Özgür Gürbüz-BirGün/16 Ekim 2015
Akkuyu |
İğneada’ya
üçüncü nükleer santralden bahsetmek, ilkokulun birinci sınıfına gitmemiş çocuğu
üçüncü sınıftan okula başlatmaya benziyor. Türkiye’nin ilk nükleer santralinin
kurulması düşünülen Mersin-Akkuyu’daki proje suya düşmek üzereyken “biz üçüncüyü yapıyoruz” demek ciddiye
alınacak bir durum değil. Hükümet uzun zamandır bunu yapıyor çünkü tüm dünyada
nükleer enerji projelerini engelleyen en büyük gücün halk hareketleri olduğunu
biliyorlar. 11 yıldır yerinde sayan Akkuyu projesini bitmiş gibi gösterip,
nükleer karşıtlarını ve çevrecileri yıldırmak istiyorlar. Son 10 günde neler
oldu bir hatırlayalım.
On
gün önce, Rus uçaklarının hava sahasını ihlaliyle başlayan kriz Mersin’deki
nükleer santral projesine uzanınca AKP tarafında panik başladı. Rusya ile
ilişkilerin çatırdaması hemen akla doğalgazda bu ülkeye bağımlılığı hatırlattı.
Türkiye doğalgazın neredeyse tamamını ithal ediyor ve 48 milyar metreküplük
ithalatın yüzde 54’ü Rusya’dan temin ediliyor. Nükleer santral yapılırsa
doğalgazda olduğu gibi elektrik piyasasında da Ruslar söz sahibi olacak. Rusya’nın Suriye’de resti çekmesi ileride
benzer hamleleri enerji konusunda da yapabileceğinin işareti gibi algılandı.
En çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle algılamış olacak ki, “Mersin Akkuyu’yu onlar yapmazsa bir başkası gelir yapar. Oraya 3
milyar dolarlık bir yatırım yaptılar zaten. Dolayısıyla o konuda daha hassas
olması gereken Rusya. Biz Rusya’nın bir numaralı doğalgaz tüketicisiyiz.
Türkiye’yi kaybetmek, ciddi bir kayıp olur” açıklamasını yaptı.
Erdoğan’dan
sonra ortamı yumuşatmayı amaçlayan konuşmayı nedense eski Enerji Bakanı Taner Yıldız yaptı. Projenin ticari bir
proje olduğunu, iki ülke arasındaki ilişkilerin bu sorunların üstesinden
gelebilecek kadar derin olduğunu belirtti. En son da sahneye yeni Enerji Bakanı
Ali Rıza Alaboyun çıktı ve üçüncü santralden bahsederek konuyu Akkuyu ve
Rusya’dan uzaklaştırdı. Çinli ve ABD’li firmaların işin içinde olduğunu söyledi.
Bu sayede Rusya’ya da bir mesaj vermeye çalışmış bile olabilir.
Tüm
bunlar hükümetin halkla ilişkiler çabası. Biz bu süreçte neler öğrendik ona bakalım.
Akkuyu’daki
santral projesinde işlerin yolunda gitmediğini öğrendik. Proje, Rusya olmazsa başkası yapacak durumdaysa zaten hiç başlanmamış.
İş ilerlemiş olsaydı, yolun yarısında teknoloji değiştirmek mümkün olmazdı.
Akkuyu'nun çizimine 3 milyar dolar harcanmış olabilir mi? |
Rus
devlet şirketinin (Akkuyu Nükleer A.Ş.) şu ana kadar üç milyar dolar harcadığını bizzat Erdoğan’dan öğrendik. Ortada
nükleer santral olmadığına göre bu üç milyar doların nereye harcandığını
şirkete sormak da boynumuzun borcu oldu. Akkuyu
Nükleer A.Ş. şimdi defterleri ortaya çıkarıp, bu harcamaların nereye
yapıldığını kalem kalem göstermek zorunda.
Haziran
seçimlerinden önce ortaya çıkan reklamlarda, milli forma ve bayraklarla
pazarlanan, “güçlü Türkiye’nin yeni enerjisi” sloganıyla satışa sunulan Akkuyu
Nükleer Santrali’nin anlatıldığı gibi yerli enerji olmadığını öğrendik. Yerli
kaynak olsa, Rusya kriziyle gündeme gelir miydi? Ruslar yapmazsa başkası yapar
denir miydi? Bu nasıl yerli enerji anlamadık. Ruslar istemezse, işin içinde olmazsa yapılamayan yerli santral olur
mu?
İşin
daha da trajik tarafı; Türkiye, “1,2,3
nükleer; Rusya olmazsa Çin’den geliver” diye şarkılar söylerken, aynı gün
İsveç’teki iki nükleer reaktörün (Oskarshamn 1-2) ve ABD’de bir reaktörün
(Pilgrim) kapatılacağı haberinin ajanslara düşmesiydi. Türkiye’de ana akım
medya bunları genelde yazmaz ama siz bilin. Bu üç reaktörün kapatılma nedeni de
ekonomik. Söz konusu şirketlerin santralleri kapatma kararı, nükleer santralden elektrik üretmenin diğer
kaynaklara göre daha pahalı olması.
Biz
de de öyle. Nükleerden üretilen elektriğe bizim devlet 12,35 dolar sentlik alım
garantisi verirken, örneğin rüzgardan üretilene 7,3 dolar sent veriyor. Aynı elektriği rüzgar nükleere göre
neredeyse iki katı ucuza mal ediyor ama birileri bizi ucuz yenilenebilir enerji
yerine pahalı nükleer kullanmamız için zorluyor. Kimbilir neden?