Taksim Meydanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taksim Meydanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Her yer havuz her yer akvaryum

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Şubat 2015

Taksim'de dolu, Şubat 2015-Foto:O. Gurbuz
Geçen hafta Taksim’de doluya yakalandım. Birkaç dakika içinde İstiklal Caddesi dolu taneleriyle kaplandı. Tramvay hattı görünmez, yollar su birikintilerinden yürünmez oldu. Bata çıka metroya vardım. Aşırı yağış nedeniyle kaldırımdan taşan su, insanlarla birlikte metroya doluyordu. Metronun içinde iki işçi elde çekpas, suları tahliye etmeye uğraşıyordu. Yeni Türkiye, eski yöntem.

Sorunun çözümü için planlı, düzgün kentler kurmak ve elbette toplu ulaşımı geliştirmek gerek. Toplu taşıma ama nasıl? İş artık sadece metro yapmakla, tren rayı döşemekle bitmiyor. “Her yere metro” sloganı mazi oldu. Engellilerden çocuklara, bağlantı noktalarından enerji tüketimine kadar onlarca etkeni de hesaba katmanız gerek. Bu etkenlerden biri de iklim değişikliği. İklim değişikliği, sel ve dolu gibi, sıklığı ve şiddeti giderek artan hava olaylarıyla kendini iyiden iyiye gösteriyor.
  
İklim değişikliğini hesaba katmadan yaptığınız yol, demiryolu, metro başınıza ne işler açabilir merak ediyorsanız bir yıl önce ‘sıradışı’ bir kışa ev sahipliği yapan İngiltere’de olan biteni hatırlayalım. Dawlish kentinde kıyı hattını izleyen demiryolu fırtına nedeniyle tahrip olmuş, hat iki ay ulaşıma kapanmıştı. Ondan bir yıl önce Avusturya’daki su baskını yüzünden Almanya-Avusturya-İtalya tren seferleri bir haftadan uzun bir süre yapılamamıştı. Almanya’da aşırı yağıştan nasibini aldı. Berlin ile Hannover arasındaki tüm seferler uzun süre aksamıştı. 23 Ocak 2013’te ise Fransa’daki Nice Havalimanı’nı yine ‘beklenmedik’ bir şekilde su basmıştı.

Türkiye’nin Avrupa’dan neyi eksik? Sular altında kalan Hatay Havaalanı’nı, her şiddetli yağışta göle dönen Üsküdar Meydanı’nı hatırlayın. Ankara’nın su basan metro istasyonlarını ve Melih Gökçek’in hem altgeçit hem de yüzme havuzu şeklinde tasarladığı dalma-çıkma yolları unutmayın. Fırtına çıkınca suyla kaplanan ve ulaşıma kapanan Karadeniz Sahil Yolu’na ne demeli? ‘İcraat’ diye yutturulan o yolun hem koskoca Karadeniz’in güzelim sahilini yok ettiğini hem de yanlış yere yapıldığını çevreciler bin kere söylemişti. Bu uyarılara kulaklarını tıkayan aynı müteahhitler, aynı şirketler ve aynı yöneticiler, şimdi de İstanbul’daki kuş göç yollarının üzerine havaalanı yapmaya çalışıyor. Uyarıları dinlemiyor, yine kulaklarını tıkıyorlar. İtirazları savunacak gücü kalmayanlar da bir ‘dış güçler’ masalı tutturmuş gidiyor. Bakın, o dış güçler kendi memleketlerinde neler yapıyor, yaşanan felaketlerden nasıl ders çıkarıyor.

İskoçya’da Edinburgh ile Midlothian arasındaki yeni demiryolu boyunca, taşkınlara karşı tahliye şebekesi yapılıyor. Su baskını riski altındaki tüm demiryolları su baskını değerlendirmesine tabi tutuluyor ve gerekli önlemler alınıyor.

Hollanda’daki Rotterdam limanının 12 bin hektara yakın alanı yükseltilerek, deniz seviyesinin 3-4 metre üstündeki bir alana kurulmuştu. Limanın yeni bölümleri ise deniz seviyesinin beş metre üstüne kuruluyor. Ayrıca, suyun yükselme riskine karşı limanın çevresine bariyerler konuluyor. Biz ise iki yılda bir Edirne’yi sel aldı haberleri okuyoruz.

Kopenhag’da yeni yapılan 17 metro istasyonu su baskınlarına dayanacak şekilde yapılıyor. Yeni hatlar deniz seviyesinin en az 2 metre 20 santim üzerinde inşa ediliyor. Acil çıkışlar ve havalandırma kapakları su baskınlarına dayanacak şekilde tasarlanıyor. Tüm gelişmiş ülkelerde yollar, limanlar, kıyılardaki yapılar iklim değişikliğine dayanacak şekilde yapılıyor.

Şimdi soruyorum? Büyük kentlerin hangisinin iklim değişikliğine uyum planı var? Merak ediyorum, hangi metro istasyonları insan hayatını kurtaracak şekilde tasarlandı, hangileri ‘akvaryum’ olacak şekilde. Planınız varsa gönderin yazalım. 
---

* Yazıdaki örnekler Avrupa Çevre Ajansı’nın “Avrupa’da Ulaşımın İklim Değişikliğine Uyumu” raporundan alınmıştır.

Ağaçların direnişi

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Haziran 2013

Bundan böyle 31 Mayıs 2013 tarihi zorbaların halka savaş açtığı gün
olarak hatırlanacak. İstanbul'un kent merkezinde kalan son yeşil alanı
yok etme operasyonlarına verilen barışçıl tepkiye gösterilen sert ve
şiddet dolu saldırı hiç unutulmayacak.

Gezi Parkı bu ülkenin acı dolu hafızasına kazındı. Çadır yakıcıların
saldırısından önce çoğumuz için orada sadece ağaçlar vardı. Artık Gezi
Parkı'nda sadece ağaçlar yok. Üzerine HES kurulmak istenen dereler
var. Talana açılan ovalar, betona teslim edilen koylar ve onlara sahip
çıkan güzel insanlar var orada. İnsanın doğaya tahakkümüne karşı çıkan
ekolojistler, sermayeye esir olmuş inançlı kişileri uyaran
Müslümanlar, greve giden işçiler, hayvan hakları için mücadele
edenler, kadın cinayetlerine dur diyenler, ırkçılığa hayır diyen
futbolseverler artık Gezi Parkı'nın ev sahipleri. O insanlar, parkın
ağaçları gibi kök saldılar bu topraklara. Ekosistem dediğimiz de bu
aslında. Herkesin bir arada, dayanışma içinde yaşadığı bir dünya.
Parkı büyüteceğiz başka yolu yok. Köklerimizi Taksim'den Beşiktaş'a,
Şişli'ye uzatacağız. Oradan Anadolu'ya ve dünyaya...

RÜYALAR ÇATIŞTI
Peki, neydi kavga? Gezi Parkı'nda aslında rüyalar çarpıştı. Parka
alışveriş merkezi yapmak, içine allı pullu kafeler kondurmak akşamları
başını yastığa değil, deste deste paraların üzerine koyanların
rüyasıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi de onların partisiydi. Gezi'den
sonra gördük ki, adalet dedikleri şey rantı aralarında "hakça"
bölüşmek, kalkınma dedikleri de eşi-dostu kalkındırmaktan başka bir
şey değilmiş. Saldırıya uğrayanların rüyası ise başkaydı. Bir ağacın
gölgesinden faydalanmak, sevdiğiyle çimenlere uzanmak, ağaç
dallarından sızan renkli ışıkların altında uyuya kalmak ve termosunda
getirdiği çayı içmek. Park ile kafe arasındaki en büyük fark da budur
zaten. Parklar ücretsizdir, yoksul zengin ayırt etmeden buyur eder
insanları. Kafeler ise sadece parası olanlara hizmet eder. Paranız
yoksa size ağaç gölgesi bile yoktur. AKP temiz havanın, denizlerin,
sokak ve parkların halkın en temel hakkı olduğunu unutturmuştu.
Korkuları bu yüzden, bundan sonra bizim olanı bize satamayız diye
korkuyorlar.

ÇÖZÜM SÜRECİNE BİBER GAZI
Korkmakta haklılar. Gezi Parkı'nın ağaçları beş benzemezi yan yana
getirdi. Kürt, Türk, Müslüman, ateist, Kemalist, liberal, Beşiktaşlı,
Cimbomlu, Fenerli herkes birleşti. Ağaçlar insanları birleştirdi.
"Memleketi yeşil hareket kurtaracak" diyorduk; inanmıyordunuz. Gezi
Parkı "çözüm sürecinin" ta kendisi oldu ama AKP destek vereceğine
biber gazı sıktı bu sürece. Gördük ki toplumsal barışı istemeyen biri
varsa o da hükümetmiş.

Gezi Parkı direnişi İstanbul'da başladı. Polisin sivil itaatsizlikten
başka bir şey yapmayan göstericilere saldırmasıyla tüm Türkiye'ye
yayıldı. Hükümetin aylardır, içki yasağıyla, 4+4+4'le, sünni radikal
islam dayatmasıyla üzerlerine gittiği insanlar bardaktaki bu son
damlaya sert tepki verdi. Hayatında ilk kez sokağa çıkan binlerce
insan vardı meydanlarda. Gece saat ikide tenceresini tavasını alıp
çalanlar, biber gazına rağmen yürüyenler, tazyikli suya rağmen evine
dönmeyenler vardı. Hükümet yoktu ortada. Medya yerin dibine batmıştı.
Belli ki emir almışlar, günlerce süren ve devam edecek protestoyu bir
saat bile yayınlamadılar. Onun yerine saçmalık desek kimsenin itiraz
etmeyeceği "yetkililerin" açıklamalarına yer verdiler.

İstanbul Valisi zorlansa da klasik "marjinal gruplar" çıkışıyla olayın
üstünü örtmeye çalıştı. Dünyanın dört bir yanında eylemler izledim.
İngiltere'de 1 Mayıs'ta polise tekme atan eylemciler, buna rağmen
tepki vermeyen polisler gördüm. Marjinal gruplar masalına kimse
inanmıyor artık.

FİDAN ALDATMACASI
Orman Bakanı Gezi Parkı'nda sınırlı sayıda ağaç var diyerek
kesilmelerinin sorun olmayacağını işaret etti. İyi ya! Biz de sınırlı
sayıda ağaç olduğu için onları korumak istiyoruz. Tüm kentte sınırlı
sayıda ağaç, halkın ücretsiz kullanımına açık sınırlı sayıda park ve
yeşil alan olduğu için Gezi Parkı çok önemli diyoruz. Bakan olayı
kavrayamamış henüz, o kesin. Bir de şu fidan dikme meselesi var.
Başbakan'a bakarsanız çok ağaç dikmişler. Kesilen ağacın yerine 100
katını dikseniz ne olur? O fidanlar ağaç oluncaya kadar yıllar gerek,
yetişmiş bir ağacı kestiğinizde üzerinde yaşamaya başlamış onlarca
hayatı da öldürürsünüz; ikisi aynı şey değil. Kaldı ki, bizim
kentlerin merkezleri çorak, kentin dışına ağaç diksen ne olur dikmesen
ne olur? Mesele kentin içindeki yeşil alanları korumak.

Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan. Bilin ki, altında
kan döktürttüğünüz Gezi Parkı'ndaki yaşlı çınar ağacının bir yaprağı
kadar faydanız olmadı şu dünyaya, memlekete. Ağaçlar temiz havamızın
kaynağı oldular, kesmeye çalıştığınız o ağaçlar şu an bile size
oksijen üretiyor. Sizin tek yaptığınız ise temiz havayı biber gazıyla
kirletmek, insanları zehirlemek oldu. Ben devlet adamı olsaydım ve
biri bana bunu söyleseydi üzülürdüm. Polislerinizi, elinde
tencere-tava sokağa çıkan insanların üzerine gönderdiğinizi gördüm. O
yüzden üzüleceğinizi sanmıyorum. Vicdan kaybolunca zor bulunurmuş.
Gezi Parkı sizin "Sırat Köprü"nüzdü. Geçemediniz, diğer tarafı bilemem
ama bu dünyada cennet size artık çok uzak.

Yıkım değil park istiyoruz

Taksim Gezi Parkı’nda günlerdir, binlerce insan, ağaçları ve İstanbul’un canlılarını korumaya
çalışıyor. Türkiye’nin hemen her yerinde milyonlarca insan bu coşkunun farkında... Ağaçlarla birlikte yaşamlarımız yok ediliyor. Biz aşağıda imzası bulunan yapılar, İstanbul Gezi Parkı’nda devam eden kıyımın bir an önce durmasını istiyoruz. Tarihsel mirası gelecek kuşaklara taşımak hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Yıkım değil Park İstiyoruz.

1. Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları
2. Yalova Platformu
3. Ekoloji Kolektifi
4. Loç Vadisi Koruma Platformu
5. Solaklı vadisi
6. Artvin Çevre Platformu
7. Yeşil Artvin Derneği
8. Yeşil Gerze Çevre Platformu
9. Karadeniz İsyandadır Platformu
10. İzmir Barosu Kent ve Çevre Komisyonu
11. Yeşilırmak Tozanlı Çevre Platformu
12. EGEÇEP Ege Çevre ve Kültür Platformu
13. Ergene Platformu
14. Alakır Nehri Kardeşliği
15. Ege Sanat Atölyesi
16. Yeşil ve Sol Çalışma Grubu
17. Çevre İçin Hekimler Derneği
18. EKODER Ekolojik Yaşam Derneği
19. DOĞADER Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
20. YADEM Çevre Derneği
21. Yağcılar ve Demircili Köylerin Çevresini Koruma ve Güzelleştirme Derneği
22. Çağdaş Hukukçular Derneği
23. YAYED Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği
24. Allianoi Girişim Grubu
25. Nükleer Karşıtı Platform
26. Atina’nın Deniz’i ve balıkları ile direnen Navarinou parkının kedileri
27. Sulukule Platformu
28. GDO’ya Hayır Platformu
29. Tonya Çevre Platformu
30. Bolkar Dağlarını koruma Platformu
31. Porsuk Köy Meclisi Derneği
32. Maden Köyü Çevre Platformu
33. Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği – HYHKD
34. Seda Meşeli Allard
35. İnci Akalp
36. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Hatay Şubesi
37. EÜD Ekolojik Üreticiler Derneği
38. Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu
39. Gökova Sürekli Eylem Kurulu
40. Fethiye Saklıkent Koruma platformunu
41. Muğla Barosu Kent ve Çevre Komisyonu
42. Bayramiç Yeniköy Kaz Dağları Ekolojik Yaşam ve Tohum Derneği
43. Toprak Ana Platformu
44. Bartın Platformu
45. Munzur Platformu
46. Gördes Çevre Kültür ve Tarih Derneği (GÖRÇEV)
47. Foça Çevre Platformu (FOÇEP)
48. Fırtına Ekoloji Gurubu,
49. Fırtına Vadisi Girişimi,
50. Palovit Vadisi Koruma Platformu
51. Papart Deresi Platformu
52. Vardiya Bizde İzmir Platformu
53. Merih Şenözlüler
54. Belgrad Ormanı Koruma Gönüllüleri Derneği
55. Ege Su Platformu
56. Lambdaistanbul LGBT Dayanışma Derneği'
57. Cevahir Özgüler
58. Ersel Bedir Sezer
59. Yeni İnsan Yayınevi
60. Yeryüzü Derneği
61. Fatma Doğu
62. Mete Güneş
63. Sarıyer Kent Konseyi Hayvan Hakları Komisyonu
64. Levent Öztunc
65. Gevne Vadisinde HES'lere hayır platformu
66. Nesrin Algan
67. Slow Food Fikir Sahibi Damaklar
68. Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
69. Peri Suyuy Koruma Platformu
70. Su Hakkı Kampanyası,
71. Küresel Eylem Grubu
72. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
73. ZMO İstanbul Şubesi
74. Şavşat Derelerin Kardeşliği Platformu
75. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Klubü
76. Bergama, Eşme, Sivrihisar Havran/Küçükdere ELELE
77. Küresel Denge Derneği
78. Ece Aysal
79. Bartın Çevre Meclisi
80. Yavuz Aksoy
81. İstanbul Ardahan İli Sosyal Kültür ve Dayanışma Derneği


Çağrı metnine imza atmak isteyenler cehav.sekreterya@gmail.com adresine mail atabilirler ya da 532 456 94 18 no.lu telefondan Çehav'a ulaşabilirler.
Gezi parkına yazdığımız telgrafı mail gruplarınızda ve sosyal medyada paylaşmanızı, twitterdan #geziparkinatelgraf başlığı ile yaymanızı rica ediyoruz.

Biz marjinaller

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Mayıs 2013

Bizler marjinaliz. İşçiler, emekçilerle Taksim Meydanı için direnir, gaz yeriz. Üniversitelerin, ülkelerin kalbi olduğuna inanırız. Bilime, düşünce özgürlüğüne üniversitelerin beşiklik etmesi gerektiğini düşünürüz. O yüzden oralarda okurken sadece çimlere yayılıp oturmayız, hoşumuza gitmeyen her şeyi orada protesto ederiz. Bu yüzden de yine gaz yeriz, coplanırız. Bizler marjinaliz, protesto etmenin demokrasinin gereği olduğuna inanırız.

Bizler marjinaliz, pilavımızla oynanmasına karşı çıkarız. O kadar marjinaliz ki, pilavın, domatesin, mısırın doğalını severiz. Şirketler daha çok kâr etsin, köylüler daha fazla sömürülsün diye genetiği değiştirmiş organizmaların marketleri, tezgahları doldurmasından hoşlanmayız.

Aramızdaki marjinallerin bazıları daha da marjinaldir. Onlar içki içer. Bazen deniz kıyısında, bazen bir barda. İçki içince gülüp eğlenirler; marjinallik işte. Bazıları takıntılı marjinaldir. İçki içerken müzik dinlemeyi de sever.

Marjinallik sadece erkeğe mahsus değildir. Marjinal kadınlar da var. Onlar istedikleri gibi giyinmek, istediklerini sevmek ister. Kimi mini sever kimi çok renkli. Kimi kısa saçlıdır, kimi saçlarını kırmızıya boyar. Marjinallik olsun diye yapar bunu, yoksa kırmızı saçın memlekete hayır getirmediğini bilir.

Aramızda dini anlamda da marjinaller vardır. Alevi oldukları için ibadetlerini cemevlerinde yaparlar. Diyanetin fetvalarını tanımaz, yaradanı imamdan değil yüreklerden dinlemeyi tercih ederler. İnançlarını tartışabilecek kadar açık yürekli marjinallerdir. Sayıları milyonları bulsa da onlar bu devlette marjinal sayılırlar aynı Kürtler gibi.

Din demişken, aramızdaki marjinaller arasında dinsizler de vardır. Din haneleri boştur, din derslerini sevmezler. Onlar da herkes gibi güzel insanlardır, iki gözleri, kulakları ve elleri vardır. Futbol da severler. Dini konuşmanın tabu olduğu bu ülkede zorunlu din derslerini dava edecek kadar marjinal, bir o kadar da cesurdurlar.

Biz marjinallerden eşcinseller, biseksüeller de çıkar. İş sevmeye gelince erkek-kadın ayırt etmeyiz. Para, kariyer, çıkar için değil, sevdiğimiz için severiz. Anlatması zor.

Biz marjinaller “yetmez ama evet”le yetinmeyiz. Halk oylamasında sandıktan demokrasi çıkmasını beklerken ilk harfin “D” olmasıyla yetinmez, ikinci harfin “E” değil “İ” olma ihtimalinden korkar, tüm kelimeyi görmek isteriz.

Aramızda otomobil almayan, aklını peynir ekmekle yemiş marjinaller de vardır. Bunlar bisiklete biner. Kimseyi egzoz gazına boğmaz, iklimi değiştirmez.

Bir de bu ülkede marjinal olmayanlar var; çoğunluktalar.

Bu çoğunluk kadın döver, adam bıçaklar, küfür eder.

Coplar, coplatır. Gazlar, gazlatır.

Maça gider olay çıkartır, zencilere “maymun” der.

Reyhanlı ve Uludere’nin sorumlusudur ama hiç oralı olmaz.

Alkolü yasaklamaya çalışır ama silahı serbest bırakır.

Bu çoğunluk, Deniz Feneri’ni sever, emekliyi, işçiyi, öğrenciyi sevmez. Kumardan nefret eder ama konu spor olunca bahse girmek ister. Ne de olsa liberaldir.

Alevilerin vergisiyle imamların maaşını, dinsizlerin vergisiyle camilerin elektrik faturasını öder ama elhamdülillah müslümandır.

Kömür, petrol ve nükleer lobisiyle arası iyidir ama temiz ve yerli enerjiye karşıdır. Ne de olsa milliyetçidir.

Çoğunluk başını derde sokmamak için hükümeti kızdırmaz, gerekirse “evet” der, gerekirse susar.

Onlar heteroseksüeldir. Hem cinslerini sevmez ama 15 yaşında çocuklara bayılır, onları gelin ederler. Kendisi yapmasa da yapana ses çıkarmaz.

Bir de sessiz çoğunluk vardır. Meydanlara inmez, sendika sevmez, greve, boykota destek olmaz. Keyfini hiç bozmaz ama keyfi bozulacak diye korkudadır. Sosyal medyada bile bir vardır bir yoktur. Partiye, derneğe üye olmaz, siyaset konuşmaz, gazete okumaz. Gönüllülükten ise hiç hoşlanmaz, gerekirse biraz para bağışlar ama ortalarda hiç dolaşmaz. Marjinalleşirse paçayı kurtarır, marjinalleşene kadar aslında birer hiçtir.

Marjinaller hep haksızdır, çoğunluk ise hep haklı.

Aferin size, çoğunluğa!

Cehennem Çukuru Tartarus

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Mayıs 2013

Yunan mitolojisinde Tartarus yerin yedi kat altındaki çukurun adıdır. Bu çukura ağır bir demir parçasının yeryüzünden düşmesi dokuz gün sürer; o kadar derindedir. Mitolojideki ölüler diyarının bir parçası kabul edilse de farklıdır, buraya tanrıların yeryüzünde görmek istemedikleri kişileri kapattıkları söylenir.

Tartarus’a gitmek için Hades’ten, Yunan mitolojisindeki ölüler diyarından geçmek gerekir. Buna cesaret edebilenlerin sayısı çok azdır. Orfe bunlardan biridir. Sevgilisi Evridiki’yi Hades’ten çıkarabilmek için bütün bu tehlikeleri göze alır. İnsanı “en cesur insan” yapan onun bir başkasına duyduğu aşktır. Orfe’nin tek silahı elindeki çalgısı “lir”dir. Orfe’nin direnci tanrıları dize getirir. Ona, yeryüzüne çıkana kadar Evridiki’ye bakmama şartıyla sevgilisini alabileceği söylenir. Çukurun tam ucuna geldiklerinde Orfe daha fazla dayanamaz ve sevgilisine bakar. Evridiki ölüler diyarına geri döner, Orfe ise bu acı yüzünden kısa sürede ölür.

Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarını engellemek için bahane edilen çukur aslında Tartarus’tur. Hükümetin kaygısı elbette “işçiler Tartarus’a düşmesin” kaygısı değildir. Çünkü bizim memlekette işçiler zaten her gün Tartarus’u aratmayan şantiyelerde çalışır. AVM inşaatlarında yanarak can verenlerin ülkesinde cehennem ateşi nedir ki? İşçiler her gün zaten ölüler diyarının bir santim ötesinde çivi çakar, kaynak yapar, moloz taşır.

Türkiye’de sadece 2012 yılında 878 işçi öldü, hükümetin bir kez olsun kaygılandığını gördünüz mü? Tersanelerden peşi sıra ölüm haberleri gelirken ciddi önlemler alındı mı? AVM ve HES inşaatlarında iş kazalarından sonra ne değişti? Tersine sendikalaşmanın önüne geçen kanunlar çıkarıldı. Taşeronlaşmaya yeşil ışık yakıldı. Hükümetin derdi işçilerin canı, sağlığı değil. Hükümetin tek derdi, 1977’de tanrılara başkaldırdıkları için Taksim’deki o çukura hapsedilen işçilerin ruhunun özgür kalmasıdır. Korku, Taksim alanını dolduran işçilerin Orfe gibi sevdiklerini karanlığın elinden kurtarmasıdır. O ruhu, emekçi arkadaşları kentin dört bir yanında biber gazı yerken meydanda davul zurnalı kutlama yapan sözde sendikacılar anlayamaz. Taksim’i alışveriş merkezi yapmaya niyetlenenler, 17 yaşındaki Dilan’a yapılanı “örgüt üyesi” deyip iftirayla geçiştirmeye çalışanlar hiç anlayamaz. Tanrıların hissettiği ise sadece korkudur. Tanrılar korkar çünkü insanlar onlara inanmazsa, güvenmezse yok olurlar. İnsanların onlara itaat etmeleri için de zaman zaman ölüler diyarının tanrısı Hades’in yeryüzüne çıkmasına izin verirler. Hades bugün Türkiye’dedir. İşçileri örgüt üyesi, ona başkaldıranları marjinal ilan eder. Gazetecileri hapseder, üniversite öğrencilerini hapse atar. Yeraltından getirdiği gaz bombalarını sağa sola fırlatır. Taksim’de gördüğünüz cehenneme giden değil, cehennemden Hades’in çıkışına izin veren bir çukurdur. Hades evine giden yolun yanında park, ağaç, başkaldıran işçiler ve daha da önemlisi umut görmek istemez.

Taksim Gezi Parkı Yaşıyor


Koruma Kurulu'nun kararına rağmen Taksim projesi devam ediyor. Taksim'de ağaçlar kesilmesine, yaşamın beton duvarlar arasına hapsedilmesine en baiından beri karşı çıkan ve Taksim Dayanışması adı altında buluşan onlarca kişi ise direnmeye devam ediyor. 
Bu defaki buluşma 16 Şubat 2013, Cumartesi 15:00-18:00 saatleri arasında metro çıkışında.

Papalagi ve Taksim Meydanı

Bugün Taksim'de gördüklerimiz, yarık insanlarının toprak insanlarına açtığı savaşın sadece bir cephesidir.

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Kasım 2012

Papalagi tıpkı bir midye gibi, sert bir kabuğun içinde oturur. Bir çıyan gibi, taşların arasında lavların çatlaklarında yaşar. Sağı, solu, altı, üstü hep taşlarla örtülüdür. Barınağı dikine duran taş bir sandığı andırır, çok sayıda gözü olan delik deşik bir sandığı...

...Papalagi, yaşamını işte bu kutular arasında geçirir. Günün hangi saatinde olduğuna göre ya o kutuda ya bu kutudadır. Çocukları burada, topraktan yukarıda -genellikle yetişkin bir palmiye ağacından bile yüksekte- taşların arasında büyür...


...Bu taş kutular, omuz omuza duran insanlar gibi birçoğu bir arada durur, aralarında ne bir ağaç ne de bir çalılık vardır onları ayıran. Ve her birinde bütün bir Samao köyünü dolduracak kadar çok insan yaşar. Bir taş atımı uzaklıkta yine omuz omuza vermiş duran çok sayıda taş kutu daha vardır. Bunlarda da insanlar yaşar. Bu iki sıranın arasında Papalagi'nin “cadde” dediği bir yarık vardır. Sert taşlarla kaplı bu yarık, çoğu kez bir ırmak kadar uzundur. Boş bir yer bulmak için saatlerce koşmak gerekebilir...

Papalagi Samaoca'da 'beyaz adamlar' demek. Samao kültürüne yabancı bir şeyi tanımlamakta da kullanılıyor. Yukarıdaki alıntılar Erich Scheurmann'ın Papalagi adlı kitabından alındı. Kitap Ayrıntı Yayınları tarafından yıllar önce Türkçe'ye “Göğü Delen Adam” adıyla çevrildi. Samao takımadalarında yaşayan Tuiavii adlı bir kabile şefinin Avrupa'yı gezdikten sonra 'beyaz adamlar' yani 'Papalagi' hakkında tuttuğu notlardan oluşuyor. Bugünlerde Tuiavii'nin gerçekten var olup olmadığı tartışılsa da kitap beyaz adam için bir hayat bilgisi niteliğinde. İstanbul'daki Taksim Meydanı'nın deşilmesi ve gezi parkındaki ağaçların sökülmesi projesinin hayata geçirildiği ilk gün, aklıma Tuiavii'nin beyaz adamı tarif ettiği bu kitap geldi. Aynı şekilde, TOKİ denince de hep papalaginin inşa ettiği o “taş sandıkları” düşünmüşümdür. 

GEZİ PARKI YOK OLUYOR
Taksim'den Elmadağ'a uzanan sert taşlarla kaplı o yarık, Cumhuriyet Caddesi, tam da Tuiavii'nin tarifini yaptığı caddeye benzemiyor mu? Boş bir yer bulmak için saatlerce koşmanız gerekebilir. Tek kurtuluşunuz olan caddedeki ağaçlar ise şimdi birer birer sökülüyor. Mecidiyeköy'den Taksim'e, yanyana iki ağacın birbirine bakışabildiği tek yer Gezi Parkı'dır. Bugün oraya yapılmak istenen mini alışveriş merkezi insanların adına İstanbul denen bu koca tımarhanede korkamadan sarılabilecekleri, yanında durabilecekleri, altında oturabilecekleri ve hatta korkmadan sırlarını açabilecekleri tek canlıyı, ağaçları yok edecek. Bu yalnızlar kentinin tek dostları öldürülecek. Taksim projesine karşı çıkmak için bir başka nedene ihtiyacınız yok. Sadece o parka bakmanız bu projenin ne kadar yanlış olduğunu anlamaya yeter. 

Avrupa'ya geldiğinde Tuiavii'nin anlamakta zorlandığı ilk şeylerden biri beyaz adamın neden kendini bu havasız, doğadan uzak taştan sandıkların içine soktuğu olmuş. Ona göre Papalagi'nin kent adını verdiği yer, ömründe hiçbir ağaç, ırmak ve gökyüzünü görmemiş, Büyük Ruh'la yüzyüze gelmemiş insanların yaşadığı yer. Tuiavii, bu kentlerde yaşayan insanlara “yarık insanları”, köylerdekilere ise “toprak insanları” diyor. Şef'e göre yarık insanları kendilerini toprak insanlarından daha üstün görüyorlar. Çünkü yaptıkları iş meyve toplamaktan daha önemli. Yedikleri her şeyin topraktan geldiğini düşünmezler, nasıl elde edeceklerini de bilmezler. Toprak insanlarının ise yarık insanlarına yiyecek sağlamaktan canları çıkar ama neden diğerlerinin bu kadar yorulmadıklarını anlamazlar. Tuiavii der ki, “Papalagi her şeyi olduğu gibi kabul eder”. Aynı Taksim'de olduğu gibi. Yarık insanları, yarığına bile sahip çıkamayacak kadar hayatta yoktur aslında. Güçlerinin ve ne istediklerinin bile farkında değil artık İstanbullu Papalagi. 

“TANRISI PARADIR”
Bence Taksim'i yerle bir edenler Tuiavii'nin yarık insanları çünkü onlar taştan ve asfalttan açtıkları yollarda ayakları toprağa değmeden gitmeyi seviyorlar. Tuaivii'nin de dediği gibi onlar, adına “para” dedikleri yuvarlak metal ve ağır kâğıtları seviyorlar. Yine Şef Tuaivii'nin dediği gibi: “Bir Avrupalı'ya sevginin tanrısından söz edecek olsan, yüzünü buruşturur ve güler. Senin düşüncenin yalınlığıyla alay eder. Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da koca bir ağır kâğıt uzatacak olursan, o an gözleri parlar ve dudakları arasından salyalar akar. Onun sevgisi paradır, tanrısı paradır”. İşte, Taksim Meydanı böyle salya sümük bir durumda bu günlerde.

Çarşamba akşamı yaklaşık bir saat, sağanak yağmur altında Gezi Parkı'ndaydım. Kapana kısılmış, oradan oraya dolaşan insanları izledim. Yüzüm iş makinalarına sırtım ağaçlara dönüktü. O makinalar yok mu, ah o makinalar. Papalagi makinalarıyla yarattıklarının sevgiden yoksun olduğunu anlamaz. Tuaivii şöyle sorar: ...Eğer makine ben elimi bile sürmeden yenisini yapacaksa, ben tanoamı* şimdi sevdiğim gibi sevebilir miyim? Papalagi hiçbir şeyi sevmez, makina her şeyin aynısından bir daha yapabilirken nasıl sevsin ki? 

Şef Tuaivii buradan çok uzaklarda. Müsadenizle son soruyu ben sorayım. Ey yarık insanları, sayıları milyonları bulan İstanbul'daki Papalagi, o dozerleriniz, kazma kürekleriniz ve sevgiden yoksun yüreklerinizle, bize Gezi Parkı'ndaki ağaçlardan bir tane ama bir tane yapabilir misiniz? Madem yapamıyorsunuz, yok etme kudretini kendinizde nasıl buluyorsunuz?
 ---

 * Ulusal içkilerinin yapımında kullanılan tahtadan bir tabak.

Taksim için mücadele devam ediyor. Bilgi için Taksim için Nöbetteyiz! Adlı facebook sayfasına bakabilirsiniz.