Müjdemi isterim.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, 2023’e kadar Türkiye’nin kurulu gücüne 50 bin
megavatlık ilave yapılacağını söyledi. Türkiye’deki enerji santrallerinin şu
andaki kurulu gücü 61 bin megavat. Yıldız’ın isteği gerçekleşirse Türkiye, 90
yılda kurduğu enerji santrali kadarını önümüzdeki 10 yılda kuracak. Her yer
baraj, her yer termik ve nükleer olacak. 122 milyar dolarlık yatırımdan söz
ediliyor. Bu hedeflere ulaşılır mı, emin değilim. Amacın bu olduğunu da
sanmıyorum. Böyle bir ihtiyaç da yok. Asıl amaç pazarın büyüklüğüne vurgu
yaparak yabancı yatırımcı ve finansmanı Türkiye’ye çekmek. Ekonominin ayakta
durabilmesi için inşaata, inşaatların hayata geçmesi için de paraya ihtiyaç
var. “Enerji talebi var mı”, “Daha az enerjiyle aynı işi yapabilir miyiz”
diye soran yok. Çünkü bu çarpık ekonominin çarkı ancak tüketerek dönüyor. Daha
fazla nehir, daha fazla orman ve canlı (insan dahil) tüketerek ekonomiyi sözüm
ona büyütüyoruz.
1990 yılında Almanya ekonomiye
100 birimlik katkı yapmak için 100 birim enerji harcıyordu. 2010 yılında ise 94
birim enerji harcayarak ekonomiye 131 birim katkı yapar hale geldiler. Enerjiyi
artık daha verimli kullanıyor, daha az enerjiyle daha çok iş yapıyorlar. Peki,
ya Türkiye? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından
günümüze enerji verimliliği konusunda en ufak bir ilerleme gerçekleşmedi.
2002’de 1 birim ekonomik katkı için 240 kg eşdeğeri petrol harcıyorduk, 2011’de
ise 232 (Eurostat verileri). Aynı
zaman diliminde Almanya bu rakamı 157’den 128’e düşürdü. İyiyken daha iyi oldu.
Enerjiyi verimli kullanmak ekonomik durgunluk anlamına da gelmiyor. Yeni sektörler,
istihdam alanları ortaya çıkıyor. Hükümetin her gün enerji ithalatından şikayet
edip, enerjiyi daha az kullanmak için harekete geçmemesinin mantıklı bir
açıklaması yok. Vergi gelirlerini petrol,
doğalgaz ve otomobil satışlarına bağlamak bahane olabilir ama bunda ısrar etmek
kabul edilemez.
Türkiye’nin ekonomiyi tüketerek
büyütme niyeti sürdükçe enerji talebi de artacak. Bu değişmeli, önce talep artışını
kontrol etmeliyiz. Bunun için onlarca farklı yol var. Toplu taşımayı teşvik
etmek, yeni binalara yalıtım standartları getirmek, enerji yoğun aletlerden
daha çok vergi almak, enerjiyi verimli kullanan üretim araçlarına teşvik vermek
gibi. Enerji talebindeki artış ‘takdir-i
ilahi’ değil. Talebi yönetmeye başladıktan, artışı makul seviyelere
getirdikten sonra yenilenebilir enerji kaynaklarıyla yola devam edebilirsiniz.
Rüzgar, güneş, biyokütle gibi kaynaklar 10-15 yıl öncesine göre hem daha ucuz
hem de daha verimli. Bugün dünyada tüketilen elektriğin yüzde 4’ü rüzgar
türbinlerinden sağlanıyor. 60 yıllık geçmişe, milyarlarca dolarlık
sübvansiyonlara rağmen nükleer enerjinin payının yüzde 12 olduğunu düşünürseniz,
bu hızlı gelişmeyi daha iyi görebilirsiniz. Küçümsenen rüzgar enerjisinin
Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 3’ünü sağladığını da ekleyelim.
Uluslararası Enerji
Ajansı’nın birkaç gün önce açıkladığı Dünya Enerji Görünümü raporunda,
yenilenebilir enerji kaynaklarının (hidro dahil) 2015’ten önce kömürün ardından
en önemli elektrik üretim kaynağı olacağı yazıyor (Yeni Politikalar Senaryosu). Dünyada üretilen elektriğin yüzde
31’i bu kaynaklardan sağlanacak. 2035’te elektrik üretiminde kömürün payı yüzde
33, gazın yüzde 22 ve nükleerin payı yüzde 12 olacak. İşin ilginç tarafı yenilenebilirdeki
artışın üçte ikisi başta Çin olmak üzere OECD dışındaki ülkelerden geliyor.
Yenilenebilir pahalı diyenlerin bir hesap hatası yaptığı ortada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder