Cerattepe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cerattepe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Artvinli ne yapacak

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Nisan 2018

Bir hafta önce Artvin’deydim. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Prof. Dr. Doğanay Tolunay ile birlikte Cerattepe’deki son durumu değerlendiren bir panelde birlikteydik. Artvin dağın yamacına tutunmuş bir kenti andırıyor. Ortasında durup aşağıya baktığımda Deriner Barajı’nın doğada açtığı izleri görebiliyordum. Büyük bir hafriyat alanı; yollar, delinmiş tepeler vardı. Yukarısı ise adeta madene tahsis edilmiş. Neredeyse gördüğüm her ağaç ve toprak maden sahası içinde kalıyordu. Kısacası, aşağısı baraja, üstü madene verilmiş bir kent Artvin. Artvinli iki inşaat arasında yaşamaya itilmiş. Yakında kentte sadece maden ve baraj işçileri kalırsa şaşırmamalı. Niyet de o sanki. “Yeşil Artvin” diyenler dışarı, “beton Artvin” diyenler içeri…

Panelin yapılacağı salon hıncahınç dolmuştu. Gaziler, çocuklar, kadınlar; gelecek kaygısı taşıyan yüzlerce kişi vardı. Yıllarını bölgede araştırmalar yaparak geçirmiş Ali Demirsoy, Artvin ve Çoruh Vadisi’nin zengin biyolojik çeşitliliğini anlattı ve Cengiz Holding tarafından işletilen bakır madeni çalışmaya devam ederse bu doğal hazineyi kaybetme riski olduğunun altını çizdi. Doğanay Tolunay ise konuşmasında ÇED raporunda es geçilen iki tehlikeye dikkat çekti. Bölgedeki sert kaya oluşumlarında çatlaklı yapılar olduğuna dikkat çeken Tolunay, patlatmalar veya çalışmalar nedeniyle çatlakların kapanıp madende su birikmesine yol açabileceğinden, tersi bir durumda ise çatlakların genişleyerek madenden gelen suların yer altı sularına karışabileceğinden bahsetti. Bir başka risk ise bölgede birikmiş taşlı toprakların (kolivyal) maden faaliyetleri nedeniyle heyelanlara neden olması. Açıkçası, hem kaybedeceklerimizin hem de riskin büyüklüğü tüylerimizi diken diken etti.

Panel sonrası gelen soruların merkezinde bundan sonra ne yapılacağı vardı. İptal ettirilen ÇED raporları yeniden çıkarılmış, bilimsel raporlar hiçe sayılmış, alınmış hukuki kararlar mahkeme heyetleri değişince boşa çıkmış, Artvin halkının eylem ve gösterileri ise OHAL bahanesiyle engellenmiş durumda. Halk madene karşı ama toplantı yapacak salon bulamıyor. Haliyle hukukun siyasete, bilimin ticarete esir düştüğü bir noktada soruyor; şimdi ne yapacağız? Bu sorunun yanıtı Artvin’i aşıyor. Artvin’i korumak sadece Artvinlilerin meselesi olmaktan çıktı ve Türkiye’de siyasetin değişmesiyle hallolacak bir mesele haline geldi.

***
Doğa katliamı sandıkta cezalandırılmalı
Türkiye’de çevre mücadelesi hep sandıktan uzak yapılır. Siyaset işin içine karıştırılmaz. Dünyada iktidar ortağı olmuş yeşil partiler varken, iklim değişikliği veya enerji konusunda çevreci fikirler dünyadaki ekonomi ve sosyal politikaların belirleyicisi olmuşken, çevrenin, doğa korumanın siyasetten dışlanması elbette garip ama Türkiye’de bu böyle.

Politika ve çevreyi ayrı tutmanın bazı gerekçeleri de var. En önemlisi de işin içine parti girince çoğu insanın çevrenin siyasete alet edildiğini düşünmesi. Mücadelenin bir partinin çıkarlarına hizmet etmesinden veya kullanılmasından hep korkuldu. Bu nedenle de doğa koruma gibi aslında tamamen siyasetin konusu olan bir mücadele, Türkiye’de politikaları doğrudan etkileyen araçlar kullanılmadan yapılıyor. Sandıkla hareket arasındaki çelişki de buradan doğuyor. Herkes HES’e karşı ayakta ama iş sandığa gelince oyları HES’e onay veren parti alıyor.

Bu “siyasetsizlik” tercihi, yargının, üniversitelerin ve medyanın kısmen de olsa bağımsız olduğu süreçte işe yarayabiliyordu. Biliyoruz ki artık ne yargı, ne üniversiteler ne de medya bağımsız. Bu yüzden siyaset dışındaki çevre hareketi, sandığı araçlarından biri yapmayı artık daha ciddi bir şekilde düşünmek zorunda. Elbette bu iş, “şu parti madene, baraja, santrala evet diyor, bu parti ise demiyor oyları ona atalım” diyerek yapılmamalı. Mesele, parti adı vermeden, “köyümüze, kentimize bizim istemediğimiz barajı, madeni, santralı yapana biz oy atmayız” diyerek anlatılmalı. Çözüm için bir partiyi göstermek doğru olmayabilir ama katil belliyse, adını söylemek için filmin sonunu beklemenin de bir anlamı yok.

Doğa katliamına izin verenler sandıkta cezalandırılmalı. Mücadele içindekiler de artık korkmadan, “senin yaşamına kastedene, seni dinlemeyene oy atma” demeli. Yaşamdan öte bir şey yok, korumak için de elimizdeki en etkin araç önümüzdeki seçimler. 

Madencilik talanına ÇED desteği

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ekim 2017

2016 Maden ihracat rakamları (Kaynak:MTA)
Türkiye’nin doğasının talan edildiği artık tartışma götürmez bir gerçek. Bazen çılgın proje adıyla, bazen de yatırım sloganıyla, Türkiye’de girilmedik ova, kesilmedik ağaç, delinmedik dağ, el değmemiş koy kalmadı. Doğadaki varlıkların (kaynakların) bir sınırı var ama insanın hırsının yok.

27 Eylül’de Meclis Başkanlığı’na sunulan torba yasanın 54. maddesi Türkiye’de madencilik talanının hangi noktalara vardığını gösteren son örnek oldu. Torba yasa böyle geçerse, Maden Kanunu’nun 7. maddesinin 11. fıkrası değişecek ve bir madenle ilgili çevresel etki değerlendirme işlemleri üç aydan fazla sürerse o madenin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu olumlu kabul edilecek. Bürokrasi işi yetiştiremezse veya “ağırdan alırsa” halkın o madenin zararlarını görebildiği, kısmen de olsa itiraz edebildiği ÇED raporu, kimsenin görüşüne başvurmadan onaylanacak. Haberlere bakılırsa Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeler sırasında bazı AKP milletvekilleri de bu maddeye itiraz etmiş. Bakalım bu itirazlar maddenin yasalaşmasının önüne geçebilecek mi?

ÇED raporları gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye etkilerini belirleyen, olumsuz etkilerin önlenmesi ya da en aza indirilmesi için yapılacakları anlatan bir rapor. Asıl önemli olansa o raporun hazırlanış süreci. O süreçte halkın ve ilgili kurumların görüşü alınıyor. Madenciler formalitenin de ötesinde, bir komediye dönüşmüş bu toplantıların yapılmasını bile istemiyor.

Eskiden halkın katılımı toplantıları yapılmazsa, itirazlar yükselirse süreç durabiliyor ya da yavaşlıyordu. ÇED sürecinde yazılı olmasa da halkın projeyi reddetme hakkı kavga dövüş hayata geçiyordu. Aslında bu hakkın sürece dahil edilmesi gerek. TEMA Vakfı Avukatı Ömer Aykul, halkın ÇED sürecine katılımının yeterli olmadığını, ikna olmadıysa projeyi reddetme hakkının da olması gerektiğini söylüyor. Haklı. Maden açacağınız köyün sakinlerini bir odaya toplayıp projeyi anlatmakla iş bitmez. Onların da söz hakkı olmalı, itiraz ediyorlarsa maden açılmamalı. Demokrasiden, halkın katılımından bahsediyorsak bu iş böyle yapılır.

ÇED sürecinde bugün yaşananlar ise trajik. Madenciler özel güvenlik birimleriyle, halkın katılımı toplantısının yapıldığı toplantı salonlarına etten duvar örebiliyor. Çevreciler girmesin diye salonu adamlarıyla doldurabiliyor. Jandarma seyrediyor, Çevre Bakanlığı temsilcileri görmüyor! İnanmazsanız Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan’a sorun, size tek tek anlatsın neler çektiklerini.

ÇED bir formalite oldu ama anlaşılan madencilerin ona bile tahammülü yok. 1993-2016 yılları arasında Çevre Bakanlığı’na gelen projelerin 4 bin 457 tanesine ÇED olumlu kararı verilmiş. Olumsuz yanıt alan proje sayısı ise 46. ÇED raporu istenen büyük projelerin sadece yüzde 1’i olumsuz yanıt almış. Bu tabloya bakarsanız her şey güllük gülistanlık. Sokağa çıkıyorsunuz her yerde doğa talanı.

Görünen o ki, Artvin Cerattepe’deki madenle ilgili yaşananlar madencileri öylesine yüreklendirmiş olmalı ki, torba yasaya madenleri halkın denetiminden kaçırmayı amaçlayan bu maddeyi koydurmayı bile başarmışlar. Nedir bu madenciliğin ülkeye katkısı diye bakıyorsunuz elde var bir yüzde 1,3. Madenciliğin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içindeki payı bu. 2003’te bu oran yüzde 1. Yurt içi hasıla arttığı için rakam büyüse de madenciliğin oransal katkısı neredeyse aynı.

Değişen rakam başka bir yerde. 2003 yılında Türkiye 742 milyon dolar değerinde maden ihraç ediyormuş. 2013’te 4 milyar 870 milyon dolara çıkmış. İhracatın yarısına yakınını da doğal taşlar oluşturuyor. Dağları yiyip bitiren taş ocaklarının nereye gittiğini görüyorsunuz. Türkiye’de doğayı, insan haklarını hiçe sayarak çıkarılan madenler, Çin, ABD ve Suudi Arabistan başta olmak üzere yurt dışına satılmış. Halkı etkisiz hale getirerek büyüyen neo-liberal politikaların yeni yüzü neo-madencilik Türkiye’de de artık iyice görünür hale geldi.

Bilirkişi kim?

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Mart 2016

Cerattepe’deki sorunlu maden projesinde keşif günü geldi geçti. Rize İdare Mahkemesi tarafından oluşturulan bilirkişi heyeti üç gün önce maden sahasını inceledi. Yeşil Artvin Derneği öncülüğünde 751 gerçek ve tüzelkişinin müdahil olduğu, 61 avukatın sahip çıktığı ÇED iptal davası kapsamında bilirkişi raporu önemli bir yer tutuyor. Bu rapor mahkemenin kararında belirleyici olacak.

Buraya kadar her şey normal gözükebilir ama değil çünkü bir süredir ülkemiz ‘normal’ değil. Öyle olsaydı, Artvinliler gece gündüz eylem yapmaya devam etmez, evinde oturur mahkemenin sonucunu beklerdi.

‘Normal’ bir ülkede yaşasaydık 2014 yılında Rize İdare Mahkemesi’nde kazanılan dava sonucunda maden projesi çoktan sonlandırılırdı. Olmadı, şirketin bu karara ettiği itiraz Danıştay’dan dönünce proje biterdi. Hukuk bu ülkede normal bir şekilde yürüseydi, daha iki yıl önce iptal edilmiş ÇED raporunu göre göre, yeni bir ÇED raporuyla kapıyı çalan şirkete güle güle denirdi. Cengiz evine döner, Artvinli ormanda kutlama yapardı.

Türkiye’de her şey akla, fikre, demokrasiye uygun olsaydı 25 yıldır madeni istemediğini söyleyen bir halkın isteği, her türlü çıkarın üstünde tutulurdu. Orada yaşayan halka rağmen, bir şirketin cebini dolduracağı projeye yeşil ışık yakılmaz, hepimizin vergileriyle çalışan asker, polis hakkını arayan halkın değil, hukuku tanımayan, mahkeme kararı beklenmeden alana yerleşmeye çalışan şirketin önünde dururdu. O şirketin bu cesareti nereden aldığı araştırılırdı.

Bu ülkede insanlar Başbakan’a, mevcut hükümete, hukuka, bilirkişiye güvenini yitirmemiş olsaydı, bilirkişi heyetini yollara dizilerek, ellerinde ‘madene hayır’ atkılarıyla karşılamazdı. Halk oylamasında altın madenine yüzde 100’e yakın hayır diyen Bergama’da maden açılmasa, televizyonlar ve gazetelerin hemen hemen hepsi iktidarın propaganda bültenine dönmese, taraflar buralarda tartışabilse 92 yaşındaki Erzade Yakıntaş, gaz yemeyi göze alarak toprağını savunmak için yollara dökülmezdi.
Bu ülkede tarım arazilerine binalar dikilmesin diye kamu spotları hazırlayanlar, tarım arazilerini eş-dost şirketlere peşkeş çekmese kimse Artvin’de, Gerze’de, Yırca’da günlerce nöbet tutmazdı. Öyleyse doğru soruyu soralım, bu ülke neden böyle? Son 14 yılda bu ülkede ne değişti de insanlar hakkını aramak için belki de 1980 darbesinden bu yana hiç olmadığı kadar sokağa çıkmaya başladı?

Hukuk hiçbir zaman tarafsız değildi; kabul. Şirketler her zaman iktidar tarafından kollanırdı; ona da kabul. Medya da hep reklam vereni maça 1-0 önde başlatırdı. Bunu da biliyoruz ama bugün durum eskisiyle kıyaslanamayacak derecede farklı. Hukuk hükümetin, şirketlerin aleyhine karar verdiğinde ülkeyi yönetenler çıkıp, “o kararı tanımıyorum” demezdi. Şirketler her zaman iktidara yakın olmaya çalışırdı ama iktidarın projelerinin adeta bir parçası, ortağı olmazdı. Medya reklam verene iki sütun yer veriyorsa bir sütun da karşısındakine söz verirdi. Açık oturuma olurda, muhalefetin söz hakkı vardı. Çamur atmak, yalan söylemek birkaç istisna dışında gazetecilerin(!) işi değildi.

Anayasa’nın 56. Maddesi, ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir’ diyor ama bu ülkede Anayasa’nın bağlayıcılığı en üst düzeyden tartışılıyor. Siz bu durumda Artvin’deki çevreciye hukuka, hükümete ve devlete güvenmediği için kızabilir misiniz? Kızamazsınız. Bugün Anayasa’nın 56. maddesine dayanarak çevreyi koruyan bu ülkenin yurttaşları, 56. maddeyi görmezden gelenler ise bu ülkenin yönetenleridir. Halihazırda kanun koyucu da, bilirkişi de, hakim de, savcı da toprağına sahip çıkandır. Bu insanlara terörist, bozguncu yakıştırmaları yaparak çevre hareketini baltalamaya çalışanlar, güçleri yetiyorsa, kamu düzenini gerçekten bozanları, yasaları tanımayanları, mahkeme süreci bitmeden inşaata başlayanları yaptıkları haberlerde ifşa etsinler.

Sokaklar, her demokratik ülkede hak aramanın, soruna işaret etmenin adresidir kimse bunu engelleyemez. Türkiye’deki sorun, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle bilimin, hukukun hakkını aramak, bağımsızlığını sağlamak için halkın sokağa çıkmak zorunda kalmasıdır. Devletle halkın uyuşmazlığında başvurulacak bağımsız hukuk ve bilimin olmaması da bu ülkeyi yönetenlerin suçudur.

Ağaçlar insan öldürmez

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Şubat 2016

Anadolu’da ebemkuşağıyla (gökkuşağı) ilgili bir inanç var. İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu’nun İnançları kitabında anlatır. Yüksek yaylalardan bakınca ebemkuşağının bir ucunun ırmak ya da denizde, diğer ucununsa dağın ötesinde olduğu düşünülür. Bu durumu görenler, “gök ırmaktan su çekiyor” der. Bu durum yağmurun habercisi kabul edilirmiş. Eyüboğlu, eski dinlerde ebemkuşağını görenlerin dua ettiğini de yazıyor.

Bugün Artvin Cerattepe ebemkuşağının gökteki ucudur. Diğer ucu, Artvin’de açılmak istenen madene karşı verilen direnişe omuz veren tüm kentlere; İstanbul’a, İzmir’e, Trabzon’a dek uzanır. Cerattepe’nin ağaçlarına göz kulak olan göğün aradığı su, Türkiye’nin dört bir yanından Artvine’e selam duran bin bir renkli direnişten toplanır. Türkülerle, sloganlarla ağaçların köklerine usulca bırakılır. Sosyal medyada paylaşılan mesajlar yaprakların bereketi, göğün renkleri, kuşların cıvıltısı için edilen dualardır. Anadolu’nun yozlaşmamış inancı doğa sevgisidir. Yakılan her direniş ateşinde ebemkuşağı görülür.

Ebemkuşağı kendini Cerattepe’de bir kez daha gösterdi. Jandarmanın dipçiği, polisin gazı, bakanların gazabı ebemkuşağını karaya çaldırmaz. Altının sarısı gökyüzünde kırılan renklerin yanında bir hiçtir; adı anılmaz. Ağaçlar dik durarak direnir. Onurlu bir direniştir onlarınkisi, para için ruhunu satan insana, emir kulu olana, dalını kaldırmadan yüreğiyle seslenen bir direniş. Çevrecilerin direnişi ne zaman ağacınkine benzer; eli kalkmaz, sesi kötü laf etmez, o zaman başarıya ulaşır. Ne zaman yüreğiyle karşı durur gaza, plastik mermiye, yalana ve talana; o zaman gök kuşağının ucundan bereketin kaynağı suyu toplamaya başlar. Ne zaman anlar ki beton değil ayağını bastığı toprak onun evidir, o zaman mücadeleyi kazanır. Bir renk olur ebemkuşağında, bir ucu dağda bir ucu denizde.

Ağaçların hırsı yoktur, başka bir canlıyı incitmez. Kısası, uzunu; boduru tombulu vardır ama yalancısı, talancısı, katili, hırsızı yoktur. Paraya, altına, parfüme tenezzül etmez güzelleşmek için. Bir dal, birkaç yaprak ama hepsi doğal. Ne zaman insan bir ağaç olur, o zaman gerçekten hayata tutunur. Ne zaman insan ağacı anlar, bileğinde altın değil bir başka dal yani dostun elini arar o zaman yaşamaya başlar.

Cerrattepe, Türkiye’nin el değmemiş ormanlara açılan kapısı. Artvin’de yaşayanların su kaynağı burası. Buranın hiç kimse için temel bir ihtiyaç olmayan altın ve bakır için yok edilmesi kabul edilemez. Bir şirket zengin olsun diye Türkiye’nin ortak mirasına dozerler giremez. Orada yaşayanların itirazları göz ardı edilemez. Cengiz Holding istiyor diye, ÇED raporunun iptali için süren dava sonuçlanmadan, mahkemenin gerekli gördüğü keşif heyeti beklenirken inşaata başlanamaz. Bu davanın, aralarında Türkiye Barolar Birliği, TMMOB, TEMA Vakfı gibi onlarca sivil toplum örgütünün de bulunduğu 761 davacısı var. Bu devleti devlet yapan onlarca kurum, bu ülkenin bakanını bakan yapan binlerce insan birleşmiş bir ağaç olmuş dozerlerin önünde duruyorken, davanın kararını vermek Mehmet Cengiz’e düşmez. Kar kış demeden o dağlarda nöbet tutan ağaç yürekli insanlar, yapraklarında ebemkuşağının ışıklarını parlatırken bize ancak bu destanı anlatmak, bu ülkeyi yönetenlere de, “bir hata ettik affedin” demek düşer.

Unutmayın, ağaçlar insan öldürmez. Bomba koymaz. Tuzak kurmaz. Nefret etmez. Kentlerde gördüğümüz gürültü, kavga, gülmeyen yüzler hep azalan ağaçların eseri. Parasız sahip olabildiğin mutluluktur ağaç. Her şeyin parayla satıldığı toplumlarda kötü örnek olduğu için kesilir. Kadınların katli, tecavüz, silahlı çatışma, cesetlere işkence, gece baskınları ağaçları görmeyen, sevmeyen insanların eseridir. Ebemkuşağının yedi rengini tek bir renk gibi görenlerin günahlarıdır bunlar.

Ağaçlar çocuk gibidir, masum ve mutlu. Onlara tüm kötülükleri büyükler gösterir. Çocuklar altını, parayı, nefreti, dövmeyi ve öldürmeyi bilmez. Şimdi, hele de Ankara’da patlayan bombalardan, yitirilen canlardan sonra hep birlikte “çocuklar ölmesin” deme zamanıdır. Çocuklara ve ağaçlara, yani geleceğimize sahip çıkma günü geldi. Sırat Köprüsü dediğin de zaten budur. Şiddetin etrafını cehennem gibi sardığı bu günde, incecik kalan barışın yolundan gitmek, barıştan yana ne varsa sahip çıkmak verilecek en büyük sınavdır. Ağaca, kuşa ve çocuklara sahip çıkanlar elbet kazanır. 

Haftanın anketi   
Bu hafta Twitter’daki mini anketimizde ‘Artvin’in en değerli hazinesi nedir’ diye sorduk. Yanıt veren 100 kişinin 93’ü doğası derken, 7 kişi altın dedi.

Yeni doğan çocuğa altın takılmaz

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Temmuz 2015

Artvin Cerattepe’de dostlar 20 yıldır madencilere karşı nöbet tutuyor. Artvin’in içme sularını sağlayan Cerattepe’de, Mehmet Cengiz’e ait Özaltın şirketi bakır madeni açmak istiyor. Aynı bölgede altın da var. Bakıra izin verilirse altın madeni de kapıda. Mehmet Cengiz’in hükümetle ilişkisini anlatmaya gerek yok. Mevcut yönetim Artvin’in tüm içme suyunu zehirleyeceğini bilse bile Cengiz’e hayır demez. Artvin Valisi şimdiden Cengiz’e devlet desteği sağlamışa benziyor. Mehmet Cengiz’in yazmaya elimin gitmediği meşhur ‘vecizesi’ Artvinlileri de kapsıyor olmalı.

Bilin ki bu işte bizim de payımız var. İnkar etmeyelim. Geçen hafta gittiğiniz düğünde taktığınız altın bilezik, yeni doğan bebeğin beşiğine iliştirdiğiniz çeyrek altının masum olduğunu düşünmeyin. Bugün Dersim’in Ovacık ilçesindeki Havaçor Vadisi’nde yine altın madeni açmak için hazırlık var. Nedeni, o sarı metale verdiğimiz değerden. İzmir’in tek temiz su havzasında, Efemçukuru’nda altın çıkarılıyorsa, Bergama’nın bereketli ovalarında altıncılar her türlü hukuk kararına rağmen hüküm sürüyorsa, bu işle ilgimizin olmadığını düşündüğümüz için.

Bir altın madencisine altının ekonomiye katkısını sorun. Size ballandıra ballandıra anlatır. Altın olmazsa herkesin işsiz kalacağını, ekonominin batacağını söyler. Cep telefonunuzdan, bilgisayarlara altın kullanıldığından bahseder. Halbuki çıkardıkları altının büyük bir bölümü süs eşyası ya da yatırımcılar içindir.

Televizyonlar, elektronik aletler için bize altın lazım diyenlere kanmayın. 2014 yılındaki 4 bin 410 tonluk altın talebinin sadece 346 tonu (yüzde 8’e yakını) teknoloji alanında kullanıldı[1]. Geçen yıl tüm dünyada geri kazanılan altın miktarının bin 175 ton olduğunu düşünürseniz, elektronik aletler için gerekenin üç katı miktarda altının sadece halihazırda çıkarılmış altınlardan karşılanabileceğini görürsünüz[2]. Yeni altın madeni açmadan hatta mevcutlarını kapatarak bile bu ihtiyaç karşılanabilir. Sadece merkez bankalarının altın rezervleriyle, yatırımcıların ellerindeki altınların bu talebi 180 yıldan fazla karşılamaya yeteceği söyleniyor[3]. Dünyada bugüne kadar çıkarılmış altın miktarı hesaba katılırsa bu süre 450 yılı bulabilir[4]. Yeni altın çıkarmadan tıptan, elektroniğe tüm gerekli altın ihtiyacını karşılayabiliriz. Bugün gördüğünüz tüm altın madenlerinin asıl nedeni şirketlerin size bilezik, kolye ve çeyrek altın satıp kâr etmek istemesi.  

Artvin’de 20 yılı bulan direniş sizi şaşırtmasın. Altıncılar bir kez ortaya çıktı mı kolay kolay gitmez. Dersim’deki maden hikayesi de farklı değil, yıllardır bir hayalet gibi Ovacık’ın üzerinde dolaşıyor. Halk kovuyor, şirketin adı, sahibi değişiyor ve altın madeni kabusu geri geliyor. Bergama’da da öyle olmadı mı? Alman vakıflarından girip, cemaatten çıktılar ve madeni güzelim topraklara kondurdular. Komplo teorici milliyetçileri kandırdılar, karşı çıkan çevrecilere saldırdılar. Bu süreç içinde kimse çıkıp, “yahu, kimin bu altına ihtiyacı var” diye sormadı. Şimdi Ege’nin bereketli toprakları kimyasal atıklarla, siyanürle iç içe yaşamak zorunda.

Altın denen illetten bir an önce uzaklaşın. Hediye mi alacaksınız? Koyun altın ederi parayı bir zarfa uzatın gelin ve damada. Olmadı adlarına fidan dikin, evlerine bir eşya alın, hediye çeki verin. Altını yastık altına atan ve süs için kullananlar arasında Hindistan, Çin, Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinin başta geldiğini unutmayın. Çözümün parçası olun.

Boynunuzda, bileğinizde ve parmağınızda o sarı bela olmadığında daha güzelsiniz. Bebeklere, yeni evlilere altın takıp hepimizin geleceğiyle oynamayın.
 

[1] Dünya Altın Konseyi.
[2] Dünya Altın Konseyi.
[3] Earthworks.
[4] ABD Jeolojik Araştırmaları Kurumu.