Özgür Gürbüz-BirGün/12 Şubat 2016
Bu yazıda genetiği
değiştirilmiş gıda ürünlerinin kanser yapıp yapmadığını tartışmayacağız.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) yayılmasıyla birlikte değişen tarım
kültürünün yol açtığı kanser tehlikesinden bahsedeceğiz.
GDO deyince
genetiği değiştirilmiş bir organizma anlıyoruz. Yapay, laboratuvarda üretilmiş
ama doğalmış gibi yapan bir üründen bahsediyoruz. GDO’lu ürünler, bir başka
canlının özelliklerinin gen yoluyla taşınmasıyla üretiliyor. Örneğin mısıra böcek
öldüren zehir veriliyor böylece böcekler o genetiği değiştirilmiş mısıra zarar
veremiyor. En azından bağışıklık kazanana kadar. GDO’lu bitkilerin toprağa,
diğer bitkilere ya da onu tüketen hayvanlara (insan dahil) etkileri ise ya
tartışılmıyor ya da göz ardı ediliyor. Sadece bilimin ihtiyatlılık ilkesi
gereği, bu sonu bilinmez maceraya hayır denmesi gerek ancak GDO lobisi güçlü.
Paranın gücü ilkeleri yerle bir ediyor. Dediğim gibi bugünkü konumuz başka. Konumuz
glifosat.
Dünya Sağlık Örgütü uyarıyor
Glifosat bir
ot ilacının etken maddesi. Yabani otların öldürülmesi için kullanılıyor böylece
tarladaki ürünün verimi arttırılıyor. Kulağa hoş geliyor ama gelmesin.
Özellikle GDO’lu soya ve mısır üretiminde kullanılan, Roundup adıyla satılan glifosat, kullanıldıktan sonra havada, suda,
yiyeceklerde hatta çiftçilerin idrarlarında bile görülebiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası
Kanser Araştırmaları Kurumu, bir yıl önce glifosatın muhtemel kanser yapıcı
olduğunu açıklamıştı. Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL) da, bu ot öldürücünün acilen yasaklanması
için hükümetlere birkaç gün önce çağrıda bulundu. Doktorlar, bilim insanları açık açık
uyarıyor. Bu ot öldürücüyü kullanırsanız kansere davet çıkarırsınız diyor.
Foto: Buğday Derneği |
Glifosat ile
GDO arasındaki bağ çok kuvvetli. Ürünlerin genetiği değiştirilerek bu ot
ilacına (glifosat) dayanıklı hale getiriliyor böylece çiftçi ürüne zarar
vermeyeceğinden emin, ilaç kullanımını arttırabiliyor. Buğday Derneği GDO’lu ürünlerin yüzde 80’inde glifosat
kullanıldığına dikkat çekiyor. Yabani otların direnci arttıkça ilaç miktarı
zaten artıyor. Bu da muhtemel kanser yapıcı bu ilacın tüm besin zincirine
yayılmasına neden oluyor. Almanya’da hükümete bağlı kuruluşların yaptığı
araştırmalar, 2001 yılında 100 kişiden sadece 10’unun idrar örneğinde glifosata
rastlarken, 2015’te 100 kişiden 40’ının idrarında glifosata rastlar oldu. Tarlaya
sıktığınız ilaç tarlada kalmıyor. Bu ilacı kullanan çiftçilerden, kentlerde bu
ürünü tüketenlere kadar hepimiz risk altındayız.
Türkiye’de hükümet tepkisiz
Görüldüğü gibi
GDO’ların sağlığımıza verdiği zararları görüyoruz, göreceğiz meselesinin
yanında, tartışma dahi götürmeyen bir başka tehlike daha var. Dünyada tüm
bunlar olurken, Türkiye’de hükümetin aksi yönde yürüdüğünü görüyoruz. Türkiye
kapılarını GDO’lu ürünlere her geçen gün daha fazla açıyor. Hayvanlar için
GDO’lu yem ithalatına devam ediliyor. Glifosat konusunda da geç kalınıyor.
Eldeki verilere bakılarak, Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık ve Çevre Birliği gibi
örgütlerin uyarılarını ciddiye alarak, glifosatın Türkiye’de satışına ve
kullanılmasına hemen, en azından tedbir amaçlı bir yasak konulması gerek.
Tüketici bu durumda
ne yapacak? Şu anda tek çare organik ürünleri, güvenilir satıcılardan, kontrol
edilen pazarlardan almak. Ürünlerin fiyatı ve erişimi nedeniyle bu yeterli bir
çözüm değil. Gıda hareketlerinin, temiz ürünlere pazar yaratmanın yanı sıra,
kirletici ürünlerin üretimini engellemek için de kampanya yürütmesi gerekiyor.
Kirletmek bedava, temizini üretmek pahalı olduğu sürece tarımda sonuca ulaşmak
zor.
Haftanın anketi
Bundan böyle
bu köşede hafta içi Twitter hesabımdan (@ozzgurbuz ) yaptığım anketlere yer
vereceğim. Geçen hafta sorduğum, “Türkiye'deki ürünlerin GDO'lu olup
olmadığının etiketinde belirtilmesini ister misiniz” sorusuna ankete
katılanların yüzde 99’u “evet” yanıtı verdi. Türkiye’de insanlar ne yediğini
bilmek istiyor. Bakalım yöneticiler halkı ne zaman dinlemeye başlayacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder