Bilirkişi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilirkişi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kopyala-yapıştır rapor

Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santralin ÇED raporuna yapılan itiraz sonrası bir bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporun Kyoto Protokolü ile ilgili kısmı Wikipedia’dan kopyalanmış.

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Mart 2017

Bilirkişi raporundaki Kyoto
Mersin ili sınırlarında yapılmaya çalışılan Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na karşı açılan davaları neticelendirmek için fikrine başvurulan bilirkişi heyetinin hazırladığı raporun Kyoto Protokolü’yle ilgili bölümünün Wikipedia’dan kopyalandığı ortaya çıktı. Nükleer santralların iklim değişikliğine neden olan seragazı emsiyonlarını çıkarmadığını iddia ederek rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjilere göre avantajlı olduğunu öne süren bilirkişi heyeti, bu tezini açıklarken de Kyoto Protokolü’nün maddelerine yer vermişti. Raporda Kyoto Protokolü’nden “sözleşme” diye bahsedilmesi, "sözleşmenin maddeleri” diye verilen bilgilerin doğru olmaması eleştiri konusu olmuştu. Şimdi de bu bilgilerin Wikipedia’dan birebir kopyalanıp yapıştırılmış olduğu ortaya çıktı. 

Wikipedia'da Kyoto bölümü
Wikipedia’dan kopyalanan metinde, “Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5’e çekilecek”, “Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak”, “Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak” ve “Fosil yakıtlar yerine örneğin biodizel yakıt kullanılacak” gibi Kyoto Protokolü’nde  yer almayan öneriler, bilirkişi raporunda “sözleşmenin maddeleri” olarak belirtilmişti. Halbuki protokol, Kyoto’ya taraf, gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 oranında azaltmasını hedeflerken, nükleer enerji kullanımının ön plana çıkarılacağı gibi bir tahminde bulunmuyor. Kopyalanıp bilirkişi raporuna yapıştırılan bu maddeler aslında Wikipedia yazarının yorumları. Wikipedia gibi gönüllü yazarlar tarafından veri girilen bir kaynaktaki bilgilerin, doğruluğu kontrol edilmeden Danıştay’a sunulan bilirkişi raporuna girmesi çevreciler ve nükleer karşıtları tarafından skandal olarak niteleniyor.

Akkuyu’nun bilirkişi raporu hatalarla dolu

Mersin’de kurulmak istenen nükleer santrala karşı açılan davaları değerlendirecek Danıştay’a iletilen bilirkişi raporu açıklandı. Rapor hem nükleer enerji hem de çevre konusunda ciddi yanlışlarla dolu.

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Şubat 2017

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Rusya’ya Türkiye’de nükleer santral kurdurtma ısrarı sürüyor. Mülkiyeti ve kontrolü tamamen Rusya’nın elinde olacak santral projesinin geleceği aslında Türkiye ile Rusya arasıdaki ilişkiye bağlı. Öte yandan da hukuki ve teknik süreç devam ediyor. Santralla ilgili 17 farklı iptal davası var. Garip bir şekilde bu davalar Danıştay’da birleştirildi. Bilirkişi heyeti de Danıştay 14. Dairesi’ne görüşlerini içeren bir raporu birkaç gün önce sundu. 205 sayfalık bu rapor ne yazık ki yanlış bilgilerle dolu. Birkaç örnekle anlatalım.

Bölümün adı ‘Dünyada Nükleer Santrallerin Genel Durumu’. Burada Mayıs 2016 itibariyle dünyada 444 nükleer santralin işletmede olduğu yazılmış. Raporun ‘nükleer uzmanları’ dünyadan o kadar bir haber ki, 2011 yılında Fukuşima’da meydana gelen nükleer kaza sonrası ülkedeki 54 reaktörün (doğrusu reaktör santral değil) kapatıldığını bilmiyor. Bunlardan 10’unun kapısına resmen kilit vuruldu, sökülmeyi bekliyorlar. Kalan 42 reaktörden de şu anda sadece iki tanesi çalışıyor. Rapor doğru bilgilerle hazırlanmış olsaydı şöyle demeliydi: “Dünyada halihazırda çalışabilir durumda (bu reaktörlerin hepsi çalışmıyor) 402 nükleer reaktör var”. Doğru reaktör sayısını kullanmadıkları için nükleer santralların dünyadaki kurulu gücüyle ilgili verdikleri bilgiler de yanlış ve yanıltıcı.

Aynı bölümde nükleer enerjinin geleceğiyle ilgili verdikleri rakamlar da yanıltıcı. Dünyada nükleer kaynaklı elektrik üretiminin artacağını ancak toplam elektrik üretimindeki payının yüzde 9,2’ye düşeceğinden bahsetmişler. Kaynak da Sinop nükleer projesine ortak olmak isteyen EÜAŞ. En azından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) raporlarına bakma zahmetine katlansalardı, nükleeri savunan bu kurumun bile 2050 yılı için yaptığı tahminlerde bu oranın yüzde 4,7’lere kadar gerileyebileceğini söylediğini görürlerdi. Bugünkü oranın yüzde 11,2 olduğunu hatırlatalım. Nükleerin gözden düştüğünü yazamamışlar.

Nükleerden vazgeçenler raporda yok
Akkuyu için rapor hazırlayan bilirkişi heyeti
Bir başka felaket de Fukuşima sonrası birçok ülkede alınan nükleer karşıtı kararları es geçtikleri bölüm (sayfa 78). Raporda, “…kazadan bu yana bazı ülkeler nükleer santral projelerinden kısmen vazgeçerken bazı ülkeler nükleer programlarına devam etmişlerdir” denmesi bu raporun tarafsızlığına gölge düşürmüş. Dünyada Fukuşima sonrası nükleer santrallerini kapatma kararı alan ve bunu uygulayan Almanya gibi ülkeler olduğunu herkes biliyor ama bu raporda yok. Fukuşima’dan sonra nükleere geçme konusunu halk oylamasına sunan ve çıkan hayır sonucuyla yoluna nükleersiz devam eden İtalya’dan da bahsedilmiyor. Dünyanın nükleer enerjiyi en çok kullanan ülkesi Fransa’nın bile nükleerin elektrik üretimindeki payını 2025’e kadar yüzde 78’den yüzde 50’ye indireceği yazılmamış. Aksine, İsviçre’nin halk oylamasıyla eski reaktörlerini bir süre daha çalıştırma kararı aldığı yukarıdaki iddiayı desteklemek için kullanılmış. Üstelik, İsviçre’nin Fukuşima sonrası bu eski reaktörlerin yerine yenilerini yapmaktan vazgeçtiği de vurgulanmamış.

Benim için bu yanlışlar, bilirkişi raporunu hazırlayanların konudan ne kadar uzak olduklarının göstergesidir. Sağlığını, geleceğini ve bu memleketi sevenlere duyurulur.

***
Kyoto Protokolü’nde olmayan nükleeri öven maddeler uydurulmuş
Raporun ciddiyetsizliğiyle ilgili belki de en çarpıcı örnek Kyoto ile ilgili. Bu rapor İngilizce’ye çevrilir ve Akkuyu’da kurulan nükleer santralin dayanağı olarak gösterilirse vay halimize. Sayfa 84’te, ‘Kyoto Protokolü sözleşmesine’ (protokol mü sözleşme mi karar verememişler) vurgu yapılmış ve ‘sözleşme yer alan bazı maddeler’ başlığının altına yazılanlardan iki örnek:

·       Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5’e çekilecek.
·       Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerji de karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak.

Bilirkişi raporundaki aslı astarı olmayan Kyoto maddeleri
İlk maddenin doğrusu şöyle: Kyoto’ya taraf, gelişmiş ülkeler seragazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 oranında azaltacak. İkinci maddenin nereden geldiğiyse belli değil. Protokolün hiçbir maddesinde de nükleer enerjiden bahsedilmez. Bahsedilmediği gibi, nükleer enerji çözümün bir parçası görülmemiş, seragazı azaltımı için kullanılan emisyon ticareti gibi mekanizmalara nükleer dahil edilmemiştir.

***
Üçüncü ayında arıza yapan reaktör örnek gösterildi
Bilirkişi raporunun bir başka sorunu da denenmemiş Rus teknolojisini denenmiş gibi göstermek. Akkuyu’da kurulmak istenen VVER-1200 tipi reaktörün, temelde VVER-1000 teknolojisine dayandığı, bu reaktörün de birçok ülkede kullanıldığı tezi nükleer enerjiyi biraz bilenleri güldürür. Aralarında 200 MW güç farkı olan iki reaktörden bahsediyoruz, soğutma suyu miktarından güvenliğine kadar her şey değişir. VVER-1200 tipi reaktörün çalışan ilk örneği diye Rusya’nın Novovoranezh’deki reaktörünü göstermeleri de bir başka hata. Bu reaktör UAEA kayıtlarına göre ticari faaliyetine henüz başlamadı. Üstelik, deneme çalışmalarına başladıktan sonra elektrik jeneratörlerinde arıza meydana geldi ve reaktör bir süre durduruldu. Bilirkişi raporunda bu reaktörün ‘rüşdünü ispatlamış’ gibi sunulması akıl alınır gibi değil. Bir reaktörün güvenilirliğini ispatlaması için yıllar gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Akkuyu’yu deneme tahtası yapmayın!

***
Rus Büyükelçisi’ni koruyamayanlar Akkuyu’yu nasıl koruyacak?
Bilirkişi nükleer santralların karşı karşıya kaldığı terör tehlikesini de değerlendirmemiş. Nükleer santralların terör hedefi olduğunu yıllar önce yazdığımızda komplo teorisi sananlar, bugün Obama dahil dünya liderlerinden bu konunun ciddiyetini dinliyor. Türkiye’de de örgütlü olduğu yaşadığımız saldırılarla net bir biçimde ortaya çıkan IŞİD gibi terör örgütleri Rusya’yı hedef alan saldırılar düzenliyor. Büyükelçisini koruyamadığımız Rusya’nın nükleer santralını nasıl koruyacağımız meçhul. Nükleer santralların hem terörün hem de savaş zamanlarının hedefi olduğu raporda unutulmuş.

"Bilirkişi"nin Akkuyu’da nükleere hayır demesi için 10 neden

Özgür Gürbüz/11 Temmuz 2016

Bugün Akkuyu için önemli bir gün. Daha önce iki kez Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geri dönen Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu, binlerce itiraz dilekçesi hiçe sayılarak onaylanmıştı. Onaylanan ÇED’in iptali için birçok sivil toplum örgütü dava açtı. Şimdi de açılan dava kapsamında Akkuyu’da bilirkişi heyeti incelemelerde bulunuyor.

Bu ÇED raporuna ve projeye itiraz etmek için çok fazla neden var. Burada sadece 10 taneyle yetineceğim.

1.      Rüzgar, hidroelektrik, jeotermal gibi yerli kaynaklardan üretilen elektriği devlet daha ucuza (örneğin rüzgar için kilovatsaat (kWs) başına 7,3 sent) alırken, verilen alım garantisi yüzünden Rus nükleer santralinden daha pahalıya elektrik (kWs başına 12,5 sent) satın alınacak.
2.      Türkiye 60 yıl boyunca nükleer kaza riskiyle birlikte yaşayacak. Olası bir nükleer kazada Türkiye ekonomisi çökecek (Fukuşima’nın tahmini maliyeti 250-500 milyar dolar). Rusya ise birkaç milyar dolar tazminat ödeyip ülkesine dönecek.
3.      Doğalgazda bağımlı olduğumuz Rusya’ya elektrikte de bağımlı olunacak.
4.      Akkuyu’da üretilecek elektrik miktarının büyüklüğü ve doğalgazdaki aslan payı nedeniyle Rusya Türkiye’deki elektrik fiyatının belirleyicilerinden biri olacak.
5.      Orta ve düşük seviyedeki nükleer atıklar Akkuyu’da depolanacak. Yüzlerce yıl radyoaktif kalacak atıklar bize bırakılacak. Rusya’nın bu konuda sınırlı bir sorumluluğu olacak.
6.      Nükleer yakıttan, santralin sökümüne kadar, yaklaşık 100 yıl boyunca Rusya’ya bağımlı olunacak. Rusya ile olası bir anlaşmazlıkta, doğalgaz ve nükleer yakıt açığı belirecek. Suriye krizini herhalde herkes hatırlıyordur.
7.      Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na (NGS) ait Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarında, sorumlu nükleer enerji mühendislerinin imzalarının taklit edildiği, raporların yatırımcı firma ve ÇED firması tarafından revize edildiği sırada hiçbir nükleer enerji mühendisi tarafından görülmediği anlaşıldı. Sahte imza skandalına rağmen, halkın güvenliğini bu kadar yakından ilgilendiren bir projenin ÇED raporu onaylanamaz.
8.      Elektrik talep tahminleri abartılı. TEİAŞ, 2013 tahmininde 2015 sonunda en düşük elektrik talebinin 278 milyar kWs olmasını bekliyordu. 2015 sonunda gerçekleşen ise sadece 263 milyar kWs. Bu neredeyse Akkuyu'da kurulmak istenen nükleer santralin üreteceği elektriğin yarısı kadar bir sapma demek. Abartılmış talep tahminlerine güvenerek nükleer gerekli diyenler Türkiye’yi yanıltıyor.
9.      Türkiye elektrik üretmek için nükleere muhtaç değil. Akkuyu’daki nükleer santral tam kapasite çalışırsa yılda 35 milyar kWs elektrik üreteceği belirtiliyor. Enerji Bakanlığı’nın da kabul ettiği güneş enerjisinden elektrik üretme potansiyeli yılda 380 milyar kWs. Bu potansiyelin 10’da birini değerlendirmek nükleer santrali gereksiz kılacak. Güneşin sürekli olmadığıyla ilgili söylenenler de genelde eski bilgilere dayanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları çok çeşitli. Güneş yokken rüzgar, rüzgar yokken biyokütle veya jeotermal kullanılabilir. Türkiye gibi çok seçeneğe sahip bir ülkede tek sorun planlama. Örneğin, güneş varken mevcut barajlarda depolanan su akşam saatlerinde kullanılarak güneşin açığı kapatılabilir. Akşam rüzgar esiyorsa, barajlar elektrik depolama görevine devam edebilir. Barajlar uygun değilse jeotermal ve biyokütle gibi depolanabilir kaynaklar devreye girebilir. Almanya gibi elektriğinin yüzde 33’ünden fazlasını yenilenebilir kaynaklardan üreten ülkeler bu uygulamalarla elektrik kesintisi yaşamadan hayatlarını devam ettiriyorlar. Bizde olmaz demek tamamen bilgisizliğe dayanıyor. Mesele sadece güneş de değil, Türkiye’nin şu andaki şartlarda ekonomik kabul edilen rüzgar potansiyeli de yılda 150-200 milyar kWs civarında. Akkuyu’ya ve Sinop’a gerek olmadığı ortada.
10.  Türkiye’nin enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyeli değerlendirilirse nükleer santrallerin üreteceğinden fazla elektrik şebekeye verilir. 9. Kalkınma Planı’ndan: “Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalara göre sanayi, binalar ve ulaştırma sektörlerinde yapılacak verimlilik uygulamalarıyla hem genel enerji hem de elektrik tüketimlerinin yüzde 20-25 oranında düşürülmesi mümkün görülmektedir. Bunun elektrikteki karşılığı bugünkü tüketime bakarsak 60 milyar kWs’in üzerindedir. Kurulmak istenen iki nükleer santralden vazgeçip, mevcut elektrik enerjisini daha iyi kullansak yine elektriksiz kalmayız.

Hesap çok açık ve net. Bilirkişi heyetinin bu gerçekleri görmesi dileğiyle.

Akkuyu 11 Temmuz’da nükleer karşıtlarını bekliyor

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Haziran 2016 

Mersin’de kurulmak istenen nükleer santral karşı yürütülen mücadele 40 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. 40 yıl önce geleceğin nükleerde olmadığını görenler Türkiye’ye büyük bir hizmet yapıp, radyasyonu bu topraklara bulaştırmadılar. 1970’lerde Taşucu Balıkçılar Kooperatifi’nin başkanlığını yapan Arslan Eyce’yi, gazeteciler Örsan Öymen ve Ömer Sami Coşar’ı ilk adımları atmalarından dolayı kutlamak gerek.

Nükleer karşıtları olmasaydı bugün Türkiye binlerce ton nükleer atığa bekçilik yapıyordu. Belki de büyük bir nükleer felaketin getirdiği yıkımın izlerini silmek için uğraşıyor olacaktık. Çernobil veya Fukuşima’da gördüklerimiz Mersin’de yaşanıyor olabilirdi. 800 bin kişinin bölgeden tahliye edildiğini, Türkiye’nin naranciye üretiminin büyük darbe aldığını ve Akdeniz’de turizmin bittiğini bir düşünün. Bir yıl gelmeyen turistin yarattığı sorunları görenler Akdeniz’i tamamen bitirecek nükleer santral saçmalığının farkına varmalı.

İşte, kimilerinin “istemezükçü” dedikleri bu kişilerin ülkeye ettiği hizmet en basitinden bu. ABD, Sovyetler ve Japonya gibi endüstri ve teknoloji devlerinde üç büyük nükleer kaza oldu. Nükleeri savunanlar her defasında “bir daha olmaz” derken çevreciler, nükleer karşıtları “bu risk hâlâ var” diyerek hepimizi uyardı ve hayatımızı kurtardı. Şimdi ise elektrik üretmenin nükleerden çok daha ucuz yollarının olduğu bir çağdayız. Türkiye’de başta güneş ve rüzgar olmak üzere bu enerji kaynakları açısından en şanslı ülkelerden biri. Nükleere direnenler sadece hayatımızı kurtarmadı, ülkenin gelişmesi için yepyeni bir fırsatın da önünü açtı. Enerjiyi verimli kullanan, yeni teknolojileri değerlendiren bir Türkiye bambaşka bir çağa adım atabilir. İcraat dediğin her zaman beton dökmek değildir, bazen de yanlış yere, yanlış amaçla dökülecek betonu durdurmaktır.

40 yıllık nükleer karşıtı mücadelenin en önemli ayaklarından biri de Temmuz aylarında Mersin’in Büyükeceli köyünde düzenlenen nükleer karşıtı şenliklerdi.  Büyükeceli, Akkuyu sahasına en yakın köy. Bu yıl da nükleer karşıtlarını konuk edecek ama amaç şenlik değil. 11 Temmuz’da Akkuyu’ya gelen bilirkişi heyetine gerçekleri anlatmak. Nükleer santralin geleceği belirsizliğini korusa da ÇED süreci devam ediyor. ÇED raporuna yapılan itirazları incelemek üzere 15 kişilik bilirkişi heyeti de Akkuyu’ya geliyor. Nükleer karşıtları da 10 Temmuz Pazar günü çadırlarını alıp Büyükeceli’de kamp kuracak. Aynı eski şenliklerde olduğu gibi. Ertesi gün de bilirkişi heyetine itirazlarını iletecek. Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Sözcüsü Erkan Demir, “Bizler 40 yıllık davamıza sahip çıkmak adına 10 Temmuz, saat 12.00’de Akkuyu'da olacağız. 10 Temmuz’u nükleer karşıtlarının ulusal çapta bir araya geleceği bir etkinliğe dönüştürelim. Çadırını ve yüreğini al da gel diyoruz. Tüm dostları ‘ölüme karşı yaşamı savunmaya’ dayanışmaya çağırıyoruz” diyor.

Akkuyu’da işler zaten karışık. Rusya’nın uçağını düşüren Türkiye, yapılan uluslararası anlaşma gereği projeden vazgeçmek istese bile geçemiyor. Geçerse tahkim yolu açılıyor, Rusya’ya tazminat ödenebilir. Bulgarsitan’da benzer bir durum oldu. Yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçen Bulgaristan Rusya’ya 500 milyon avro civarında tazminat ödemeyi kabul etti. Türkiye tazminat ödemeyip projeye devam etse bu sefer de anlaşmada taahhüt ettiği alım garantisi nedeniyle ciddi bir kazık yiyecek. Şu anda piyasada 4-5 dolar sente satılan elektriği Rus şirketten neredeyse üç katı fiyata (12,35 dolar sent), 15 yıl boyunca almak zorunda kalacak. Ucuz nükleer palavralarıyla nükleer santral pazarlayanların Türkiye’yi attığı kazık bu. AKP bu faturanın farkında ama hem tazminat korkusu hem de nükleerin yanlış tercih olduğunu itiraf etmenin politik ağırlığını kaldıramayacakları için projede ısrar ediyor. Elbette bunlar bizim gördüklerimiz, 25 milyar dolarlık işin göremediğimiz tarafında neler var kimbilir?

Rusya da çıkmazın farkında. Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle 3 milyar dolar yatırdıkları bir işi bırakıp gidemiyorlar. O üç milyarın nereye gittiği de belli değil. Ortada düzlenen bir sahadan başka bir şey yok. İş makinaları durmuş. Şirket nereye, ne kadar harcandığını açıklamıyor. Çareyi ellerindeki hisselerin yüzde 49’unu satışa çıkarmakta buldular. Anlaşma gereği Rus devlet şirketi çoğunluk hisseyi elde tutmak zorunda, istese de projeden ayrılamıyor. Bu satışla, proje tam anlamıyla çuvallarsa ortaya çıkacak zararı azaltmayı, bulacakları AKP’ye yakın bir ortakla da uçak krizinden beri yürümeyen süreci yürütmeyi planlıyorlar.  Yoksa kimse piyasa fiyatının 2-3 katı fiyattan elektrik satma garantisine sahip bir projeyi yüzüstü bırakıp gitmez. İşin oluru giderek azalıyor, herkes farkında.

Herkesi mutlu edecek bir çözüm yok mu? Var, o da zaten bin tane eksiği, yanlışı olan ÇED raporunu iptal etmek. Sonra da Rusya’yı olmayacak işte ısrar etmeme yönünde ikna etmek. İstenirse olur ama önce nükleer inattan vazgeçmek gerek.

Bilirkişi kim?

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Mart 2016

Cerattepe’deki sorunlu maden projesinde keşif günü geldi geçti. Rize İdare Mahkemesi tarafından oluşturulan bilirkişi heyeti üç gün önce maden sahasını inceledi. Yeşil Artvin Derneği öncülüğünde 751 gerçek ve tüzelkişinin müdahil olduğu, 61 avukatın sahip çıktığı ÇED iptal davası kapsamında bilirkişi raporu önemli bir yer tutuyor. Bu rapor mahkemenin kararında belirleyici olacak.

Buraya kadar her şey normal gözükebilir ama değil çünkü bir süredir ülkemiz ‘normal’ değil. Öyle olsaydı, Artvinliler gece gündüz eylem yapmaya devam etmez, evinde oturur mahkemenin sonucunu beklerdi.

‘Normal’ bir ülkede yaşasaydık 2014 yılında Rize İdare Mahkemesi’nde kazanılan dava sonucunda maden projesi çoktan sonlandırılırdı. Olmadı, şirketin bu karara ettiği itiraz Danıştay’dan dönünce proje biterdi. Hukuk bu ülkede normal bir şekilde yürüseydi, daha iki yıl önce iptal edilmiş ÇED raporunu göre göre, yeni bir ÇED raporuyla kapıyı çalan şirkete güle güle denirdi. Cengiz evine döner, Artvinli ormanda kutlama yapardı.

Türkiye’de her şey akla, fikre, demokrasiye uygun olsaydı 25 yıldır madeni istemediğini söyleyen bir halkın isteği, her türlü çıkarın üstünde tutulurdu. Orada yaşayan halka rağmen, bir şirketin cebini dolduracağı projeye yeşil ışık yakılmaz, hepimizin vergileriyle çalışan asker, polis hakkını arayan halkın değil, hukuku tanımayan, mahkeme kararı beklenmeden alana yerleşmeye çalışan şirketin önünde dururdu. O şirketin bu cesareti nereden aldığı araştırılırdı.

Bu ülkede insanlar Başbakan’a, mevcut hükümete, hukuka, bilirkişiye güvenini yitirmemiş olsaydı, bilirkişi heyetini yollara dizilerek, ellerinde ‘madene hayır’ atkılarıyla karşılamazdı. Halk oylamasında altın madenine yüzde 100’e yakın hayır diyen Bergama’da maden açılmasa, televizyonlar ve gazetelerin hemen hemen hepsi iktidarın propaganda bültenine dönmese, taraflar buralarda tartışabilse 92 yaşındaki Erzade Yakıntaş, gaz yemeyi göze alarak toprağını savunmak için yollara dökülmezdi.
Bu ülkede tarım arazilerine binalar dikilmesin diye kamu spotları hazırlayanlar, tarım arazilerini eş-dost şirketlere peşkeş çekmese kimse Artvin’de, Gerze’de, Yırca’da günlerce nöbet tutmazdı. Öyleyse doğru soruyu soralım, bu ülke neden böyle? Son 14 yılda bu ülkede ne değişti de insanlar hakkını aramak için belki de 1980 darbesinden bu yana hiç olmadığı kadar sokağa çıkmaya başladı?

Hukuk hiçbir zaman tarafsız değildi; kabul. Şirketler her zaman iktidar tarafından kollanırdı; ona da kabul. Medya da hep reklam vereni maça 1-0 önde başlatırdı. Bunu da biliyoruz ama bugün durum eskisiyle kıyaslanamayacak derecede farklı. Hukuk hükümetin, şirketlerin aleyhine karar verdiğinde ülkeyi yönetenler çıkıp, “o kararı tanımıyorum” demezdi. Şirketler her zaman iktidara yakın olmaya çalışırdı ama iktidarın projelerinin adeta bir parçası, ortağı olmazdı. Medya reklam verene iki sütun yer veriyorsa bir sütun da karşısındakine söz verirdi. Açık oturuma olurda, muhalefetin söz hakkı vardı. Çamur atmak, yalan söylemek birkaç istisna dışında gazetecilerin(!) işi değildi.

Anayasa’nın 56. Maddesi, ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir’ diyor ama bu ülkede Anayasa’nın bağlayıcılığı en üst düzeyden tartışılıyor. Siz bu durumda Artvin’deki çevreciye hukuka, hükümete ve devlete güvenmediği için kızabilir misiniz? Kızamazsınız. Bugün Anayasa’nın 56. maddesine dayanarak çevreyi koruyan bu ülkenin yurttaşları, 56. maddeyi görmezden gelenler ise bu ülkenin yönetenleridir. Halihazırda kanun koyucu da, bilirkişi de, hakim de, savcı da toprağına sahip çıkandır. Bu insanlara terörist, bozguncu yakıştırmaları yaparak çevre hareketini baltalamaya çalışanlar, güçleri yetiyorsa, kamu düzenini gerçekten bozanları, yasaları tanımayanları, mahkeme süreci bitmeden inşaata başlayanları yaptıkları haberlerde ifşa etsinler.

Sokaklar, her demokratik ülkede hak aramanın, soruna işaret etmenin adresidir kimse bunu engelleyemez. Türkiye’deki sorun, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle bilimin, hukukun hakkını aramak, bağımsızlığını sağlamak için halkın sokağa çıkmak zorunda kalmasıdır. Devletle halkın uyuşmazlığında başvurulacak bağımsız hukuk ve bilimin olmaması da bu ülkeyi yönetenlerin suçudur.