Özgür Gürbüz-BirGün/23 Eylül 2022
İyiliksever miyiz? Yazıyı okumdan önce bu soruyu yanıtlamaya çalışın, yazının sonunda kendinize tekrar sorun. İyilik, hayır, dayanışma ve yardım kelimeleri, karşılık beklemeden yapılan eylemleri anlattığı için çok değerli elbette ama doğru kişiye, kuruma ve doğru zamanda ulaşması çok önemli. Veriler Türkiye’de iyilikseverlerin topluma katkıda bulunmak için geçmişe göre daha etkin olduklarını gösteriyor. Kurumsallık anlamında ise henüz istenilen noktada değiliz.Raporun tamamı için tıklayın |
Bu bağışlar düzensizce, karşılarına bir ihtiyaç sahibi çıktığında yapılıyor ve kurumlara güven sorunundan bahsediliyor. Dilencilere para vermek hâlâ yaygın, her 2 kişiden biri dilencilere para veriyor. Son bir yılda dilencilere yapılan doğrudan yardımın kişi başına 145 TL civarında olduğu tahmin ediliyor. Kişi başına düşen bağış miktarının 983 TL olduğunu düşünürseniz, yapılan bağışların yüzde 7’ye yakını dilencilere gidiyor. Kurumlara güvenmeyenler dilencilere güveniyor. Son bir ayda, vakıf, hayır kurumu ya da bir derneğe para bağışı yaptığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 12.
SİVİL TOPLUMA DAHA ÇOK BAĞIŞ
Çok kötümser olmayalım. Sivil toplum kuruluşlarına yapılan aidat dışı bağış
oranı 2019’a göre yüzde 15’ten yüzde 23’e yükselmiş. Sivil toplumla haşır neşir
olduğum için paranın her şey olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Gönüllülük
ve üyelik oranları da artışta. Gönüllülük maddi yardım kadar değerli ancak
gönüllü sayısı artıkça ‘organizasyon’ önemli bir sorun olabiliyor. Profesyonel
bir yönetici ve ek kaynak gereksinimi doğurabiliyor.
Sivil toplumun kitleselleşmesinin önündeki sorun ise “güvenilirlik”. Çalışmalara katılmama nedenleri içerisinde şeffaf olunmaması ve güvensizlik öne çıkıyor. İnsanların güvenini kazanmak için daha fazla çaba harcamak gerekiyor. Komplo teorileri ve az sayıdaki kötü örnekler de bu işi zorlaştırıyor. Parası olmadığı ve kişisel çıkar elde edemediği için sivil toplumda gönüllülük yapmadığını söyleyenler de oldukça fazla. Sivil toplumla ilgisi olmayan bu beklentilerin kapitalist toplumun eseri olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de yaşayanların neredeyse yarısı akraba, komşu veya başka bir ihtiyaç sahibine yiyecek, giyecek, para ya da yakacak gibi bir yardımda bulunduğunu söylüyor. Bu oran 2019’a göre 7 puan artmış. En sık yapılan yardım türü de nakit para vermek. Ülkedeki ekonomik krizin işareti olsa gerek. Ramazan’da fitre verenlerin oranı da iki yıl öncesine göre artarak yüzde 63’e çıkmış. 2004’e göre ise düşüşte, o tarihte bu oran yüzde 79’muş.
Kızılay, Lösev ve Tema Türkiye’deki en tanınır kuruluşlar. Yeşilay, İHH, Ahbap Derneği ve Darüşşafaka’nın tanınırlığı artmış, Türk Hava Kurumu’nunki ise düşmüş. Bu düşüşün hükümetin politikalarıyla ilgili olduğunu tahmin etmek güç değil.
SALGIN BAĞIŞ MİKTARINI ARTIRDI
2021 yılında, kişi başına düşen bağış miktarı 983 TL. 2019 rakamı enflasyon
düzeltmesi ile 433 TL’ydi. İkiye katlanan bağış miktarında salgının etkisi
büyük. Toplam bağış miktarı GSYİH’nın neredeyse yüzde 1’ine ulaştı ama salgının
ve onunla başlayan bağış kampanyalarının azalmasıyla gerileme olasılığı var.
Özellikle belediyelerin kampanyalarıyla görünürlük kazanılan bağış
kampanyalarının, daha önce hayatında kurumsal bağış yapmayan birçok kişinin
alışkanlıklarını değiştireceğini umuyorum. Dijital mecraların (dikkatli olmak
kaydıyla) kurumsal bağış işlemlerini kolaylaştırdığını da görüyoruz. Sivil
toplum örgütleri bu araçları artık daha yaygın kullanıyor. Tam bu noktada
şeffaflık öne çıkıyor. Bağış yapanların yüzde 41’i kurum seçimlerinin
güvenilirlik ve şeffaflıkla ilişkili olduğunu belirtiyor. Önümüzdeki dönemde de
gelir ve giderlerini açıklayan, yaptıkları işleri ve neden desteğe ihtiyaç
duyduklarını belirten kurumlar bir adım öne çıkacak. Bağış yapanların yüzde
70’i de bunu istiyor zaten. Sivil topluma duyurulur.