ÇED etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇED etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sokaktan Danıştay’a çevre mücadelesi sürüyor

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Kasım 2017

Türkiye’de doğa korumayı fidan dikmekle eş tutan birçok insan var. İktidar da böyle düşünüyor. Geçenlerde AKP Genel Başkanı Erdoğan da kendisini eleştirenlere şöyle yanıt vermişti: “Hayatlarında tek bir ağaç dikmedikleri halde dünyanın en çevreci insanı geçinenleri artık dikkate almıyorum”. Aslında bu cümle onun da konuya çok uzak olduğunu gösteriyor. Çünkü diktiğiniz ağaç değil fidandır. Onlar tutarsa sonra ağaç olur. Neyse, zaten her yer beton, beton ve beton. Üzmeyelim kimseyi.

Merak ediyorsanız söyleyeyim, çok sayıda fidan dikmişliğim var ama bunun arkasına sığınıp kendimi iyi bir “çevreci” ilan edecek değilim. Doğa koruma bundan ibaret değil. Tek kıstasınız fidan dikmek bile olsa her şeyden önce diktiğiniz fidanları ve var olanı korumak zorundasınız. Doğa ihaneti sevmez. Çevreciliğin özünde sadakat ve koruma var. İş buradan başlar.

Doğa korumacılar, doğaya müdahale ederek yeni bir yeşil alan yaratmayı değil, onun doğal halini korumaya çalışır. Bin tane kent parkı yapsanız, Karadeniz’in doğal yaşlı ormanlarının yerini tutmaz. Orada yüzyıllardır yaşayan canlılar ve onların oluşturduğu bir ekosistem var. İstanbul’un kuzey ormanları da böyle. Ağaçları kesip, yerine ekolojik köprü yaparak çevreci olamazsınız. O ağaçları kesmemenin yolunu bulduğunuzda size çevreci denir.

Fidan dikme işi şirketlerin, iktidarların halka biçtiği çevrecilik aslında. Doğayı yok edenler çevreciliği fidan dikme, çöp toplama ve kamuoyunu bilgilendirme (bilgi verirken kimse ne dediklerini anlamasın diye bu yapılan işe farkındalık diyen de var) gibi kendilerine dokunmayacak alanlarla sınırlamayı çok seviyor. Üçüncü havalimanı için binlerce ağaç kesilirken siz Kilyos sahilinde plastik atıkları toplayabilirsiniz. Kuzey Ormanları’nı mahvedecek yapılaşma projesinin temelini atan İGA bu çöp toplama eyleminden hiç rahatsız olmaz hatta maddi destek bile sağlar…

İklim değişikliğiyle ilgili yüzlerce toplantı yapabilirsiniz, kömür şirketlerinin keyfi bu toplantılar yüzünden pek kaçmaz. Ne zaman siz bu toplantıların yanında, kömürden vazgeçilmesi için imza kampanyaları düzenler, lobi çalışmalarına başlar, eylemler yapar ve finansal kaynaklarının yok edilmesi için harekete geçersiniz, işte o zaman huzurları bozulur. Çevrecilik veya yeşilcilik, adına ne derseniz deyin, doğa koruma işi, işte tam o zaman başlar.

Bartın Amasra’da yürütülen hukuk mücadelesi, görmediğiniz doğa koruma mücadelelerine iyi bir örnek. Kentte Hattat Enerji’nin kurmak istediği kömür santralına karşı çıkmayan yok. Buna rağmen şirket, kömür hazırlama tesisi kurmak için “ÇED gerekli değildir” kararı aldırmış. Bartın Platformu bu kararı mahkemeye taşımıştı. Danıştay, bu tesisin termik santralın bir parçası olduğunu kabul etmiş dolayısıyla da projelerin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti. Danıştay’ın net kararına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kömür hazırlama tesisinin ÇED sürecini sürdürüyor. Bartınlılar da adaletin çalışması için, “adaleti” kendi aldığı karara uyması için ikna etmeye çalışıyor. İnanın bu iş, 1 milyon fidan dikmekten zor! İşte size doğa korumanın en has örneği.

Bir başka çevre koruma mücadelesi de 22 Kasım’da yine Ankara’da verilecek. Danıştay, Akkuyu Nükleer Santralı’nın ÇED iptal davası için toplanacak. Hatırlayacaksınız, Danıştay karar için bilirkişi heyeti talep etmiş, heyetin hazırladığı raporda Wikipedia’dan ve santralı kurmak isteyen şirketin kendisinden yalan yanlış bilgilerin kullanıldığı ortaya çıkmıştı. Binlerce liraya bilirkişilik yapan heyetin, uzman olması gereken konularda wikipedia gibi herkesin bilgi girdiği kaynaklardan yararlanmaya çalışması ve bu bilgilerin doğruluğunu bile kontrol edecek düzeyde olmaması akıllara ziyan bir durum.

İyi çalışan bir hukuk devletinde bu davanın sonucu bellidir ama burası Türkiye. Çevreciler, nükleer karşıtları ve doğaseverler hem Ankara’da hem de sosyal medyada #AkkuyuİçinAdalet sloganıyla Akdeniz ve Türkiye’yi bir nükleer felaketten korumak için uğraşacak. Sadece hukuku değil, üniversitelerin, bilimin onurunu da korumaya çalışacak. Doğa koruma dediğimiz böyle bir şey artık. Ortada fidan yok ama yaşamı, adaleti ve ezilenleri savunma mücadelesi var.

Madencilik talanına ÇED desteği

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ekim 2017

2016 Maden ihracat rakamları (Kaynak:MTA)
Türkiye’nin doğasının talan edildiği artık tartışma götürmez bir gerçek. Bazen çılgın proje adıyla, bazen de yatırım sloganıyla, Türkiye’de girilmedik ova, kesilmedik ağaç, delinmedik dağ, el değmemiş koy kalmadı. Doğadaki varlıkların (kaynakların) bir sınırı var ama insanın hırsının yok.

27 Eylül’de Meclis Başkanlığı’na sunulan torba yasanın 54. maddesi Türkiye’de madencilik talanının hangi noktalara vardığını gösteren son örnek oldu. Torba yasa böyle geçerse, Maden Kanunu’nun 7. maddesinin 11. fıkrası değişecek ve bir madenle ilgili çevresel etki değerlendirme işlemleri üç aydan fazla sürerse o madenin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu olumlu kabul edilecek. Bürokrasi işi yetiştiremezse veya “ağırdan alırsa” halkın o madenin zararlarını görebildiği, kısmen de olsa itiraz edebildiği ÇED raporu, kimsenin görüşüne başvurmadan onaylanacak. Haberlere bakılırsa Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeler sırasında bazı AKP milletvekilleri de bu maddeye itiraz etmiş. Bakalım bu itirazlar maddenin yasalaşmasının önüne geçebilecek mi?

ÇED raporları gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye etkilerini belirleyen, olumsuz etkilerin önlenmesi ya da en aza indirilmesi için yapılacakları anlatan bir rapor. Asıl önemli olansa o raporun hazırlanış süreci. O süreçte halkın ve ilgili kurumların görüşü alınıyor. Madenciler formalitenin de ötesinde, bir komediye dönüşmüş bu toplantıların yapılmasını bile istemiyor.

Eskiden halkın katılımı toplantıları yapılmazsa, itirazlar yükselirse süreç durabiliyor ya da yavaşlıyordu. ÇED sürecinde yazılı olmasa da halkın projeyi reddetme hakkı kavga dövüş hayata geçiyordu. Aslında bu hakkın sürece dahil edilmesi gerek. TEMA Vakfı Avukatı Ömer Aykul, halkın ÇED sürecine katılımının yeterli olmadığını, ikna olmadıysa projeyi reddetme hakkının da olması gerektiğini söylüyor. Haklı. Maden açacağınız köyün sakinlerini bir odaya toplayıp projeyi anlatmakla iş bitmez. Onların da söz hakkı olmalı, itiraz ediyorlarsa maden açılmamalı. Demokrasiden, halkın katılımından bahsediyorsak bu iş böyle yapılır.

ÇED sürecinde bugün yaşananlar ise trajik. Madenciler özel güvenlik birimleriyle, halkın katılımı toplantısının yapıldığı toplantı salonlarına etten duvar örebiliyor. Çevreciler girmesin diye salonu adamlarıyla doldurabiliyor. Jandarma seyrediyor, Çevre Bakanlığı temsilcileri görmüyor! İnanmazsanız Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan’a sorun, size tek tek anlatsın neler çektiklerini.

ÇED bir formalite oldu ama anlaşılan madencilerin ona bile tahammülü yok. 1993-2016 yılları arasında Çevre Bakanlığı’na gelen projelerin 4 bin 457 tanesine ÇED olumlu kararı verilmiş. Olumsuz yanıt alan proje sayısı ise 46. ÇED raporu istenen büyük projelerin sadece yüzde 1’i olumsuz yanıt almış. Bu tabloya bakarsanız her şey güllük gülistanlık. Sokağa çıkıyorsunuz her yerde doğa talanı.

Görünen o ki, Artvin Cerattepe’deki madenle ilgili yaşananlar madencileri öylesine yüreklendirmiş olmalı ki, torba yasaya madenleri halkın denetiminden kaçırmayı amaçlayan bu maddeyi koydurmayı bile başarmışlar. Nedir bu madenciliğin ülkeye katkısı diye bakıyorsunuz elde var bir yüzde 1,3. Madenciliğin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içindeki payı bu. 2003’te bu oran yüzde 1. Yurt içi hasıla arttığı için rakam büyüse de madenciliğin oransal katkısı neredeyse aynı.

Değişen rakam başka bir yerde. 2003 yılında Türkiye 742 milyon dolar değerinde maden ihraç ediyormuş. 2013’te 4 milyar 870 milyon dolara çıkmış. İhracatın yarısına yakınını da doğal taşlar oluşturuyor. Dağları yiyip bitiren taş ocaklarının nereye gittiğini görüyorsunuz. Türkiye’de doğayı, insan haklarını hiçe sayarak çıkarılan madenler, Çin, ABD ve Suudi Arabistan başta olmak üzere yurt dışına satılmış. Halkı etkisiz hale getirerek büyüyen neo-liberal politikaların yeni yüzü neo-madencilik Türkiye’de de artık iyice görünür hale geldi.

Kopyala-yapıştır rapor

Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santralin ÇED raporuna yapılan itiraz sonrası bir bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporun Kyoto Protokolü ile ilgili kısmı Wikipedia’dan kopyalanmış.

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Mart 2017

Bilirkişi raporundaki Kyoto
Mersin ili sınırlarında yapılmaya çalışılan Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na karşı açılan davaları neticelendirmek için fikrine başvurulan bilirkişi heyetinin hazırladığı raporun Kyoto Protokolü’yle ilgili bölümünün Wikipedia’dan kopyalandığı ortaya çıktı. Nükleer santralların iklim değişikliğine neden olan seragazı emsiyonlarını çıkarmadığını iddia ederek rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjilere göre avantajlı olduğunu öne süren bilirkişi heyeti, bu tezini açıklarken de Kyoto Protokolü’nün maddelerine yer vermişti. Raporda Kyoto Protokolü’nden “sözleşme” diye bahsedilmesi, "sözleşmenin maddeleri” diye verilen bilgilerin doğru olmaması eleştiri konusu olmuştu. Şimdi de bu bilgilerin Wikipedia’dan birebir kopyalanıp yapıştırılmış olduğu ortaya çıktı. 

Wikipedia'da Kyoto bölümü
Wikipedia’dan kopyalanan metinde, “Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5’e çekilecek”, “Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak”, “Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak” ve “Fosil yakıtlar yerine örneğin biodizel yakıt kullanılacak” gibi Kyoto Protokolü’nde  yer almayan öneriler, bilirkişi raporunda “sözleşmenin maddeleri” olarak belirtilmişti. Halbuki protokol, Kyoto’ya taraf, gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 oranında azaltmasını hedeflerken, nükleer enerji kullanımının ön plana çıkarılacağı gibi bir tahminde bulunmuyor. Kopyalanıp bilirkişi raporuna yapıştırılan bu maddeler aslında Wikipedia yazarının yorumları. Wikipedia gibi gönüllü yazarlar tarafından veri girilen bir kaynaktaki bilgilerin, doğruluğu kontrol edilmeden Danıştay’a sunulan bilirkişi raporuna girmesi çevreciler ve nükleer karşıtları tarafından skandal olarak niteleniyor.

Akkuyu’nun bilirkişi raporu hatalarla dolu

Mersin’de kurulmak istenen nükleer santrala karşı açılan davaları değerlendirecek Danıştay’a iletilen bilirkişi raporu açıklandı. Rapor hem nükleer enerji hem de çevre konusunda ciddi yanlışlarla dolu.

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Şubat 2017

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Rusya’ya Türkiye’de nükleer santral kurdurtma ısrarı sürüyor. Mülkiyeti ve kontrolü tamamen Rusya’nın elinde olacak santral projesinin geleceği aslında Türkiye ile Rusya arasıdaki ilişkiye bağlı. Öte yandan da hukuki ve teknik süreç devam ediyor. Santralla ilgili 17 farklı iptal davası var. Garip bir şekilde bu davalar Danıştay’da birleştirildi. Bilirkişi heyeti de Danıştay 14. Dairesi’ne görüşlerini içeren bir raporu birkaç gün önce sundu. 205 sayfalık bu rapor ne yazık ki yanlış bilgilerle dolu. Birkaç örnekle anlatalım.

Bölümün adı ‘Dünyada Nükleer Santrallerin Genel Durumu’. Burada Mayıs 2016 itibariyle dünyada 444 nükleer santralin işletmede olduğu yazılmış. Raporun ‘nükleer uzmanları’ dünyadan o kadar bir haber ki, 2011 yılında Fukuşima’da meydana gelen nükleer kaza sonrası ülkedeki 54 reaktörün (doğrusu reaktör santral değil) kapatıldığını bilmiyor. Bunlardan 10’unun kapısına resmen kilit vuruldu, sökülmeyi bekliyorlar. Kalan 42 reaktörden de şu anda sadece iki tanesi çalışıyor. Rapor doğru bilgilerle hazırlanmış olsaydı şöyle demeliydi: “Dünyada halihazırda çalışabilir durumda (bu reaktörlerin hepsi çalışmıyor) 402 nükleer reaktör var”. Doğru reaktör sayısını kullanmadıkları için nükleer santralların dünyadaki kurulu gücüyle ilgili verdikleri bilgiler de yanlış ve yanıltıcı.

Aynı bölümde nükleer enerjinin geleceğiyle ilgili verdikleri rakamlar da yanıltıcı. Dünyada nükleer kaynaklı elektrik üretiminin artacağını ancak toplam elektrik üretimindeki payının yüzde 9,2’ye düşeceğinden bahsetmişler. Kaynak da Sinop nükleer projesine ortak olmak isteyen EÜAŞ. En azından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) raporlarına bakma zahmetine katlansalardı, nükleeri savunan bu kurumun bile 2050 yılı için yaptığı tahminlerde bu oranın yüzde 4,7’lere kadar gerileyebileceğini söylediğini görürlerdi. Bugünkü oranın yüzde 11,2 olduğunu hatırlatalım. Nükleerin gözden düştüğünü yazamamışlar.

Nükleerden vazgeçenler raporda yok
Akkuyu için rapor hazırlayan bilirkişi heyeti
Bir başka felaket de Fukuşima sonrası birçok ülkede alınan nükleer karşıtı kararları es geçtikleri bölüm (sayfa 78). Raporda, “…kazadan bu yana bazı ülkeler nükleer santral projelerinden kısmen vazgeçerken bazı ülkeler nükleer programlarına devam etmişlerdir” denmesi bu raporun tarafsızlığına gölge düşürmüş. Dünyada Fukuşima sonrası nükleer santrallerini kapatma kararı alan ve bunu uygulayan Almanya gibi ülkeler olduğunu herkes biliyor ama bu raporda yok. Fukuşima’dan sonra nükleere geçme konusunu halk oylamasına sunan ve çıkan hayır sonucuyla yoluna nükleersiz devam eden İtalya’dan da bahsedilmiyor. Dünyanın nükleer enerjiyi en çok kullanan ülkesi Fransa’nın bile nükleerin elektrik üretimindeki payını 2025’e kadar yüzde 78’den yüzde 50’ye indireceği yazılmamış. Aksine, İsviçre’nin halk oylamasıyla eski reaktörlerini bir süre daha çalıştırma kararı aldığı yukarıdaki iddiayı desteklemek için kullanılmış. Üstelik, İsviçre’nin Fukuşima sonrası bu eski reaktörlerin yerine yenilerini yapmaktan vazgeçtiği de vurgulanmamış.

Benim için bu yanlışlar, bilirkişi raporunu hazırlayanların konudan ne kadar uzak olduklarının göstergesidir. Sağlığını, geleceğini ve bu memleketi sevenlere duyurulur.

***
Kyoto Protokolü’nde olmayan nükleeri öven maddeler uydurulmuş
Raporun ciddiyetsizliğiyle ilgili belki de en çarpıcı örnek Kyoto ile ilgili. Bu rapor İngilizce’ye çevrilir ve Akkuyu’da kurulan nükleer santralin dayanağı olarak gösterilirse vay halimize. Sayfa 84’te, ‘Kyoto Protokolü sözleşmesine’ (protokol mü sözleşme mi karar verememişler) vurgu yapılmış ve ‘sözleşme yer alan bazı maddeler’ başlığının altına yazılanlardan iki örnek:

·       Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5’e çekilecek.
·       Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerji de karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak.

Bilirkişi raporundaki aslı astarı olmayan Kyoto maddeleri
İlk maddenin doğrusu şöyle: Kyoto’ya taraf, gelişmiş ülkeler seragazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 oranında azaltacak. İkinci maddenin nereden geldiğiyse belli değil. Protokolün hiçbir maddesinde de nükleer enerjiden bahsedilmez. Bahsedilmediği gibi, nükleer enerji çözümün bir parçası görülmemiş, seragazı azaltımı için kullanılan emisyon ticareti gibi mekanizmalara nükleer dahil edilmemiştir.

***
Üçüncü ayında arıza yapan reaktör örnek gösterildi
Bilirkişi raporunun bir başka sorunu da denenmemiş Rus teknolojisini denenmiş gibi göstermek. Akkuyu’da kurulmak istenen VVER-1200 tipi reaktörün, temelde VVER-1000 teknolojisine dayandığı, bu reaktörün de birçok ülkede kullanıldığı tezi nükleer enerjiyi biraz bilenleri güldürür. Aralarında 200 MW güç farkı olan iki reaktörden bahsediyoruz, soğutma suyu miktarından güvenliğine kadar her şey değişir. VVER-1200 tipi reaktörün çalışan ilk örneği diye Rusya’nın Novovoranezh’deki reaktörünü göstermeleri de bir başka hata. Bu reaktör UAEA kayıtlarına göre ticari faaliyetine henüz başlamadı. Üstelik, deneme çalışmalarına başladıktan sonra elektrik jeneratörlerinde arıza meydana geldi ve reaktör bir süre durduruldu. Bilirkişi raporunda bu reaktörün ‘rüşdünü ispatlamış’ gibi sunulması akıl alınır gibi değil. Bir reaktörün güvenilirliğini ispatlaması için yıllar gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Akkuyu’yu deneme tahtası yapmayın!

***
Rus Büyükelçisi’ni koruyamayanlar Akkuyu’yu nasıl koruyacak?
Bilirkişi nükleer santralların karşı karşıya kaldığı terör tehlikesini de değerlendirmemiş. Nükleer santralların terör hedefi olduğunu yıllar önce yazdığımızda komplo teorisi sananlar, bugün Obama dahil dünya liderlerinden bu konunun ciddiyetini dinliyor. Türkiye’de de örgütlü olduğu yaşadığımız saldırılarla net bir biçimde ortaya çıkan IŞİD gibi terör örgütleri Rusya’yı hedef alan saldırılar düzenliyor. Büyükelçisini koruyamadığımız Rusya’nın nükleer santralını nasıl koruyacağımız meçhul. Nükleer santralların hem terörün hem de savaş zamanlarının hedefi olduğu raporda unutulmuş.

Doğa kanunları OHAL’den üstündür

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Temmuz 2016

Biz darbe ve karşı darbeye benzer hamlelerle uğraşa duralım dünya dönmeye devam ediyor. Son iki haftada, hangi general aslında darbeci, hangisi önlemeye çalışmış, FETÖ’cüler devlete ve medyaya hakim olurken kim uyumuş, kim ahmakmış diye anlamaya çalışırken, dünyanın çevre-ekoloji gündemi şu konulara ev sahipliği yaptı.

Avrupa Çevre Ajansı, Avrupa’da artan amonyak emisyonlarına ve sonucunda oluşan hava kirliliğine dikkat çekti. Bu emisyonların yüzde 94’ü tarım kökenli. Gübre depolama ve içinde nitrojen bulunduran gübre kullanımı amonyak emisyonlarını, dolayısıyla havayı kirletiyor. Bu da insan hayatını riske atıyor.

Enerjisini sadece güneşten alan Solar Impulse adlı uçak dünya turunu tamamladı. 17 bin güneş hücresine sahip uçak, hem çevreyi kirletmeden dünyanın bir ucundan diğerine gidilebileceğini gösterdi hem de güneş enerjisinin ileride her alanda belirleyici enerji kaynağı olacağının işaretlerini verdi.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2016 yılında dünyadaki elektrik üretiminin yüzde 2’sinin güneşten sağlandığını, 2030’da bunun yüzde 13’e çıkabileceğini söyledi. Bu gerçekleşirse, güneş enerjisi 14 yıl içinde dünyanın en önemli enerji kaynaklarından biri olacak.

2016 yılına ait Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu yayımlandı. Yeni nükleer santral yapımında Çin dışında fazla bir hareketliliğin olmadığı belirtilen raporun Fukuşima’yla ilgili bölümünde çarpıcı veriler yer aldı. Japon hükümeti verilerine göre kaza nedeniyle göç ettirilen nüfus Mayıs itibariyle 92 bin kişiyi geçiyor. 3 bin 400 kişinin zorunlu göç nedeniyle (sağlık durumlarının kötüleşmesi ve intihar nedeniyle) öldüğü, bunun da kayıtlara ‘deprem kaynaklı ölüm’ diye geçtiği belirtiliyor. Aynı raporda, Okayama Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmanın Fukuşima’da görülen çocukluk çağı tiroid kanseri vakasının Japonya ortalamasının 50 kat üzerinde olduğunu gösterdiği de yazıyor. Santral sahibi TEPCO şirketinin verdiği bilgilere göre kazanın maliyeti de şimdiden 133 milyar doları bulmuş.

Bern Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, erkek arılarının sinek ilaçları nedeniyle yüzde 40 sperm kaybına uğradığını söyledi. Arı nüfusunun azalması tüm besin zincirini etkileyeceği için bu konuda birçok araştırma yapılıyor. İsviçre’den gelen sonuçlar nedeni konusunda olası bir suçluya işaret ettiği için önemli.

Tüm bunlar olurken Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreçlerinin hızlandırılacağını ve yatırımcıların önünün açılacağını söyledi. Özhaseki, bir firma herhangi bir proje için ÇED aldıktan sonra, 60 gün içinde itiraz davası açılmazsa yargı yolu kapanacak dedi. Ardından İzmir’de 9 proje için ÇED gerekli değildir kararı çıktı. Kimilerine göre bu kararlar OHAL ile bağlantılı. Bazıları daha da kötümser, OHAL bahanesiyle çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnameler ile şirketlerin önündeki pürüzlerin aşılması için uygun bir ortamın yaratılacağı kaygısını taşıyor.

Biz bu kaygılardan bağımsız, uyarımızı yapalım. Hiçbir kanun, doğa kanunlarından üstün değildir. Çünkü doğanın kanunları yaşamın sürmesi için var ve yaşama hakkı her türlü haktan üstündür. Yaşama hakkına zarar verecek her türlü müdahale, öyle bir olağanüstü hal yaratır ki, üç ay sonra siz bitti deseniz de bitmez. İklim krizinde görüldüğü gibi.
Dünyada olan biten ortada. Aklı başında herkes, elindeki imkan ve gücü yaşama sahip çıkmak için kullanıyor. OHAL, rant baronlarının, şirketlerin ve politikacıların kısa vadeli çıkarları için kullanılamayacağı gibi Türkiye’nin doğru tarafta yer almasına, geleceği görmesine engel olmamalı. Türkiye’nin çevre politikasını dünyayla uyumlu bir hale getirmesi şart. Değil üç ay, üç gün bekleyecek durumda değiliz.

"Bilirkişi"nin Akkuyu’da nükleere hayır demesi için 10 neden

Özgür Gürbüz/11 Temmuz 2016

Bugün Akkuyu için önemli bir gün. Daha önce iki kez Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geri dönen Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu, binlerce itiraz dilekçesi hiçe sayılarak onaylanmıştı. Onaylanan ÇED’in iptali için birçok sivil toplum örgütü dava açtı. Şimdi de açılan dava kapsamında Akkuyu’da bilirkişi heyeti incelemelerde bulunuyor.

Bu ÇED raporuna ve projeye itiraz etmek için çok fazla neden var. Burada sadece 10 taneyle yetineceğim.

1.      Rüzgar, hidroelektrik, jeotermal gibi yerli kaynaklardan üretilen elektriği devlet daha ucuza (örneğin rüzgar için kilovatsaat (kWs) başına 7,3 sent) alırken, verilen alım garantisi yüzünden Rus nükleer santralinden daha pahalıya elektrik (kWs başına 12,5 sent) satın alınacak.
2.      Türkiye 60 yıl boyunca nükleer kaza riskiyle birlikte yaşayacak. Olası bir nükleer kazada Türkiye ekonomisi çökecek (Fukuşima’nın tahmini maliyeti 250-500 milyar dolar). Rusya ise birkaç milyar dolar tazminat ödeyip ülkesine dönecek.
3.      Doğalgazda bağımlı olduğumuz Rusya’ya elektrikte de bağımlı olunacak.
4.      Akkuyu’da üretilecek elektrik miktarının büyüklüğü ve doğalgazdaki aslan payı nedeniyle Rusya Türkiye’deki elektrik fiyatının belirleyicilerinden biri olacak.
5.      Orta ve düşük seviyedeki nükleer atıklar Akkuyu’da depolanacak. Yüzlerce yıl radyoaktif kalacak atıklar bize bırakılacak. Rusya’nın bu konuda sınırlı bir sorumluluğu olacak.
6.      Nükleer yakıttan, santralin sökümüne kadar, yaklaşık 100 yıl boyunca Rusya’ya bağımlı olunacak. Rusya ile olası bir anlaşmazlıkta, doğalgaz ve nükleer yakıt açığı belirecek. Suriye krizini herhalde herkes hatırlıyordur.
7.      Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na (NGS) ait Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarında, sorumlu nükleer enerji mühendislerinin imzalarının taklit edildiği, raporların yatırımcı firma ve ÇED firması tarafından revize edildiği sırada hiçbir nükleer enerji mühendisi tarafından görülmediği anlaşıldı. Sahte imza skandalına rağmen, halkın güvenliğini bu kadar yakından ilgilendiren bir projenin ÇED raporu onaylanamaz.
8.      Elektrik talep tahminleri abartılı. TEİAŞ, 2013 tahmininde 2015 sonunda en düşük elektrik talebinin 278 milyar kWs olmasını bekliyordu. 2015 sonunda gerçekleşen ise sadece 263 milyar kWs. Bu neredeyse Akkuyu'da kurulmak istenen nükleer santralin üreteceği elektriğin yarısı kadar bir sapma demek. Abartılmış talep tahminlerine güvenerek nükleer gerekli diyenler Türkiye’yi yanıltıyor.
9.      Türkiye elektrik üretmek için nükleere muhtaç değil. Akkuyu’daki nükleer santral tam kapasite çalışırsa yılda 35 milyar kWs elektrik üreteceği belirtiliyor. Enerji Bakanlığı’nın da kabul ettiği güneş enerjisinden elektrik üretme potansiyeli yılda 380 milyar kWs. Bu potansiyelin 10’da birini değerlendirmek nükleer santrali gereksiz kılacak. Güneşin sürekli olmadığıyla ilgili söylenenler de genelde eski bilgilere dayanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları çok çeşitli. Güneş yokken rüzgar, rüzgar yokken biyokütle veya jeotermal kullanılabilir. Türkiye gibi çok seçeneğe sahip bir ülkede tek sorun planlama. Örneğin, güneş varken mevcut barajlarda depolanan su akşam saatlerinde kullanılarak güneşin açığı kapatılabilir. Akşam rüzgar esiyorsa, barajlar elektrik depolama görevine devam edebilir. Barajlar uygun değilse jeotermal ve biyokütle gibi depolanabilir kaynaklar devreye girebilir. Almanya gibi elektriğinin yüzde 33’ünden fazlasını yenilenebilir kaynaklardan üreten ülkeler bu uygulamalarla elektrik kesintisi yaşamadan hayatlarını devam ettiriyorlar. Bizde olmaz demek tamamen bilgisizliğe dayanıyor. Mesele sadece güneş de değil, Türkiye’nin şu andaki şartlarda ekonomik kabul edilen rüzgar potansiyeli de yılda 150-200 milyar kWs civarında. Akkuyu’ya ve Sinop’a gerek olmadığı ortada.
10.  Türkiye’nin enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyeli değerlendirilirse nükleer santrallerin üreteceğinden fazla elektrik şebekeye verilir. 9. Kalkınma Planı’ndan: “Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalara göre sanayi, binalar ve ulaştırma sektörlerinde yapılacak verimlilik uygulamalarıyla hem genel enerji hem de elektrik tüketimlerinin yüzde 20-25 oranında düşürülmesi mümkün görülmektedir. Bunun elektrikteki karşılığı bugünkü tüketime bakarsak 60 milyar kWs’in üzerindedir. Kurulmak istenen iki nükleer santralden vazgeçip, mevcut elektrik enerjisini daha iyi kullansak yine elektriksiz kalmayız.

Hesap çok açık ve net. Bilirkişi heyetinin bu gerçekleri görmesi dileğiyle.

Akkuyu 11 Temmuz’da nükleer karşıtlarını bekliyor

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Haziran 2016 

Mersin’de kurulmak istenen nükleer santral karşı yürütülen mücadele 40 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. 40 yıl önce geleceğin nükleerde olmadığını görenler Türkiye’ye büyük bir hizmet yapıp, radyasyonu bu topraklara bulaştırmadılar. 1970’lerde Taşucu Balıkçılar Kooperatifi’nin başkanlığını yapan Arslan Eyce’yi, gazeteciler Örsan Öymen ve Ömer Sami Coşar’ı ilk adımları atmalarından dolayı kutlamak gerek.

Nükleer karşıtları olmasaydı bugün Türkiye binlerce ton nükleer atığa bekçilik yapıyordu. Belki de büyük bir nükleer felaketin getirdiği yıkımın izlerini silmek için uğraşıyor olacaktık. Çernobil veya Fukuşima’da gördüklerimiz Mersin’de yaşanıyor olabilirdi. 800 bin kişinin bölgeden tahliye edildiğini, Türkiye’nin naranciye üretiminin büyük darbe aldığını ve Akdeniz’de turizmin bittiğini bir düşünün. Bir yıl gelmeyen turistin yarattığı sorunları görenler Akdeniz’i tamamen bitirecek nükleer santral saçmalığının farkına varmalı.

İşte, kimilerinin “istemezükçü” dedikleri bu kişilerin ülkeye ettiği hizmet en basitinden bu. ABD, Sovyetler ve Japonya gibi endüstri ve teknoloji devlerinde üç büyük nükleer kaza oldu. Nükleeri savunanlar her defasında “bir daha olmaz” derken çevreciler, nükleer karşıtları “bu risk hâlâ var” diyerek hepimizi uyardı ve hayatımızı kurtardı. Şimdi ise elektrik üretmenin nükleerden çok daha ucuz yollarının olduğu bir çağdayız. Türkiye’de başta güneş ve rüzgar olmak üzere bu enerji kaynakları açısından en şanslı ülkelerden biri. Nükleere direnenler sadece hayatımızı kurtarmadı, ülkenin gelişmesi için yepyeni bir fırsatın da önünü açtı. Enerjiyi verimli kullanan, yeni teknolojileri değerlendiren bir Türkiye bambaşka bir çağa adım atabilir. İcraat dediğin her zaman beton dökmek değildir, bazen de yanlış yere, yanlış amaçla dökülecek betonu durdurmaktır.

40 yıllık nükleer karşıtı mücadelenin en önemli ayaklarından biri de Temmuz aylarında Mersin’in Büyükeceli köyünde düzenlenen nükleer karşıtı şenliklerdi.  Büyükeceli, Akkuyu sahasına en yakın köy. Bu yıl da nükleer karşıtlarını konuk edecek ama amaç şenlik değil. 11 Temmuz’da Akkuyu’ya gelen bilirkişi heyetine gerçekleri anlatmak. Nükleer santralin geleceği belirsizliğini korusa da ÇED süreci devam ediyor. ÇED raporuna yapılan itirazları incelemek üzere 15 kişilik bilirkişi heyeti de Akkuyu’ya geliyor. Nükleer karşıtları da 10 Temmuz Pazar günü çadırlarını alıp Büyükeceli’de kamp kuracak. Aynı eski şenliklerde olduğu gibi. Ertesi gün de bilirkişi heyetine itirazlarını iletecek. Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Sözcüsü Erkan Demir, “Bizler 40 yıllık davamıza sahip çıkmak adına 10 Temmuz, saat 12.00’de Akkuyu'da olacağız. 10 Temmuz’u nükleer karşıtlarının ulusal çapta bir araya geleceği bir etkinliğe dönüştürelim. Çadırını ve yüreğini al da gel diyoruz. Tüm dostları ‘ölüme karşı yaşamı savunmaya’ dayanışmaya çağırıyoruz” diyor.

Akkuyu’da işler zaten karışık. Rusya’nın uçağını düşüren Türkiye, yapılan uluslararası anlaşma gereği projeden vazgeçmek istese bile geçemiyor. Geçerse tahkim yolu açılıyor, Rusya’ya tazminat ödenebilir. Bulgarsitan’da benzer bir durum oldu. Yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçen Bulgaristan Rusya’ya 500 milyon avro civarında tazminat ödemeyi kabul etti. Türkiye tazminat ödemeyip projeye devam etse bu sefer de anlaşmada taahhüt ettiği alım garantisi nedeniyle ciddi bir kazık yiyecek. Şu anda piyasada 4-5 dolar sente satılan elektriği Rus şirketten neredeyse üç katı fiyata (12,35 dolar sent), 15 yıl boyunca almak zorunda kalacak. Ucuz nükleer palavralarıyla nükleer santral pazarlayanların Türkiye’yi attığı kazık bu. AKP bu faturanın farkında ama hem tazminat korkusu hem de nükleerin yanlış tercih olduğunu itiraf etmenin politik ağırlığını kaldıramayacakları için projede ısrar ediyor. Elbette bunlar bizim gördüklerimiz, 25 milyar dolarlık işin göremediğimiz tarafında neler var kimbilir?

Rusya da çıkmazın farkında. Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle 3 milyar dolar yatırdıkları bir işi bırakıp gidemiyorlar. O üç milyarın nereye gittiği de belli değil. Ortada düzlenen bir sahadan başka bir şey yok. İş makinaları durmuş. Şirket nereye, ne kadar harcandığını açıklamıyor. Çareyi ellerindeki hisselerin yüzde 49’unu satışa çıkarmakta buldular. Anlaşma gereği Rus devlet şirketi çoğunluk hisseyi elde tutmak zorunda, istese de projeden ayrılamıyor. Bu satışla, proje tam anlamıyla çuvallarsa ortaya çıkacak zararı azaltmayı, bulacakları AKP’ye yakın bir ortakla da uçak krizinden beri yürümeyen süreci yürütmeyi planlıyorlar.  Yoksa kimse piyasa fiyatının 2-3 katı fiyattan elektrik satma garantisine sahip bir projeyi yüzüstü bırakıp gitmez. İşin oluru giderek azalıyor, herkes farkında.

Herkesi mutlu edecek bir çözüm yok mu? Var, o da zaten bin tane eksiği, yanlışı olan ÇED raporunu iptal etmek. Sonra da Rusya’yı olmayacak işte ısrar etmeme yönünde ikna etmek. İstenirse olur ama önce nükleer inattan vazgeçmek gerek.

Rus şirket hükümeti kıskaca aldı

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Nisan 2015

Son bir aydır Türkiye’nin dört bir yanında gösterilen nükleer reklamlar ve iki gün önce Akkuyu’da deniz yapılarıyla ilgili kısım için yapılan temel atma töreni mahkeme üzerinde baskı kurmayı amaçlıyor. Şu anda santralin ÇED raporunun yürütmesinin durdurulması için açılmış birçok dava var. Ara kararlar yürütmenin durdurulacağı yönünde işaretler içeriyor. Örneğin mahkeme, halkın katılımı toplantısının yapılıp yapılmadığını soruyor. Bizzat orada olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki toplantı yapılmadı. Elimizde videolar da var. Şirketin derdi bu kararı çıkartmamak. Reklamlar ve bu göstermelik temel atma töreniyle hem mahkemeye hem de kamuoyuna, “bu iş bitti, boşuna uğraşmayın” mesajı veriliyor.

Akkuyu-Mersin
“Türkiye’yi uçuracak” diye tanıtılan, 25 milyar doları bulacak nükleer santralin açılışına
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun katılmaması işin iyice kontrolden çıktığını gösteriyor. Tarihi projeyi hükümet kanadından temsil eden kişi üç ay sonra Meclis dışında kalacak Enerji Bakanı Yıldız. Rusya’dan da gelen giden olmadı. İşler yolunda olsa ne Putin ne Erdoğan böyle bir propaganda fırsatını kaçırmazdı.

İhalenin Cengiz İnşaat gibi hükümete yakın bir şirkete verilmesi de manidar. Reklamların seçim öncesi dönemde hükümetin bir icraatının tanıtımı gibi hazırlanması, ihalenin bildik bir isme verilmesi Rus devlet şirketinin AKP’nin gönlünü almaya çalıştığı izlenimini uyandırıyor. Artan dolar kuruyla, astarı yüzünden pahalıya gelecek nükleer santral projesini parlatıyorlar. Anlaşma imzalandığında dolar kuru 1,52 TL idi. Şimdi neredeyse iki katına çıktı. Hükümet içinde ülkenin çıkarını düşünen, ekonomiden anlayan birileri kaldı mı bilmiyorum ama üretilecek elektriğe 15 yıl boyunca dolar cinsinden alım garantisi verildi. Türkiye’nin ekonomisini sarsacak bir projeden bahsediyoruz. Sadece dolardaki artış yüzünden bile iptal edilmesi gereken bir proje ama Ruslar seçim öncesi bir oldubittiyle işi garantilemek istiyor. Öyle ki, altı gün önce ihaleyi açıkladılar, o hafta içinde temel atma töreni yaptılar. Nükleer santralde ihale alan şirket altı gün içinde nasıl hazırlandı, güvenlik riski bu kadar yüksek bir projede temel atılıp nasıl çalışılmaya başlandı, bu sorularının hiçbirinin yanıtı yok. Türkiye’yle resmen dalga geçiliyor. Milyonlarca insanın hayatı riske atılıyor. Bu projenin arkasında kim varsa tek niyeti Türkiye’yi gerçekten de “havaya uçurmak”.

İmzalar sahte rapor hikaye

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Ocak 2015

Mersin Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santralin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporundaki sorumlu nükleer enerji mühendislerinin imzalarının taklit edildiğini, bildiğiniz gibi BirGün ortaya çıkardı. Hükümetin bir anlamda ‘yok etmeye’ çalıştığı TMMOB’un (Türk Mimar ve Mühendisler Birliği) itirazıyla yapılan incelemede üç ayrı bilirkişi, söz konusu imzaların sahte olduğuna karar verdi. Nükleer enerjinin bu çağın gerisinde kalmış bir proje olmasını bir yana bırakın, bir de yalan dolanla yapılmaya çalışıldığını gördük. Nükleer santral değil bir gazoz fabrikası kurduğunu sanan hükümet, göz göre göre tüm ülkeyi tehlikeye atıyor. Bir çivisini yanlış çaksanız yeni bir Çernobil veya Fukuşima’ya neden olacak projeyi büyük bir özensizlik ve gizlilik içinde yürütüyor. Bu özensizlik Putin’e hoş görünmek ve doğalgazda iki kuruş indirim alabilmek için acelece onaylanan ÇED raporunda da açıkça görülüyor. 20-25 milyar dolarlık ihaleden kimler faydalanacaksa onlar için 75 milyonun canı gözden çıkarılmış.

Sorumlu bir yurttaş ve gazetecinin üzerine düşeni yaptım. 3 bin 730 sayfalık ÇED raporunun uzmanlık alanıma giren hemen hemen her yerini okudum. Eleştirilerimi ilgili kuruluşlarla paylaştım, bazıları dava dilekçelerine de girmiş. Rapordaki tersliklerden birkaç tanesini de sizlerle paylaşmak istiyorum. Sonuçta sizin de canınıza kast ediliyor.
***
Raporda, “İnsanların doğal kaynaklardan radyasyona maruziyeti, yapay kaynaklar nedeniyle kalabilecekleri maruziyetten daha fazladır” deniyor. Güneşten gelen radyasyonun tümünü düşündüğünüzde bu söylem doğru gibi görülebilir ama bir nükleer kazadan sonra yayılan radyasyon dünyanın her köşesine eşit miktarda yayılmaz. Başta santralin yakın çevresi olmak üzere, iklim koşullarına göre farklı bölgelere farklı miktarda yayılır. Çernobil’den sonra Doğu Karadeniz’de yaşayan insanların aldığı radyasyon miktarıyla Antalya’dakilerin aldığı miktar eşit değildir. Dolayısıyla ÇED raporundaki bu bilgi yanıltıcıdır.
***
Mesleki ışınlamalar adlı bölümde, nükleer sanayide çalışan işçilerin aldıkları doz miktarı toplanmış ve kişi başına düşen miktarı bulmak için ortalaması alınmıştır. Bu hesaplama yöntemi bilimsel değildir. Santralde çalışacak 800 işçiden biri yüksek dozda radyasyona maruz kalırsa ölür ancak bu ortalamayı çok az yükseltir. Ortalama düşük diye tehlikeyi küçümseyemezsiniz. Radyasyonda ortalama doz diye bir şey olmaz. Bu yanıltma Çernobil sonrası çok yapıldı. Türkiye’nin aldığı toplam radyasyon miktarı nüfusa bölündü ve kişi başına düşen doz, sınır değerlerin aşağısındadır denildi. Oysa Hopa’da, Edirne’de yaşayanların aldığı doz, Muğla veya Urfa’dakiyle eş değildi.
***
ÇED raporunda Mersin bölgesinin Antalya kadar turizm potansiyeline sahip olmadığına vurgu yapılmıştır. Mersin’de turizmi öncelik yapmazsanız turist de gelmez. Örnek vermek gerekirse Çanakkale ile Mersin’i karşılaştırmak yerinde olur. Çanakkale’de mavi bayraklı plaj sayısı altı, Mersin’de dokuzdur. Buna rağmen Çanakkale’ye 440 bin, Mersin’e 280 bin turist gider. Mersin daha fazla mavi bayraklı plaja sahip olmasına rağmen Çanakkale’den daha az turist çekiyorsa bunun nedeni, turizm potansiyelinin olmaması değil, değerlendirilmemesidir.
***
Raporun 10. Bölümünde, “Halkın Katılımı Toplantısı, 29 Mart 2012 tarihinde Büyükeceli’de başarılı bir şekilde yapılmış ve ardından resmi toplantı tutanağı taraflarca imzalanmıştır” deniyor. O toplantıda vardım. Protestolar nedeniyle ÇED’i hazırlayan ekip saatler boyunca tek kelime edemedi ve toplantı iptal edildi. Elimde videolar ve fotoğraflar var. “Başarılı bir şekilde yapıldı”dan kasıt, Rus şirket temsilcilerinin toplantı salonundan jandarma koruması altında hasarsız bir şekilde kaçırılmasıysa bilemem.

Onlarca örnek verebilirim ama işin özü şu. Mersin’de nükleer santral kurulmasının bilimsel gerekçesi diye bize sunulan ÇED raporu, sahte imzalar ve yanlışlarla dolu. Kimse bu ülkede yaşayanları aptal yerine koymasın.

Atanamayanlar ile yönetemeyenler

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Aralık 2014

Öğretmeninden çevre mühendisine, eğitimini tamamlamış, kamuda görev almak isteyen onlarca donanımlı insan atama bekliyor. Sorunun temelinde art niyet yoksa plansızlık var. Eğer açık yoksa bu kadar nitelikli iş gücü neden yetiştiriliyor? Yok, sorun bu kişilerin yetersizliğiyse, o zaman da eğitim sistemi sorgulanmalı. Her ile hatta ilçeye üniversite açmak marifet değil, buralarda kaliteli eğitim vermek ve mezunları üretim sürecine katmak gerek. Mezunlar güreş hakemi olsa tiyatro müdürü yapardık ama çevre mühendisinden, öğretmenden bahsediyoruz.

Kamuda, özellikle de Çevre Bakanlığı’nda çalışmak isteyen mühendisler dertli. 2014’te Bakanlığa alınan çevre mühendisi sayısı sadece 43. CHP Milletvekili Melda Onur geçenlerde sordu, Çevre ve Orman Bakanlığı da yanıtladı. Bakanlık bünyesinde 4033 mühendis varmış, bunların 793’ü çevre mühendisi. Yeterli mi? Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, “yeterli değil” diyor. Bakanlığın 81 ilde örgütlü olduğunu belirten Bozoğlu, “İl başına en az 20 çevre mühendisi olmalı, İstanbul gibi illerde bu rakam 70’leri bulmalı. Bu da en az 2 bine yakın mühendisin bakanlık bünyesinde görevlendirilmesini gerektirir” diyor. Çevre Bakanlığı’nın ÇED raporlarını onaylamaktan tutun izin ve lisansları vermeye, sonra da tüm bu işleri denetlemeye varan bir sorumluluğu var.
 
Bozoğlu, “Daha sağlıklı ve ciddi denetim yapılması lazım. Bu denetimlere gidenler arasında ebe, tercüman, veteriner bile var. İnceleme yapıyor ve ceza kesiyorlar. Örneğin, Çevre Bakanlığı yakın zamanda Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporunu (Çevre Etki Değerlendirme) onayladı. Onayladı ama bakanlıkta çalışan bir nükleer mühendis bile yok” Üniversitelerde, çevre mühendisliği bölümlerini kuranlar arasında orman mühendislerinin bile olduğunu söylüyor. “Olan meslek disiplinimize oluyor” diye de ekliyor.

Aslında bu kadrolara en çok Çevre Bakanlığı’nın ihtiyacı var. Bakanlığın saygınlık kazanması için işine bilimsel yaklaşan, tarafsızlığını koruyan bir ekibi olmalı. Sadece bakanlığın mı? Şirketlerin, belediyelerin ve danışmanlık firmalarının da yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Bu yeniden yapılanma sırasında çevre mühendislerinin yapacağı işi, 4 yıllık üniversite mezunu herkese yaptıran ‘çevre görevlisi’ uygulamasına da son verilmeli.

Denetim mekanizmaları da yerli yerine oturtulmalı. Türkiye’de devlet ve şirketlerden bağımsız dediğinizde akla hemen TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları) ve ona bağlı meslek odaları gelir. Hükümet ise yine tersini yapıyor. TMMOB’nin kuruluş yasasını değiştirmeye çalışıyor. En büyük amaç TMMOB ve bağlı meslek odalarının bağımsızlığını ortadan kaldırmak. Denetleyen de eleştiren de olmasın istiyorlar.

Türkiye’nin neresine baksanız ‘çevre sorunu’ gördüğümüz günlerdeyiz. Bu sorunları nasıl çözeceğiz? Karar mercilerinde, denetim sırasında daha çok çevre mühendisi, bağımsız kuruluş yer alsa ve bu süreçler şeffaf yürütülse, bu sorunların bazıları hiç ortaya çıkmadan önlenemez mi? Zeytinler kesilmeden önce Çevre Bakanlığı’ndan bir uzman çıkıp, kurum içinde, “bu iş olmaz” dese, bakanlığın tıkır tıkır onayladığı ÇED raporlarının doğruluğunu yerinde denetleyen bir meslek odası, “raporlarla gerçeğin ilgisi yok” diye itiraz etse fena mı olur? Böylece birbirimize girmeden, ÇED raporları mahkemelerden dönmeden, Bakanlığın itibarı yerle bir olmadan bu işleri çözemez miydik? Olması gereken bu.

Çevre Bakanlığı ve hükümet farkına varamıyor. Kurumlarda çalışanlar yetersizleştikçe, bağımsız denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldıkça yok olan kendileri. Yönetemiyorsan halk yönetebilecek olanı bulur. 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kapatılsın

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Kasım 2014

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, geçen hafta Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği’nde değişiklik yaptı. Golf sahalarından küçük termik ve hidroelektrik santrallere,  50 bin metrekarenin altındaki AVM’lerden kentsel dönüşüm alanlarına kadar birçok ticari faaliyete ÇED muafiyeti getirdi.

ÇED raporları doğru dürüst yapılsa birçok soruna çözüm olabilirdi. Bizde ise uzun zamandır formaliteden öteye geçmiyor. 1993-2012 yılları arasında değerlendirilip ÇED olumlu kararı verilen proje sayısı 2 bin 797. ÇED gerekli değildir kararı verilen proje sayısı da 39 bin 649. ÇED olumsuz kararı verile proje sayısı ise sadece 32.

Formalite diyorum çünkü ÇED raporları artık sahibinin isteğine göre hazırlanıyor, denetimi yapan kuruluşlar da sesini çıkartmıyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED’ini hazırlayan şirket o raporda nükleeri kömür santraline karşı avantajlı bulurken, aynı şirket Sinop Gerze’deki termik santral için hazırladığı raporda kömürü övüp nükleeri, güneşi ve rüzgarı beğenmiyor. Mersin’e kurulmak istenen nükleer santralin ÇED raporunu açın okuyun. Lise dönem ödevi gibi, sağdan soldan aldıkları bilgiler bilimsel veriymiş gibi derlenmiş.

1993’te hayatımıza giren ÇED raporları, bir endüstri tesisi veya ticari işletme açmadan önce onun çevreyi nasıl etkileyeceğini yazdığınız, bu etkileri önlemek için nelere dikkat edilmesi gerektiğini belirttiğiniz ve alternatif yöntemlerle karşılaştırma yaptığınız bir plan aslında. Buraya termik santral kurarsak yandaki tarlalar zarar görür, havaalanı kurduğunuz yerde önemli bir kuş konaklama alanı var, bu da uçakların düşme tehlikesini arttırır dediğiniz bir belge. Elinizde böyle bir belge varsa hata yapma şansınız azalır, zarar en aza indirilebilir. Şimdi ise durum daha da kötüleşti.

·         100 odanın altında otel yapıyorsanız ÇED’e gerek yok!
·         Yıllık 30 bin tondan az üretim yapan balık çiftliğiniz varsa ÇED’e gerek yok!
·         İki kilometreden küçük havaalanı, 100 kilometreden kısa demiryolu için ÇED’e gerek yok!
·         Tuz çıkarıyorsanız, orman ürünlerini işliyorsanız ÇED’e gerek yok!
·         Isıl gücü 300 megavattan az termik santral, kurulu gücü 10 megavattan az HES yapıyorsanız ÇED’e yine gerek yok!

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı tebrik etmeli. İş dünyasını büyük bir formaliteden kurtardılar. Bilmeyen bizim, golf sahalarını Belek’teki gibi ormanın içine yaptığımızı sanır; halbuki hepsi uzayda!

Balık çiftliklerine ÇED istenirse çevreye zarar verdiği düşünülebilir. Oysa ki, çiftliklerin etrafındaki suda meydana gelen renk değişimi, balıkların neşe içinde oynaşmasındandır.

Termik santral kötüdür diyen cahildir. Yatağan ve Elbistan’da çiftçinin termik santral yüzünden ürün kaybı yaşayıp tazminat alması da mahkemenin iş bilmezliği değil midir?

HES’lerin doğaya zarar verdiği bir söylenti. Yapılan iş, doğru dürüst akmasını bilmeyen nehirlerin terbiye edilmesidir. Bunun, çevreye etkisi mi olur?

Memlekette oteller orman alanına yapılmaz ki değerlendirmesi olsun? Demiryolu, uçak pisti dediğin uzadıkça çevreye zarar verir. Kısa olursa en güzel tarım arazisinin, ormanın üzerinden bile geçebilir. Toprağın ruhu duymaz.

Orman, ağaç dediğin zaten işlendikçe güzelleşir. Orman ürünlerinin kesilip biçilmesinin bir planı, raporu mu olur? Ağaçlar kesiliyorsa o ÇED raporları için harcanan kâğıtlar yüzünden.

Madem öyle, siz en iyisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı kapatın. Kentleri zaten müteahhitler yapıyor. Çevreye zarar veren projelere sesinizi çıkartmıyorsunuz. Bu değişiklikten sonra belli ki denetlemeyeceksiniz bile. Denetleme yapacak yeterli personel var mı o da şüpheli. Atama bekleyen çevre mühendisleri aylardır bu konuya dikkat çekiyor. Kısacası; ormanları, nehirleri, havayı ve suyu korumayacaksanız size de gerek yok.

Atıkların kontrolü, kaydı, kimyasalların doğaya salınması gibi konuları da dert etmeyin. Bizim kapı gibi esnafımız var. Onlar hem jandarma, hem polis, hem hakim hem de çevre uzmanıdır. Salın esnafı doğaya, bakın çevre sorunu kalıyor mu?

Nükleerkondu

Özgür Gürbüz-Birgün/1 Nisan 2012 
 
Halkın katılımı toplantısı protestolar nedeniyle yapılamadı.
Mersin’in Büyükeceli Beldesi’ne bağlı Akkuyu mevkiinde kurulması düşünülen nükleer santral konusunda hükümetin ısrarı sürüyor. Geçen perşembe günü Büyükeceli’de ÇED süreci kapsamında halkın katılımı toplantısı yapıldı. Olan biteni Olgu Kundakçı Birgün’de detaylarıyla yazdı, ben de kendi gözlemlerimi anlatayım. Toplantı nükleer karşıtlarının protestoları nedeniyle yapılamadı. Saat 10’da başlaması gereken toplantıda sloganlar hiç dinmeyince oturumu yönetenler yaklaşık 1,5 saat sonra ısrarlarından vazgeçtiler. Akkuyu NGS A.Ş‘nin Rus yöneticileri kendilerini toplantı salonunun dışına zor attı. Bu esnada ve daha öncesinde yaşanan tartışmalarda üç kişi gözaltına alındı. Santralde iş sözü aldığı öne sürülen ve nükleer karşıtlarına toplantı öncesi, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diyen bir kişi de toplantının başında dışarı çıkarıldı.

ÇED raporunu hazırlayacak Dokay adlı şirketin, Bergama’daki altın madeninden, Gerze’deki termik santral projesine kadar nerede çevreyi tehdit eden bir faaliyet varsa ona ÇED, yani Çevre Etki değerlendirme raporu hazırladığını en başta söyleyelim. ÇED Başvuru Dosyası’nı okuduğumda ilk izlenimim şu oldu. Bu nükleer santralden çok, herhangi bir fabrika için hazırlanmış bir rapora benziyor. Herhalde Mersin’e gazoz fabrikası kurmak isteseniz buna benzer bir dosya işle başvuru yapardınız. Yıllardır söylüyoruz, Türkiye’de bırakın nükleer santralde çalışmış bir bilim insanı bulmayı, nükleer santral görmüş mühendisleri biraraya toplasanız ancak bir otobüs dolar. Başvuru Dosyası’nda binlerce yıl radyasyon yayan nükleer atıklar, kaza riski, kaza sonrası alınacak önlemler adeta ‘es’ geçilmiş. Nükleer reaktörle ilgili tüm teknik bilgiler de muhtemelen Rus şirketinin kendilerine sağladığı broşürlerden ‘kopyala-yapıştır’ metoduyla rapora eklenmiş.

Dosya eksikliklerle dolu, burada hepsini yazmak mümkün değil. Sadece nükleer atık konusundan birkaç örnek vereyim. Sayfa 38’de, “Hükümetlerarası Anlaşma’nın 12. maddesi uyarınca radyoaktif atıklarla ilgili bilgiler Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) teknik tasarımı kapsamında hazırlanmakta olup, bu konudaki çalışmalar titizlikle sürdürülmektedir” deniyor. Kısacası memlekete nükleer santral kurmaya heveslenen firmanın nükleer atıklarla ilgili henüz bir planı yok! Yine aynı sayfada, “Atıklar devamlı gözetim altında olacağı için herhangi bir çevresel etki beklenmemektedir” deniyor. 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıklar için çözümünüz bu mu? Başına bir detektör ve bekçi mi koyacaksınız? Fukuşima’da gözlem altındaki atık havuzunda olanları unuttunuz mu? Mersin’de deprem olsa, nükleer atıklardan radyasyon sızmasını bakışlarınızla mı önleyeceksiniz? Dünyada atık sorununun çözümü yok ama raporda sanki ‘mesele’ değilmiş gibi anlatılmış, sayfa 92’de atıkların ‘bertaraf’ edileceği yazılmış. Dünyada bir ilk, “Erke Dönengeci 2”. 

Adeta bir nükleerkondu kurmaya benzeyen bu girişimin toplantısı da farklı olmadı. Gülnar Kaymakamı, “Bilgilenme hakkı önce burada yaşayanların hakkı” diyerek toplantıya sadece Büyükeceli’den gelenleri almak istedi, dert aslında sadece nükleere evet diyenleri içeri almaktı. Protestolar artınca bu istek gerçekleşmedi. Bilgilendirme toplantısına gelenler didik didik arandı tabi Ruslar hariç. Jandarma bölgesi olmasına rağmen çevik kuvvet beldeye getirildi. Avukatlar ve halk bastırmasa toplantı nükleere evet diyen 20-30 köylüyle yapılacaktı. Toplantı girişinde konuşma şansı yakaladığım Büyükeceli Belediye Başkanı Mehmet Kale, aslında beldedeki halkın yüzde 80’inin nükleere karşı olduğunu ama çoğunun korkudan ya da iş bulma umuduyla toplantıya gelmediğini söyledi.   

Nükleer Karşıtı Platform üyelerinin baskısıyla yapılamayan bu toplantı aslında bir formalite. Bu toplantının ve söz konusu ÇED sürecinin bir “formalite” olduğu, 21 Mart Çarşamba günü Resmi gazete’de yayımlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı genelgeden anlaşıldı. Daha ÇED süreci bile sonuçlanmamışken, söz konusu genelgede tüm kamu ve kuruluşlarına projenin ivedilikle sonlandırılması için emir verildi. Genelgede, “Projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarımızca her türlü iş ve işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır” emri vardı.

Türkiye’nin nükleer santrale ihtiyacı olmadığını biliyorduk. ÇED süreci daha başlangıcında bize gösteriyor ki, hükümetin ve yapımı üstlenecek şirket Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin, Türkiye’de güvenli bir nükleer santral inşa etme, inşaatı bağımsız denetime tabi tutma ve halkın fikrini almaya da niyeti yok. Zaten çok riskli olan nükleer enerji santralinin, bu şartlarda adeta patlamaya hazır bir bombaya benzediğini söylemek hiç de yanıltıcı olmaz. Kimse farkında değil ama perşembe günü canı pahasına bilgilendirme toplantısını yaptırmayan o 500 kişi adeta nükleer bombanın üzerine yatarak belki de tüm Türkiye’yi ipten aldı. Bir sonraki toplantıda 500 kişi 5 bin olmalı.

Atom santralinin ÇED'ine de hayır!

Yazı ve fotoğraflar: Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2012

Büyükeceli'ye vardığımızda güneş daha yeni doğmaya başlamıştı. Uykusuz geçen yolculuktan sonra niyetim minübüste en azından bir saat olsun uyumaktı. Akkuyu mevkinde kurulmak istenen nükleer santral nedeniyle yapılacak halkı bilgilendirme toplantısına daha üç saat vardı. Nükleer karşıtlarının bazıları bir gün önceden Büyükeceli'ye gelmiş, gece boyunca yöre halkıyla sohbet etmişti. Daha rahat uyumak için minübüsün ilk sırasındaki koltuğa yerleştim. Gözlerim kapanmadan önce önümüzde park etmeye çalışan kamyonu gördüm. Antalya-Mersin karayolundan beldeye giren ana yolun girişindeki dar ve alçak kaldırıma yanaşmaya çalışıyordu. Kamyondan şalvarlı, başörtülü bir kadın indi. Orta yaşta ve oldukça çevikti. Yanaşmaya çalıştığı kaldırıma baktı. Birkaç deneme sonrası ilerideki kahvenin sahibi duruma el koydu. O da kadın şoförden çok başarılı değildi ama kamyonu kaldırıma iyice yanaştırdılar.

Kadın kamyon şoförü pek rastlanır şey değil, merak ettim; uyku da kaçıp gitti. O gün beldede pazar kuruluyormuş. Beldenin içinden geçen ana yol aynı zamanda pazar yeri. Kamyonu park eden kadın araçtan yine hızlıca indi. Eline aldığı çekiçle kasanın kapaklarını tutan zincirleri bir çırpıda özgürlüğüne kavuşturdu. Kamyonun içi patates çuvalları, kasa kasa meyve sebzeyle doluydu. Tek başına olduğunu farkeder farketmez indim, yardım ettim. Bazı kasalar o kadar ağırdı ki nasıl tek başına bu işi yaptığına hayret etmedim değil. Kamyondan malları indirirken bir yandan da sohbet ettik. “Protesto için mi geldiniz” dedi. “Evet” dedim. “Nükleer santral yapmak istiyorlar ya...” diye söze girdim ama çok da uzatmadım. Biliyordu zaten ne olup bittiğini. 40 yıldır orada yaşayan herkes bir lanet gibi beldenin üzerine çöken bu 'nükleer hikayeyi' çok iyi biliyordu. Aklı işinde, daha bildik bir dilde söylersek, geçim derdindeydi. Beldede nükleere evet diyen az sayıdaki halkın ana motivasyonu da buydu. Çoğu santralde iş bulma umudunda. Nükleer bir lanet çünkü bu tehlike bölgede oldukça orada halkın faydalanacağı, para kazanacağı uzun vadeli hiçbir işe girişilmiyor. Örneğin, enfes koylara sahip beldede turizm gelişemiyor. Nükleer santralin yanıbaşında denize girecek kadar 'akıllı' turist olmayacağı için yıllardır bölgeye yatırım yapan yok. Tarım da aynı kaderi paylaşıyor. Nükleer santral kurma planları Büyükeceli'nin hayatını kararttı. Bölgeye ilk gidişim 1995, o gün bugündür sorun aynı. Yine de halkın büyük çoğunluğu atoma hayır diyor. Belediye Başkanı Mehmet Kale'ye göre atomu istemeyenlerin oranı yüzde 80. Medya ise hep o halihazırda santralde çalışanları ya da iş bulma umudunda olanları gösteriyor. Ana akımın yüreği kara, bildik hikayey. Büyükeceli'nin kurtuluşu nükleer santral planlarının bir daha geri gelmeyecek şekilde iptal edilmesinde yatıyor. Aksi takdirde Büyükecelili için bir gelecekten söz etmek mümkün değil.

HER ŞEY YÖNETMELİKTE YAZMAZ
Saat 10'da başlayacak Halkı Bilgilendirme Toplantısı öncesi Büyükeceli Beldesi'ndeki düğün salonu önünde toplanılmaya başlandı. Jandarma barikat kurmuş, nükleer santral kurmak isteyen Akkuyu NGS adlı Rus Rosatom'un şirketi ise düğün salonu önüne dev ekran koydurtmuştu. İçeri giremeyenlere canlı yayın yapmaya hazırlanmışlar. Süreç pek de şirketin umduğu gibi gitmeyince canlı yayın falan kalmadı tabi. Yine de ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Önce toplantıya nükleer karşıtlarını almamaya çalıştılar. Jandarma komutanı ve emniyet yetkilileri, salona sadece 1. dereceden etkilenen köylülerin alınacağını söylediler. Kıyamet koptu tabi. Gülnar Kaymakamı, “Bilgi edinme hakkı burada yaşayanların hakkı” dedi. Nükleer karşıtları bu garip isteklere, “Köylü kentli ayrımı yapılamaz, bu yaptığınız yönetmeliklere aykırı” şeklinde yanıt verdi. Bir emniyet görevlisinin bu karşı çıkışa, “Her şey yönetmelikte yazmaz” yanıtını vediğini duydum. Çevreciler geri adım atmadı, ısrar ettiler ve uzunca bir mücadelenin sonunda salona girmeyi başardılar. Yarım saatlik itiş kakış ve bağırışmalar güvenlik görevlilerini yıldırdı. Zaten söyledikleri hukuki değildi. Nükleer santral kuracaksın ama bunun etkisini sadece 4 kilometre ötesinde yaşayanlara soracaksın. Olur mu öyle şey? Gören de gazoz fabrikası kurulduğunu sanır. Gerçi hazırlanan ÇED raporu da bu mantığın hakim olduğu bir rapor. Şirket ve hükümet, Kıbrıs'tan Karadeniz'e kadar herkesin fikrini almak zorunda. Nükleer santralde kaza olursa bundan tüm Türkiye ve çevresindeki ülkeler etkilenecek. Tek tek her ilde ve komşu ülkelerde halkı bilgilendirme toplantısı yapılması şart.

Toplantıya giriş hakkını zorla da olsa alan nükleer karşıtları bu defa da arama engeliyle karşılaştılar. Bozuk paralar toplatıldı, çakmaklar alındı. Kadınlar iç çamaşırlarına kadar arandı. Gazetecileri bile aradılar. İlginçtir, toplantı salnundaki VIP koltuklarında yerini çoktan almış olan Rus şirketin yetkilileri ve çevreci olmayan projelere ÇED raporu hazırlama konusunda ün yapmış Dokay'ın çalışanları bu arama işkencesinden geçirilmedi. Rusya'ya vize kalktı diye müjde veren Başbakan Erdoğan'ın, kendi vatandaşlarına Akkuyu'da nasıl 'vize' konduğunu ve Rus şirketin nasıl el üstünde tutulduğunu görmesini isterdim. Gerçi, biliyordur ya...

SALONU ZOR TERKETTİLER
Yetkili bir emniyetçiye, “Toplantı salonu kaç kişilik” diye sordum. 300 dedi. İşte o salon doldu, dışarıda da bir o kadar kişi kaldı. Toplantının başladığını söylemek çok zor ama oturum başkanı mikrofona, “ses, bir-iki” dahi demeden nükleer yandaşı Büyükecelilerden biri, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diye bir tehdit savurdu. Nükleer karşıtlarının tepkisi sonuç verdi ve bu kişi toplantı salonundan çıkarıldı. Çevre Bakanlığı İl Müdür Vekili Ahmet Taş, ÇED Genel Müdürü Osman Öztürk, Mersin Vali Yardımcısı Ahmet Şahin, Akkuyu NGS ve Dokay yetkilileri söz alacaktı ancak alamadı. Nükleer karşıtları en az 1,5 saat boyunca sloganlar atarak toplantının yapılmasını engelledi. Toplantı sırasında bazı tartışmalar da yaşandı, bir kişi gözaltına alındı. Özel koruma ve sivil polislerin kurduğu barikatın arkasında, nükleer santralin ne kadar 'çevreci' olduğunu anlatmaya hazırlanan bir masa dolusu yetkili bir süre sonra pes etti. Toplantıda mikrofonu ve kürsüyü ele geçiren çevreciler, toplantının meşru olmadığını ilan ettiler. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Sabahat Aslan ve Erhan Karaçay (aynı zamanda EMO Yönetim Kurulu Üyesi) türünü tarif edemeyeceğim bir tiyatro oyununa benzeyen bu gösteriyi sonlandırdı. Daha sonra Osman Öztürk toplantının protestolar nedeniyle iptal edildiğini açıkladı. Rus uzmanlar bu kararın ardından hemen salonu terk etmeye başladı. Protestolar arttı, kapıda yığılma oldu. Şirket yetkilileri kendilerini dışarı zor attılar desem abartmış olmam. Yerlerinde olmak istemezdim.

TUTANAK SAVAŞI
Ardından tutanak için mücadele başladı. Tutanakta toplantının yapılamadığının yazılmasını isteyen nükleer karşıtları ısrarcıydı. Halkı bilgilendirme toplantısını yapanlar ise tabiri caizse biraz 'uyanık'. Tutanak tutmadan toplantıyı terkedip, çevrecilerden habersiz kendilerine göre bir tutanak hazırladılar ve toplantının yapıldığını yazdılar. Toplantının “t” si yapılamadı aslında. Bunun haberini alan nükleer karşıtları tutanağın peşine düştü. Salondan çıkmayı reddettiler. Israr sonucu sırra kadem basan meşhur tutanak ortaya çıktı. Toplantıya katılan halkın imzası bile olmayan tutanakta protestolar nedeniyle toplantının iptal edildiğinin yazıldığı görüldü. Yine de tutanağın gerisi doğruları anlatmadığı için işi sağlama almak isteyen hukukçular, Barolar Birliği'ne ayrı bir tutanak hazırlayarak gönderdiler. Büyükeceli'de adına 'toplantı' denilebilecek bir şey olmadı. Videolar, fotoğraflar ve ilgili haberler gerçeği gösteriyor. Devlet halkına her şeyden önce doğruları anlatmalı.

Son mücadele de Jandarma Karakolu önünde oldu. Gözaltına alınan iki kişi bırakılana kadar karakolun kapısı önünde bekleyen eylemciler, arkadaşlarının serbest bırakılmasından sonra konuşmalarla eylemi sonlandırdı. Akkuyu'da ilk golü nükleer karşıtları attı ama maç henüz bitmedi.

Akkuyu'da halk nükleere geçit vermedi

Mersin'in Büyükeceli beldesinde yapılmak istenen nükleer santralin halkı bilgilendirme toplantısı yöre halkının protestoları nedeniyle yapılamadı. Büyükeceli beldesi düğün salonunu dolduran nükleer karşıtları Akkuyu mevkiinde yapılacak nükleer santrale hayır dedi ve toplantının başlamasına izin vermedi. Bir saatten fazla slogan atan Nükleer Karşıtı Platform üyeleri ve yöre halkı, oturum başkanını toplantıyı iptal etmeye zorladı. Rus şirketinin yetkilileri bu karardan sonra alelacele toplantı salonunu terk etti.

Akkuyu'da nükleer santral için halkın katılımı toplantısı yapılacak

Akkuyu'da kurulmak istenen nükleer santral için bildiğiniz gibi ÇED süreci başladı. 29 Mart'ta Büyükeceli Beldesi, Belediye Düğün Salonu'nda halkın kaılımı toplantısı yapılacak. Aşağıda bilgi notunu bulabilirsiniz. Mersin'deki tüm duyarlı dostların o gün orada olması gerekiyor. Yanlış bilgilendirmeye fırsat vermeyelim.

Bilgi notu aşağıda:

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. Tarafından Yapılması Planlanan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesine İlişkin ÇED Sürecine Halkın Katılması Toplantısı İlanı.

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. tarafından, Mersin İli Gülnar İlçesi Büyükeceli Beldesi sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 4800 MWe kurulu gücünde olan “Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi” ile ilgili olarak 17/07/2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 9. maddesi uyarınca ÇED sürecine halkın katılımını sağlamak, halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, görüş ve önerilerini almak üzere aşağıda belirtilen gün ve yerde “ÇED Sürecine Halkın Katılımı Toplantısı” düzenlenecektir.

İlgilenenlerin katılımını rica ederiz.

NOT; 29/03/2012 tarihinde aşağıda belirtilen yerlerden toplantıya katılmak isteyenler için saat: 08.00 itibari ile proje sahibi tarafından Belediye Binalarının önünden araç kaldırılacaktır.

-Mersin Merkez, Gülnar, Silifke, Bozyazı, Aydıncık, Anamur, Taşucu, Yeşilovacık, Akdere.

FAALİYET SAHİBİ;

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.
Aziziye Mahallesi Kırkpınar Sokak No:18/5 06650
Çankaya-ANKARA

Telefon Numarası: 0 312 4426000
Faks Numarası: 0 312 4426016


RAPORU HAZIRLAYAN KURULUŞ;


DOKAY-ÇED Çevre Mühendisliği Ltd. Şti.
Ata Mah. 1042.Cadde No:140/A
Dikmen 06460 Çankaya/ ANKARA

Telefon: (312) 475 7131
Faks: (312) 475 7130

TOPLANTI YERİ VE TARİHİ;
Mersin İli Gülnar İlçesi Büyükeceli Beldesi Belediye Düğün Salonu
Tarih: 29/03/2012 – Saat: 10.00
Mersin Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü