Kooperatif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kooperatif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Halkın güneş enerjisi bir başka bahara kalmasın

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Haziran 2024



Güneş enerjisi tüm dünyada hızla büyüyor. 2023 yılında tüm dünyada 345 gigavat gücünde güneş enerjisi kuruldu. Türkiye’deki tüm enerji santrallarının kurulu gücünün üç katından bahsediyoruz. Ya da şöyle söyleyelim. 2023 yılında tüm dünyada şebekeye bağlanan nükleer santralların toplam gücü sadece 5 gigavattı (kapatılanları çıkarırsak eksiye bile düşüyor). Dünyanın güneşe ilgisi nükleerden 70 kat fazla. Türkiye’de ise iktidar, yatıp kalkıp hangi ülkeye nükleer santral kurdursak onu konuşuyor.

Türkiye ise geçen yıl şebekeye 2,5 gigavatlık güneş paneli ekledi. Haziran başı itibarıyla güneş enerjisi kurulu gücü, rakamlarda yapılan geriye dönük düzeltmelerin de etkisiyle bir sıçrama daha yaptı ve toplam güneş kurulu gücü bu ayın başında 15 gigavat bandına dayandı. Artış çok gibi görünse de Türkiye ‘güneş görmeyen’ ülke diye takıldığımız İngiltere’nin hâlâ gerisinde. Polonya aynı yıl bizden iki kat fazla güneş panelini şebekeye ekledi. Yavaşız ve gerideyiz ama güneş enerjisinin yükselişi Türkiye’de de sürecek. Bunun ardında, güneşin elektrik üretimindeki en ucuz seçenek olması ve çevreye verdiği zararın diğerlerine kıyasla çok daha sınırlı olması yatıyor. Ancak çok güneş paneli kurmak da işi çözdük anlamına gelmiyor.    

Salı günü İstanbul’da düzenlenen Solarvizyon 2024 toplantısındaki konuşmacıların odağı da buydu. Solarvizyon grubunun kurucusu Ateş Uğurel, güneş enerjisi sektörünün ‘üç cisim problemi’ var, kapasite, finans ve mevzuat diyor. Kapasiteden kasıt, trafo merkezi kapasitesi. TEİAŞ trafolarda yer açtığı sürece yeni güneş santrali kurulabiliyor. İlk sorun yer olmasına rağmen kapasite tahsisi yapılmaması. İkinci sorun ise önceliğin büyük santrallara verilmesi. Evlerinin çatılarına panel kurmak isteyenler hep en sona bırakılıyor. Güneş pastası büyük şirketlere ikram ediliyor. Halkın güneş enerjisine erişimini de dördüncü sorun olarak ben listeye ekleyeyim.

Hükümetin niyeti güneş enerjisini halka değil şirketlere açmak. Enerji kooperatiflerinin önünün tıkanması, çatı veya balkonlara güneş paneli kurma konusundaki zorlukların ardında ‘zihniyet’ problemi var. Halbuki dünyada güneş enerjisi, halkın enerji tüketicisi değil üreticisi olmasını sağlayan en önemli kaynak.  Almanya elektrik ihtiyacının yüzde 60’ını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlıyor, nükleer santralları kapatıı, kömürün payı her geçen gün düşüyor. 2023 yılında Türkiye’nin tüm güneş kurulu gücünden fazla güneş paneli ekleyen Almanya’da yenilenebilir enerji santrallarının yüzde 40’a yakının bireylerin elinde olduğunu biliyor muydunuz? Almanya’da 2 milyonun, İngiltere ve Hollanda’da 1 milyonun üzerinde evsel sistem olduğu belirtiliyor. Türkiye’de ise bu rakam 2 binlerde.  

İkinci sorun mevzuat. Solarvizyon’daki konuşmacılardan birinin önerisi, mevzuatın en azından iki yıl boyunca değişmemesiydi. Herhalde durumu çok iyi anlatıyor. Mevzuatla birlikte başvuruların, özellikle konutlar için kolaylaştırılması da elzem. Evinin çatısına koyacağı fotovoltaik paneli için ‘sıhhi tesisata zararı yoktur’ yazısı bile istenmiş bir belediyede. Muhtemelen elektrik üreten fotovoltaik güneş paneliyle su ısıtan panel karıştırılmış. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Almanya, birkaç yıl içinde balkonlara 400 bin güneş sistemi ekledi. İşin sırrı başvuru sürecinin basitleştirilmesi. Beş soruya, internet üzerinden yanıt verip balkona güneş paneli koyulabiliyorsa biz de yapmalıyız.

Güneş panelleri 25-30 yıllık ömürleri boyunca rakiplerine kıyasla çok daha ucuza elektrik üretse de ilk yatırım maliyeti herkes için sorun olabilir. Hele de kriz günlerinde. Konutlarda altı yılı bulan geri ödeme süresi birçok kişiyi yıldırabiliyor. Düşük faizli, uzun vadeli krediler, şebekeye fazla elektrik satışında alınan dağıtım bedellerinin en azından ilk yıllarda düşürülmesi gibi çözümler bireylerin konutlarına güneş paneli kurmasını kolaylaştırabilir. Ve elbette herkesin gücü kadar hisseyle ortak olduğu enerji kooperatiflerinin önünün açılması, enerji faturalarından bunalan insanlara bir nebze destek sağlayabilir. Enerji kooperatifleri, tarlada yetişen ürünü aracısız almaya benziyor. Bırakın, bir kez de halk kazansın!

Denizde ‘şebeke’ sorunu var

Denetim ve cezaların yeterli olmaması nedeniyle son yıllarda sayıları giderek artan ve adına “şebeke” denen yasadışı ve kaçak avcılar, işi yasalara uygun yapmak isteyen balıkçılara deniz bırakmadı. 

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Eylül 2018
Artan mazot fiyatı, azalan balık sayısı nedeniyle zor günler yaşayan küçük ölçekli balıkçılar, denizde bir de “şebeke” sorunuyla karşı karşıya. Sayıları giderek artan kaçak ve yasadışı avcılık yapan teknelere verilen bu ad, kayıtlı iş yapan, balık neslinin tükenmemesi için yasaklara uyan balıkçıların adeta kâbusu oldu. Yaptırım ve denetimlerin yeterli olmamasından faydalanan şebeke tekneleri ise hem deniz canlılarının neslini hem de balıkçılık sektörünün geleceğini tehdit ediyor.

10 yılda yol alınamadı
Foça-Foto: O.Gurbuz
WWF-Türkiye tarafından Foça’da düzenlenen, “Küçük Ölçekli Balıkçılığın Bugünü ve Yarını” adlı çalıştayda, Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri, balıkçılar, akademisyenler ve Erdemli, Foça, Güzelbahçe ile Kaş’tan gelen su ürünleri kooperatiflerinin yöneticileri güncel sorunları tartıştı. 12 metreden küçük tekneleriyle, Türkiye’nin balıkçılık filosunun yüzde 90’ınıoluşturan küçük ölçekli balıkçılar, artan mazot fiyatı ve yasadışı avcılık nedeniyle zor durumda olduklarını söyledi. Toplantıda bir konuşma yapan Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği (SÜRKOOP) Başkanı Ramazan Özkaya, sorunlarını “Şebeke geldi başımıza, kimse durduramıyor. İstanbul’da Boğaz’ın ortasında şebeke çalışıyor. Ceza kesilen teknenin cezası siyasetçi tarafından kaldırılıyor. Küçük balıkçıların kullanacağı kıyıların büyük teknelere açılması bir akıl tutulması” şeklinde özetledi. Son 10 yılda sorunun çözümü açısından yol alınmadığını söyleyen Özkaya, “Yasaklar devlet destekli olmalı ki küçük balıkçı zarar görmesin. Yasadışı ve kaçak avcılık yapan teknelere el koyulması hayata geçerse büyük caydırıcılık olacak” dedi ve balıkçılara verilen desteklerin de kooperatifler üzerinden verilmesini istedi.

Melih Er-Foto: O.Gurbuz
Yasadışı avcılık yapan tekne imha edilecek
Çalıştayda balıkçıların sorunlarını dinleyen Tarım ve Orman Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü Avcılık ve Kontrol Daire Başkanı Melih Er ise yaptığı konuşmada şebeke sorununu çözmek için özel bir kanun maddesi hazırladıklarını, yasalaşması halinde kaçak balıkçıların gemilerine el koyup, imha edeceklerini söyledi. Melih Er, “Kontrol ve denetimle ilgili şikayetler olduğunu biliyoruz. 2017 yılında 10 bine yakın cezamız var. Özverili çalışıyoruz ama yeterli değil. Sekiz kontrol teknesi daha aldık, üçü denize indi” derken mevcut durumda kayıtlı balıkçılara yaptırımlarının daha fazla olduğunu da belirtiyor. Yasadışı avcılık yapan bir tekne yakalandığında 1300 TL gibi bir para cezası kesilirken, kayıtlı bir teknenin kaçak avcılık yapmakta ısrar etmesi durumunda ruhsatı iptal edilebiliyor. 2017 yılında 14 teknenin ruhsatı yasadışı avcılık nedeniyle iptal edilmiş.

Kooperatifler yetkilendirilsin
Foça-Foto: O.Gurbuz
Foça Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Ceyhan Çetin sorunun çözümü için kooperatiflerin yetkilendirilmesi gerektiğini söylüyor. Yasaklar uygulansa, av alanları doğru kişilere açık hale getirilse balıkçılığın turizm kadar cazip bir meslek olabileceğini söyleyen Çetin, “Ticari amaçlı balıkçılık yapanlar bile artık yasadışı avcılara özenmeye başladı. Boy yasağına uymayan trol teknesinin bir ay ruhsatına el konuluyor. Yasadışı yapan ise para cezasıyla kurtuluyor. O yüzden herkes bu işi nasıl amatör yaparım, ticariden daha fazla nasıl para kazanırım diye düşünmeye başladı” diyor. Sorunun çözümü için kooperatifler yetkilendirilmesini isteyen Çetin, “Sportif ve amatör avcılık yapanlar gelsin kooperatiften pul alsın. Miktar cüzi olsun ama kayıtlı olsun. Her yıl 500 kişi Foça’da balıkçılık yapıyor, 5 TL verse ben en güzel botu alır, su ürünleri mühendisi tutar denetim yaparım. Şu anda 30 TL’ye iki yıl geçerli amatör balıkçı belgesi alınıyor, iki yıl boyunca da denize aşırı baskı yapılıyor. Tuttuğu balığı halde satan da var” şeklinde konuşuyor. Özel teknelerin para karşılığı balık turları yaptırdığını ve tutulan balığın satılmasına göz yumduğunu belirten Çetin, Foça’da 70 tekne tespit ettiklerini ve kaymakamlığa ilettiklerini söylüyor ama ilgilenen olmadığından yakınıyor. Sonuçta devlet de vergiden kaybediyor, balıkçılığın geleceği tehlikeye düşüyor diyen Çetin soruyor: “Devletin bir gücü var. Çok mu zor şebekeyi yok etmek” diye soruyor.

Üçte biri masraflarını karşılayamıyor
Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdet Ünal ise yaşanan sorunlar nedeniyle balıkçıların yüzde 32’sinin işletme masraflarını bile karşılayamadığını, ek iş yapmak zorunda kaldıklarına dikkat çekiyor. Ünal, yasadışı avlanmış ürünün karada satışının engellenmesinde yetersiz kalındığını vurgulayarak sorunların aşılması için karar almadan uygulamaya kadar olan tüm süreçlerde ortak yönetim anlayışının benimsenmesi gerektiğini söylüyor. WWF-Türkiye Balıkçılık Sorumlusu Timuçin Dinçer ise yürüttükleri, projenin Türkiye’de Erdemli, Foça ve Kaş gibi üç farklı yerde devam ettiğini, avlanan türler farklı olsa da kaçak avcılık ve balık yığınlarındaki azalmanın gibi ortak sorunlar olduğunu belirtiyor. Projenin asıl amacının çözüm üretmek değil, ortak bir akılla çözümlerin üretilmesine katkı sağlamak olduğuna dikkat çekiyor. 

***
Genç balıkçı kalmadı
XI. Uluslararası Foça Kültür Sanat ve Balıkçılık Festivali kapsamında düzenlenen, Kıyı Balıkçılığının Dünü ve Bugünü adlı panelde bir araya gelen Erdemli, Kaş ve Foça su ürünleri kooperatifleri başkanları gençlerin balıkçılığa ilgi duymadığından yakındı. Erdemli Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Yalçın Sakın, “oğlumun balıkçılığa devam etmesini isterim elbette, balığa da gidiyor ama ben durduruyorum çünkü gelecek görmüyorum diyor. 15 yıldır Foça’da balıkçılık yapan Şevki Avcı ise yeni nesil balıkçı olmadığını, tekneyi satıp faize yatırmanın daha karlı hale geldiğini söylüyor.

***
Dokuz ülkede aynı anda çalışma yapılıyor
WWF-Türkiye Deniz Koruma Uzmanı Yaprak Arda
Projemizin amacı küçük ölçekli balıkçılığın sürdürülebilir hale gelmesi. Bunun için de balıkçının geçimini daha iyi sağlayabilmesi, koruma alanları ve balık stoklarının korunması gerekiyor. Balıkçılara Pesca Turizm (balıkçı turizmi) gibi, balık stokları üzerindeki baskıyı azaltacak ama daha fazla gelir getirecek alternatif geçim kaynakları yaratılmalı. Bu proje şu zamana kadar Akdeniz’de küçük ölçekli balıkçılık üzerine yapılan en kapsamlı projelerden biri. Aralarında Yunanistan, İspanya, Fransa, İtalya ve Kuzey Afrika ülkelerini de bulunduğu dokuz ülkede, 20’den fazla pilot alanda yürütülüyor. Dört yıl daha sürecek bu projeden çıkacak sonuçları hem Türkiye’de hem de Akdeniz genelinde yaygınlaştırmak istiyoruz. Küçük ölçekli balıkçılık Akdeniz’de bir miras ancak yeni kuşakların balıkçılık yapmak istemediğini görüyoruz çünkü ekonomik açıdan cazip gelmiyor. Halihazırda balıkçılık yapanlar bile ikinci meslek bakıyor.

***
“Bir balıkla herkese bayramlık alırdık”
Foça Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Ceyhan Çetin
Ceyhan Çetin
11-12 yaşlarındaydım. Büyüklerimiz balıkçı değildi, turizm ve hayvancılıkla uğraşırlardı. Fakirlik vardı, manava gidip bir elma, portakala alamazdık. Balıkçılıkta ise güzel para vardı. Bir gün Kıbrıslı Ahmet Amca’nın teknesindeydim. Büyük balık kalın misinayla tutulur deyip levrek için şansımı denedim. 11 kiloluk bir levrek tuttum. Kimse almasın diye sarılıp, eve götürdüm. Öyle sarılmışım ki dikenleri batmış vücuduma. İki gün sonrası Kurban Bayramı’ydı. Levreği satıp evdeki iki üç kişiye bayramlık almıştık. O zaman dedim ki balıkçılıkta para var. Şimdi de bu kadar büyük levrek tutmak mümkün, yumurtlama zamanı buralara gelir ama sportif amaçlı balıkçılar avlanmaması gereken zamanda balığı tuttukları için sayıları azalıyor. Aynı balığı satsak bugün herkesi giydiremeyiz ama bir kişiyi giydiririz.

Beş maddede enerji devrimine geçiş

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Haziran 2016
 
Enerji sorunu her geçen gün daha çetrefilli bir hâl alıyor. Endüstriyel enerji tüketimi sürdükçe tüketime yanıt verecek kaynaklar belli. Bunlar, petrol, kömür, doğalgaz ve nükleer gibi fosil yakıtlarla zararı tartışılan veya sınırlı olan güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle, dalga ve Türkiye’de iyiden iyiye kirli enerji sınıfına koyulan hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynakları. Hepsi ayrı ayrı, projeden projeye tartışılabilir ama eldeki teknolojiler bunlar.

Kurduğumuz kentler, tercih ettiğimiz yaşam biçimi bizi endüstriyel enerji tüketimine mecbur kılıyor. Bugün cep telefonundan, evdeki işlem görmüş plastik sürahiye kadar her şey endüstri ürünü ve doğadan sağladığımız hammadde dışında yukarıda saydığımız enerji kaynakları kullanılarak üretiliyor. Doğaya dönersek elbette bu mecburiyetten büyük ölçüde kurtulmak mümkün ama bunu kaçımız istiyor ya da gerçekten yapabilir orası belli değil.

Tartışmanın diğer bir kısmı ise kentte yaşamaya devam ettiğimizde ne yapacağımızla ilgili. Bu durumda enerji tüketimimizi azaltmak ve kalan ihtiyacı da yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak karşılamaktan başka bir seçenek yok. Petrol, kömür ve doğalgazın iklim değişikliği gibi tüm yaşamı tehlikeye atan bir sorunun kaynağı olduğunu biliyoruz. Ayrıca, kullanıldıkları alanda da çevre sorunlarına yol açıyorlar. Nükleer enerji de farklı değil. Elektrik enerjisi üretmek için hayatınızı riske atmanızı isteyen, pahalı, kaza riski ve nükleer atık sorunu nedeniyle kabul edilemez bir teknoloji.

Yenilenebilir kaynaklarla ilgili de şikayetler var. Sadece BirGün’deki haberleri tarasanız, başta HES’ler olmak üzere, bugüne kadar itiraz edilmeyen yenilenebilir enerji kaynağı olmadığını görürsünüz. Bu itirazları iyi değerlendirmeli ve çözüm bulmalıyız. Yoksa geriye 7 milyar 391 milyon 68 bin kişiyi endüstriyel yaşamdan vazgeçirmek dışında bir seçenek kalmıyor. Bu sizi cezbetse bile geride ikna edilmeyi bekleyen 7 milyar 391 milyon 67 bin 999 kişi daha var. İkna süreci uzayabilir. Tartışmayı geliştirmek adına katıldığım toplantılarda çözüm için önerdiğim, beş maddeden oluşan şu formülü sizlerle de paylaşmak istedim.

1. Gerçek talebi bulacağız.
Enerji talebi diye elimize tutuşturulan rakamlar aslında gerçek talebi ya da ihtiyacı yansıtmıyor. Eğer enerji talebi yaşamı tehdit eder noktaya geldiyse yaşamın sürmesi için gerekli ihtiyaçlar dışındaki tüm üretim sürecini devreden çıkarabilmeliyiz. Bu, silah sanayini durdurmak gibi kökten bir hamle olabilir. Enerji sorununu böyle bir hamleyle ebediyen çözebilirsiniz. Evlerdeki ikinci televizyondan, fazla giysilerden ve hafta sonu uçakla gidilen yeme-içme turlarından vazgeçerek tüketimi azaltmak da bir başka yöntem.

2. Yerele soracağız, halkın onayını alacağız.
Halkın, enerji tüketmeme hakkını da kapsayan bir seçim özgürlüğü olmalı. Başta yereldekiler olmak üzere, halkın onayını almayan bir projenin hayata geçirilmemesi gerek. Bu itirazlar daha az enerji üretimine yol açarsa da sanayiden tüketiciye herkes elini taşın altına koymalı ve tüketimi azaltmak için gerekli adımlar atılmalı.

3. Çevresel ve sosyal maliyetleri hesaplayacağız.
Her yeni projede olduğu gibi enerjide de olası sosyal ve çevresel etkiler bağımsız kuruluşların da katılımıyla hesaplanmalı. Bir termik santralin maliyeti sadece inşaat ve yakıtından ibaret değil. O santralin yol açtığı hastalıkların tedavisi, yok ettiği tarım alanları ve üretim kaybı da değerlendirmeye alınmalı. Yaratacağı istihdam veya turizm üzerindeki olumsuz etki de karar sürecini etkilemeli.

4. Büyük santraller yerine küçük, yerinden yönetilen enerji santralleri kuracağız.
Enerji üretimini küçük ve talebinin olduğu yerlere yayarsak, hem büyük şirketlerin eline geçen tekelleşmiş bir enerji sisteminin hem de çevreye verilen hasarın önüne geçebiliriz. Yerinde üretimle kayıplar önlenir ve bu küçük birlikler arasında başka bir ticaret ve sağlıklı ilişkiler başlar.

5. Tüketen bizsek üreten de biz olacağız!
Son ama işin olmazsa olmazı da bu. Yerelde üretimi birlikte gerçekleştirmek. Enerji, özellikle de elektrik üretimi, halkın bir araya gelerek kurduğu enerji kooperatifleriyle, çatısına veya bahçesine kurduğu güneş panelleriyle, köylerdeki biyogaz tesisleri ve çiftçilerin tarlalarındaki rüzgar türbinleriyle yapılmalı. Karar verici halkın kendisi olursa, şikayet ettiği bir çok soruna yol açmayan en uygun seçenekleri tercih eder. Merkezi idarenin, sermaye sahiplerinin dayatmalarından kurtulur. Enerji bir rant alanı olmaktan çıkar, gerçek ihtiyacı karşılamaya yönelir.

Köklü bir politika değişikliği olmadıkça sizin başınızdan savdığınız termik santral başka bir yere kurulabiliyor. Yırca’da öyle oldu örneğin. Enerji devriminin gerçekleşmesi için hem direnişlerin yayılması hem de çözüm önerilerinin ülke çapına yayılarak politika değişikliğini zorunlu kılması gerekiyor.

Yeni yılda yaşamı örgütleyelim

Özgür Gürbüz-BirGün/04 Ocak 2015 

Siyasi yelpazenin solundaki hareketler için ‘sokağı örgütlemek’ çok yabancı bir söylem değil. Yine de sokağı örgütlemekten herkesin ne anladığı tartışılır. Bahsedilen nedir? Sokaklarda barikat kuran, sisteme direnen bir hareket yaratmak mı? Yoksa gücünü sokaktan alan, oradaki direnci, örgütlenme pratiğini yaşamın her alanına taşıyan, böylece sokağın hiyerarşik olmayan doğasını kurumsal yapılara götürerek bir değişim başlatmak mı? Herhalde ikincisi.

Gezi’den bu yana sokakta süregelen hareketliliğin kurumsal yapılara sınırlı oranda da olsa yansıdığını söyleyebiliriz. Lidersiz yapıların ‘zayıf’ olmadığı, herkesin lider olduğu kolektif örgütlerin daha güçlü olduğu anlaşıldı. Tartışmalarda söz alma tarzımız değişti. Cinsiyetçi küfürlerin komik olmadığını anladık. Parti bayraklarının en önde dalgalanmasının, en büyük pankartla mitinge gitmenin, orantısız zekanın yanında gösterişsiz kaldığı görüldü. Alınan yol az değil ama yetmedi. Şimdi yeni bir politikayı hayata geçirme zamanı. Yaşamı örgütlemenin vakti geldi.

Ne demek yaşamı örgütlemek? Yaşamımız boyunca kurduğumuz tüm ilişkileri, var olduğumuz tüm alanları politik hedeflerimize uygun hale getirmek. Burası günlük gazete olduğuna göre kuramsal konuşmayı bırakalım, örneklerle anlatalım.

Süpermarketleri, okulları, bakkalları, üniversiteleri ‘örgütlemekten’ bahsediyorum. Üretici kooperatifleri kurmaktan, enerjiden buğdaya üretimi birlikte gerçekleştirmekten, ürettiğimizi tüketici kooperatifleri aracılığıyla satmaktan, market zincirleri oluşturmaktan, kendi okullarımızı ve yurtlarımızı inşa etmekten bahsediyorum. Yürüyüşe katıldığı için işinden çıkarılan işçiye sunacağımız bir alternatif, sözünü sakınmadığı için üniversiteden atılan akademisyene çalışacağı bir üniversite, zorunlu din dersinden bunalan çocuklarımıza evrim teorisini öğreteceğimiz bir okul inşa etmek zorundayız. Bahsettiğim hizmetlerin (gıda, enerji, eğitim gibi) hemen hepsi artık paralı. Madem parasını veriyoruz, nasıl ve kimden alacağımıza da biz karar verelim.

Birgün’de, 2012’de yazdığım ‘Sol süpermarketler kurulsun’ başlıklı yazımda, “Üreten biziz ama yöneten olamadık. Tüketen de biziz ama yine yöneten değiliz. Zincirin tamamında söz sahibi olmadıkça işimiz zor” demiştim. Destek veren çok oldu ama işe nereden başlayacağımız belli değildi. Eminim siz de benim gibi, bir ürüne ya da emek desteğine ihtiyacınız olduğunda onu yanlış kişilerden almamaya, eşe dosta sorup aynı politik görüşteki kişileri bulmaya çalışıyorsunuz. Kurumsal yapılar olmadan yüzde 100 başarının zor olduğunu da görmüşsünüzdür.

İlk hedef mahalle ve semt marketleri olmalı. Aramızda bu yatırımı yapacak birikime sahip kişiler var. 100 ortakla ya da 5 ortakla; önemli olan başlangıç. Onların birleşip ilk marketleri açması, olan markete ortak olarak güçlendirmesi, bizlerin ise alışverişlerimizi bu marketlerden yapmamız yeterli. Hızlı sermaye birikimi için marketler önemli. İkinci market açılırken daha fazla ortak alınmasına fırsat sağlayacak sermaye birikimi de sağlanmış olur. Marketlerin sayısı arttıkça, üretim yapan tarım kooperatifleri kurulabilir ve marketlerin gıda ihtiyacı bu kooperatiflerden karşılanabilir. Böylece üretim ayağı da oluşmaya başlar. İşsiz dostlarımıza marketlerde, fabrika ve çiftliklerde iş sağladığımız gibi çalışanların adil ücretler almasını, aracıların ortadan kalkmasını sağlayabiliriz. Okullar, üniversiteler ve bugün ticari faaliyetlerimizde kullandığımız her araç kolektif girişimler sayesinde kurulabilir. En azından paramızın nereye gittiğini biliriz. Doğramacıdan boya ustasına, bu yapılar sayesinde dayanışmayı genişletir, orman katillerine, betona tapanlara, sokakları gaza boğanlara değil, bizi özgür bir hayata davet edenlere destek vermiş oluruz.    

Enerjide üreten de biz olmalıyız


Özgür Gürbüz-BirGün/8 Haziran 2014

Enerji meselesinde ‘yeni bir dünya isteyen’ bizler sadece belli noktalarda söz söylüyoruz. Enerjinin hangi kaynaklardan sağlanması gerektiği konusunda fikirlerimiz var. “Ne kadar enerji” ve “kimin için enerji” diye sorarak işe başlamayı öğrendik. Hangi kaynakları istemediğimizi biliyoruz. Aslında en iyi neyi istemediğimizi biliyoruz ama ne istediğimiz konusunda kafamız karışık. Daha da önemlisi, henüz enerjide “üreten biziz, yöneten de biz olacağız” diyemiyoruz. Çoğumuz tüketiciyiz, üretim araçları elimizde değil. Hiç merak etmeyin bu kaderimiz değil ve değiştirebiliriz.

Yenilenebilir enerji dediğimiz güneş, rüzgar ve biyokütle gibi kaynakların yayılmasıyla, enerji alanında söz söyleyiciler de değişmeye başladı. Nükleer, kömür ve doğalgaz santralleri kurmak için büyük paralar gerekiyor. Oysa elektrik ihtiyacınızı 25 yıl boyunca karşılayacak bir güneş panelini evinizin çatısına kurmak bugün 10-12 bin liraya mümkün. Daha iyisi var. Eşi dostu bir araya getirip unuttuğumuz kooperatifleri hayata geçirerek bu enerji santrallerini birlikte kurmak. Büyük şirketlerin saltanatına son verip, hem elektriği istediğimiz kaynaktan üretebilir (dolayısıyla yönetebilir) hem de enerjide gerçek anlamda bağımsız olabiliriz. Türkiye’de mevzuat hazır, uygulamadaki engeller de yeni yeni aşılıyor. Kurulu gücü 1 megavatı aşmayan santrallerin üretim lisansı alma zorunluluğu yok. Lisansız elektrik üretimi için 2 binden fazla başvuru var. Enerji kooperatifleri veya çok ortaklı küçük şirketler kendi santrallerini kurmaya başladıkça kalan bürokratik engeller de aşılacak. Hükümetin üzerindeki baskı artacak ve süreç daha hızlı ilerleyecek.

Enerji kooperatiflerinin ya da “Halkın Enerjisi”nin en çarpıcı örnekleri Danimarka’da görüldü. 1990’larda yüzlerce insan kooperatif çatısı altında birleşerek ülkede rüzgar türbinleri kurmaya başladı. Benzer modeller şimdi dünyanın birçok ülkesinde hayata geçiriliyor. ABD’nin Wisconsin eyaletindeki St. Croix elektrik kooperatifi 88,5 kilovatlık bir güneş santrali kuruyor. İsteyen üyeler, 500 vat gücünde bir güneş paneline denk her hisse için 2 bin 800 lira ödeyerek projeye katılabiliyor. Proje tamamlandığında her 500 vatlık panelin yılda 740 kilovatsaat (kWs) elektrik üretmesi bekleniyor. Bu da bölgede oturan bir ailenin yıllık elektrik tüketiminin yüzde 75’ine denk düşüyor. İki hisse alan bir üye kendi elektrik ihtiyacını karşıladığı gibi fazlasını da satabilecek.

Tercihini daha büyük projelerden ve rüzgardan yana yapanlar da var. Hollanda’da 2 megavat kurulu güçteki bir rüzgar türbininin elektrik üretimi artık 1700 ortak arasında bölüştürülüyor. 6 bin 648 hissenin her biri 560 lira değerinde ve hisse başına düşen yıllık üretim 500 kWs. Yıllık bakım masrafı için ödenecek bedel de hisse başına 64 TL. Hadi bir hesap yapın. Elektrik faturanıza bakarak yılda kaç kWs harcadığınız bulabilir ve kaç hissenin size yeteceğini hesaplayabilirsiniz. Bir rüzgar türbinin ömrünün 25 yıl civarında olduğunu unutmayın.

Almanya’daki yenilenebilir enerji santrallerinin yüzde 35’i bireylerin elinde. Yüzde 11’ine çiftçiler sahip; tohum ekip tarlalarındaki türbinlerden rüzgar biçiyorlar. Belediyelerin payı ise yüzde 7. Kömür ve petrolden tanıdığımız Almanya’da “dört dev” diye bilinen dev enerji şirketlerinin (E.ON, EnBW, RWE ve Vattenfall) ise yenilebilir enerjideki payı sadece yüzde 5. Görüldüğü gibi tekel kırılıyor, güç el değiştiriyor. Zaten en çok bu yüzden temiz enerjiden rahatsızlar.

Temiz enerji üretebilir, tüketebilir ve fazlasını satarak elde ettiğimiz gelirle yine halkın yararına başka projeleri hayata geçirebiliriz. Enerjide üretimi yenilenebilir enerjiyle yapmak yetmez, üretim araçlarının mülkiyetinin de çoğunluğun eline geçmesi gerekir. Dayanışarak enerjide ve üretimin diğer kollarında bağımsızlığımızı ilan edebiliriz. Enerji devrimini gerçekleştirebiliriz. Artık halkın kendi enerjisini üretme vakti geldi.