İzmir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzmir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Örgütlü toplum 5 dakika uzağında

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Mayıs 2017 

Cumhuriyet’ten Dicle Haber Ajansı’na, Sözcü’den Sendika.org’a uzanan yasaklar, sansür ve engellemelere her gün bir yenisi ekleniyor. Gazetecileri hedef alan ve artık cadı avına dönen, tutuklama ve gözaltıların da hafife alınır bir tarafı yok. Tüm bunlar Türkiye’de düşünce özgürlüğünü hedef alan despotluğun hangi aşamaya geldiğini gösteriyor. Örgütsüz medya, bu despotizmin bir numaralı hedefi oldu. 

Türkiye’de muhalefetin bu baskı zincirini kırabilmesinin yolu örgütlülükten geçiyor. Herkes bunun farkında. Çocuklara tecavüzü meşrulaştıracak yasa teklifinde halkın hep birlikte hareket etmesiyle AKP’nin nasıl geri adım attığını hatırlayın. Gezi Parkı’nı hatırlatmama bile gerek yok çünkü oradaydınız.


Örgütlülüğü zorlaştıranın ‘biz’ olduğunu unutmayalım. Dilerseniz 5 dakika içinde örgütlü bir mücadelenin parçası olabilirsiniz hem de yerinizden bile kalkmadan. E-devletten giriş yapıp muhalif bir sendikaya üye olarak işe başlayabilirsiniz. Hükümetin güdümünde olmayan sendikayı biliyorsanız, hesabınıza giriş yaptıktan sonra sizin iş kolunuza ait seçeneklerden birini seçmeniz 15 saniye bile sürmez. Çoğunluk sağlandığı anda sendikanız size ulaşacaktır, bunun için de dostlarınıza benim yaptığım çağrıyı yapmanız yeterli. Sonrası ise sendika sürecini takip etmek, sizin gibi düşünen insanlarla birlikte hareket etmek. İşte örgütlü olmak bu kadar kolay, beklemek yerine harekete geçmeniz yeterli. Bizi bizden başka kurtaracak kimse yok.

Son halk oylamasında daha iyi gördük ki bu ülkede üretim sürecini, katma değeri yaratanlar mevcut düzene hayır diyor. Bu hayırcıların hepsinin sendikalı olduğunu ve ülkede işler istedikleri gibi gitmediğinde genel greve çıktıklarını bir düşünün. Karşınızda hiçbir hükümet duramaz. Bu güce kavuşmanızın önündeki tek engel ise sizin vurdumduymazlığınız. İlahi bir gücün sizi kurtarmasını beklemeyin. Uzlaşmazlıklarınızı değil uzlaştığınız noktaları öne çıkararak bir sendikaya, bir derneğe ve bir siyasi partiye üye olun. Mümkünse hepsine birden. Kılı kırk yaracak durumda değiliz. Örgütsüzlük ve tepkisizlik sizi koruyamaz, sadece kolay hedef yapar. Evet, örgütlenme çabalarının sonucunda bir bedel ödeyebiliriz. Türkiye’yi özgür bir ülke yapacaksak bedel ödemeye de hazır olmalıyız. Bugün bizler için hapislerde yatan dostlarımız bu bedeli ödüyor. Nazım Hikmet’in söylediği gibi; “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”.

Ankara ve İzmir’deki kuş cennetlerine dikkat
Nallıhan Kuş Cenneti’nin dibine yeni bir kömür santralı kurmak istediklerini daha önce bu köşede yazmıştık. Halihazırda bir santral var, kuşların üremek için seçtiği bu özel alan üzerindeki baskı ikinci santralla daha da artacak. TEMA ve 350.org geçen hafta tepkilerini dile getirdi ama Ankaralılar, kuş severler bu mücadeleye daha fazla destek olmalı.

Türkiye’de kuşlar için önemli bir başka alan ise İzmir Kuş Cenneti. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na bir soru önergesi vererek İzmir Kuş Cenneti’nin yapılaşmaya açılması ve satılması yönündeki iddiaların aslı var mı diye sordu. İzmir Kuş Cenneti’ni Koruma ve Geliştirme Birliği (İZKUŞ) ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü arasındaki 15 yıllık protokol dört ay önce sonlandı ve uzatılmadı. İZKUŞ’un yönetiminde İzmir Büyükşehir, Karşıyaka, Foça ve Menemen belediyeleri var. Başkanı ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu. Bakanlık İZKUŞ’un 3 milyon TL’lik bütçesine rağmen 3 kuruş bile harcamadığını iddia ediyor. Kocaoğlu bu iddiayı şu ana kadar yaptıkları ve toplamda 26 milyon TL’yi bulan harcamaların bir listesini yayımlayarak yanıtladı. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sıkı, “2017 üreme döneminde flamingolar yuva ve yavru yapma rekoruna doğru koşarken sevincimiz kursağımızda kaldı” diyor. Yapılaşma veya yanlış yönetim yıllardır kirlilikle boğuşan Gediz Deltası ve Kuş Cenneti’nde onarılamayacak hasarlara neden olabilir. Onca yılın emeği boşa gitmesin. Doğaseverlere, özellikle de Türkiye’deki kuş gözlemcilerine her iki cenneti korumak için büyük iş düşüyor.

Türkiye kirletmeye devam ediyor
Türkiye’nin seragazı emisyonları 2015 yılı sonunda 475 milyon tona (karbondioksit eşdeğeri) çıktı. 1990 yılına göre yüzde 122 oranında arttı. Daha da önemlisi Türkiye’de kişi başına düşen emisyon miktarı da 6,07 tona ulaştı. İklim değişikliğinde asıl sorumlu onlar dediğimiz ülkelere çok yaklaştık. Avrupa Birliği (28 ülke) ortalaması ise 8,72 ton (2014). Aramızdaki fark ise şu: Onlar iklim değişikliğini durdurmak için uğraşıyor ve bu rakam sürekli düşüyor, biz ise kömür santralları yaparak artırıyoruz. Paris Anlaşması’nı bile onaylamadık, attığımız imza havada kaldı. Bilmem şu kadar fidan diktik diyenlere duyurulur.

Yargı havalimanına 'iklim için dur' dedi

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Şubat 2017

İstanbul’da 2,5 milyon ağaç ve o ağaçların parçası olduğu ekosistemde yaşayan yüzlerce canlı 3. Havalimanı projesi için yok edile dursun, Avusturya’nın Federal İdare Mahkemesi, benzer bir projede doğa lehine karar verdi. Avusturya’nın başkenti Viyana’daki havalimanına eklenmesi düşünülen üçüncü piste dur diyen mahkemenin itiraz gerekçesi iklim değişikliği. Yol kenarına fidan dikerek çevreci olduklarını sananlar iyi okusun. Mahkeme, “Projenin olumlu yönleri, çok miktarda karbondioksit emisyonunun yaratacağı kirliliği meşrulaştıramaz” dedi. Uçaklar yakıt tüketimlerinin fazla olması nedeniyle diğer araçlara göre daha fazla seragazı üretiyor; iklim değişikliğine neden oluyor. Mahkeme de sefer sayısının artmasının dünyanın iklimini değiştireceğini söyleyerek havalimanının büyümesine izin vermedi.

Bizim 2,5 milyon ağacı göz kırpmadan kesmemiz, yerinden etmemiz tarihe kara harflerle, Avusturya’nın ekonomik büyüme, gelişme gibi argümanları bir yana bırakıp iklimi koruma adına daha fazla uçağa hayır demesi ise yaldızlı harflerle yazılacak. Bizde olsa iklim değişikliğini sadece Çin ve ABD’nin sorunu yapar, parayı da her şeyin önüne koyardık. Avusturya’nın seragazı emisyonları bizden daha az (yaklaşık 7’de 1’i) ama kendilerini dünyanın geleceği konusunda bizden daha sorumlu hissediyorlar. Şimdi gözler bir üst mahkemede. Havalimanını işleten şirket karara itiraz edeceğini söylüyor. Yılda 23 milyon yolcu kapasiteli havalimanı ülkeye 1 milyar avro civarında vergi geliri sağlıyor. Bakalım bu rakamlar mı yoksa çevre mi kazanacak?

Gelişmiş ülke dediğin artık uçak, araba sayısıyla ölçülmüyor. Bağımsız mahkemeler, halkın söz hakkı, çevreye gösterilen saygı bir ülkeyi gelişmiş yapıyor. Avusturya’nın kararı çevre hukuku açısından da çok önemli. İleriki günlerde iklim için durdurulan başka projelere de rastlayabiliriz.

Hava kirliliğinde dış güçleri geride bıraktık
Futbolda, ekonomide, eğitimde hep geride kalmak çoğumuzun moralini bozuyordu. En sonunda dış güçleri geride bıraktığımız bir alan bulduk. Hava kirliliğinde Türkiye Avrupa’daki hemen hemen her kenti geçerek, en kirli 10 kent listesine 8 kent sokmayı başardı. Guardian gazetesinin Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerini kullanarak yaptığı sıralamada, PM 2,5 değerleri esas alındı. Bunlar, havada bulunan insan saçının çapından üç kat küçük partiküller, soluduğumuzda sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyorlar.

Listenin birinci sırasında Makedonya’dan Tetova var, onu Batman, Gaziantep ve Hakkari İzliyor. Bosna’dan Tuzla’nın yanısıra Siirt, Karaman, Iğdır, Isparta ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun memleketi Afyon, Avrupa’nın havası en kirli 10 kenti arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü PM2,5 değerlerinin yıllık ortalamasının metreküpte 10 mikrogram olması gerektiğini söylüyor. Batman’da bu rakam 67, Isparta’da 52. Sınır değerin 5-6 kat üstündeyiz. Hava kirliliğinin kaynakları belli. Enerji üretimi (başta kömür), ulaşım ve sanayi. Bir de bu kirliliği büyüten nedenler var. Bunun başında da çarpık kentleşme geliyor. Dev binalarla doldurduğunuz, parksız, yeşil alansız, trafiği sıkışık kentler hava kirliliğine davetiye çıkarıyor. PM 2,5 verilerinin yüksek olması ise özellikle ulaşım kaynaklı kirliliğe dikkat çekiyor. Avrupa’da dizel araçlar bu nedenle gözden düştü. Bizde ise ekonomik nedenlerden dolayı tercih ediliyor. Türkiye’de dizel otomobillerin pazar payı yüzde 62, dünyadaki en yüksek rakamlardan biri[1]”. Dizel araçlara sınırlama şart. Toplu taşımayı ihmal ederek, dev kentler yaparak, yeşil alanları yok ederek, hava kirliliğinin Türkiye’de daha çok can almasına, daha fazla insanı hasta etmesine davetiye çıkarıyoruz.

İzmir’den örnek proje
Ulaşım kaynaklı hava kirliliğini önleme konusunda belediyelere de büyük iş düşüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi güzel bir adım attı; 20 elektrikli otobüsü denemeye başladı. Her şey yolunda giderse İzmir’de elektrikli yolcu otobüsü sayısı 400’e çıkacak. Otobüslerin menzili 250 km. Elektrikli araçlar gürültü ve egzoz gazı kirliliğine neden olmuyor ama bu sizi yanıltmasın. Sonuçta, otobüsün akülerini doldurduğunuz elektriğin hangi kaynaktan üretildiği önemli. O elektrik bir kömür santralinden geliyorsa hava yine kirlenir. İzmir Büyükşehir Belediyesi o konuyu da düşünmüş. Otobüslerin elektrik ihtiyacının (en azından bir kısmının) karşılanması için garaj ve son duraklara güneş panelleri yerleştirilecek. Güneş enerjisiyle çalışan otobüslerin dünyadaki en çevreci ulaşım seçeneği olduğunu söyleyip İzmir’e teşekkür edelim. Belediye, Kültürpark projesi için yapılan itirazları da değerlendirirse ‘yeşil belediyecilik’ konusunda herkese örnek olabilir.

[1] İPM, Türkiye’de Otomotiv Sektörüne Bakış, Peter Mock.

Deli Dumrul köprüsü

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Temmuz 2016

İzmit Körfezi’ni birleştiren köprü açılışı terör saldırısı falan dinlemedi. Bindirilmiş kıtalara köprüde göbek atma emri verilmişti bir kere. Onlar da attılar köprüde göbeciklerini… Ne de olsa Atatürk Havalimanı’ndaki IŞİD saldırısı için göstermelik bir yas ilan edip, hamasete devam edecekti büyükleri. O kadar hizmet getirmiş adamlar, iki göbeciğin lafı mı olur?

Hizmet dediğiniz de öyle bir şey ki, duyan köprüyü devletin yaptığını sanır. Köprüyü Nurol, Makyol, Özaltın, Göçay ve Astaldi şirketlerinden oluşan birlik yaptı. Bedavaya yapmadı haliyle. Köprüden geçen de geçmeyen de parasını ödeyecek. Mevcut hükümet bu şirketlere köprüden her gün 40 bin araç geçecek diye garanti verdi. Garantiyi de araç başına 35 dolar, bugünkü kurdan hesaplarsak 100 TL belirledi. Köprü geçişi 88 TL olduğuna göre bir zarar söz konusu ama merak etmeyin, zarar eden şirket değil biziz. Devletimiz eksiği hazineden tamamlayıp şirkete ödeyecek. Onlar da parayı bizim vergilerimizden alacak elbette. Pamuk eller cebe gidecek sizin anlayacağınız. Tam bir Deli Dumrul hikayesi. Geçsen de geçmesen de para vereceksin. Benim gibi otomobilsiz yaşayanlar bile o köprüden başkalarının geçmesi için para ödeyecek. Hizmet denilen bu köprüyü kullanmasan bile parasını ödeyeceksin. Millet göbek atmasın da ne yapsın? Kenan Sofuoğlu’nun hız rekoru kırması da bundan. Kazık rekorunu gölgede bırakmak için.

İş burada bitse iyi… İhalenin devamında, İzmir’e kadar giden yollarda da (Orhangazi-Bursa, Bursa-Balıkesir, Balıkesir-İzmir) hep araç garantisi verilmiş. Otoyollar sinek avlarsa bu şirketleri kurtarmak için halk devreye girecek. Deli Dumrul otoyoldan geçenden de geçmeyenden de para alacak. Sonra da çıkıp, bakın size köprü, otoyol yaptık diyecek? Bu zihniyet yayılırsa yakında bakkallar parayla sattığı ekmeği bize hizmet diye yedirir, satamadığı, elde kalan ekmek için de mahallelinin para toplayıp zararını karşılamasını ister.

Ülkeyi uzun zamandır bu ‘Deli Dumrul ekonomisi’ yönettiği için millet hizmet kelimesinin anlamını da unuttu. Çocuğunu okula gönder, para isterler. Hastaneye gidersin, para isterler. Belediyeler kaldırım yapar, para ister. Çöp toplanır, yine para isterler. Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su da bedava değil. Vatandaşın vergisi nereye gidiyor o hiç belli değil? Devlet zaten yapması gereken her işi artık parayla yapıyor. Üstüne, marifetmiş gibi size hizmet ettik diye ilan verip, kurdele kesiyor. Parasını sen mi verdin de kesiyorsun o kurdeleyi? Bari, bırak da biz keselim.

Bir de yanlış hizmet diye bir şey var. Prof. Güngör Evren anlatıyor. İzmit Körfezi Köprüsü’nün 2008 yılı başındaki ihale ilanında bir gidiş, bir dönüş demiryolu hattı varmış. Aynı yılın Ağustos ayında demiryolu kısmı projeden çıkarılmış. Evren, “Körfez Köprüsü üzerindeki raylar kaldırılmasaydı, İstanbul ülkemizin nüfus ve gelir bakımından ilk sıralarındaki Bursa, Ankara, İzmir ile etkin demiryolu bağlantılarına kavuşacaktı. İstanbul’u Bursa’ya bağlayacak hattın İnönü’ye kadar uzatılması ile bir yandan Bursa İstanbul’a ve Ankara’ya bağlanırken, öte yandan yapılmakta olan İstanbul-Ankara hattından 50 km kadar kısa ve daha ucuz uygun bir hat oluşacaktı” diyor. Hadi, tutmayın göbecikleri, paylaşın köprü üstünde çektirdiğiniz fotoğrafları.

İhaleleri geçecek araç sayısına bağlayanlar, zenginden alamadıkları vergileri petrol üzerinden toplamaya çalışanlar, ekonomiyi otomotiv sektörüne teslim edenler elbette demiryolu projelerini göstermelikten öteye götürmezler. Marmaray açılmadan 3. Köprü’nün, sadece motorlu taşıtlara yol veren Avrasya Tüneli’nin garantilenmesi ondandır. Aman petrolcüleri, otomobilcileri kızdırmayalım.  Bu devlet şirketlerin zaten, biz ise köleleri olmak için onlara oy verenleriz sadece.

Beyinlerimiz öyle uyutuldu ki, gerçek hizmetin ne olduğunu unuttuk. Deli Dumrullara alkış tutar olduk.

Türkiye’nin son çılgın projesi: Nükleer atık çöplüğü!

Gaziemir'deki eski kurşun fabrikasından sadece 2007-2008 yılları arasında 247 ton radyoaktif cüruf çıkarıldı ve ÇNAEM'e götürüldü. Bu atıklara ne oldu, daha ne kadar atık fabrika sahasında gömülü, belli değil. 

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Aralık 2012

İzmir’in Gaziemir ilçesindeki Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne ait kurşun döküm fabrikasında beş yıl aradan sonra yeniden radyasyon tespit edilmesi geçen haftanın aslında en önemli gündem maddesiydi. Hükümet korkusu mu, kapasite yetersizliği mi bilinmez, medyanın büyük bir kısmı olayı görmezden gelmeye çalıştı. Fabrikadaki son durumu ortaya çıkaran Radikal gazetesi bile 10 Aralık günü, radyasyonsuz bir atık haberi yaparak, konuyu nükleerden uzaklaştırmaya çalıştı. Eleştirdikleri Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) bile gerisinde kaldılar çünkü TAEK bile 7 Aralık Cuma günü yaptığı iki açıklamasında da fabrika sahasında radyoaktif kirlenme olduğunu açıkça belirtmişti.

Bu haberin gündemde daha fazla kalmasını hükümet birkaç nedenden dolayı istemez. Üç tanesini sayalım:

  • Beş buçuk yıl önce ortaya çıkan nükleer atık meselesinin sonuçlandırılmamış olması devletin bu konudaki zaafını gösterir ki bu da nükleer santral kurmaya hevesli bir hükümetin halkın hayatıyla nasıl kumar oynadığına dair bir işarettir.

  • Gündem nükleer atık olunca mesele döner dolaşır nükleer santrallere gelir. Sadece Akkuyu’da kurulacak 4 nükleer reaktörden her yıl 120 ton yüksek seviyede nükleer atık çıkacağı düşünülürse, bir fabrikanın bahçesine gömülü nükleer atıklarla baş edemeyenlerin bunlarla nasıl baş edeceği sorusunu herkes sormaya başlar.

  • Mersin’de nükleer santral kurmak için Türkiye ile Rusya arasında yapılan anlaşmanın yüzlerce eksiği olduğu biliniyor. Atık konusu ise tamamen “es” geçilmiş durumda. Nükleer santralden çıkacak atıkların ne olacağı belirsiz. Rus şirket bir demecinde atıklar Rusya’ya gidecek, bir sonrakinde ise Türkiye isterse atıkları satın alabilir diyor. İzmir’deki skandal dikkatleri Mersin’deki skandala çekiyor.

Bu işin Mersin boyutu. Bir de Gaziemir boyutu var. İzmir’deki atık meselesinde hâlâ yanıtlanmamış sorular var. TAEK’in 7 Aralık’ta açıkladığı raporu temel alarak tarihlere göre bir değerlendirme yaparsak bu soru(n)ları açıkça görebiliyoruz.

16 Nisan 2007
Gaziemir’deki fabrikadan İZAYDAŞ'a gönderilen üç kamyon cürufun birinde radyasyon tespit edilmesiyle sorun ortaya çıkıyor. Olayın üzerinden beş buçuk yıl geçmesine rağmen fabrikada hâlâ radyasyon olması sorunun çözülmediğini açıkça gösteriyor. Halk sağlığını 5,5 yıldır tehdit eden bu sorunu çözemeyen yöneticiler hakkında acilen işlem yapılması gerekir. Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve İzmir Valiliği birinci dereceden sorumludur.

TAEK Gaziemir’de Europium 152 (EU-152) bulunduğunu ve bu izotopun yarı ömrünün 13,5 yıl olduğunu söylüyor. Radyoaktivitenin tamamen yok olması için 10 yarı ömür gerektiğine göre 135 yıl boyunca doğadan, insandan yalıtılması gereken atıklardan söz ediyoruz.  Geri kalan 130 yıl için alınan tek önlem fabrikanın etrafına çit çekmek midir? Halk sağlığını bu kadar yakından ilgilendiren bu olayın güvenliği fabrika sahiplerine bırakılamaz.  

19-20 Nisan 2007
TAEK'ten bir ekip fabrika sahasında çalışıyor. Fırından çıkan malzemelerin döküldüğü potlarda, kurşun külçelerde, hurda akülerin ve diğer hurda hammaddenin bulunduğu bölümlerde radyoaktif bulaşma olmadığı tespit ediliyor. Cürufun bulunduğu depolama sahasında ise en yüksek 300 milirem/saat doz hızı ölçülmüştür. Doğada beklenen radyasyon miktarı 15milirem/saat. Fabrikada bir ize rastlanmadığına göre bu atıklar herhangi bir işleme tabi tutulmadan direkt depolama alanına gömülmüş olabilir. Nükleer atık ithalatı ihtimali niye araştırılmadı? Prof. Dr. Tolga Yarman, atıkların yurt dışından getirilme ihtimaline dikkat çekerek bir veya birden çok devletin sorumluluğu olabilir diyor. Yarman, “Bu fabrikaya yurt dışından atık getirildi mi? Gümrük kayıtları araştırıldı mı? O tarihlerde fabrikada çalışan işçilerle konuşuldu mu, işçiler sağlık kontrolünden geçirildi mi” diye soruyor.

30 Nisan 2007 – 01 Mayıs 2007
ÇNAEM uzmanları firma tesislerinde çalışıyor. Altı aydır atık depolarda bekletilen ve İZAYDAŞ atık tesisine gönderilecek yaklaşık 1100 ton cüruf üzerinde yapılan ölçümlerde doğal radyasyon seviyesinin üzerinde ciddi artışlar tespit ediyorlar.  Bu malzemenin yaklaşık 200 tonu kepçe vasıtasıyla geniş bir alana serilerek yapılan ölçümler sonucunda 15 ton malzeme ÇNAEM'e gönderilmek üzere ayrılıyor. Geri kalan 900 ton malzemenin firma tarafından aynı metotlarla ayrıştırılmasının yapılması/yaptırılması gerektiği ifade ediliyor. Fabrika söyleneni yapmış mı, belli değil.

Bu ziyaretten akılda kalan bir başka nokta ise şu. 200 tonda 15 ton tehlikeli seviyede radyasyona sahip atık tespit etmiş olmalılar ki bunu ÇNAEM'e göndermişler. Bu oran esas alınılırsa geri kalan 900 tonda 60 tondan fazla tehlikeli atık var ve orada bırakılmış, fabrikanın sorunu halletmesi istenmiş. 14-16 Mayıs 2008 tarihleri arasında yapılan bir sonraki ziyarette yine atık bulunmuş ve firma uyarılmış. Demek ki sorun firmaya bırakılınca hallolmuyor. Olayın daha ciddi bir şekilde ele alınması için nükleer atıktan başka ne bulunması lazım?

16-21 Haziran 2008
TAEK yine fabrikaya gitmiş ve 21 ton 300 kg atık ayrıştırmış.

21-26 Temmuz 2008
TAEK ekipleri yine fabrikada çalışmış. Bu tarih çok kritik çünkü kazı yapılmış ve 5 metre derinlikte atık bulunmuş. Bu da gösteriyor ki birileri burayı nükleer atık depolamak için kullanmış. Atıklar yine ÇNAEM'e gönderiliyor ama bu defa miktar 151 ton 900 kg. EU-152 ve EU-154 bulunuyor.

25-31 Ağustos 2008.
Bu defa 8 metre derinlikte kazı yapılıyor ve 73 ton 450 kg radyoaktif cüruf daha çıkıyor.

01 Eylül 2008 ve 03 Eylül 2008
TAEK ekipleri tarafından firmaya hurda hammadde temin eden Ankara’da yerleşik firma tesislerinde radyasyon ölçüm ve kontrolleri yapılmış, yapılan ölçüm ve kontrollerde herhangi bir radyoaktif bulaşma tespit edilmemiş. İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Kırıkkkale’deki tedarikçilerde de radyasyon izine rastlanmıyor. Görüldüğü gibi atıkların hurdalarla geldiğine dair kanıt yok. İthal edilme olasılığı daha da artıyor.

22-24 Ekim 2008
TAEK, firmanın "Geçici Depolama Yeri" inşa ettiği ve "Karantina Sahası" oluşturduğunu belirtiyor. Gelen hammaddelerin radyasyon ölçümleri yapılıyor, kapalı istif sahasına personel ve insan geçişinin önlenmesi amacıyla ikinci bir tel örgü çekiliyor. Radyasyon uyarı ve işaretleri yerleştiriliyor. Bir anlamda Türkiye’nin ilk nükleer atık çöplüğü belgelenmiş oluyor. Bu tarihe kadar TAEK’in fabrikadan aldığı radyoaktif cürufun miktarı 247 ton 750 kg. Bu tarihten sonra fabrikadan atık çıkışı olmuyor.

Tüm bunlar gösteriyor ki Türkiye ne nükleer santral kurmaya, ne oradan çıkacak ve binlerce yıl radyoaktif kalacak atıklarla baş etmeye hazır. Yapılacak en akıllı iş bir an önce nükleer santral projelerini iptal etmek ve Gaziemir için ciddi bir çalışma başlatmak olmalı.

Nükleer atığın bol olsun Türkiye!

Gaziemir'de bulunan nükleer atığı beş yıl boyunca yazışarak imha etmeye çalışan Türkiye, nükleer santrallerden çıkacak tonlarca radyoaktif atığı ne yapacak? 

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Aralık 2012

İzmir'de, eski bir kurşun döküm fabrikasında beş yıl önce tespit edilen nükleer atıkların hâlâ orada durduğunun anlaşılmasıyla patlayan kriz devam ediyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun (TAEK) 6 Aralık 2012 tarihli açıklamasında radyoaktivite bulaşmış cüruflardan bahsediyor ama ne yapılacağını söylemiyor. Önerilen tek önlem alana girişin kontrol altına alınması. Beş yıl önce ortaya çıkan atığı yazışarak imha etmeye çalışan TAEK, görmezsek bir şey olmaz demeye mi çalışıyor, pek anlamadım açıkçası. Bu yüzden, Gaziemir'deki atık meselesini TAEK ve nükleer santraller üzerinden konuşmak lazım.

ISPARTA VE KONYA'DA NÜKLEER ATIK
1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken ben de bir nükleer atık haberine imza atmıştım. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Açık Radyo'ya verdiği bir demeçte, “1150 ton nükleer atık Isparta'ya gömüldü, 800 ton nükleer atık da Konya'da yakıldı” demişti. Söyleyen Türkiye'nin sayılı nükleer fizikçilerinden. 1986 yılında, Çernobil kazası sırasında (TAEK) başkanlığını yapmış bir kişi olunca ortalık inledi. Haberi, 19 Şubat 1997 tarihinde “Cinayet” başlığıyla vermiştik. Radyoaktif atığın gramı sizi öldürebilir, biz binlerce tondan bahsediyorduk. Haberi yaptığımız akşam Özemre, Samanyolu Televizyonu'na çıkıp söylediklerini tekrarlayınca soluğu Isparta'da almıştım. Beş gün boyunca, köy köy dolaşıp nükleer atık aradık. Gömülü atık bulamayınca yakılma ihtimali üzerinde durduk. Belki de atıklar Konya'da gömülmüş, Isparta'da yakılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in kardeşi Şevket Demirel'e ait çimento fabrikasında, yurt dışından getirilen kimyasal atıkların bir kısmının deneme amaçlı yakıldığını ortaya çıkardık. Kayıtlarda o atıkların tamamının (halkın protestolarının da etkisiyle) geri gönderildiği yazıyordu. Yakan işçilerden zehirlenenler olmuştu. Aradığımız yüksek seviyeli nükleer atık olsa yakılması zordu ama bir nükleer santralde çalışan işçilerin önlükleri bile nükleer atık sınıfına girdiği için bunlar pekala yakılabilirdi. Kimyasal atıklarla birlikte bunlar Türkiye'ye getirilmiş olabilirdi. Tüm çabalarımıza rağmen kimyasal atık haberiyle yetinmek zorunda kaldık.

Isparta'da gömülü nükleer atık bulamadık ama kafamdaki soru işaretlerinden kurtulduğumu söyleyemem. O dönemde medya daha bağımsızdı. Tüm televizyonlar, gazeteler haberimizi konuşuyor, her yaptığımız yeni haber gündemi belirliyordu. Ahmed Yüksel Özemre hakkında istense, halkı paniğe sürüklemekten dava açılabilir, suç duyurusunda bulunulabilirdi ve belki de “birilerinden aldım” dediği bilginin kaynağını açıklamaya zorlanabilirdi. Yapılmadı. Belki de Özemre'yi kızdırmak Çernobil dönemine ait birçok bilginin açığa çıkmasına neden olacaktı, bu yüzden üstüne gidilmedi. Çayların yakılması, radyasyonlu olanlarla temiz olanların harmanlanması Özemre'nin bilgisi dahilinde yapılmıştı. Özemre'ye bu bilgiyi veren “birileri”nin kim olduğunu öğrenemedik. Olay kısa sürede örtbas edildi. Elektrik Mühendisi Arif Künar bir yazısında süreci şöyle özetler:

“...Çevre Bakanlığı acilen bir “araştırma(ma)-soruşturma(ma)” yaptırdı. Gazetede haberin çıktığı günün hemen ertesinde, “20.2.1997 tarihinde Isparta ve 21.2 1997 tarihinde Konya’da gerekli inceleme ve araştırmalar yapılarak” hazırlanan 24.2.1997 tarihli resmi bir raporla, bu iddia “çürütülmüş” ve konu hemen kapatılmıştı. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar hızlı (toplam iki gün içinde hem Konya, hem de Isparta’da, iki kimya ve bir çevre yüksek mühendisinden oluşan bir bilirkişi heyetiyle) inceleme-araştırma yapılamamış ve sadece yakıtı kullandıkları iddia edilen fabrika yetkililerine sorularak, onların beyanları, belgeleri esas alınarak resmi bir “Teknik İnceleme(me) Raporu” hazırlanmamıştır.”

SATILIK NÜKLEER ATIK
Konu böylece kapandı ama daha sonra Özemre'nin yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi. Aynen aktarıyorum:

“TAEK başkanı bulunduğum sıralarda bir Alman firması bana müracaat ederek ellerinde bulunan 4 bin ton düşük ve orta düzeyde radyoaktif atıkları TAEK olarak kabul edecek ve Türkiye'de gömecek olursak bunun karşılığında Kurum'a kilo başına 10 DM (Alman Markı), yani bütün operasyon için toplam 40 milyon Alman Markı ödeyebileceklerini ifade etmişti”.

Özemre bu teklifi, Türkiye'nin yabancı ülkelerin nükleer çöplüğü olmasına asla müsaade edilmeyeceğini belirterek reddettiğini belirtir. İzmir'de adı geçen radyoaktif atıklar, o fabrikaya Özemre'nin de açıkça belirttiği yoldan getirilmiş, “kurşunla beraber eritir, kaplar ve gömersiniz” denmiş olabilir. Bu yüzden bu iki haberin ortak noktası çok. İşin bir de TAEK boyutu var. TAEK Türkiye'de nükleer maddelerden sorumlu kurum. Bu maddelerin giriş-çıkışı TAEK'in kontrolünde olmak zorunda. TAEK bu sorumluluğu yerine getirebiliyor mu? Tartışılır. 1986'da radyasyonlu çayların (onlar da radyoaktif atık sayılırdı) TAEK'in bilgisi dahilinde gömüldüğünü, yakıldığını biliyoruz. 1999 yılında İkitelli'de hurdacılara satılan, normalde TAEK'in kontrolünde olması gereken nükleer atığı, Cobalt-60'ı da unutmadık. 13 kişilik Ilgaz Ailesi bir üyesini kanserde kaybetti, kadınlar erken menapoza girdi, erkekler üreme becerilerini kaybetti ve Murat Ilgaz'ın parmakları eridi.

Mesele sadece oraya buraya gömülen, ülkeye kaçak getirilen atıklarla da sınırlı değil. Bugün Mersin'de nükleer santral kurulmak isteniyor. Sinop ve İğneada'nın adları ikinci ve üçüncü santral için geçiyor. Bu santrallerden çıkacak nükleer atıkların ne olacağını ise hiç kimse bilmiyor. Hükümet, Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşmada atık yönetimi için Rus şirketini para ödemeye zorluyor. Bu demektir ki atıklar Türkiye'de kalacak ve onların doğadan yalıtımı için bir tesis kurulacak. Dünyada bunu garanti edebilecek bir tesis yok ama konumuz bu değil. Anlaşmanın üzerinden zaman geçiyor, Akkuyu NGS adlı Rus firması halkı bilgilendirme toplantısı düzenliyor ve orada dağıttığı broşürde nükleer atıklar Rusya'ya gidecek diyor. Hoppala! Madem atıklar Rusya'ya gidecek şirket neden Türkiye'ye atık yönetimi için para ödüyor diye merak ediyorsunuz. Fazla meraklanmanıza fırsat kalmadan Rusya tarafından bir açıklama daha geliyor. Atıklar Rusya'ya gidecek ama Türkiye isterse atıkları satın alabilir.

Türkiye, dünyadaki her aklı başında ülkenin kurtulmak istediği nükleer atıkları satın alır, üstüne bir de para verir mı bilmem ama bu gidişle her yer Gaziemir olur herkes de kanserden ölür. Az buz değil tonlarca nükleer atıktan bahsediyoruz. TAEK bu süreçte yok, hükümet oralı değil. Süreci denetleyecek bağımsız kuruluşlar var mı; yok! Denetleme kontrol işini yapabilecek personel desen, o da yok! Türkiye'deki milyonlarca insanın kaderi bir şirketin elinde, kimsenin haberi var mı? Bence yok.

Çernobil'in 26. yıldönümünde nükleer karşıtları eylemde

Çernobil'in 26. yıldönümünde Türkiye'deki nükleer karşıtları hemen hemen her kentte etkinlikler düzenliyor ve Türkiye'nin nükleer santral kurma planlarına karşı çıkıyor. Bu etkinliklerin birçoğunu sizler için derlemeye çalıştım.

İstanbul

Karadeniz İsyandadır Platformu 26 Nisan'da Taksim tramvay durağından Tünel'e kadar yürüyor. Saat 19:00'da başlayacak yürüyüşe İstanbul Nükleer Karşıtı Platform da destek veriyor.

TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nde 'Çernobil Unutulmayacak' filmi saat 20:00'de gösteriliyor. Ardından Özgür Gürbüz ile “Nükleer yalanlar” başlıklı bir söyleşi yapılacak.

28 Nisan günü Göztepe Özgürlük Parkı'nda nükleer karşıtı konser düzenleniyor. Gökkuşağı Şenliği adındaki bu etkinlikte Moğollar, Marsis, Serap Yağız ve Taner Öngür, Teneke Trampet, Karagüneş, Kül, Meluses, Nejat Yavaşoğulları sahne alacak. Konser saat 14:00'de başlıyor.

Kentin birçok noktasında yaklaşık bir haftadır imza masaları açılıyor.

Mersin

Çernobil'in 26. yılında nükleer enerjiye dur demek için alanlardayız mesajıyla etkinlikler düzenleyen Mersin Nükleer Karşıtı Platform ise 26 Nisan saat 12:30'da Mersin Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapıyor.

Sinop

26 Nisan 2012 tarihinde 'Çernobil Unutulmayacak' filmi saat 20:00'de Sinop Eğitim Araçları Merkezi'nde gösteriliyor.

'Çernobil'den Fukuşima'ya Nükleer Tehlike-Çevre ve Sağlık' başlıklı panel 28 Nisan'da Melia Kasım Hotel'de saat 13:30'da başlıyor.

Panelistler:
Cengiz Göltaş-EMO Yön. Kur. Başkanı,
Özgür Gürbüz-Gazeteci/Enerji Analisti,
Prof. Dr. Fatma Evyapan-Pamukkale Üni. Göğ. Hast. Ana Bil. Dalı,
Dr. Derman Boztok-Halk Sağ.Uzmanı/NÜSED.

Ankara

İmza Standı: 24- 26 Nisan / Yüksel Caddesi

AFSAD 'İklimler' Fotoraf Sergisi
24- 26 Nisan / Yüksel Caddesi

26 Nisan Yüksel Caddesi 'ndeki diğer etkinlikler:

Çernobil Fotoğraf Sergisi: (Özgür Gürbüz ve İbrahim Günel'in fotoğraflarıyla)
Baraka Sanat Atölyeleri: Stencil, Pankart Boyama, Kil Atölyesi
ASSA ( Ankara Sokak Sanatları Atölyesi): Canlı Heykel, Pandomim
Özgür Tiyatro: Sokak Tiyatrosu

Etkinlikler 26 Nisan saat:18:30'da Yüksel Caddesi'nde yapılacak basın açıklaması ve horon gösterisiyle sona erecek.

Film Gösterimi: 'Çernobil Unutulmayacak'
26 Nisan, 19:30 EMO Konferans Salonu, Ihlamur Sokak No: 10

Antalya

'Çernobil'i Unutma Nükleere Bulaşma' başlıklı söyleşi saat 17:00'de Bahçe Kafe'de.

Katılımcılar:
Şükrü Erbaş
Hasan Kıyafet
Zekiye Yüksel
Betül Tarıman

Antalya Nükleer Karşıtı Platform saat 18:15'de ise Attalos Heykeli önünde basın açıklaması yapıyor.

İzmir

İzmir Nükleer Karşıtı Platform 26 Nisan 2012 tarihinde Dominik Caddesi'nde saat 12:30'da bir basın açıklaması yapacak.

Saat 19:30'da ise Gündoğdu Meydanı'nda Çernobil felaketinde hayatını yitirenler anısına denize karanfil bırakılacak.

Tüm gün boyunca Dominik Caddesi'nde (Alsancak, Gazi İlkokulu arkası) imza masası açılıyor.

Adana

Adana Nükleer Karşıtı Platform bir basın açıklaması yapacak.

Yer: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Adana (Atatürk Caddesi Civarı)
Tarih: 26 Nisan 2012 Perşembe
Saat: 12:30

İzmir Nükleer Karşıtı Platform nükleer enerjiyi ve depremi tartışıyor

İzmir Nükleer Karşıtı Platform, yarın (14 Mart 2012) Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nde bir söyleşi düzenliyor. Nükleer santral konusunda son gelişmelerin ele alınacağı panelde deprem tehlikesi de ele alınacak.

Elektrik Mühendisi Talat Canpolat ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz saat 18:00'de gerçekleştirilecek etkinliğin konuşmacıları. İzmir'de yaşayanlar için nükleer enerji konusunda bilgilenmek için güzel bir fırsat, kaçırmamanızı öneririm. 

İzmir NKP geçen pazar günü de Fukuşima'daki nükleer kazanın yıldönümü nedeniyle bir basın açıklaması yapmış, hükümetin Mersin'de nükleer santral kurma girişiminden vazgeçmesini istemişti.