Anlaşma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anlaşma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Plastik anlaşması ve Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Ağustos 2025

Foto: IISD/ENB - Kiara Worth
Plastik 100 yıldan fazla bir süredir hayatımızda. Bu süre içerisinde daha önce plastik kullanmadan yaptığımız birçok eşya ve aleti artık plastik kullanarak üretmeye başladık. Plastiğin hayatımızı bazı noktalarda kolaylaştırdığını söyleyebiliriz ancak doğaya da büyük zarar verdi ve vermeye devam ediyor.

Sorun o kadar büyüdü ki çözümü için BM koordinasyonuyla Hükümetlerarası Müzakere Komitesi (INC) oluşturuldu. Komite beşinci oturumunu bugünlerde İsviçre’nin Cenevre kentinde yapıyor. 14 Ağustos’ta sonlanacak bu oturumda plastik kirliliğini önlemeyi amaçlayan dünyanın ilk küresel bağlayıcı anlaşmasının ortaya çıkması bekleniyor.

Görüşmeler kritik bir noktada çünkü petrol üreticisi ülkeler anlaşmanın plastik üretiminin azaltılmasını içeren kısımlarına itiraz ediyor. Dünyayı geri dönüşüm, yeniden kullanma ile oyalamaya çalışıyorlar. Plastik üretiminin azaltılmasını isteyen ülkelerin sayısı ise hiç az değil, 100’ün üzerinde ülke, milyarlarca insan bu talebi destekliyor.

Avrupa Birliği ve plastik kirliliğinden en çok etkilenenler arasında yer alan küçük ada devletleri üretimin sınırlandırılmasını destekleyenler arasında ancak aynı iklim müzakerelerinde olduğu gibi petrol dostu ülkeler sürece çomak sokma peşinde. Petrokimya sektörü ve petrol üreticileri ABD Başkanı Donald Trump’ı harekete geçirmeye çalışıyor. Rusya ve Suudi Arabistan da süreci baltalamak ve plastik üretimini azaltacak bağlayıcı bir maddenin çıkmasını önlemek için uğraşıyor. Bağlayıcı hedefe sahip Kyoto Protokolü’nden, gönüllü taahhütlere dayalı Paris Anlaşması’na nasıl geçildiyse, yine hemen hemen aynı ülkeler, bu defa da aynı zayıflatmayı plastik anlaşması için istiyorlar. Çevrecilik ve kapitalizm aynı ipte oynayamıyor.

Dünyanın bu hali artık iyice can sıkmaya başladı. Her yıl 400 milyon ton plastik üretiliyor ve 2040’a kadar bu rakam yüzde 70 oranında artabilir. Her yıl 11 milyon ton plastik atık denizleri boyluyor. Her 10 deniz kuşunun dokuzunun midesinde plastik var. Bazı balık türlerinde de durum aynı. İnsan sağlığı da besin zinciriyle doğrudan tehdit altında. Böyle bir durumda, işlemediğini bildiğimiz geri dönüşüm ve yeniden kullanım yöntemlerine güvenerek çözüme ulaşamayız. Bilim insanları plastik atıkların yüzde 10’undan azının geri dönüştürüldüğünü belirtiyor. Bir noktada da plastikler ya doğaya ya da yakma tesislerine gidiyor ki bu da bambaşka çevre sorunlarına yol açıyor.

Plastik kullanmadan üretebileceğimiz onlarca ürün var. Greenpeace tek kullanımlık plastik kullanımı sonlandıracak, 2040’a kadar plastik üretimini yüzde 75 oranında azaltacak bir anlaşmanın mümkün olduğunu söylüyor. Kolay kolay vazgeçemeyeceğimiz plastik ürünler de var. Doktorlar, nüfus artışına da bağlı olarak, hem hijyen koşullarını artırdığı hem de hızlı olduğu için plastik şırınga kullanıyor. Eskiden cam şırıngalar vardı ve bunlar kullanıldıktan sonra sterilize ediliyordu. Hasta sayısı az olan yerlerde cam şırınga kullanılmasının önünde bir engel yok ama bir kısıtlama yoksa kolay olan tercih ediliyor.


Cam şırıngadan plastiğe geçişin kısmen kabul edilebilir gerekçeleri olsa da cam şişeden plastik şişelere geçmeyi haklı çıkaracak argümanlar oldukça zayıf. ‘Tek kullanımlık plastik’ dediğimiz, pet şişeler, pipetler, kahve bardağı kapakları, plastik çatal ve bıçaklar, torbalar bir zorunluluktan çok üreticilerin dayatmasıyla hayatımıza girdiler. Cam meşrubat şişeleri varken, depozito uygulaması nedeniyle boşalan şişeyi markete götürür, onların yeniden kullanılmasını sağlardık. Meşrubat firmaları için de aslında değişen bir şey yoktu, dolu kasayı getirdiklerinde boş kasayı alırlardı. Yıka ve yeniden kullan. Elbette onlar en kolayı seçtiler ve depozitolu şişeleri hayatımızdan çıkarttırdılar. Ürettikleri plastik şişelerin nereye atıldığı onların sorunu olmadıkça ya da cezai bir yaptırım uygulanmadıkça da değişmek istemeyecekler. Çünkü işleri çok kolaylaştı. Sorunu doğaya yüklediler.

Şimdi ise birçok ülkede depozito geri geldi, plastik kullanımıyla ilgili yasaklar artıyor. Türkiye ise yıllardır kapsamı çok dar olan bir depozito yönetim sistemini hayata geçiremedi. Ertelenmezse 2026 yılında uygulanmaya başlanacak. Tek kullanımlık plastikler konusunda ise hiçbir hazırlık yok. Türkiye her yıl 5,6 milyon ton plastik atık üretiyor, üstüne tonlarca plastik atık ithal ediyor ve sadece izliyor. Yok mu hükümette afili bir üniversiteden ‘atık yönetimi diploması’ yaptırmış bir kişi? Çözelim şu işi!

İran anlaşmasını hayra yormak yanlış

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Temmuz 2015

UAEA Başkanı Amano ve İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Salihi.
İran’la yapılan anlaşmayı Türkiye’de hemen hemen herkes hayra yordu. Kimi AKP’nin İran ve dolayısıyla Ortadoğu politikasının çöküşünü kutladı kimi de giderek durağanlaşan Türkiye ekonomisine İran ekonomisindeki fırsatların ilaç olacağını savundu. ABD Kongresi iki ay içinde anlaşmayı inceleyecek ve karar verecek. Obama’nın anlaşmanın reddedilmesi halinde veto yetkisini kullanacağını söylemesi hayırcıların işini zorlaştırıyor.
 
Anlaşma İran’a sivil nükleer programında bir rahatlama getiriyor. Nükleer silah üretimine gidebilecek uranyum zenginleştirme yolunu ise şimdilik tıkıyor. Yine de bu anlaşma hayra alamet değil. Çünkü ‘Nükleersiz Ortadoğu’ ideali bu anlaşmayla ciddi bir darbe aldı.

2011’e kadar bölgedeki ‘nükleer varlık’ İncirlik Üssü ve İsrail’deki nükleer silahlardan ibaretti. 2011’de bölgenin ilk nükleer reaktörü Buşehr açıldı. Buşehr reaktörünün yapımına Alman şirketleri başlamış ancak İran-Irak savaşı sırasında inşaat durmuştu. İran’ın politik duruşu nedeniyle uzun bir süre kimse o reaktörü tamamlamayı göze alamadı. Ruslar ise fitili ateşledi. Ortadoğu’daki nükleer yarışı başlatacak Buşehr reaktörünü tamamlayıp, İran’a yakıt sağlamayı kabul etti. 2000 yılında nükleerden vazgeçtiğini açıklayan Türkiye’nin 2004’te aniden nükleer santrali gündeme almasında İran’ın payı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin de aynı İran ve diğer Ortadoğu ülkeleri gibi elektrik üretimi için nükleere muhtaç olmadığı rakamlarla ortada.

İran’ın nükleer reaktöre sahip olması bölgedeki diğer ülkeleri de harekete geçirdi. Birleşik Arap Emirlikleri’nde üç nükleer reaktörün yapımına başlandı. Suudi Arabistan’ın, Ortadoğu’da nükleer güç payesini Şii İran’a bırakmayacağını herkes biliyor. Anlaşmanın mürekkebi kurumadan Suudiler de Rusya ve Fransa’yla nükleer enerji konusunda işbirliği anlaşmaları imzaladı. Mısır ve Ürdün’ün de aynı Türkiye gibi Ruslarla masaya oturdu.

BP’nin bir ay önce açıkladığı son verilere göre dünyanın en fazla gaz rezervine sahip ülkesi İran’ın nükleer reaktör peşinde koşmasını anlamak zor. İki büyük doğalgaz santraliyle tüm ülkenin elektrik ihtiyacını karşılayabilecek Ürdün’ün nükleer santral kurmak istemesi de ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Evet, bu ülkelerin hiçbiri nükleer silah yapacağını söylemiyor ancak nükleer santral ve silah arasındaki ince bağın, gövde gösterisinin, nükleer santral iştahında önemli bir payı var.

Dünya, İsrail’in Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na (NPT) taraf olmayarak silah sahibi olmasını seyredince ortaya bu tablo çıktı. Şimdi silah yapmayacağını uluslararası anlaşmalarla taahhüt eden ancak geride birçok soru işareti bırakan İran, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelerle dolu bir Ortadoğu bizi bekliyor. Bu işten tek karlı çıkan da başta Rus devlet şirketi Rosatom olmak üzere işsiz nükleer firmalar oldu. Bölgede nükleer santral yarışını başlatan Rosatom’un İran’ın yarım kalan reaktörünü tamamlaması, olmayan bir pazarı hareketlendirdi. Çin dışında yeni bir pazar bulmakta zorlanan nükleer endüstri tüm risklerine rağmen Ortadoğu’ya girdi.

Bu riskler nükleer silahlanma veya nükleer kazayla sınırlı değil. IŞİD gibi onlarca terör örgütünün nükleer reaktörleri hedef alması artık bölgedeki olasılıklardan biri. Ülkeler arası olası bir savaşta da nükleer santraller hedef olacak. 1981’de İsrail’in Irak’ta yapımı süren nükleer reaktörü bombalaması, Irak-İran savaşında Buşehr’in hedef alınması unutulmamalı. Bu terör ve savaş tehlikesi, yanlış politikalarla Ortadoğu batağına sürüklenen Türkiye’yi de kapsıyor. Akkuyu olası terör saldırılarının, komşu ülkelerle yaşanan sürtüşmelerin hedefi olabilir.

Ortadoğu’yu nükleerden arındırmak için daha önce tek engel İsrail’di. Şimdi iş daha da karıştı. İran’la yapılan anlaşmayı hayra yormak, kötünün iyisi diye değerlendirmek uzun vadede başımıza gelecekleri görmemek olur. Nükleersiz Ortadoğu hâlâ tek çıkış yolu.