Özgür Gürbüz-BirGün/8 Temmuz 2017
Türkiye geçen
hafta büyük bir rüzgar ihalesi yaptı. Büyük çünkü ihaleyi kazanan Siemens,
Türkerler ve Kalyon şirketlerinin kurduğu birlik 1000 megavat (MW) gücünde
rüzgar santrali kurmaya hak kazandı. Türkiye’nin rüzgar kurulu gücünün Temmuz
2017 itibariyle 6500 MW civarında olduğunu hatırlatalım.
İhale sonucunu
önemli kılan bir başka nokta ise ihaleyi kazanan grubun rüzgar türbinleri için
Türkiye’de bir fabrika kurma, bunu bir ar-ge merkeziyle destekleme ve üretilecek
türbinlerin yüzde 65 oranında Türkiye’de imal edilme şartlarını karşılamak
zorunda olması.
Firmalar
ihaleyi almak için ürettikleri elektriği satacakları fiyat üzerinden
yarıştılar. En ucuza elektrik satmayı kabul eden firma, yukarıdaki şartları da
yerine getirmek kaydıyla ihaleyi kazandı.
Ortaya çıkan
fiyat en az ihale kadar etkileyiciydi çünkü rüzgardan üretilen elektriğin
fiyatı kilovatsaat başına 3,48 dolar sente kadar gerilemiş oldu. Benzer
ihalelerde kömürden üretilen elektriğin fiyatının 6,04 (Çayırhan termik
santralı) ve nükleerden üretilenin ise 12,35 (Mersin-Akkuyu) dolar sent olduğu
düşünülürse yaşamımızı tehdit eden bu enerji kaynaklarının aynı zamanda Türkiye
ekonomisine büyük bir yük olacağı da görülmüş oldu.
YEKA
(Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) ihalesinin özeti yukarıdaki gibi. Bazı
yerlerde ihalenin dünyada yankı uyandırdığı gibi yorumlar da yapıldı. Enerji
Bakanı Albayrak, “YEKA ihalesinde,
rüzgarda yerli katkı payıyla şu anda kilovatsaat başına 10,3 dolar/cent olan
alım fiyatı 3,48 cente düşerek bir dünya rekoruyla gerçekleşti” dedi. 19
Ocak 2017 tarihinde Fas’ta gerçekleştirilen rüzgar ihalesinde bizdekine benzer
bir yöntem kullanıldığı ve fiyatın ortalama 3 dolar cent’e kadar gerilediği
Bakan Albayrak’ın gözünden kaçmış olmalı.
Böylesine büyük bir ihalenin ve değişik bir modelin enerji ve ekonomi çevrelerince konuşulması normal ancak yapılan haberler ciddi bir analizden çok hükümet propagandası yapmayı amaçlıyordu. O yüzden de hiçbiri, “rüzgar nükleerden 3,5 kat ucuz, kömürden de neredeyse 2 kat. O zaman biz niye hala kömür ve nükleerde ısrar ediyoruz” diye soramadı. Halbuki, enerjiden biraz anlayan herkesin aklına bu karşılaştırma gelir. Gazetecilik de bu soruları sormayı gerektirir. Onun yerine sağa sola çatarak hem kendilerine prim yapma hem de hükümete yaranma işine giriştiler.
Polemik bizim
buralarda çok seviliyor, YEKA ihalesi üzerinden onu da yapabilirlerdi aslında.
Yıllardır Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmesi gerektiğini
söyleyen çevreci grupların nasıl haklı çıktığını yazabilirlerdi. Rüzgar işe
yaramaz, fırıldaktan enerji mi üreteceksiniz diyen enerji uzmanlarının,
bürokrat ve politikacıların bugün ihale sonucuna bakarak geçmişlerini
unutturmaya çalıştıklarından da bahsedilebilirlerdi. Fırsatı sanırım bilerek
kaçırdılar.
Daha derin
analizler de yapılabilir elbet. Türkiye’de rüzgar fabrikası sayısını artırmak
(halihazırda türbin ve kule üretimi yapan firmalar zaten var), yeni rüzgâr
santralları kurmak için mutlaka böyle bir ihale yapmalı mıydık acaba? Türkiye,
doğru bir iklim hedefiyle şekillendirdiği, uzun vadede rüzgar kurulu gücünü
20-30 bin megavatlara getirecek net bir hedef koymuş olsaydı, birçok firma
zaten Türkiye’ye gelip yatırım üsleri kurmaz mıydı? Bence kurardı. Dünyada
rüzgarda ilerleyen ülkelerin çoğu böyle başardı zaten. Almanya, Danimarka,
İspanya, Hindistan veya Çin YEKA’larla yol almadı. YEKA’ya gelinceye kadar ne
kadar yıl kaybettiğimizi, kömürle, nükleerle ülkenin kaynaklarını ve zamanını
boşa harcadığımızı ve harcamaya devam ettiğimizi yazmak da, YEKA’yı övmek kadar
gerekli.
Son sözüm
dünyadaki enerji devrimiyle ilgili. Bugün sadece zengin ülkeleri değil herkesi
etkileyen enerji devrimi ya da değişimi, kömürden rüzgara geçmenin ötesinde bir
hareket. Enerji üretiminde kullandığımız kaynaklar değişmekle kalmıyor, üretim
modelleri ve kaynakların sahipleri de değişiyor. Bir şirketin dev santralinden
elektrik üretmek yerine, köylerde kurulan onlarca kooperatifin ürettiği
elektrikle ihtiyacımızı karşılamaya başlıyoruz. Benzin almak için petrol istasyonuna
gitmek yerine, evimizin çatısındaki güneş panellerinden gelen kabloyu
otomobildeki prize taktığımız günlere doğru gidiyoruz.
İşte bu
yüzden, kısa dönemde olumlu sonuçlar doğuracak YEKA ihalelerinden çok enerji
dönüşümüne odaklanmak gerekiyor. Türkiye, ne yazık ki hâlâ kavramsal açıdan
konuya uzak. Değişimi yakalamak için ilk yapacağımız iş çatılardaki güneş
panellerinin önündeki engelleri kaldırmak, enerji verimliliğini gündemin ilk
sırasına koymak, YEKA gibi dev şirketleri zengin eden, elektrik piyasasında
birkaç şirketi oldukça güçlü konuma getiren ihaleler yerine asıl hedef
kooperatifler aracılığıyla enerji sektöründeki geliri halka dağıtmak olmalı.
Merkezi, dev nükleer santrallar yerine, akıllı şebekeyle desteklenen, yerelde
üretim ve tüketimi öne çıkaran bir model kurulmalı. Her şeyden önce elektrik
tüketiminin artmasına değil daha az enerjiyle aynı işi yaptığı için sevinen bir
ekonomi anlayışı devreye girmeli.
Çünkü bu ülke,
‘güzel gibi’ görünen günleri değil ‘en güzel günleri’ hak ediyor.