Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Haziran 2019
Su hayatımızın
temel taşı. İklim kriziyle birlikte suyun önemi daha da artıyor. Suyu hem
akıllıca kullanmak hem de kirletmemek zorundayız. Öyle mi yapıyoruz? Ne yazık
ki hayır. Suyun kaynağını korumada sınıfta kaldığımız kesin. İstanbul
Havalimanı örneğinde olduğu gibi su kaynaklarının etrafını yapılaşmaya
açıyoruz. Ülkedeki her akan suyun üstüne HES yapıyoruz. Suyu kullanma konusunda
da durum farklı değil. Türkiye OECD ülkeleri arasında kentsel atıksu
yönetiminde son sırada yer alıyor. OECD’nin Türkiye’nin çevresel performansını
değerlendirdiği son rapora göre, sanayi kaynaklı atıksuların yüzde 38’i, evsel
atıksuların da yüzde 14’ü arıtılmadan deşarj ediliyor.
Suyu daha iyi
değerlendirmek için yatırım yapılması gerektiği ortada; hem insana hem de
altyapıya. Yapalım elbette ama son yıllarda hangi hizmet yapılsa faturası halka
kesiliyor. Verdiğimiz vergiler nereye gidiyor belli değil, üstüne yapılan
hizmetlerin parasını da ödüyoruz. Köprü yapılıyor, geçsek de geçmesek de
ödüyoruz. Havalimanı yapılıyor, eksik kalan yolcunun parası cebimizden çıkıyor.
Su işi zaten karışık. Son zamanda indirimler, fiyat ayarlamaları yapılıyor ama
bakın seçim öncesindeki tablo bize neyi anlatıyor. Hangi kentte su pahalı,
hangisinde ucuz? Hangisinde yapılan işler halka yüklenmiş hangisinde adil bir
fiyat politikası var?
Bir metreküp
su fiyatını alıp kentlere göre bakmak bize gerçek resmi göstermiyor. OECD
raporunda, illere göre su fiyatları, dar gelirli hane halkının alım gücüne göre
kıyaslanmış. O zaman karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Hane halkının
gelirine oranla suyun en ucuz olduğu iller Erzurum, Aydın, Eskişehir, Tekirdağ,
Trabzon ve Sakarya. Gelire göre adil bir fiyatın belirlendiği iller arasında
ise İzmir, Muğla, Antalya, Konya ve Malatya sayılabilir. Su fiyatlarının geliri
düşük aileleri zorladığı illerin başında ise büyük bir farkla Gaziantep
geliyor. İstanbul, Bursa, Denizli, Kocaeli, Balıkesir, Kayseri, Mersin,
Diyarbakır ve diğerleri kadar kötü olmasa da Ankara’yı sayabiliriz. Sadece
suyun metreküp fiyatına baksaydık Diyarbakır ve Şanlıurfa’da suyun ucuz
olduğunu düşünebilirdik. Hane halkının alım gücüyle baktığımızda tablo
değişiyor. O yüzden de, su fiyatlarını indirdik diyen belediyeleri bir de bu
gözle mercek altına almakta fayda var.
Birçok
ilde su ve atıksu tarifeleri hanelerin karşılayabilirlik sınırını aşıyor
Üç büyük kente
bakalım. İstanbul’da dar gelirli bir ailenin alım gücünün ödeyebileceği
miktarın neredeyse iki katı olan su fiyatı yüzde 15’lik indirime rağmen hâlâ istenilen
seviyede değil. Kilometrelerce öteden su getirmeyi icraat diye sunanlar bunun
bedelini faturalar üzerinden halka yüklemişe benziyor. Halbuki şehri kuzeye
doğru genişletmeseler, mevcut su kaynakları ve nüfus korunsa, İstanbullu daha
az yatırımla daha uygun fiyata su alabilirdi. İzmir’de gelire göre zaten
dengeli görülen fiyatlar, tasarrufu da özendirecek şekilde yaklaşık yüzde 10
indirilerek daha uygun bir seviyeye getirildi. Ankara’daki yüzde 30’luk indirim
ise fiyatı dar gelirli bir ailenin karşılayabileceği seviyelere çekti.
İstanbul’daki indirim kararının Ekrem İmamoğlu tarafından ortaya atıldığını
hatırlarsak, Ankara ve İstanbul’da CHP’li belediyelerin etkisiyle su
fiyatlarının daha makul bir çizgiye çekildiğini söyleyebiliriz. İzmir zaten iyi
durumdaydı.
Yapılacak daha
çok iş var. Su kullanımında da tasarrufu, doğayı korumayı teşvik edecek radikal
önlemler hayata geçirilmeli. Çocuklara evde su tasarrufuna dair yöntemleri
anlatabiliriz ancak başta tarım ve sanayide suyu verimli kullanmak “kamu
spotu”ndan fazlasını istiyor. Suyun bedelini tasarruf edeni, verimli kullananı
ödüllendirecek; israf edeni cezalandıracak şekilde ayarlamalıyız. İklim
krizinin sonuçlarını planlamalara dahil etmeliyiz. İstanbul gibi kentler
kurmayıp, kilometrelerce öteden su taşımak için boru hatları yapmakla
uğraşmamalıyız. Yağmur sularını depolamayan binalara imar izni vermemeliyiz. Her
şeyden önce suyun kirlenmesini, azalmasını seyretmeyi bırakmalıyız.