Geçtiğimiz hafta neredeyse tüm ülke aşırı hava olaylarının etkisi altındaydı. İstanbul ve İzmir’i fırtına vurdu, sel baskınları yaşandı. Antalya’da fırtına ağaçları söktü. Önümüzde ise kuraklık tehlikesi var. Ülkenin batısı için aynı şeyi söyleyemesek de, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün son 12 aylık kuraklık analizlerine göre, Şanlıurfa’da, Erzurum ile Ağrı arasında kalan bölgede, Kırşehir’in kuzeyinde ve hatta Ordu’nun bir bölümünde olağanüstü bir kuraklık yaşanmış. Gaziantep, Maraş, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Muş, Antakya, Kilis, Mardin ve Kayseri’nin doğusunda da çok şiddetli kuraklık görülmüş. İklim krizi büyüyor, ülkenin batısını fırtına ve sellerle, doğusunu kuraklıkla vuruyor. Bilimsel tahminler doğru çıkıyor.
İklim
değişikliğinin insan etkisiyle olduğunu biliyoruz. Geçmişte gezegenin yaşadığı
ısınma ve soğumalarla akıl karıştırmaya çalışanlar artık ortada yok. On
binlerce yılda meydana gelen bir ısınma ya da soğumadan bahsetmiyoruz. Sanayi
devrimiyle değişen enerji tüketiminden, kömür, petrol ve doğalgazın
kullanımıyla artan seragazı emisyonlarından ve bunun sonucunda ortalama
sıcaklığı 1 dereceden fazla artmış bir gezegenden bahsediyoruz. Her şey son
100-150 yıl içinde oldu. Bunu da bize, Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası
İklim Değişikliği Paneli (IPCC) söylüyor. 195 ülkeden bilim insanlarının bir
araya geldiği IPCC, iklimin yüzde 95 olasılıkla insan kaynaklı değiştiğini,
ortalama sıcaklık artışının da 1,5 dereceyi geçmemesi gerektiğini söylüyor.
Söylüyor ama dinleyen var mı belli değil.
Zaman
daraldıkça IPCC uyarılarını artırıyor. Ekim ayında özel bir raporla, 1,5 derecelik
sınıra ne kadar yaklaştığımızı açıklayacaklardı. Bu rapor geçen hafta basına
sızdı. IPCC, “bu son hali değil, değişebilir” dese de görünen köy kılavuz
istemez. 1,5 derecelik hedefe ulaşmak artık çok zor. İpin ucu kaçmak üzere.
Kaçarsa geriye
2 derecelik politik hedef kalıyor. 2 derecelik hedefi, bir bedel ödemeyi kabul
edip, sonuçlarını kestiremeyeceğimiz felaket senaryosundan önceki son eşik
şeklinde tanımlayabiliriz. İki dereceyi aşarsak hava tahminlerini falan unutun.
Tahmin edemeyeceğiniz fırtınalar, sıcaklıklar bizleri bekliyor.
Çözümü
defalarca yazdık, siz de biliyorsunuz. Daha az tüketen, enerjisini kömür,
petrol ve doğalgazdan almayan bir dünya kurmak zorundayız. Gel gör ki ülkede
gündem başka. Paris Anlaşması’nı onaylamamış, kömüre teşvik veren bir Türkiye var
önümüzde. “Para verirseniz onaylarım vermezseniz onaylamam”a sıkışmış
kaderimiz. Halbuki, ne gelecek para Türkiye’yi bambaşka bir ülke yapacak
büyüklükte ne de Türkiye’nin mevcut iklim hedefleri böyle bir mali desteği
haklı kılacak nitelikte. Kamuoyu ise uzaktan izliyor durumu. Kyoto
tartışmalarındaki yanlış algı hükmünü sürdürüyor. Kömür ve petrol ve doğalgazda
boğazına kadar dışa bağımlı Türkiye’nin, bunların yerine yerli ve yenilenebilir
kaynakları kullanmasının ekonomisini olumsuz etkileyeceğini sanıyor. Mantıksızlık
diz boyu.
Görünen o ki,
fosil yakıt imparatorluğunun bir parçası olmaktan vazgeçmenin kısa vadede
getireceği fatura ile uzun vadede iklim krizinin yaratacağı hasarın faturasını
karşılaştırmak için detaylı ekonomik çalışmalara ihtiyacımız var. Kuraklığın
bedelini, doluların vereceği hasarı, su baskınlarında yitireceğimiz can ve mal
kaybını her bir derecelik artış için hesaplamalıyız. Bunun üstüne de, iklim
göçmenleri, sıcak hava dalgaları nedeniyle ölecek insanları, kuraklık yüzünden
kendini yakacak çiftçileri, kaybedeceğimiz bitki ve hayvan türlerini koymalıyız
ki hesabın fon hesabı değil, can hesabı olduğunu herkes anlasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder