Özgür Gürbüz/24 Mart 2021*
İklim krizinden çıkışın
formülü biliniyor. Fosil yakıtlar dediğimiz kömür, petrol ve doğalgazı
bırakacağız, güneş ve güneş temelli yenilenebilir enerji kaynaklarına
sarılacağız. Enerjiyi hem daha akıllı hem de tasarruflu kullanacağız. Basit
gibi görünen bu değişim gerekli çünkü küresel seragazı emisyonlarının yüzde
70’ten fazlası enerji kullanımı nedeniyle atmosfere bırakılıyor. Ulaşımdan
ısınmaya, elektrik üretiminden sanayiye hayatın her alanında karşımıza çıkan
enerjinin üretim ve kullanımını değiştirmek zorundayız.
Bugüne kadar kullandığımız her tür enerji kaynağında büyük işletmelere, santrallara muhtaçtık. Elektrik üretiminde dev kömür santralları, petrol üretiminde rafineriler gibi… İklim krizini durdurmak için fosil yakıtlardan sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş ise bize farklı bir seçenek sunuyor. Elektrik üreten santrallar küçülüyor, enerji ihtiyacın olduğu yerde ve yerel kaynaklarla üretilebliyor.
Evinizin çatısına kurduğunuz güneş panelleriyle elektrik ihtiyacınızı karşılayıp, ısı pompaları ve yine güneşin yardımıyla ısınabiliyoruz. Otomobil iyi bir şey değil ama varsa elektrikli aracınızın bataryasını da güneş panelleriyle doldurmak mümkün. Eski sistemde bu işleri yapabilmek için sizden çok uzakta bir rafineriye veya dev bir elektrik santralına ihtiyacınız vardı. Ya da doğalgazı dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşıyan boru ya da tankerlere mahkumdunuz. Tüm dünyada bu enerji dönüşümünü gerçekleştirmek zaman alacak ama enerjiyi yerelleştirmek ve doğaya en az zararı verecek şekilde yaşamak ekonomik ve teknik açıdan artık sorun değil.
Hayvancılıkla geçinen bir köy, biyogaz tesisiyle hayvan atıklarını elektrik ve ısıya çevirip, köydeki evleri ısıtıp, ampulleri yakıp ihtiyaç fazlası elektriği de şebekeye verebiliyor. Verebiliyor diyorum çünkü Avrupa’da böyle köyler gördüm. Danimarka’dan Amerika’ya birçok ülkede büyük rüzgar ve güneş santralları enerji kooperatifleri gibi yöntemlerle birçok kişinin işbirliğiyle kuruluyor. Düşünsenize, evinizde tükettiğiniz elektrik aslında sahibi olduğunuz bir rüzgar çiftliğinde üretiliyor. Hayal mi diyorsunuz?
2019 itibarıyla Almanya’da kurulu yenilenebilir enerji kaynaklarının yüzde 30,2’si bireylerin mülkiyetinde. Ülkedeki biyogaz tesislerinin dörtte birine sahip çiftçilerin payı ise yüzde 10. Almanya’da gördüğünüz tüm yenilenebilir enerji gücünün yüzde 40’ının mülkiyetinin bireylerin elinde olduğunu söyleyebiliriz. Kömür, doğalgaz veya nükleer santrallar için bunu hayal bile edemezdik. Üretimdeki payları da kayda değer. Küçümsenen yenilenebilir enerji kaynakları bugün dünyanın dördüncü büyük ekonomisinin elektrik ihtiyacının yüzde 46’sını karşılıyor.
Yaşanan değişim sadece
enerji üretiminde farklı ve temiz bir yöntemi seçmekle açıkanamaz. Birkaç
şirkete ve sınırlı kaynaklara bağlı, seçme şansınızın olmadığı impartorluğu
andıran bir sistemden, bireylerin özgürce ve doğayı koruyarak kend ihtiyacını
karşılayacak üretimi seçtiği bir cumhuriyete geçişten bahsediyoruz. Bir
cümleyle özetlersek, iklim krizini durdurmak için verdiğimiz çabalar bize fosil
yakıt imparatorluğundan güneş cumhuriyetine geçme şansını da veriyor.
* Bu yazı WWF-Türkiye'nin 2021 yılındaki Dünya Saati kampanyası için yazılmıştır.