Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker iki gün önce yaptığı açıklamada, “Bundan sonra
ekmeğin içerisinde maya, un, su, bir de az miktarda tuz bulunacak, başka hiçbir
şey bulunmayacak” dedi. “Başka hiçbir şeye müsaade etmeyeceğiz" diye de
ekledi. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor. Ekmeğin içinde başka
ne vardı ki?
Çok değil, 5 Aralık
2012’de, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nca hazırlanan ''Türk Gıda Kodeksi Et
ve Et ürünleri Tebliği'' Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Tebliğe göre artık
kırmızı et ürünleri içerisine beyaz et, nişasta, soya ve soya ürünleri ile et
kaynaklı olmayan proteinler eklenemeyecek. 3 Mart 2013’te üreticilere tanınan
süre de doldu. Bundan böyle aldığınız her sucuk, döner köfte ve benzerleri
sadece kırmızı etten yapılacak. Beyaz ete kırmızı, kırmızıya beyaz et
karıştırılmayacak. Bu et yiyenler için iyi haber, ne yediklerini bilecekler.
Kötü haber ise durumun bugüne kadar biraz “karışık” olduğunun aslında bu
icraat nedeniyle ortaya çıkmış olması.
Düzenlemeden önce
ambalajında “yüzde 100 dana” yazan sucuklar vardı. Ama ben hiç, “bu
sucuk tavuk, hindi ve dana eti karışımından yapılmıştır” diyen bir uyarı
etiketi gördüğümü hatırlamıyorum. “Ürünümüz biraz karışıktır ama sizin de
kafanız biraz karışık” diyerek satış yapılmıyor demek ki.
Bizim kafamız karışık,
doğru ama suçlusu biz değiliz; karıştırdılar. Domatesin hormonsuzunu, mısırın
genleriyle oynanmamışını satanlar ürünlerinin temiz olduğunu anlatmak
için kırk dereden su getirirken, içinde bin bir türlü zehirli madde bulunan
ürünleri bizlere yutturanlar ellerini kollarını sallaya sallaya pazara geliyor.
Alın size bir örnek.
Organik ürün üretmeye
karar veren bir çiftçi, öncelikle tarlasının yakınında endüstriyel tesis
olmadığını belgeler. Toprağının kimyasallardan arınması ve ilk
organik ürünü sertifikalandırması için en az 2 veya 3 yıl bekler. Komşu
tarlalarda kimyasal ilaçların kullanılmadığından emin olur, bunu da
ispatlamalıdır. Tüm bunlar için kendisine bir sertifikasyon firması bulur.
Üretimin her aşamasında düzenli kontrollere tabi tutulur. Firmaya ücret öder, organik
gübre kimyasaldan pahalıdır, ona da normalden fazla bir bedel öder. Bütün
bunları yapıp organik bir sebze veya meyve üretmeyi başarırsa da dert bitmez.
Analizi, kontrolü devam eder. Satacak yer bulmakta güçlük çeker. Büyük
marketlere mal satmak için para gerekir, ucuz ürünlerle rekabet zordur.
Marketlerde çok da sevilmez çünkü her organik ürün, yanındaki “bildiğimiz”
ürünün yalanını ortaya çıkaran bir belgedir. Markete giden tüketici, organik
salatayı görünce yanında duran “normal” salatanın içinde ne var diye
merak eder. Oyun bozulur. Belki de bu yüzden organik ürünler Türkiye’de birkaç
semt pazarına hapsedilmiş durumda.
Kısaca
özetlersek, kimyasal gübreyle büyütülmüş elma, kirli olmadığını belgelemek
zorunda değil ama organik elma zorunda. Sigara öldürür deyip paketlere
yazılmasını zorunlu kılanlar, iş otomobile gelince sessiz. Çok benzin yakıp hem
havayı kirleten hem de iklimi değiştiren araçların ön kapılarına “otomobil
öldürür” yazılı trafik kazası fotoğrafları yapıştırmak neden zorunlu değil?
Termik
santralde kömür yakmanın cezası yok. Alışveriş yaparken istediğiniz kadar
plastik torba kullanmak serbest. Cam şişede ürün alan daha çok öderken karton
kutu ya da plastikte satana kuruş ceza yok. Çocuk işçi çalıştıranlar
ürünlerinin etiketlerine, “Bu kazağı yedi yaşında çocuklara yaptırdık, ucuza
geldi” yazmaz ama çalıştırmayanlar bin tane sorgu suali geçtikten sonra,
adil ticaret belgesi alır. Daha fazlaya mâl olan ürünlerini satmak için kapı
kapı dolaşır. Görüldüğü gibi sistemin kendisi baştan aşağıya yanlış
kurgulanmış. O yüzden sistemi değiştirmek şart. İsterseniz adım adım değiştirin
isterseniz koşar adım ama bu iş başka türlü olur diye hayale kapılmayın.
BELGRAD
İÇİN HAREKET
İstanbul’daki
Belgrad Ormanı 1840’larda 12 bin hektardı. 1870’de 7 bin 500 hektara geriledi.
Bugün ise sadece 5 bin 524 hektar. Belgrad Ormanı’nın üçte biri son 130 yılda
yok olmuş. Şimdi bir başka tehlike daha var. ÇEKÜL Vakfı ve İstanbul
Üniversitesi Orman Fakültesi, buranın “Muhafaza Ormanı” statüsünün koruması ve
tabiat parkına dönüştürülmemesi için bir kampanya başlattı. Tabiat Parkı daha
çok yapılaşma anlamına geliyor. “Belgrad İçin Hareket” adlı kampanyayla bu kötü
gidişi durdurmaya çalışıyorlar, destek vermeliyiz.
28 Mart Perşembe günü saat 18:30’da İstanbul Modern’de Ömer Madra ile birlikte iklim değişikliğini konuşacağız. İstanbul Modern’deki “Prix Pictet: Güç” adlı fotoğraf sergisi de sosyal ve çevresel konulara odaklanmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder