1987 Aralık ayında başlayan İlk İntifada, “Cenin Sineması”nın da bir anlamda sonu oldu. Filistin’in birçok kentinde olduğu gibi Cenin’deki sinema salonu da kapılarını büyülü dünyanın meraklılarına kapamak
zorunda kaldı. Ta ki annesi Alman, babası Türk olan yönetmen Marcus Atilla Vetter, İsrail ve Filistinli dostlarıyla beraber bu eski sinemanın perdesine yeniden hayat vermek için kollarını sıvayana dek. Bu işte en büyük yardımcısıysa İsrailli askerlerin öldürdüğü oğlunun organlarını, altı İsrailli çocuğa bağışlayarak hayatlarını kurtaran Filistinli İsmail Hatib…
Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 9-15 Ekim 2008
Fotoğraflar: Marcus Vetter
İsmail Hatib’in 11 yaşındaki oğlu Ahmed, 2005 yılında İsrail ordusu tarafından öldürüldü. Tesellisi mümkün olmayan acısına rağmen, birçoğumuzun gösteremeyeceği cesareti göstererek oğlunun organlarını İsrailli çocuklara bağışladı. Öldürülen oğluna karşılık tam altı İsrailli çocuğun hayatını kurtardı. Aradan bir yıl geçti ama geçen zaman elbette acısını hafifletmedi. 2006 yılında, Cenin Mülteci Kampı’ndaki çocuklar için bir kültür merkezi açmaya karar verdi. Belki de onlara, bir mülteci kampındaki hayattan başka, “diğer hayat” hatta hayatlar olduğunu anlatmaya, ispatlamaya çalışıyordu. İtalya’nın Cuneo kenti, İsmail Hatib’in sesini duydu. Gelen yardımlar sayesinde açılan Cuneo Kültür Merkezi’nde çocuk ve gençlere yönelik birçok kurs açıldı. İsmail Hatib’in sesini duyan bir başkası da, organ bağışıyla ilgili öyküsünü belgesel haline getirmek için oraya giden Alman yönetmen Marcus Atilla Vetter oldu. İsmail’in bu dramatik öyküsünü filmleştirdiği sırada Cuneo Merkezi’nde çocuklara yönelik bir de sinema kursu düzenledi. Çocukların ilgisi, katılımı müthişti ama çekilen filmleri gösterecek yer yoktu! Vetter Almanya’ya döndü ama bir süre sonra, “Cenin’in Kalbi” adlı belgeselin kabataslak hâlini İsmail ve dostlarına göstermek için yeniden Cenin’e gitti. İşte ilk kez o zaman, kasabanın merkezindeki dev binayı fark etti. Binanın 1987 yılında başlayan İlk İntifada’dan beri kapalı olan Cenin Sineması olduğunu öğrendiğinde Vetter’in ağzından “Neden orayı yeniden açmıyoruz” sözleri döküldü. Belgeseli çekilirken kendisini sinemanın büyüsüne kaptırmaya başlayan İsmail’in yanıtı kısa ve net oldu: “Hadi, orayı yeniden açalım!”
Batı Şeria’da 2,5 milyon insana bir sinema düşüyorBu çılgın fikir, İsmail, Marcus ve onların İsrailli, Filistinli dostlarınca da desteklenince, iş ciddi bir projeye dönüştü. 2008 ve 2009 yıllarında restorasyonu bitirip, 2009 yılında sinemanın açılışını yapmaya karar verdiler. 2010 yılında da sinemanın işletmesini Ceninlilere bırakacak bir plan yapıp işe koyuldular. İlk adım, gerekli finansal desteği sağlamak olarak belirlendi. Çünkü sinema, 1987’den beri sadece politik grupların toplantı yaptığı bir yer hâlinde. Duvarlarında film afişleri değil, politik
toplantılardan geride kalan komünizme ait simgeler, Che Guevara resimleri var. Binanın asıl işlevini görmesini sağlayacak hemen hemen her şeyin yenilenmesi gerekiyor. 35 mm’lik projektörler çalışmıyor, perde yırtılmış ve koltukların birçoğu da kullanılamaz halde.
Alman hükümeti, şimdiden 100 bin Euroluk yardım sözü vermiş. İnternet üzerinden yapılan bireysel yardımlar da hızla çoğalıyor. Sinemanın sahiplerinin katkısıysa, beş yıl boyunca kira almamak olacak. Filistin’de elektrik kesintisi günlük yaşamın bir parçası olduğu için sinemanın elektriğini sağlamak üzere yine 100 bin Euroluk bir güneş enerjisi sistemini kurmayı da Alman M.A.N. firması üstlenmiş. Böylece filmler elektrik kesintisine kurban gitmeyecek. Goethe Enstitüsü, One World Cinema Foundation (Tek Dünya Sinema Vakfı) gibi kuruluşlar da yardım sözü vermiş. Türkiye’den de yardım istemişler ancak henüz olumlu ya da olumsuz bir yanıt gelmemiş. Konuyu sorduğumuz Kültür Bakanlığı’nın Ankara’daki yetkilileri kendilerine henüz böyle bir talep gelmediğini belirtiyor.
Projeye çok olumlu bakan Filistinli otoriteler aslında başka sinemalar da açmak istiyor. Şu anda Batı Şeria’da sadece bir sinema var ve o da Ramallah’ta; yani 100 km. ötede. Batı Şeria’da yaşayan 2,5 milyon kişiye bir sinema düşüyor. Oysa Filistin’de yaşayanların ne yol ücretini karşılayacak paraları ne de sinemadan eve kazasız belasız geri dönme garantisi var. Restorasyon tamamlanıp da film gösterimleri başladığında parasızlık yüzünden sinemaya gidilememesini engellemek için bilet fiyatlarının mümkün olduğunca düşük tutulması kararlaştırılmış durumda şimdiden; giriş ücreti sadece 1 Euro olacak. Sinemanın eski hâli 200’ü balkonda olmak üzere 400 koltuk kapasiteliyken şimdi amaç günde ortalama 300 sinemasevere hizmet vermek ve burayı ileride bir kültür merkezi, sanatçıların çalışmalarını sergileyebilecekleri bir mekân haline getirmek.
Her filme açık değilCenin sinemasını dünyadaki diğer sinemalardan farklı kılan sadece Filistin topraklarında olması değil. Altı tane olması düşünülen beyazperdelere her film yansıtılmayacak. Savaş temalı, vurdulu kırdılı filmlerin pek şansı yok. Bu tür sahneler içeren filmler bir tek koşulla gösterilecek; barışa hizmet etmek koşuluyla. Vetter’in düşüncesi, bu sinemada ağırlıklı olarak belgesellerin gösterime girmesi. “O kadar çok güzel belgesel var ki” diyor, “kimsenin haberi yok. Televizyon giderek daha da kötü oluyor ama belgeseller 10-20 yıl öncesine göre çok ama çok daha iyi. Arap ve Avrupa menşeli belgeseller ve tabii ki çocuk filmleri olacak.” Vetter, Cenin’de gösterilmeyi hak etmek için filmlerde aranacak kriteri şöyle özetliyor: “Tüm dünyadan filmler göstereceğiz ama bir tek şartla: Filmler harika olmak zorunda”. “Benim Babam Türk” adlı belgesel filminin Ekvator’da gösterilirken müthiş bir ilgi görmesinden çok etkilenen Vetter, “Dünyanın en iyi filmi değildi ama insanlar dünyanın bir başka köşesindeki insanların öykülerini merak ediyor” diyor ve ekliyor: “ Cenin’deki insanlar kendilerini o kadar yalnız hissediyor ki, dışarıdaki hayattan bir kesit bile onlara yalnız olmadıklarını anlatmak için çok önemli”.
“Hayalim sinemayı dolu görmek”
Marcus Atilla Vetter için “Cenin Sineması” projesi sadece Filistinlileri daha mutlu edecek bir girişim değil; Avrupalı ve İsraillilere de mesaj verecek bir proje. İsrail ve Avrupa’da birçok kişinin Cenin hakkında yanlış fikirlere sahip olduğunu söyleyen Vetter, “Cenin sineması barışa yardım edecek. Birçok İsrailli, sadece kendilerinin sanat ve sinemayla ilgilenebileceklerini düşünüyor. Filistin’deki insanlarla film yapmak, dünyaca ünlü sinemacıları oraya getirmek, onları tekrar düşündürecek. İsraillilere, Filistin’deki her çocuğun sandıkları gibi terörist olmadığını gösterecek” diye ifade ediyor düşüncelerini. En büyük rüyasının sinemayı dolu görmek olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Benim rüyam sinemayı dolu görmek. Dolu görmek ama popüler filmler, kötü Mısır filmleri gösterdiğimiz için değil; dünyanın her tarafından harika filmler gösterdiğimiz için, insanlar gerçekten sinemaya gelip mutlu oldukları için”. Konu hayallerden açılmışken Vetter’e, “İsrail ve Filistinlilerin bu sinemada beraber film izlediklerini, İsrail filmlerinin de gösterildiğini hiç hayal ettiniz mi?” diyoruz. Zamana ihtiyaç var elbette ama “Tabii ki mümkün” yanıtını veriyor. Neden olmasın?
***
Cenin Sineması Projesi Yöneticisi Marcus Atilla Vetter
“Burası bir terörist kasabası değil”
Marcus Vetter, 2007 yazında İsmail Hatib’in hikâyesini filmleştirmek için İsrail’e gittiğinde kendisiyle birlikte Cenin’e gidecek bir film ekibi ya da bir gazeteci bulamamış. “Birçok İsraillinin Cenin’e gitmekten çok korktuklarını o zaman anladım” diyen Vetter, daha sonra Filistinli politikacıları savunduğu için 1990 yılında Alternatif Nobel ödülü almış olan Avukat Felicia Langer’a ulaşmış. Langer, Vetter’i, Cenin’deki Özgürlük Tiyatrosu’nun (The Freedom Theater) yöneticisi Juliano Mer Hamis’le buluşturmuş. Hayatını Filistin’de alternatif bir eğitim sistemi oluşturmaya adamış bir İsrailli olan Hamis Vetter’e Cenin’de yol göstermiş. O tarihten sonra beş kez daha Cenin’e giden Vetter, “Her ziyaretimde buranın Batı’da sanıldığı gibi bir terörist kasabası olmadığına daha da emin oldum” diyor.
Babasını İlk Kez 38 yaşında gördü
“Ona motosiklet aldım çünkü kullanmayı öğretirken sarılabilecektim”
Her şey Marcus Vetter’in annesinin 1960’lı yıllarda Almanya’da aşçılık yapan Cahit Çubuk’a âşık olmasıyla başlar. Kadın Marcus’a hamile
kaldığında, Çubuk’un Türkiye’de evli ve iki kızı olduğunu öğrenir. Cahit Çubuk, 7 yaşındaki kızı Nazmiye’nin kendisine devamlı mektuplar yazdığını ve Türkiye’ye çağırdığını söyler ve kısa bir ziyaret için Bolu’ya döner. Marcus’un annesi bunun kısa bir ziyaret olmadığını daha sonra anlar. Ailesi tarafından dışlanan kadın, hayatını kazanmak için zor koşullarda çalışır ve Marcus Atilla Vetter’i 1967 baharında dünyaya getirir. Hep bir erkek çocuk sahibi olmak isteyen Cahit Çubuk haberi alınca oğlunu görmek ister. Onları Türkiye’ye, nikâhlı olduğu eşi ve diğer çocuklarıyla birlikte yaşamaya çağırır. Marcus’un annesi bu teklifi reddeder. Beş parasız olmasına rağmen otostopla Almanya’ya gitmeyi başaran Cahit Çubuk, iltica talep eder. Talebi kabul edilmeyince oğlunu göremeden yeniden Çunuk köyüne dönmek zorunda kalır. İlerleyen yıllarda iki kız çocuğu daha olan Cahit Çubuk, oğlunu artık hiç göremeyeceğini düşünürken 2005 yılında Vetter’i köyünde, karşısında bulur. Oğlu tanınmış bir film yönetmenidir artık ve doğumundan 38 yıl sonra gerçekleşen bu ilk karşılaşmayı filme çeker. Belgeselinin adını “Benim Babam Türk” koyan Vetter, bir söyleşide 72 yaşındaki babasına neden motosiklet aldığı sorulunca şu yanıtı verir: “Ona motosiklet kullanmayı öğretirken sarılabilecektim çünkü”. Cenin Sineması projesinin yöneticisi Marcus Vetter babasıyla ve dört kız kardeşiyle hâlâ görüştüğünü ve yıllarca tek bir fotoğrafıyla idare ettiği babasını çoktan affettiğini söylüyor.