Özgür Gürbüz-BirGün/20 Haziran 2019
Son yıllarda
artış hızı yavaşlasa da İstanbul’un nüfusu sürekli artıyor. TÜİK’in 2019 verisi
kentte 15 milyon 67 bin kişinin yaşadığını söylüyor. 10 yıl öncesine göre
yaklaşık 2,5 milyon daha fazla. Ülkenin beşte birini bir kente doldurmayı
başarmışız. Hep aynı örneği veriyorum. Nüfusu 1 milyar 400 milyona gelmiş Çin’in
en kalabalık kenti Şanghay’da toplam nüfusun sadece yüzde 2’si yaşıyor;
İstanbul’da yüzde 19’u.
İstanbul, Türkiye’de
yaşayan her beş kişiden birinin evi. Eğitim, turizm ve ticaret merkezi olması
nedeniyle de ayrı bir baskı altında. Bu yüzden de yaşanmaz bir kent haline
gelen ve çirkinleşen İstanbul’u kurtarmanın yolu kentin nüfus artışını
durdurmaktan ve Türkiye’de başka cazibe merkezleri yaratmaktan geçiyor. Sorumluluğun
birazı belediyede birazı da merkezi hükümette. 17 yıldır ülkeyi, 25 yıldır
İstanbul’u yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük başarısızlığı da
işte burada. Türkiye’nin kaderini uzunca bir süredir planlama değil şirketler
ve rant tercihleri belirliyor.
İstanbul’da
yaşayanlar biliyor. Boğaz’da şu anda üç köprü ve iki tüp geçit var ama bir
yakadan bir yakaya geçmek isteyenlerin yaşadığı trafik çilesi sürüyor. Bu kadar
köprü ve yola rağmen trafik sıkışıklığı ciddi oranlarda azalmıyor. Çünkü nüfus
artmaya ve karayolu taşımacılığı teşvik edilmeye devam ediliyor. Nasıl teşvik
edildiğini de Boğaz geçişlerine bakarak anlayabilirsiniz. İstanbul’un iki
yakasını birleştiren beş geçitten sadece bir tanesi raylı taşımayı teşvik
ediyor. Diğer dördü karayolunu destekliyor. Şehri etkileyen diğer yatırımlar da
aynı amaca hizmet diyor. Örneğin, İstanbul’u Bursa ve İzmir’e raylı ulaşımla
bağlayabilecek Osmangazi Köprüsü’ne demiryolu döşenmiyor. Adı “yüksek hızlı”
olan tren neredeyse otobüslerle aynı saatte İstanbul’dan Ankara’ya varıyor.
Şehre giriş çıkış yapan araç sayısı bu yüzden azalmıyor. Araçsız yaşamayı
tercih eden insanlar için ülke içinde kesintisiz raylı ulaşımı sağlayacak
teşvik edici bir sistem de İstanbul işin içine dahil edilemediği için hayata
geçirilemiyor.
Peki, nüfusun
İstanbul'a yığılması kendiliğinden mi oluyor? Çoğu insan bunun kontrol
edilemez, insanların tercihiyle ilgili bir sonuç olduğunu düşünüyor. Çin
örneğinde de görüleceği üzere elbette böyle değil. Kenti ve hatta ülkeyi
yönetenlerin icraatları İstanbul’u bu hale getirdi. İstanbul tarihsel
nedenlerle bir turizm merkezi. Bunu değiştiremeyiz ama burayı aynı zamanda
kongre turizminin, finans dünyasının merkezi yapmak zorunda değiliz. Yeni
eğitim kurumlarının büyük çoğunluğu, fuar alanları ve kaybetmesek İstanbul’a
bir yük daha getirecek olimpiyatlar Türkiye’nin başka kentlerinde de hayat
bulabilir. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm bürokratlar her gününü burada
geçirmeye başlarsa, toplantılarını burada düzenlerse Ankara’nın bürokrasi yükü
de İstanbul’un omuzlarına çöker. İstanbul’da ne ararsanız var. Sanayi, ticaret,
eğitim, turizm, politika, kültür sanat…
Kent artık bu
yükün altında eziliyor, diğer kentlerin gelişme araçlarını ellerinden aldığı
için ülkenin dengeli gelişmesine de zarar veriyor. Pazar günü tekrarlanacak
seçim öncesi iktidar partilerinin adayı Binali Yıldırım bu yanlışları anlamış
ve değişecekmiş gibi görünmüyor. Yıldırım, kentin nüfusunu daha da artıracak ve
kalan son doğal alanları da yok edecek üçüncü köprü ve İstanbul Havalimanı
projelerini reklamlarında kullanıyor. Bu hatalara sahip çıkıyor. Ekrem İmamoğlu
ise Kuzey Ormanları’nı korumayı vaat ediyor ve yeşil kuşak projesiyle buraların
yapılaşmaya açılmasının önüne geçeceklerini söylüyor. Adayların vaatlerinin ne
kadarını gerçekleştireceğini elbette bugünden söylemek zor ancak sadece bu
bakış açısından dolayı bile İmamoğlu’nun İstanbul’un sorunlarını çözmede bir
adım önde olduğunu söyleyebiliriz. İmamoğlu’nun konuşulabilir ve erişilebilir
olması da bir başka avantaj. İstanbullular umarım sandığa gittiklerinde kentin
sorununun internet paketi değil, planlama ve rantı durdurmak olduğunu unutmaz.