Özgür Gürbüz-BirGün/2 Ekim 2015
Yıl sonunda
Paris’te çok önemli bir iklim konferansı var. Kyoto’nun yerini alacak
anlaşmanın şartları belirlenecek, imzalar atılacak. Birleşmiş Milletler bu defa
işi daha sıkı tutuyor. Bütün ülkelerden Paris’e gitmeden önce iklim
değişikliğine yol açan seragazı emisyonlarını ne kadar azaltacaklarını ve bunu
nasıl yapacaklarını açıklamalarını istiyor. Türkiye de iki gün önce hedefini
açıkladı. Tarihinde ilk kez, iklim değişikliğini durdurmak için ne yapacağını
söyledi; aslında ne yapmayacağını. “İşleri oluruna bırakırsak, 2030’a kadar
1175 milyon ton seragazı emisyonu (karbondioksit eşdeğeri) üretiyoruz ama merak
etmeyin o kadar üretmeyeceğiz 929 milyon tonda sınırlayacağız” dedi. Yani, ‘arttıracağız ama daha az arttıracağız’.
Bu neden iklim hedefi sayılmaz, madde madde anlatalım.
Yatağan Termik Santrali-Foto: O. Gurbuz |
Ülkelerin
sorumlulukları ve hedefleri belirlenirken sadece toplam emisyon rakamına
bakılmıyor. Daha adil bir hesaplama için kişi başına düşen emisyon miktarına da
bakılıyor. Dünyada en çok seragazını Çin üretiyor ama Katar’da kişi başına
düşen emisyon miktarı Çin’den çok daha fazla. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık
seragazı emisyonu miktarı 2013 sonunda 6
tonu buldu. Yani, her birimiz uçağa binerek, kömürlü santrallerden elektrik
satın alarak, petrol yakarak yılda 6 ton seragazı ürettik (kimimiz az kimimiz
fazla). Türkiye’nin açıkladığı 2030 hedefi bu rakamı azaltmıyor. 2030’da
Türkiye nüfusu tahmin edildiği gibi 86 milyon olursa, kişi başına düşen
seragazı emisyonu 11 tona
yaklaşacak. Bugünkü AB ortalamasının bile üstüne çıkacak. Açıklanan hedef sadece
gelişmiş ülkelerin değil gelişen ülkelerin taahhütlerinin de gerisinde. Meksika’yı
ele alalım. Ekonomisi bize benziyor, kişi başına düşen milli gelir hemen hemen
aynı. Meksika’da kişi başına düşen emisyon miktarı ise yılda 5,9 ton. Meksika 2030 için şartsız öne sürdüğü
hedefe ulaşırsa bu rakamı bizim gibi artmayacak aksine yaklaşık 5,6 tona düşürecek.
Türkiye’nin seragazı
emisyonlarını arttırma hedefine ulaşması için yapmayı taahhüt ettiği işler de ilginç.
Ülkedeki tüm hidroelektrik potansiyelini kullanmak gibi bilimsellikten,
çevresel kaygılardan uzak bir hedef var. Liste, 2030’a kadar nükleer santral
kurmak, eldeki santralleri rehabilite etmek, enerji verimliliğini yükseltmek gibi
bildik sloganlarla devam ediyor. Rakamsal veri ve yaptırım yok. Tüm bu
maddelerin içinde sadece güneş ve rüzgar enerjisi için kurulu gücü 2030’a kadar
sırasıyla 10 ve 16 gigawata çıkarmak gibi sayısal, ölçülebilir hedefler var.
Bir de
elektrikte kayıp-kaçak oranını yüzde 15’e düşürme hedefi konmuş. Gülsem mi
ağlasam mı bilemedim çünkü 2014 yılı Bütçe Sunumu’nda eski Enerji Bakanı Taner
Yıldız, kayıp-kaçak oranının ülke
genelinde yüzde 15’e düşürüldüğünü zaten açıklamıştı (sayfa 24). Hedefi
tutturmuşuz bile! Demek ki önümüzdeki 15 yıl yerimizde saymak için bir plan
yapmışız. Gelişmiş ülkelerde bu oranın yüzde 3 ila 7 arasında değiştiğini ve
yüzde 10’luk kaybın neredeyse Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santralin
üreteceği elektriğe eşit olduğunu hatırlatalım. Görüldüğü gibi iklim hedefine
yazılan rakamlar bile şaibeli.
Asıl komedi,
bu göstermelik bile diyemeyeceğim hedefe
ulaşmak için Yeşil İklim Fonu gibi mekanizmalardan yararlanarak finansal yardım
talebinde bulunulması. Türkiye bu talebini 2011 yılında Güney Afrika’daki iklim
konferansında da dile getirmiş, sivil toplum örgütleri Türkiye’ye günün fosili
ödülünü vermişti. Paris’te bu hedefle masaya oturulursa yılın fosili ödülünü alıp eve dönebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder