bunlar. Karnenin gerisi velilere gösterilemeyecek cinsten. Bisikleti unutun.

‘Enerji verimliliği konusunda hiçbir ilerleme yok’ diye yazmışlar. Oldukça net bir sıfır vermişler. Hep söylüyoruz, ölçülebilir, rakamsal hedef vermiyorsanız bir değeri yok diye. AB de aynı şeyi söylemiş. 2015-2019 yıllarını kapsayan stratejik planda belirgin bir hedefin olmadığına dikkat çekmiş. Enerji Verimliliği Kanunu’yla ilgili mevzuatın da uyuşmadığına dikkat çekilmiş.

Nükleer enerji, nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma konularında AB müktesebatına uygun tek bir ilerlemenin dahi olmadığı vurgulanmış. Radyoaktif bir sıfır yazıyoruz karneye. Japonya ile Sinop’a yapılmak istenen nükleer santralle ilgili hükümetlerarası anlaşma imzalanması ve Mersin’de denizle ilgili inşaata başlanmasına rağmen notumuz zayıf. Çok önemli bir uluslararası anlaşmaya Türkiye’nin hâlâ taraf olmadığına dikkat çekilmiş. Bu anlaşma, ‘Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ başlığını taşıyor. Dünyada 42 ülke taraf. Sözleşme, nükleer atık ve yakıt güvenliğiyle kullanılmış yakıtların kontrolünü sağlamayı amaçlıyor. Nükleer atıkların nasıl saklanacağı bu anlaşmayla bir anlamda uluslararası denetime açık hale getiriliyor. Nükleer tesislerden doğaya bırakılan radyoaktif maddeler, nükleer atıkların taşınması gibi konular da sözleşme kapsamında yer alıyor. Kanun tasarısı 2011’den beri Meclis gündeminde ama AB Uyum Komisyonu henüz raporunu vermedi. Nükleer enerji konusunda dikkat çekilen iki konu başlığı daha var. Nükleer Enerji ve Radyasyon Kanun Tasarısı taslağının akıbeti ile ortada bağımsız bir düzenleyici kurumun bulunmaması. Belli ki ne Rus şirket ne de hükümet nükleer enerji konusunda şeffaflık ve denetim istemiyor. AB ise özetle şu yorumu yapıyor: “Nükleer santral yapmak için inşaata başlamak istiyorsun ama ne kendi içinde yasal sürecin hazır ne de Avrupa ve dünyayla uyumlu yasaların var. Sıfırı basıyorum” diyor.

Akkuyu yenilenebilir enerjinin önünü tıkıyor

Avrupa Rüzgar Gücü 2014-EWEA
Bugün gazetelerde Akkuyu'da rötar haberleri var. Söz konusu rötar 1-2 yıl değil. Projenin yeniden gündeme gelmesi Mart 2004. Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler İstanbul'da enerji forumunda açıklamıştı.

Nükleere harcanan kaynaklar yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine harcansa Türkiye'de şirketlerin değil halkın üretici olduğu bir enerji sistemi kurulabilirdi. Enerji kooperatifleri, küçük ölçekli üretim sistemleri elektrik üretiminde pay sahibi olabilirdi. Hepsini geçtim, elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payı daha yüksek seviyelerde olabilirdi. Bir örnek vereceğim. 2004'te İspanya'da rüzgar kurulu gücü 8000 megavattı (MW). 2014 sonunda 23 bine çıktı. Avrupa'da 2. oldular. Nükleer konuşan Türkiye'de ise 2014 sonunda rüzgar kurulu gücü 3 bin 700 MW'de kaldı. Üstelik Türkiye'nin rüzgar enerjisi potansiyeli İspanya'dan daha fazla. 

Kim konuşuyor, kim çalışıyor siz karar verin.

Enerjide devir hesap devri

Özgür Gürbüz-Biamag/15 Kasım 2014

Doğalgaz ve elektriğe yapılan, yüzde 9 oranındaki son zamlar enerji faturalarımızı kabarttı. Elektrik Mühendisleri Odası’nın yaptığı hesaba göre ayda 83 TL elektrik faturası ödeyen bir aile bundan sonra aynı elektrik tüketimi için 90 TL ödeyecek. Aynı ailenin aylık doğalgaz faturasının da ortalama 15 TL fazla gelmesi bekleniyor. Zamlar cebinizi yakıyor ama madalyonun bir de öteki yüzü var. Doğalgaz ve kömür kullanımı küresel iklim değişikliğine neden oluyor. Daha fazla elektrik talep etmek daha fazla santral yapılması demek. Termik santrallerin yerelde yarattığı sorunları artık saymaya bile gerek yok; Yırca’da olan bitene bakmak yeterli. Hem faturaların yükünü azaltmak hem de doğaya daha az zarar vermek için siyasetten, günlük yaşamımıza dek yapacak çok iş var. Enerjiyi verimli kullanmak da bunlardan biri. İlk adımı evinizde atabilirsiniz.  

Evlerde enerjiyi elektrikli aletleri çalıştırmak, aydınlatmak ve ısınmak için kullanıyoruz. Isınmak için doğalgaz veya kömür yakılırken, aydınlatma ve elektronik aletler için elektrik enerjisi tüketiyoruz. Basit tedbirlerle tüketimi azaltmak mümkün. Önce cebinizden para harcamadan yapabileceklerimize bakalım. İşe buzdolabından başlamakta fayda var çünkü elektrik faturanızın yaklaşık üçte biri buzdolabınıza ait.

Hedef elektrik faturası
  • Buzdolabınızı güneş alan bir yere veya radyatör, fırın gibi ısı kaynaklarının yanına koymayın. Buzdolabı dışarıdan ısı aldıkça içini soğutması zorlaşır ve elektrik tüketimi artar.
  • Dolabınız 24 saat boyunca içini hep belli bir soğuklukta tutmaya çalışır. Bu yüzden buzdolabının kapağını mümkün olduğunca az açıp kapayın. Örneğin, kahvaltılıkları tek tek değil, mutfakta biriktirip hepsini beraber yerleştirin.
  • Elektrik faturalarınızın üçte birine yakını da aydınlatma için yapılan harcamadan kaynaklanır. Evde gereksiz, dekoratif amaçlı aydınlatmadan kaçının. Tavanda yaşayan örümcekler geceleri kitap okumuyor, buraları aydınlatmanız gerekmez. Odalarda önünde buzlu cam olmayan bir lamba yeter, avize ve benzerlerinden uzak durun. Ne eviniz bir mağaza vitrini ne de elektrik bir süs aracı.
  • Edison’un bulduğu akkor ampüller artık satılmadığı için işler kolaylaştı. Verimli ampul de denen “kompakt floresan”lar eski ampullerin beşte biri kadar elektrik harcıyor ve aynı işi görüyor. Yine de evdeki her ampulü verimli olanla değiştirmek yeterli değil. Kullandığınız yere göre, uygun güçte ampul seçmelisiniz. Antre ve koridorlardaki ampullerin gücünü azaltın. Koridorda yürürken gazete okuma alışkanlığınız yoksa buralara duvara çarpmanızı engelleyecek güçte ampul koymak yeterli olur. Verimli ampul alırken merdiven altı markalardan uzak durun.
  • Banyoda çok güçlü ampullere gerek olmayabilir ama çalışma odanızda, ışığın açısını da düşünerek daha kuvvetli ampuller seçebilirsiniz. Fiyat performans karşılaştırması kişiden kişiye değişiyor. LED ampuller en tasarruflusu, onları kompakt floresanlar ve eko halojen ampuller izliyor. LED ampuller daha pahalı ancak kompakt floresanların iki katı ömre sahip. Hangisini seçerseniz seçin, gücü ve sayısı konusunda ihtiyacı esas alın.   
  • Gelelim bekleme (standby) konumunda bırakılan elektrikli aletlere. Televizyonlar, modemler, kahve makinaları… Liste uzayıp gidiyor. Dünyada bu ve benzeri aletlerin her yıl Kanada’nın elektrik tüketimi kadar enerji harcadığını biliyor muydunuz? Uykudayken interneti kapatmak, ağa bağlı bilgisayarları, bellekleri elektriksiz bırakmak gerekiyor. Televizyonu kapattığınızda prizden çıkartmalı, çay makinasını devamlı açık bırakmamalıyız. Kullanım süresine göre değişse de, bu önlemlerle aletlerin tükettiği elektriği yüzde 60 oranında azaltabilirsiniz. Tek tek uğraşamam diyorsanız benim gibi yapın. Kullandığınız çoklu prizleri düğmeli/anahtarlı seçin. Gece yatmadan tek düğmeye basarak televizyon, DVD çalar ve modemi aynı anda kapatabilirsiniz.
  • Ütü yapmayın. Şaka yapmıyorum, elektrik faturanızın yüzde 5’i ütü kaynaklı. Hayatımda gördüğüm en gereksiz eylemlerden biri ütü yapmak. Biliyorum, aranızda iç çamaşırı, çorap, çarşaf, atlet ve tişört ütüleyenleriniz bile var. Siz ütüledikçe fatura kabarıyor, ona göre!
  • Bulaşık makinenizin ‘çevreci’ programı varsa kullanın. Bulaşık biraz daha uzun sürer ama az enerji harcar. Bulaşık ve çamaşır makinasını doldurmadan çalıştırmayın. Hastaneden tıbbi atık getirip evde yıkamıyorsanız 60 derecenin üstüne de çıkmayın.
  • Çamaşır kurutma makinasını değil eve, mahalleye bile sokmayın. Kutuplarda değil, ılıman iklim kuşağındaki bir ülkede yaşadığınızı unutmayın. Aynı şekilde klimalardan da uzak durun. Pencerelerinizi açın, kalın perdeyle güneşi önleyin. 10-20 yıl önce anne babanız klimasızlıktan ölmediyse siz de ölmezsiniz. Aynı genler sizde de var. Değişen konfor anlayışınız.
  • Bilgisayarları en sona bıraktım. Son zamanlarda elektrik faturalarının artmasında bilgisayarların büyük rolü var. Özellikle de oyun oynanan, güçlü video kartlarına sahip bilgisayarlar başa bela. Bir de bilgisayarların devamlı açık tutulması elektrik tüketimini arttırıyor. Onların da bir kapatma tuşu var, işiniz bitince o tuşa basın. Çalışırken ara ara bilgisayar başından kalkıyorsanız, denetim masasındaki güç seçeneklerinden (Windows kullanıcıları için) kendinize bir “güç planı” oluşturun. Bilgisayarınızı belli bir süre kullanmadığınızda uykuya yatacak şekilde ayarlayabilirsiniz.
  • Son önerim ise şu: Büyüklerinizin sözünü dinleyin, ışıkları açık bırakmayın. Elektrikleri açmak için kullandığınız düğmeler kapatmaya da yarıyor. Onları iki amaç için de kullanın. Tembellik değil tasarruf yapın.
Buraya kadar sadece alışkanlıklarınızı değiştirerek yapabileceğiniz enerji tasarrufu seçeneklerinden birkaç örnek verdim. Eğer evinize yeni elektrikli eşya alıyorsanız seçimlerinizi enerji verimli (A+ ve üstü) olanlarından yaparak daha fazla tasarruf yapabilirsiniz. Buzdolabı ve televizyonla yola çıkmanızı öneririm. Buzdolabında mümkünse A+++’a kadar gidin. Emin olun zaman içerisinde verdiğiniz parayı geri çıkartacaksınız. Bu seçimle buzdolabının aylık tüketimini yarı yarıya azaltabilirsiniz. Televizyonda ise plazmadan uzak durun ve LED televizyonları seçin.

Hedef doğalgaz/kömür faturası
Türkiye’de harcanan toplam enerjinin yüzde 26’sı binaları ısıtmak için kullanılıyor. Elektrik faturası kadar doğalgaz veya kömür faturası da can yakıyor. Faturaları azaltmak için alabileceğiniz ilk önlem eve bir termometre almak. Daha sonra da üzerinize bir hırka alıp evin ısısını 20 hatta 19 dereceye düşürmek. Unutmayın ev içi sıcaklığı bir derece düşürürseniz doğalgaz faturanızı yüzde 6 oranında azaltırsınız.

  • Bina yalıtımı ısınma faturalarını azaltan en önemli etkenlerden biri. Yalıtım maliyetli bir iş ve mutlaka işi bilen birileri tarafından yapılmalı. Eline yalıtım malzemesi alan herkese güvenmeyin. Camyünü ve taşyünü pahalı ama ilk tercih etmeniz gereken ürünler. Uygulama iyi yapılırsa eski binalarda bile yüzde 50’ye varan tasarruf sağlanabilir ve harcana para kısa sürede azalan faturalarla geri kazanılır. Bu işi bir kere yapacağınızı düşünerek, mesleki birliklere üye firmalarla çalışmanızı öneririm. Yalıtım sadece ısıyı içeride tutmaz, yazın da binanızı serin tutar. Klima gibi fantezilerden sizi korur.
  • Çift cam tasarrufun olmazsa olmazıdır. Değiştiremiyorsanız, çerçevelerdeki ısı kayıplarını önlemek için bakım yapmalısınız. Isı kaybının yüzde 20’si camlarda meydana gelir. Çift cama geçerseniz, bu kaybı yarı yarıya azaltabilirsiniz.
  • Radyatörlerin duvarı, oradan da sokağı ısıtmasına izin vermeyin. 5-10 TL’ye alabileceğiniz alüminyum folyo kaplı yalıtım levhalarını radyatör arkalarına yerleştirin. Radyatörlerin önüne eşya koymayın.
  • Evi havalandırırken, kombi ve sobanız yanmasın. Camları açıkken evi ısıtmayın.
  • Uzun süre boyunca evde olmayacaksınız kombinizi kapatın. Gün içinde evde yoksanız, iyice kısın.
  • Güneşli günlerde perdelerinizi kapalı tutmayın, güneş evinizi ısıtsın.
  • Yattığınız odalar çok sıcak olmak zorunda değil. Geceleri kaloriferleri/kombiyi kısabilirsiniz.
  • Balkonunuz varsa kışın çamaşırları orada kurutun.          
Tüm bu tedbirleri alırsanız ne kadar tasarruf edeceğinizi merak ettiğinizi biliyorum. Bu evden eve ve sizin tüketim alışkanlıklarınıza göre değiştiği için net bir rakam vermek yanıltıcı olur. 200 TL doğalgaz faturası ödeyen bir ailenin, evini 23 yerine 20 dereceye kadar ısıtırsa ayda yaklaşık 40 TL tasarruf edeceğini söyleyebiliriz. Yalıtım gibi ek tedbirlerle çok daha yüksek rakamlara ulaşabilirsiniz. Elektrik Mühendisleri Odası, yukarıda bir bölümüne değindiğim tasarruf tedbirlerini alırsanız elektrik faturanızı yarı yarıya azalabileceğini söylüyor.

Bizim evde ayda 35 TL elektrik faturası ve kışın en soğuk zamanında 200 TL doğalgaz faturası ödendiği için bu tedbirlerin işe yaradığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bundan sonrası size kalmış. Konforunuzdan biraz ödün verip, ucu Yırca’daki zeytinliklere kadar uzanacak anlamlı bir eyleme destek olabilirsiniz. Ne kadar az enerji tüketirsek o kadar az çevre sorunu yaşayacağız. Yapacaklarımız evimizle sınırlı değil. Enerji tüketiminin her alanda azaltılması ve enerji verimliliğinin yaygınlaştırılması gerekiyor ve bu alanlar içerisinde bizim yaşam alanlarımızın bulunduğunu da unutmamalıyız. Kendimizi değiştiremiyorsak başkasının değişmesini de istememeliyiz.  

Not: Bu yazı hazırlanırken Elektrik Mühendisleri Odası ve Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü’nün verilerinden yararlanılmıştır.

Japonya en ucuz enerji kaynağını keşfetti

Özgür Gürbüz-BirGün/31 Ağustos 2014

2011 Mart ayında Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinde dev bir kaza oldu. Santralden sızan radyasyon, suya, havaya ve toprağa bulaştı. Reaktörleri soğutmada kullanılan tonlarca radyoaktif suyun büyük bir bölümü de okyanusa bırakıldı. Japonlar haftada bir okyanustan su örnekleri alıp radyasyon seviyesini ölçüyor. Radyasyon bir yere gitmiyor ama okyanus çok büyük olduğu için dağılıyor. Belirli bir noktada yüksek seviyede radyasyona rastlanmazsa bu zararsız kabul ediliyor ve alarm düğmesine basılmıyor. Düşük seviyedeki radyasyonun zararsız olmadığını söyleyen onlarca bilim adamı var ancak kuralları koyanlar buna inanmamızı istiyor. Japonya’daki ölçümler daha uzun yıllar sürecek. Toprak, hava ve balıklardaki radyasyon sürekli gözetim altında tutulacak. Balıkçılar ve çiftçiler o bölgeden umudunu kesti. Artık radyasyon Fukuşima’da hayatın bir parçası, yok etme şansınız yok.

Çernobil sonrası İngiltere’nin Cumbria bölgesindeki koyunlarda da radyasyon ölçümleri başlatılmış, hayvanların başka bölgelere götürülmesi yasaklanmıştı. 1986’da başlayan ölçümler 2012 yılında sonlandırıldı. 26 yıl boyunca çiftçiler, koyunlarını radyasyon taramasından geçirmeden pazara götüremediler. 2 bin kilometre ötede olmuş bir nükleer kaza sonucu alınan en basit önlemden bahsediyorum. Şimdi düşünelim. Mersin ya da Sinop’ta olacak bir nükleer kaza sonrası yapmamız gerekecek bin tane işin sadece üçünü düşünelim.

1. Karadeniz ve Akdeniz’de, onlarca farklı noktada, denizdeki radyasyon seviyesini sürekli ölçmemiz gerekecek.

2. Bölgedeki hayvan stoklarını düzenli radyasyon taramasından geçirmek zorunda kalacağız.

3. Topraktan, meyve ve sebzelerden sürekli örnek alıp onları radyasyon kontrolüne göndereceğiz. Yoksa ne yiyebileceğiz, ne de satabileceğiz.

İşte Türkiye’nin ihtiyacı olmamasına rağmen nükleer santralde ısrar etmesinin en zararsız sonuçlarından üçü bunlar olacak. Sizce ülkede bu denetimleri yapabilecek, hükümetten korkmadan sonuçları açıklayabilecek bir kapasite var mı?

Fukuşima kazasından önce Japonya’da 54 nükleer reaktör çalışıyor, ülkedeki elektriğin yüzde 30’unu üretiyordu. Daha sonra birer birer kapatıldılar. 15 Eylül 2013’ten bu yana Japonya’daki nükleer santrallerin hepsi kapalı. Nükleer lobi, santrallerden birkaçını yeniden açtırmak için uğraşıyor; Abe hükümeti de bu fikri destekliyor. Elektrik üretiminin neredeyse üçte birini nükleere bağlayan bir ülkede değişim anında olmaz ancak nükleersiz bir Japonya artık herkesin dilinde. Japonya’nın 2030 hedefinde elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak yazılı. Daha da önemlisi, Japonya’nın tasarruf ve verimlilik tedbirleriyle elektrik talebini 2010-2012 arasında yüzde 8 düşürmüş olması. Aynı Almanya gibi, dünyanın bir başka sanayi devi de çözümü daha az tüketmekte buldu.

Türkiye ise yüzde 25’lere varan enerji tasarrufu potansiyelini görmek yerine, daha çok enerji tüketerek ekonomisini ilerletmeye çalışıyor. İşin komik tarafı, bir yandan da enerji ithalatından şikayet ediyor. Halbuki, tasarruf edilen, verimli kullanılan enerjiden ucuzu yok. Japonya’dan nükleer santral almak yerine, iki yılda nasıl oldu da Türkiye’nin elektrik tüketiminin yaklaşık dörtte biri kadar tasarruf yapmayı başardılar onu öğrensek çok daha iyi olacak.

Kuzey Ormanları Savunması, 5-6-7 Eylül tarihleri arasında Kemerburgaz’da bir kamp düzenliyor. Kamptaki enerji atölyesine ve iklim değişikliğini konuşacağımız panele beklerim.

Beklemedeki cihazlar her yıl Kanada kadar elektrik tüketiyor

Özgür Gürbüz-BirGün/6 Temmuz 2014

"Beklemede bırakma prizden çek"
Televizyonunuzu hiç kapatıyor musunuz? Uzaktan kumandadaki bir tuşa basarak kapatmaktan bahsetmiyorum, fişi prizden çekmekten bahsediyorum. Evinizdeki birçok elektrikli alet uzaktan kumandayla kapattığınızda, elektrik tüketmeye devam ediyor. Şarjda unuttuğunuz cep telefonları, açık bırakılan çay/kahve makinaları, DVD çalarlar, bilgisayarlar, yedek bellekler ve daha neler neler.

Bugün 7 milyar nüfuslu dünyada 14 milyar ağ bağlantılı elektrikli cihaz var. Herkese eşit dağıldığını, kişi başına iki cihaz düştüğünü sanmayın; bir azınlıktan bahsediyoruz. 2020’de bu sayının 50, 2030’da ise 100 milyara ulaşması bekleniyor. 2008’de bu cihazların tükettiği elektrik miktarı 420 milyar kilovatsaatti (kWs); Fransa’nın yıllık tüketimi kadar. 2013’te ise bu sayı 616 milyar kWs’e çıktı. Artık bir Kanada kadar elektrik tüketiyorlar. Böyle giderse 2025’te dünya elektrik tüketiminin yüzde 6’sı bu cihazlara gidecek, 1140 milyar kWs. Hatırlatalım, Türkiye’nin yıllık elektrik tüketimi 250 milyar civarında. 

Peki, sorun ne? Bu cihazlara, cep telefonlarına, bilgisayarlara, akıllı televizyonlara veda mı etmemiz gerekiyor. Fikrimi sorarsanız “veda etsek hiç fena olmaz” derim ama öncelikle bu cihazları nasıl kullandığımıza bakarak işe başlayabiliriz. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan araştırma ve rapora göre ağ bağlantılı cihazların bağlantısını kullanmadığımız zamanlarda kapatmak (uykudayken interneti kapatmak, ağa bağlı bilgisayar, bellek gibi cihazları prizden çıkarmak gibi) ve kullanmadığınız cihazları bekleme (standby) konumunda bırakmak yerine kapatmak (televizyonu kapattığınızda prizden çıkartmak, çay makinasını devamlı açık bırakmamak gibi) bu aletlerin tükettiği elektriğin yüzde 60 azalmasını sağlıyor. Çok zor demeyin. Kullandığınız çoklu prizleri düğmeli/anahtarlı seçin yeter. Ben evde, gece yatmadan tek düğmeye basarak televizyon, DVD çalar ve modemi aynı anda kapatabiliyorum. Bu tedbirler uygulanılırsa dünyada o yıl için 600 milyar kWs elektrik tasarrufu yapılabilir. Bu da 200 orta büyüklükte kömür santralinin ya da kabataslak bir hesapla 100 nükleer reaktörün kapanması demek.

İşin ciddiyetini anlatmak için birkaç örnek vereyim. 2012’de, Birleşik Krallık ’ta evlerde tüketilen elektriğin yüzde 16’sı ‘bekleme’ özelliği ve ağ bağlantısı olan cihazlarca israf ediliyor. Amerika’da bu cihazların tükettiği elektrik 100 milyar kWs’i buluyor ve bunun tüketicilere maliyeti 3 milyar dolar. Bugün 2 milyar 730 milyon insan internete bağlanıyor. 2016’da 800 milyon evde kablosuz internet ağı olacağı düşünülüyor. Bu ağlara bağlanacak cihazları varın siz hesap edin. Beklemedeki enerji tüketimi (vampir enerjisi de deniyor) can yakıcı olabilir. Örneğin bir bulaşık makinası beklemede saatte 4,2 vat elektrik harcayabilir. Bu da yılda 35 kWs’e denk düşer. Beklemedeki bir yazıcı saatte 2,2, DVD oynatıcısı 3, LCD ekran 0,6 ve müzik seti 4,6 vat elektrik tüketebiliyor[1].  

Burada herkese iş düşüyor, cihaz üreticilerinden tüketicilere kadar. Yıllardır kumandalardan açma/kapama düğmesinin kaldırılmasını savunuyorum. Bence televizyonlar böyle üretilmeli. Odalarda merkezi düğmeler olabilir, ışığı kapatır gibi tüm odanın elektriği kesilebilir (bu fikrimi ilk kez burada açıklıyorum). Demek ki mimarlara da iş düşüyor. Tüketicilere de iş düşüyor. Çevreci ya da yeşil olmak zordur, sadece lafla, eylemle olmaz. Hayatınızı değiştirmek zorundasınız. Yani, poponuzu koltuklardan kaldırıp, televizyonu/bilgisayarı düğmesinden kapatmak veya çoklu prizlerdeki düğmelere uzanmak gerekiyor. Çay suyu kaynatmak için 2 dakika beklerseniz ölmezsiniz, merak etmeyin. Hem elektrik faturalarınız da azalacak. Eleştirdiğimiz şirketlere, ayakkabı kutularına daha az para gidecek.


[1] Tayvan Enerji Bakanlığı Ekonomik İlişkiler Bürosu

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Kasım 2013

Müjdemi isterim. Enerji Bakanı Taner Yıldız, 2023’e kadar Türkiye’nin kurulu gücüne 50 bin megavatlık ilave yapılacağını söyledi. Türkiye’deki enerji santrallerinin şu andaki kurulu gücü 61 bin megavat. Yıldız’ın isteği gerçekleşirse Türkiye, 90 yılda kurduğu enerji santrali kadarını önümüzdeki 10 yılda kuracak. Her yer baraj, her yer termik ve nükleer olacak. 122 milyar dolarlık yatırımdan söz ediliyor. Bu hedeflere ulaşılır mı, emin değilim. Amacın bu olduğunu da sanmıyorum. Böyle bir ihtiyaç da yok. Asıl amaç pazarın büyüklüğüne vurgu yaparak yabancı yatırımcı ve finansmanı Türkiye’ye çekmek. Ekonominin ayakta durabilmesi için inşaata, inşaatların hayata geçmesi için de paraya ihtiyaç var. “Enerji talebi var mı”, “Daha az enerjiyle aynı işi yapabilir miyiz” diye soran yok. Çünkü bu çarpık ekonominin çarkı ancak tüketerek dönüyor. Daha fazla nehir, daha fazla orman ve canlı (insan dahil) tüketerek ekonomiyi sözüm ona büyütüyoruz.

1990 yılında Almanya ekonomiye 100 birimlik katkı yapmak için 100 birim enerji harcıyordu. 2010 yılında ise 94 birim enerji harcayarak ekonomiye 131 birim katkı yapar hale geldiler. Enerjiyi artık daha verimli kullanıyor, daha az enerjiyle daha çok iş yapıyorlar. Peki, ya Türkiye? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından günümüze enerji verimliliği konusunda en ufak bir ilerleme gerçekleşmedi. 2002’de 1 birim ekonomik katkı için 240 kg eşdeğeri petrol harcıyorduk, 2011’de ise 232 (Eurostat verileri). Aynı zaman diliminde Almanya bu rakamı 157’den 128’e düşürdü. İyiyken daha iyi oldu. Enerjiyi verimli kullanmak ekonomik durgunluk anlamına da gelmiyor. Yeni sektörler, istihdam alanları ortaya çıkıyor. Hükümetin her gün enerji ithalatından şikayet edip, enerjiyi daha az kullanmak için harekete geçmemesinin mantıklı bir açıklaması yok. Vergi gelirlerini petrol, doğalgaz ve otomobil satışlarına bağlamak bahane olabilir ama bunda ısrar etmek kabul edilemez.

Türkiye’nin ekonomiyi tüketerek büyütme niyeti sürdükçe enerji talebi de artacak. Bu değişmeli, önce talep artışını kontrol etmeliyiz. Bunun için onlarca farklı yol var. Toplu taşımayı teşvik etmek, yeni binalara yalıtım standartları getirmek, enerji yoğun aletlerden daha çok vergi almak, enerjiyi verimli kullanan üretim araçlarına teşvik vermek gibi. Enerji talebindeki artış ‘takdir-i ilahi’ değil. Talebi yönetmeye başladıktan, artışı makul seviyelere getirdikten sonra yenilenebilir enerji kaynaklarıyla yola devam edebilirsiniz. Rüzgar, güneş, biyokütle gibi kaynaklar 10-15 yıl öncesine göre hem daha ucuz hem de daha verimli. Bugün dünyada tüketilen elektriğin yüzde 4’ü rüzgar türbinlerinden sağlanıyor. 60 yıllık geçmişe, milyarlarca dolarlık sübvansiyonlara rağmen nükleer enerjinin payının yüzde 12 olduğunu düşünürseniz, bu hızlı gelişmeyi daha iyi görebilirsiniz. Küçümsenen rüzgar enerjisinin Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 3’ünü sağladığını da ekleyelim.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın birkaç gün önce açıkladığı Dünya Enerji Görünümü raporunda, yenilenebilir enerji kaynaklarının (hidro dahil) 2015’ten önce kömürün ardından en önemli elektrik üretim kaynağı olacağı yazıyor (Yeni Politikalar Senaryosu). Dünyada üretilen elektriğin yüzde 31’i bu kaynaklardan sağlanacak. 2035’te elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 33, gazın yüzde 22 ve nükleerin payı yüzde 12 olacak. İşin ilginç tarafı yenilenebilirdeki artışın üçte ikisi başta Çin olmak üzere OECD dışındaki ülkelerden geliyor. Yenilenebilir pahalı diyenlerin bir hesap hatası yaptığı ortada.

Enerji mi önce tükenecek, Türkiye mi?

Özgür Gürbüz-Perspectives/Temmuz 2013 

Türkiye’nin büyüme stratejisi bir ekolojist için “ürkütücü” rakamlardan oluşuyor. Ürün ve hizmetlerini satacak pazar arayanlarsa tüketim ve iç taleple beslenen Türkiye’deki ekonomik hareketlilikten memnun. Denetimlerin, hukukî süreçlerin işletilmediği, çok tartışılan sürdürülebilir kalkınmanın bile kabul görmediği, bireylerin görüş ve önerilerinin dikkate alınmadığı, sosyal maliyetlerin hiç konuşulmadığı Türkiye’de sürece olumlu bakanlar büyümeyi adeta tanrılaştırılıyor. Büyüme tanrısını mutlu etmek için ona her gün adaklar sunuluyor. Adaklar arasında nehirler, ormanlar, temiz hava ve insanlar var. İnşaatlarda işçiler ölüyor, nehirlerin üstü barajlarla örülüyor, kıyı şeritleri ve orman alanları yapılaşmaya açılıyor. Ekolojistler ile pazar odaklı büyümeyi destekleyenler, Türkiye’nin ekonomik değişimini yorumlarken farklı düşünseler de, bir noktada birleşiyor ve aynı soruyu soruyorlar: Bu ekonomik hareketliliği destekleyecek yeterli enerji kaynağı var mı? Ya da bir çevreci gibi soralım, “Bu hareketliliğin doğal varlıklar üzerindeki etkisi kabul edilebilir bir düzeyde mi?” Bu sorunun yanıtını verebilmek için, önce Türkiye’nin mevcut enerji durumuna sonra da büyüme ve enerji talebiyle ilgili tahminlere bakmalı.

ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIK
Türkiye, enerjisinin yüzde 70’den fazlasını ithal ediyor.I Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiğinden bu yana, ekonomide yüksek oranda bir büyüme hedefleniyor. AKP aynı zamanda enerjide dışa bağımlılığı azaltmayı hedefliyor. Bu hedeflerden sadece yüksek oranda ekonomik büyümede kısmî bir başarıdan bahsedilebilir. AKP’nin iktidara geldiği 2002’de, enerjide dışa bağımlılık yüzde 69 civarındaydı, 2010’da bu oran yüzde 73’ü gördü. Türkiye doğalgazda yüzde 98, petrolde ise yüzde 92 oranlarında dışa bağımlı. Petrolde dışa bağımlılığı azaltmak için yeni sondajlar yapılıyor, ancak talep yönetimi konusunda kayda değer bir çalışma yok. Aksine, yeni otoyollar, köprüler ve bireysel araç sahipliğini destekleyen politikalarla motorlu taşıt bağımlılığı destekleniyor. Elektrik üretiminde doğalgazın payı azaltılmaya çalışılıyor. İthal doğalgaz yerine ithal kömür ve nükleer öneriliyor. Doğalgazın konutlarda kullanılması yaygınlaştırılıyor ve yeni konut stokunun yalıtım gibi temel konularda yetersiz kalması ithal edilen miktarı azaltmıyor aksine arttırıyor. 2002’de 17 milyar m3 doğalgaz ithal eden Türkiye, 2012’de 43 milyar m3 doğalgaz ithalatıyla rekor kırdı. Deloitte’in mütevazı tahminleri bile 2017’de bu rakamın 50 ila 60 milyar m3 arasında seyredeceğini gösteriyor.II

Dışa bağımlılığı azaltma konusunda hükümetin güvendiği bir başka kaynak da kömür. Yerli kömür denince akla gelen linyit yataklarının yüzde 44’ü hâlihazırda elektrik üretimi için kullanılıyor.III Bakanlığın hedefi tüm yerli kömür potansiyelinin 2023’e kadar ekonomiye kazandırılması.IV İşin ilginç tarafı, 2009’da yayımlanan Elektrik Enerjisi Piyasası Arz Güvenliği Strateji Belgesi’ne göre, sadece kömür değil, diğer birçok kaynağın tamamının 2023’e kadar kullanılması hedefleniyor. Bu hedeflerin en çarpıcılarını şöyle sıralayabiliriz:

• 2023 yılına kadar teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelimizin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması.

• Rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 2023’e kadar 20 bin MW’a (megavata) çıkarılması.

• Elektrik enerjisi üretimine uygun 600 MW’lık jeotermal potansiyelin tümünün kullanılması.

• Bu sayede doğalgazın elektrik üretimindeki payının yüzde 30’a (2012 Nisan ayı itibariyle bu oran yüzde 47,1)V düşürülmesi.

Stratejik belgede enerji ithalatını azaltacak iki önemli kaynakla (güneş enerjisi ve verimlilik) ilgili rakamsal hedefe rastlanmazken, bir başka ithal kaynağa, ithal kömüre yeşil ışık yakılmış. Dışa bağımlılığa karşı bir yandan ülkedeki her nehir üzerine hidroelektrik santral kurmayı planlayan hükümetin aynı zamanda ithal kömüre “evet” demesi strateji belgesinin çok da “stratejik” olmadığını düşündürüyor. Belgenin ağırlığını azaltan bir başka nokta da, 2023’e kadar neredeyse tüm yerli kaynakları kullanan Türkiye’nin bu tarihten sonra ister istemez enerji ithalatına yönelip yönelmeyeceği sorusunun yanıtlanmaması. Türkiye yerli kaynaklarını on yıl içinde sonuna kadar kullandıktan sonra (2023’e kadar yerli kömür ve hidroelektrik potansiyelinin tamamı değerlendiriliyor), enerji talep artışı durmazsa yine enerji açığı çekecek gibi gözüküyor. Hükümetin talep tahminleri ise artışın durmayacağını söylüyor. 

HEDEF ON YILDA YERLİ KANAKLARIN TAMAMINI TÜKETMEK
Türkiye’nin birincil enerji talebi 2011’de yaklaşık 115 milyon TEP (ton eşdeğer petrol) iken 2023’te birincil enerji talebinin yüzde 90 artarak 218 milyon TEP’i bulacağı öne sürülüyor. 2011’de birincil enerji içerisinde yüzde 32 olan doğalgazın payının yüzde 23’e geriletilmesi planlanırken, kömürün yüzde 31 olan payının 37’ye çıkarılması hedefleniyor. Bakanlığa göre, nükleer enerjinin birincil enerji içerisinde “sıfır” olan payı 2023’te yüzde 4 olacak. Ne gariptir ki, 2011’den 2023’e hidroelektrik ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının birincil enerji içerisindeki payları (sırasıyla yüzde 4 ve 6) petrol gibi (2011’de yüzde 27 ve 2023’de yüzde 26) hiç değişmeyecek. Stratejik belgede belirtilen hedef tutturulup tüm hidroelektrik potansiyel kullanılsa bile, iki katına çıkan talep yüzünden bu oransal bir değişime neden olmayacak. “Stratejik” plan görüldüğü gibi, sürdürülebilirlik anlamında Türkiye’de radikal bir değişime neden olmuyor. 2023’te birincil enerji talebinin yüzde 90’ı sürdürülemez kaynaklardan sağlanacak: kömür, petrol ve nükleer. Hem de Türkiye’nin neredeyse tüm nehirlerine hidroelektrik santral kurulmasına, Enerji Bakanlığı’nca kabul edilmiş rüzgâr enerjisi potansiyelinin (48 bin MW)VI yarısının değerlendirilmesine rağmen. Bu tablo Türkiye’nin ekonomik büyümesinin yerli kaynaklarla sürdürülemeyeceğini hükümetin verileriyle ortaya koyuyor. On yıl sonra, “iktidarca kabul edilen yerli kaynakların” neredeyse tamamının tüketileceğini görüyoruz.

Bu kaynakların kullanılmasıyla yaşanabilecek çevre sorunlarını bir yana bıraksanız bile, bu “stratejik” hamle size dışa bağımlılık anlamında da ciddi bir avantaj sağlamıyor. 2023’te birincil enerji talebinin yüzde 53’ünü oluşturacak nükleer, petrol ve doğalgazın hemen hepsi dışarıdan ithal edilen kaynaklar. Kurulması planlanan nükleer santrallerin yakıtının ve işletmeci firmalarının yabancı olduğunu hatırlatalım. Yüzde 37’lik orana sahip olacak kömürün de tamamı yerli kömür değil. 2011’de Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 10’u ithal kömürle çalışan santrallerden üretildi. Bu santraller 2023’te de çalışmaya devam edecek ve ithal kömürle çalışan yeni santraller inşa edilecek. Bugün Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nda inceleme ve değerlendirme aşamasında ithal kömürle çalışan 6 bin MW’lık santral lisans almak için bekliyor. Lisans başvurusu yapan ithal kömür ve doğalgaz santrallerini de hesaba katarsak, Türkiye’nin yüzde 70’lerde seyreden dışa bağımlılık oranının 2023’te pek değişmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hem de yerli kömür ve hidroelektrik potansiyelinin tamamen kullanılmasına rağmen.

SÜREKLİ ARTAN ENERJİ TALEBİ
Stratejik hedef ve tahminlerin enerji ayağının çok sağlam olmadığını kısaca özetledikten sonra, bir de büyüme ayağına bakalım. Ekonomik büyüme ile enerji arasında yakın bir ilişki var. Bir ekonomide büyümenin ölçütü, mal ve hizmet üretimindeki artıştır. Daha çok mal üretmek, daha fazla hizmet sunmak daha fazla enerji tüketimini de beraberinde getirir. Enerji tüketiminin kendisinin büyümeyi desteklediği de unutulmamalı. Büyümenin yakıtı kabul edilen enerji kaynaklı hasarın sonuçları Türkiye’de de ortaya çıkmaya başladı. Madenler, enerji santralleri doğada geri dönüşü olmayan tahribata yol açıyor. Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine katkısı artıyor. 1990’dan bu yana, seragazı emisyonu yüzde 124 arttı. Kişi başına düşen emisyon miktarı 5,7 ton; dünya ortalamasının üzerinde.VII Çevresel sorunları gözardı etsek bile Türkiye’nin enerji kaynaklarının umulan büyümeyi desteklemeye yetip yetmeyeceği gibi bir başka soruyla karşı karşıyayız. Türkiye ne kadar ve nasıl büyümek istiyor? Enerji kaynaklarının yeterliliği konusu biraz da bu soruya verdiğiniz yanıta bağlı.

2011’de ekonomisi yüzde 8,8 oranında büyüyen Türkiye, krizle yatıp krizle kalkan birçok ülke için örnek gösterilse de, büyümenin niteliği ve sürdürülebilirliğinin tartışmalı olduğu bir ülke. Sürdürülebilirlik kelimesi burada iki farklı anlam taşıyor. Birincisi, çevresel açıdan bir değerlendirme içeriyor ve Türkiye’de genelde ihmal ediliyor; ikincisi ise büyümenin sürekliliğini anlatıyor. Öncelikle sürdürülebilirliğin ikinci tanımına bakalım. Türkiye üst üste 13 çeyrektir büyüyor.VIII Büyüyor ama, büyüme oranları arasında yıllara göre farklılıklar var. Küresel ekonomik kriz Türkiye ekonomisinde ciddi bir darboğaza neden olmasa da, büyüme rakamlarının zikzaklar çizmesine neden oluyor. 2001’deki ekonomik krizden sonra yüzde 5,7 oranında daralan Türkiye ekonomisi, 2002’de yüzde 6,2 oranında büyüyebiliyor. 12 yılın rekor büyümesi yüzde 9,4’le 2004’te gerçekleşiyor. Ardından iniş başlıyor, 2008’deki yüzde 0,6’lık yerinde saymadan sonra, 2009’da yine “eksili” oranlarla (-4,8) büyüme değil, küçülme gerçekleşiyor. 2009’da yeniden yüzde 9’lara çıkılıyor ama bu eğilim sadece iki yıl sürüyor. 2012 büyüme oranı sadece yüzde 2,2. Türkiye ekonomisi iç ve dış nedenlerden dolayı 7-8 yılda bir ekonomik daralmayla karşılaşıyor. Basitçe söylersek, Türkiye sıkça kıyaslanan Çin gibi sürekli aynı oranlarda büyümüyor. Büyüme hızı inişli çıkışlı, ama ortalamada artan bir eğilime sahip.



İlk bakışta, enerji talebinin büyümedeki artışa paralel bir yükseliş gösterdiği söylenebilir. 2000-2011 yılları arasında, ekonomik büyüme ortalama yüzde 4,36 oranında artarken, elektrik talebi artışı yüzde 5,6 oldu. 2004, 2005 ve 2010’da ise bunun tersi gerçekleşti. Büyüme rakamlarının sırasıyla yüzde 9,3, 8,4 ve 9,2 olduğu bu yıllarda elektrik tüketimindeki artışlar yine sırasıyla, yüze 6,2, 7,1 ve 7,8’de kaldı. Büyümenin yüzde 4,7 olduğu 2007’de ise elektrik talebi yüzde 8,8 oranında arttı. Bir yıl sonra Türkiye ekonomisi neredeyse hiç büyümedi (0,7), ama elektrik talebi yüzde 4,2 oranında arttı. Burada bir korelasyondan bahsetmek yerine, bir “kontrolsüzlükten” bahsetmek daha doğru gibi görünüyor. Bu tespit, elektrik talebinin genel seyrinde bir artış olduğunu reddetmemekle birlikte, Türkiye’de, büyüme rakamlarına bakarak enerji veya elektrik için talep tahminleri yapmanın zor olduğuna dikkat çekiyor. Yanılgılar da buradan kaynaklanıyor. Elektrik talep öngörülerine bakarak tahminlerin nasıl yanıldığını görebiliriz.

Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ), 2005’te yaptığı talep tahmininde, 2011 yılında elektrik talebinin yüksek senaryoya göre 262 milyar kilovatsaat (kWs) olacağını söylemişti. 2011’de Türkiye’nin elektrik talebi 230 milyar kWs’te kaldı. TEİAŞ, 2005’teki tahmininde yüzde 12’lik bir sapmayla yanıldı. Böylesine hareketli bir elektrik piyasasında altı yıl sonrasını bilmek zor, yüzde 12 iyi bir sapma oranı diyenler çıkabilir. Bir başka örnek: TEİAŞ’ın Ekim 2010’da yayımladığı kapasite tahmini raporunda ise 2011’de elektrik talebinin yüksek talep senaryosuna göre 220 milyar kWs’in biraz altında kalması bekleniyordu. Yıllık artışın yüzde 5 olması hesaplanıyordu, ama artış yüzde 9’u buldu. Görüldüğü gibi, elektrik talep tahminlerinde tek sorun zaman aralığı değil. Türkiye’de talep yönetilmiyor, arz odaklı politikalarla enerji sorunu çözülmeye çalışılıyor. Sınırsız enerji kaynaklarınız yoksa bu sizi ekonomik ve politik anlamda çok zorlar.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın enerji ihtiyacına dair tahminleri sürekli ve yüksek oranlarda bir artışa işaret ediyor. Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’nin (TEİAŞ) iki farklı senaryosu da geçmiş yıllardaki yanılgılara rağmen aynı yolda yürümekte ısrar ediyor. Elektrikte düşük talep senaryosunda yılda ortalama yüzde 6,5, yüksek talep senaryosunda ise yüzde 7,5 oranında artış bekleniyor. Bu da 2020’ye gelindiğinde, brüt talebin 400 ile 433 milyar kWs arasında değişeceği anlamına geliyor. 2012’de tüketimin 240 milyar kWs civarı olduğu düşünülürse, 8 yıl için ciddi bir talep artışının beklendiğini söyleyebiliriz. Enerji Bakanlığı’nın güneş enerjisi ve enerji verimliliği gibi konuları pek ciddiye almadığını görsek de herkes bakanlık gibi düşünmüyor. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin Enerji Komisyonu Başkanı Necdet Pamir Türkiye’nin yüksek talep senaryosunu bile karşılayacak elektrik üretme potansiyeline sahip olduğunu söylüyor: “Türkiye geçen yıl 241 milyar kWh elektrik tüketmiş. Aslında, bizim kaynaklarımız ortalama yüzde 7’lik büyümeyi bile karşılayacak düzeyde. 100 milyar kWh HES, 120 milyar kWh rüzgâr, 16 milyar kWh jeotermal, 380 milyar kWh da güneş potansiyelimiz bulunuyor. Bunların yanı sıra, 116 milyar kWh linyit, 35 milyar m3 biyogaz var. Yani, toplamda 700 milyar kWh’ın üzerinde kaynak var.’’ Pamir Türkiye’deki elektrik tüketiminin 241 milyar kWh civarında olduğunu da belirtiyor.IX Pamir’in çizdiği tablo da çevrecileri mutlu etmez elbette. Kömür ve HES’ler Türkiye’deki birçok çevreci için kırmızı çizgilerin ihlâli demek. Burada asıl önemli olan, potansiyelin tamamını kullanmadan enerji sorununu çözebilmek olmalı. Bu da enerji verimliliği ve talebin sorgulanmasıyla gerçekleşebilir. Türkiye’yi bu kadar enerji kullanmaya iten büyümenin gerekliliği tartışılmalı. Enerji yoğun hangi sektörlerde faaliyet gösterileceği hangilerinden çıkılacağı belirlenmeli.

Kaynak: Almanya Federal İstatistik Ofisi
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın enerji ihtiyacına dair tahminleri sürekli ve yüksek oranlarda artışa işaret ediyor. Bu, sadece bu hükümete has bir beklenti değil. Türkiye’yi yakından tanımayanları çoğu zaman yanıltıyor; özellikle de yatırımcıları. Zira bu tahminler, enerji talebinin artacağına dair belirtilerden kaynaklanmaktan çok, bir isteğin ifadesi. Türkiye’nin kalkınması için klasik iktisadî teorileri destekleyenler Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) büyük artış oranlarının hayalini kuruyor. Bu artış oranlarının gerçekleşeceğine inanan enerji konusundaki karar vericiler de, senaryolarını talebin devamlı artacağını temel alarak hazırlıyor. Belki de iki taraf da birbirinin yalancısı. Enerjiyi daha verimli kullanarak, düşük oranlarda veya azalan bir enerji talebiyle kalkınmak hiçbir zaman gündeme gelmiyor. Ya da enerji yoğun sektörlerden oluşan bir ekonomi yerine, katma değeri yüksek ürün üreterek daha az enerji tüketimiyle aynı GSYH’yı elde etmek konuşulmuyor; en azından, Türkiye’nin talep tahminlerine yansımıyor diyelim. Hâlbuki bunun örnekleri var. Almanya 1990’da, 100 birim enerji harcayarak 100 birim GSYH üretirken, 2010’da 94 birim enerji harcayarak 131 birim GSYH üretir hale gelebildi, bunda da enerjinin verimli kullanılması çok önemli rol oynadı.X

Enerji verimliliği konusunda Türkiye’nin yapacağı çok şey var. Türkiye GSYH’da 1000 avro değerinde artış sağlamak için 233 kilogram eşdeğeri petrol (kgep) harcıyor. Aynı ekonomik büyümeyi Yunanistan 147, İsviçre 80, Almanya 141, İtalya 123 ve İrlanda 92 kgep ile gerçekleştirebiliyor.XI Kabaca söylersek, aynı ürün veya hizmeti Türkiye’de üretmek için Avrupa’daki birçok ülkenin iki hatta 3 katı enerji harcamamız gerekiyor. İşin daha da kötüsü, tüm dünyada enerjiyi daha iyi kullanma yönünde bir eğilim gözlenirken Türkiye’nin 1990’dan bu yana neredeyse hiç ilerleme göstermemesi. Türkiye, 1990’da 1000 avroluk GSYH katkısı için 242 kgep harcıyordu. İlgili tablolarda ekonomisi Türkiye’ye benzerlik gösteren Avrupa ülkelerinde, enerjiyi akıllı kullanma yönündeki değişim daha iyi görülebiliyor.

 
Daha az enerjiyle daha çok iş yapmanın sırrı ulaşımdan üretime, konuttan sanayiye kadar yapılan tercihlerde yatıyor. Daha verimli makinalar, yalıtımlı binalar, toplu ulaşım gibi örnekler çoğaldıkça enerji talebi azalacak; bu sayede talep yönetimine de giriş yapmış olacağız. Talebi yönetebilir, enerjiyi verimli kullanabilirsek, birçok santral projesine gerek olmayabilir ve ekonomik büyüme daha az enerji tüketerek gerçekleştirilebilir.

TÜRKİYE'DE BÜYÜMENİN KAYNAĞI TÜKETİM
Türkiye’de büyümeye iç talebin büyük oranda katkı yaptığını biliyoruz.XII Bu nedenle de hükümet nüfus artışını hızlandırmaya çalışıyor. Bireysel tüketim azalırsa büyüme de durur. Nüfusun artması tüketilen mal ve hizmetin artmasıyla büyümeye katkıda bulunuyor. 75 milyonluk nüfusuna rağmen Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ailelere çok çocuk yapmaları için teşvik paketi hazırlıyor. Bunun nedeni, 2050’den sonra nüfusun azalacağının öngörülmesi.

2013 itibariyle, Türkiye’de kadın başına ortalama çocuk doğurma sayısı iki. Aşağı yönlü mevcut eğilim devam ederse 2023’te Türkiye nüfusunun 84 milyon 247 bin kişiye ulaşması bekleniyor. 2050’de 93 milyona ulaşarak zirve noktasını bulacak nüfus daha sonra düşüşe geçecek. 2023’te yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri) 8,3 milyon olması bekleniyor. Bu da toplam nüfusun yüzde 10’una denk düşüyor. 2075’te ise yaşlı nüfusun oranı yüzde 27’yi geçecek.XIII Başbakan Erdoğan’ın artık tavsiyenin de ötesine geçen en az üç çocuk yapılması söylemi, yaşlanan nüfusun iç talebi sürdürecek alımda bulunamamasından kaynaklandığı düşünülebilir. Erdoğan’ın endişe etmesi gereken, 2075’te Türkiye’deki yaşlı nüfus oranının Avrupa’daki ülkelerin bugünkü oranlarını yakalaması değil; aksine, Türkiye ekonomisinin yapısal bir değişiklik gösteremeyerek 60 yıl sonra bile hâlâ iç talebe dayalı bir büyümeden medet umması olmalıdır. Korkulan yüzde 27’lik oran bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde (İsveç, Portekiz, İngiltere, Avusturya, Finlandiya) yakalanmıştır.XIV Türkiye’nin büyümesinin inşaat, ticaret ve ulaşım gibi kalemler üzerinde yükselmesi çok çocuk aşkının kaynağı olabilir, ama bu ekoloji açısından sürdürülemez. Türkiye’nin biyolojik kapasitesi ve ekolojik ayak izinin karşılaştırması bize bunu söylüyor. Türkiye’de kişi başına düşen tüketimin Ekolojik Ayak İzi 2,7 kha (küresel hektar) ile kişi başına küresel biyolojik kapasitenin yüzde 50 üzerinde. Bir başka ifadeyle, dünyadaki herkes ortalama bir Türkiye vatandaşı kadar tüketirse 1,5 gezegene ihtiyacımız olacak. WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve Global Footprint Network (Küresel Ayak İzi Ağı) tarafından hazırlanan Türkiye’nin Ekolojik Ayak İzi raporundaki en çarpıcı veri ise şu: “Türkiye’de kişi başına düşen Ekolojik Ayak İzi’nin sabit seyrine karşın, tüketimin toplam ayak izi yüzde 150 büyümüştür. Bu büyümenin en temel nedeni, 1961-2007 yılları arasında Türkiye’nin nüfusunda olağanüstü artış yaşanmasıdır”.XV Türkiye’de uzun vadede bireysel tüketim miktarının çok değişmediğini, ama nüfus artışıyla tüketimin arttığını göz önünde bulundurduğumuzda (2000’lerde doğanların 1960’larda doğanlara göre daha çok tükettiğini de hesaba katmamız gerekiyor), tüketimle büyüyen Türkiye’nin çok çocuk ısrarını daha iyi anlıyoruz. Bunu anlamamız ekolojik yıkımı elbette azaltmayacak.

Rapordaki bir diğer veri ise daha da önemli. 1990’lara kadar ekolojik ayak izini biyolojik kapasitesine uygun bir seviyede tutmayı başaran Türkiye, 2002’den itibaren ekolojik ayak izini hızla arttırmaya başlarken biyolojik kapasitesi de 2006’dan sonra düşüşe geçiyor.XVI 2002’de iktidara gelen AKP’nin büyüme politikalarının hayata geçirilmesiyle ekolojik ayak izimizin büyümesini ve biyolojik kapasitenin düşmesini aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Görülen o ki, Türkiye’nin büyüme politikası enerji tüketimini arttırdığı gibi ekolojik sorunlara da zemin hazırlıyor. Üstelik, bu büyüme politikasının ve aşırı enerji tüketiminin sadece yerli kaynaklarla desteklenebileceği tezi de tartışmalı. Güney Kore gibi ithal enerjiyle ekonominizi yürütme şansınız her zaman var, ancak bu defa da ihracatı arttırmanız ve katma değeri yüksek ürünler üretmeniz gerekir. Bir başka yol daha var, sadece Türkiye için değil, diğer ülkeler için de çözüm olabilir. Sınırsız tüketimi sınırlı kaynaklarla karşılamaya çalışmak yerine, tüketimi sınırlayıp öncelikli ürünlerin üretimine izin vererek ya da silah sanayine sınırlar koyarak sorunu çözebiliriz. Çok mu radikal bir öneri? Dünyanın ortalama sıcaklığı 1,5-2,5 dereceden fazla artarsa, tüm bitki ve hayvanların yüzde 30’unun soyu tükenebilir. Şimdi bir daha soralım: Lüks arabalara, savaş uçaklarına kaynak ayırmamak çok mu radikal bir davranış olur?


Dipnotlar

I. T. C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı’nda bu oran yüzde 73, s. 22.

II. Türkiye Doğalgaz Piyasası Beklentiler, Gelişmeler 2012, Deloitte, s. 18.

III. T. C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı, s. 24.

IV. T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2013 yılı Bütçe Sunumu, s. 70.

V. T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Dünyada ve Türkiye’de enerji görünümü sunumu, saydam 19.

VI. En son 12 Mayıs 2013 tarihinde http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b =ruzgar&bn=231&hn=&nm=384&id =40696 adresinde görüldü. 48 bin MW, rüzgâr hızı 7 m/s’den fazla olan bölgelerde kurulabilecek kurulu güce işaret ediyor.

VII. TÜİK, Seragazı Emisyon Envanteri, 1990-2011.



VIII. En son 12 Mayıs 2013 tarihinde http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1329715-turkiye-2012de--2-2-buyudu adresinde görüldü.

IX. “Yüzde 7 büyümeyi karşılayacak enerji potansiyeline sahibiz”. Dünya Gazetesi. En son 12 Mayıs 2013 tarihinde http://www.dunya.com/yuzde-7-buyumeyi-karsilayacak-enerji-potansiyeline-sahibiz-187752h-p2.htm adresinde görüldü.

X. Climate Protection and Growth (İklimi Koruma ve Büyüme), Federal Ministry for the Environment, Nature Conservation and Nuclear Safety (Almanya Çevre, Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı), s. 13.

XI. Eurostat 2010 yılı verileri, 21 Mayıs 2013.

XII. Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve Yapısal Sorunlar, BETAM Araştırma Notları, Derleyen Prof. Dr. Seyfettin Gürsel.

XIII. TÜİK, Nüfus Projeksiyonları 2013-2075, 14 Şubat 2013.

XIV. Eurostat, Projected old-age dependency ratio (Tahmin edilen yaşlı nüfusa bağımlılık oranı).

XV. Türkiye’nin Ekolojik Ayak İzi, WWF Türkiye ve Global Footprint Network (Küresel Ayak İzi Ağı), s. 7.

XVI. Türkiye’nin Ekolojik Ayak İzi, WWF Türkiye ve Global Footprint Network (Küresel Ayak İzi Ağı), şekil 9.