Özgür Gürbüz-BirGün/12 Ekim 2014
Vicdani
retçiler, barış eylemcileri ve pasifistler için en zor zamanlar, havada
kuşların değil kurşunların uçtuğu günlerdir. Bu zamanlarda kimse söze, vicdana
kulak vermek istemez, şiddet hayata egemen olur. Pasifizm ve sivil itaatsizlik
zayıf, etkisiz eylem biçimleri sanılır ve küçümsenir. Gandi’nin İngiliz
İmparatorluğu’nu sivil itaatsizlik eylemleriyle dize getirdiği unutulur.
Halbuki otoritenin ve zorbanın en korktuğu eylem ona itaat edilmemesidir.
Cumartesi Anneleri ve Gezi’nin gücü kalabalık olmalarından değil, ısrarla otoriteye
boyun eğmemelerinden gelir. Zorunlu din dersine girmemek, celp kâğıdını yırtmak
ve kesilecek ağaçların önünde durmak sivil itaatsizlik eylemleri arasında
sayılabilir.
Sivil itaatsizlik
eylemleriyle diğerleri arasında ince bir çizgi var. Bu eylemlerin genelinde bir
yasa değişikliği talep edilir ya da adil olmayan bir yasanın, uygulamanın
kaldırılması istenir. Eylemden önceki tüm seçeneklerin denenmiş olması
önemlidir. İtaatsizlik saklanmaz, şeffaflık ve şiddet içermeyen eylem ön
plandadır. Eylemci tutuklanmayı, yargılanmayı göze alır. Bu, konunun gündeme
taşınmasının bir parçasıdır. Gandi meşhur tuz eylemine başlamadan önce
İngilizlere mektupla haber bile vermiştir. Güvenlik güçlerine karşı sözlü ya da
fiziksel şiddete başvurmaz ancak itaat etmez. Karakola mı götüreceksin, taşıyıp
götüreceksin der. Çıkış noktası genelde politiktir. Kamu vicdanına seslenmeyi
amaçlar, bir grubun çıkarı için yapılmaz.
Soru şu. IŞİD
gibi bir örgütle karşı karşıya kaldığınızda oturma eylemi yapabilir misiniz?
Kobane’de IŞİD’i sivil itaatsizlik eylemleriyle durdurabilir misiniz? Hayır.
IŞİD bir devlet ya da otoritesini yasalardan alan bir yapı değil. Çete reisi
veya bir sultan gibi, kararları anlık ve hukuksuz. Gandi’nin zafere ulaşmasının
bir nedeni de karşısındaki gücün kurumsallığıdır. Devlet terör örgütü veya çete
gibi davranamaz. Davranırsa karşısına aldığı halk da öyle davranır ve iş işten
geçer. Türkiye’deki eylemlerde ‘şiddetsizlik’ sınırının belli zamanlarda aşılmasında
devletin ya da otoritenin, konumunu unutup şiddete başvurması ya da
emrindekilerin şiddetine göz yummasının rolü de büyüktür.
Buradan,
‘IŞİD’i sivil itaatsizlik eylemleriyle durdurmak mümkün değil’ sonucunu
çıkarmayalım. Soruyu doğru zamanda sorabilseydik belki IŞİD ortaya çıkmadan onu
durdurabilirdik. Suriye’ye müdahaleye karşı sokakları işgal edip,
oturabilseydik. İmza kampanyalarıyla her gün görünür olabilseydik. Batı’nın Ortadoğu’yu
anlamama yeteneğine şapka çıkarmadan, Esad’ı destekliyor gibi görünmekten
korkmadan, “savaş hiçbir sorunu çözemez” diyerek, Suriye’ye giden TIR’ların
önüne yatıp yolları kapatabilseydik. Hep birlikte ve aynı anda, sınırlarımızdan
Suriye’ye kimin ve nelerin geçtiğinin açıklanmasını isteyen dilekçeler yazarak,
kamu kuruluşlarına telefonlar açarak onları çalışamaz hale getirseydik. Daha da
önemlisi, ortada İŞİD bile yokken, silahlanmaya, palalılara, düğünde gelini
vuran çifteye karşı çıkabilseydik, bugün Esenyurt’ta, Gaziantep’te ve
Bingöl’deki ölümleri durdurabilirdik. Sözün kısası, belki de bu kötü günleri
görmeden, savaşın daha az can almasına neden olabilirdik. Belki de olamazdık
ama denemedik.
Barış
eylemcileri, pasifistler ve savaş karşıtlarının bugün etkisiz olmaları onların
eylem biçimlerinin güçsüzlüğünde değil, aslında bu ülkede yaşayan herkesin şiddet
içeren eylemlere öyle ya da böyle güvenmesinden kaynaklanıyor. IŞİD kapıya
gelmeden yapılacakları yapmadığımız için şimdi savaşı ve silahı konuşuyoruz. Hatalarımızı,
eksikliklerimizi kabul edersek gelecekte yolu şiddetten geçmeyen bir barış
umudumuz olabilir. Farkındayım, bu yazdıklarım Kobane’yi İŞİD’in elinden
kurtarmayacak ama belki geleceği kurtaracak. Evet, sadece belki ve eğer hepimiz
istersek.