cop17 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cop17 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Energy analyst Gürbüz: Preachers of Iraq and Libya were not present in Durban

Interview published at Today's Zaman... (19 December 2011)
A Turkish journalist who has been working on issues related to energy and the environment for the last 20 years, and who was at the Durban climate talks as an observer, said it was instructive to see once more how some developed countries like to lecture the world when it comes to democratic development -- in countries like Iraq and Libya which posses good oil reserves -- but remain silent and short-sighted when there are no material gains.
“Millions of people in the least developed countries are threatened by natural disasters, water scarcity, drought, emigration and so on. They are not responsible for climate change but they are the most vulnerable,” said Özgür Gürbüz, who was at the climate conference as an observer for the Heinrich Böll Stiftung, an independent German civil society organization.

“They do not want money nor do they beg for mercy. They want to secure their future and demand equality,” he added.

To read the rest of the article, please click here

Kyoto ölmedi ama ağır yaralı

Güney Afrika’nın Durban kentinde iki hafta süren görüşmeler iklim değişikliğini durdurmak için hangi ülkelerin niyetli hangi ülkelerin ise umursamaz olduğunu gösterdi. Maskeler düştü. İyi, kötü ve çirkin belli oldu.

Özgür Gürbüz-Birgün / 15 Aralık 2011

Durban’a giderken elde, gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılı seviyesinin yüzde 5,2 aşağısına çekecek bir anlaşma vardı. Yasal bağlayıcılığı olan ve 192 ülke ile bir birliğin imzasını taşıyan eldeki tek metin Kyoto Protokolü’ydü. 2012 sonunda ilk yükümlülük dönemi bitiyordu ve yerine bir şey konmazsa (ikinci yükümlülük dönemi) iklim mücadelesi dipsiz kuyuya itilmiş olacaktı. Bilim, 2050’ye gelindiğinde gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 80 oranında azaltması gerektiğini söylüyor. Görüldüğü gibi daha işin başındayız. Tüm bunları bilerek gittiğimiz Durban’dan şu sonuçlarla döndük:
  • Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük dönemi belirlendi ve protokol hayatta kaldı. İkinci dönem 1 Ocak 2013’te başlayacak ve 31 Aralık 2017’de veya 31 Aralık 2020’de bitecek. Bitiş tarihi üzerinde yeni müzakerelere ihtiyaç duyulacak.
  • Seragazı emisyonlarının ne kadar indirileceği şimdilik belirsiz. Anlaşma metininde amaç 2020’ye kadar seragazı salımlarını 1990 yılına göre yüzde 25 ila 40 oranında azaltmak olarak belirtildi ancak bu hedef bağlayıcı değil. Bolivya bu konuda haklı bir itirazda bulundu ki ben de aynı görüşteyim. Hedefi aynı Kyoto’nun ilk döneminde olduğu gibi tek bir rakama bağlamak ve bağlayıcı bir hedef olarak belirlemek lazım. 
  • Kyoto’ya taraf, EK-1 diye adlandırılan listedeki gelişmiş ülkeler, 1 Mayıs 2012’ye kadar Sekretarya’ya ikinci döneme ilişkin hedeflerini bildirmek zorunda. Bu tarihte Kyoto’ya devam kararı alan ülkelerin asıl rakamlarını göreceğiz. Önümüzdeki kritik tarih 1 Mayıs. 
  • Kanada ve Japonya ikinci döneme katılmayacaklarını açıkladı. Rusya ise indirim hedefi belirtmeyeceğini söyledi. ABD yine yok. Böyle olunca küresel emisyonların neredeyse 3’te birini salan bu dört ülke sorumluluk almamış oluyor. Bu sürdürülebilir değil.
  • Durban’ın bir sonucu da, 2020 sonrası Çin ve Hindistan gibi büyük miktarda seragazı salımı yapan ülkelerin de bağlayıcı hedef alacaklarına dair verdikleri sinyallerdi. Ancak 2020’ye kadar seragazı indirimi konusunda gelişmiş ülkeler üzerlerine düşeni yapmazlarsa, Çin’in sürece katılmasının bir anlamı kalmayabilir. Çünkü bilimsel raporlar, küresel ve herkesin sorumluluk aldığı bir anlaşmanın hayata geçmesi için 2017’nin en son tarih olduğunu söylüyor.
  • Yeşil İklim Fonu’nun organizasyonu konusunda da anlaşıldı. 2020’den itibaren gelişmekte olan ülkelere her yıl 100 milyar dolar yardım yapılacak. Paranın kaynağı ise hala belli değil.
Durban’daki iklim konferansının ana sonuçları bunlar. Kyoto’nun hayatta kalması bir teselli olsa da acı gerçek dünyanın en büyük ekonomilerinin sorumlulukları arttıkça süreçten ayrılmaya başlaması oldu. Kötüler ortaya çıktı. ABD, Kanada, Rusya ve Japonya’yı bu listenin en başına yazabilirsiniz. İyiler kim derseniz, küçük ada devletleri, az gelişmiş ülkeler ve onları yalnız bırakmayan Avrupa Birliği diyebilirim. Çirkinler grubuna ise petrol kaynakları nedeniyle görüşmeleri tıkamaya çalışan Suudi Arabistan ve Venezüella konulabilir. Suudi Arabistan’ın petrol gelirleri azalacak argümanıyla tazminat istemesi, Venezüella’nın son gece Avrupa Birliği’ne yaptığı anlamsız çıkış sevimsizdi. Türkiye ise her zamanki gibi ortalarda görünmemeyi tercih etti. İki çevre bakanı da toplantılara gelmedi. İklim Baş Müzakerecisi Mithat Rende’nin belki de yüzyılın en önemli iklim toplantısında olmayışı anlaşılır gibi değildi.

Durban toplantısı bize bir kez daha acı gerçeği gösterdi. Milyarlarca canlının hayatını etkileyen bir anlaşmanın kararını verenler dünyadaki halklar değil hükümetleri kontrol eden birkaç büyük şirket oldu. Kamuoyu ve bilimin desteğine rağmen buradan dünyayı kurtaracak bir anlaşma çıkmaması başka nasıl açıklanabilir?

İklim eylemcilerinden madenci şarkısı: Shosholoza

Durban'daki iklim konferansının son gününe eylemcilerin konferans merkezinin içinde yaptığı eylem damgasını vurdu. Eylemin en can alıcı kısmı ise herkesin tüylerini diken diken eden Shosholoza şarkısıydı. "Afrika sağlam dur" veya "dayan Afrika" şeklinde çevirebileceğimiz bu şarkı iklim eylemcileri tarafından uzun yıllar söyleneceğe benziyor. Güney Afrika'da bu şarkıyı daha önce maden işçileri söylüyormuş. İşte şarkının konferans merkezinin salonlarında yankılandığı anlardan bir video.

Shosholoza şarkısının sözleri şöyle:
Shosoloza, ku lezontaba (Afrika için güçlü, güçlü dur) Wen u ya baleka, ku lezontaba (Güçlü dur, seni destekliyoruz Afrika)

Durban'da büyük protesto

Özgür Gürbüz-Durban Postası / 9 Aralık 2011
Fotoğraflar: Özgür Gürbüz

Şu satırları yazdığım sırada Durban'da bakanların katıldığı "Indaba" toplantısı başlamıştı. Toplantı merkezinde (ICC) adeta güne yeniden başlıyor gibiyiz çünkü öğleden sonra görüşmelere uzun bir ara verilmek zorunda kaldı. Nedeni ise müzakerelerin gidişatından mutlu olmayan eylemcilerin konferans merkezinde düzenledikleri eylemdi.

Eylem, saat 15'de başlaması planlanan Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu'nun toplantısını hedef almıştı. Toplantı salonu Baobab'a yaklaşık 100 metre uzaklıktaki giriş kapısında yavaş yavaş toplanan eylemciler, yerel dil Zuluca şarkılar söyleyerek Baobab'a yürümeye başladılar.
Kısa bir süre sonra eylemcilerin önü BM polisi tarafından kesildi. Göstericiler buna rağmen şarkı ve sloganlarına ara vermediler. "Afrika'yla omuz omuz", "Halkı değil kirletenleri cezalandır", "İklim katilleri" sloganları toplantı merkezinde yankılandı. Polis bu sırada göstericileri arkadan da çevirdi ve çembere aldı.

Göstericiler hem slogan hem de şarkılarla tam iki saat, bir saniye bile nefes almadan sloganlarına devam ettiler. Zaman zaman eylemcilerin bazıları, ülkelerinde iklim değişikliğinin etkilerini sloganlarla anlattılar. Ada Devletleri delegasyonundan temsilciler de eylemcilere destek verdi. Maldivler delegasyonundan bir kişi söz aldı ve slogan attırdı. 

Eylemciler iki saat sonra polisin kontrolünde konferans alanını terk etti ve giriş kartlarına el konuldu. Dışarı çıkartılan 50 kişi arasında Türkiye'den Mehveş Evin ve Ömer Madra da vardı. 

Durban'da masadaki seçenekler

Durban’da toplantının son günü oldukça hareketli başladı. Görüşmelerin bugün geç saatlere kadar süreceği hatta 10 Aralık 2011 tarihine sarkabileceği konuşuluyor. Dün (8 Aralık) yapılan üst düzey toplantıda bakanların konuşmaları akşam saatlerinde tamamlandı. Akşam 9 sularında buraya, Güney Afrika’ya özgü bir toplantı yapıldı; Indaba. Indaba, sorunun muhatabı herkesin bir araya gelip açıkça konuştuğu bir toplantı. Durban’da dün akşam yapılan Indaba toplantısı bakanlar içindi. Resmi dili bir kenera bırakıp, üzerinde anlaşılması umut edilen metinleri tek tek ele aldılar. Sonuçta beş seçenek ortaya çıktı. Bu seçeneklere buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Aşağıda, bu seçenekleri sizler için kısaca özetlemeye çalıştım.

Seçenek 1:
Amaç: Kyoto veya İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yeni bir anlaşma.
Araç: Yeni bir Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu’nun burada ya da bir başka COP toplantısında kabulü.
Zaman: Yeni veya devam niteliğindeki protokolün 2012 veya en geç 2015'te kabulü.

Seçenek 2a:
Amaç: Kyoto veya İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yeni bir anlaşma.
Araç: Yenilenmiş bir amaçla/emirle yapılandırılan Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu
Zaman: Yeni veya devam niteliğindeki protokolün 2012 veya en geç 20152te kabulü.

Seçenek 2b:
Amaç: Yasal bir çıktı (Bali temelli)
Araç: Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu
Zaman: Yasal çıktının 2012,2013 veya 2015’te kabulü.

Seçenek 2c:
Amaç: Bali temelli bir dizi karar alınması.
Araç: Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu
Zaman: Kararların 2012,2013 veya 2015’te kabulü.

Seçenek 3:
Amaç: Bali’de elde edilen çıktıları COP’larda (Taraflar Toplantısı) alınacak bir dizi kararla hayata geçirmek ve 2020 sonrası süreci başlatmak.
Araç: Bali kararları Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu’yla tamamlanacak ve 2020 sonrası yeni bir Uzun Dönemli İşbirliği Geçici Çalışma Grubu kurulacak.
Zaman: Yok.

Durban’da sona yaklaşırken

Özgür Gürbüz-Birgün / 9 Aralık 2011
 
Durban’da iklim görüşmelerinde bugün son gün. İki haftadır süren görüşmeler bugün noktalanacak. Dünyanın zengin ülkelerinin buraya gezegeni kurtarmaya mı yoksa batırmaya mı gelmiş oldukları belli olacak. Kanada ve ABD’nin başını çektiği, Suudi Arabistan, Rusya, Yeni Zelanda ve Japonya’nın destek verdiği grup bugüne kadar Kyoto’nun ikinci dönemine geçilmemesi için ellerinden geleni yaptı. Bildiğiniz gibi insan kaynaklı iklim değişikliğini durdurmak için elimizde yasal bağlayıcılığı olan ve 200’e yakın ülkenin üzerinde anlaştığı tek metin Kyoto Protokolü.

Protokol, 2012’ye kadar gelişmiş ülkelerin emisyonlarını 1990 rakamlarının yüzde 5,2 aşağısına çekmesini öngörüyor. Bir yıl 20 gün sonra Kyoto’nun ilk dönemi bitiyor. İkinci dönemin olup olmayacağı, daha doğrusu bu dönemde yüzde 5,2’lik azaltım hedefinin ne kadar yükseltileceği belli değil. Kanada ve ABD, Kyoto iyi değil yerine başka bir şey koyalım diyorlar ama dünyanın bu kadar zamanı yok. Bilim, küresel seragazı salımı 2050 yılında 1990’a göre yüzde 80 hatta daha üstünde azaltılmazsa felaket senaryoları gerçek olacak diyor. Şu ana kadar olanlar, gördükleriniz hiçbir şey.

Kyoto’nun azaltılmasından yana olanlar çoğunlukta ama ekonomik ve politik güçleri sınırlı. Toprakları sular altında kalacak ada devletleri bağırıyor, Bangladeş gibi milyonlarca vatandaşı sel tehlikesiyle karşı karşıya kalacak Asya’daki devletler hiddetli. Afrika kuraklık ve gıda sorununun iklim değişikliği nedeniyle daha da büyüyeceğini biliyor. İklim değişikliğini durdurmak birçoğu için ölüm kalım meselesi. Avrupa Birliği Kyoto’nun uzatılmasından yana ama sesi gür değil. Karşı duran birkaç zengin ülke aslında. Ne garip bir dünyadayız. İklim müzakerelerinin önünü tıkayanlar Libya’da, Mısır’da, Irak’ta veya Latin Amerika’da yeri gelince demokrasi nutukları atıyorlar. Yazıklar olsun demek yetmiyor, hesap sormak da gerekli.

Almanya örneği
Durban’da bir gün önce Almanya Çevre Bakanı Norbert Röttgen ülkesinin enerji ve iklim politikasını anlattı. Almanya bir endüstri ülkesi. Otomotivden, demir çelik ve kimya sektörüne kadar birçok alanda çok güçlü bir ekonomileri var. Enerji ihtiyacı çok, petrol ve doğalgaz kaynakları sınırlı, ellerinde bir tek kömür yatakları var. Biraz Türkiye’ye benziyor denebilir. Ama Almanya’nın gelecek planları bizden çok ama çok farklı. Nükleer santraller bir bir kapatılıyor, rüzgar, biyokütle, biyogaz, güneş ve jeotermalin payı giderek artıyor. Enerji verimliliği olmazsa olmaz. Bakan Röttgen, 2018’den itibaren Almanya’nın kömüre teşvik vermeyeceğini söyledi. İklim değişikliğini durdurmak için para yok diyenler gizlice fosil yakıtları sübvansiyonlarla destekliyorlar. Bu sübvansiyonlar temiz enerji projelerine harcansa dünyanın geleceği değişebilir. Almanya’nın bu adımı o yüzden önemli.

Almanya 2050 yılına gelindiğinde kişi başına düşen yıllık seragazı salımını 3 tona düşüreceğini de açıkladı. Yani ülkenin toplam seragazı salımı ciddi bir şekilde düşürülecek. Türkiye’de bu rakam şu anda 5,2 ton civarında. Almanya’da ise 10 ton. Biz arttırmaya onlar ise düşürmeye çalışıyor. Bundan 10 yıl önce Almanya elektriğinin sadece yüzde 6’sını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlıyordu. Bugün bu rakam yüzde 20’yi geçti.

Bütün bunları şunun için yazıyorum. Almanya gibi dünyanın en büyük ekonomilerinden bir tanesi daha düşük karbonlu, daha az seragazı salımı yapan bir ekonomik modele geçebiliyor. Almanya yapabiliyorsa ABD, Kanada veya Türkiye neden yapamasın? Bakan Röttgen bu değişimi gerçekleştirirken Almanya’nın rekabet gücünü kaybetmeyeceğini de söylüyor. Röttgen muhafazakar partiden. Almanya’da Yeşiller bundan daha fazlasının bile mümkün olduğunu söylüyor. Şimdi sormak lazım. Ey küçük dünyanın “büyük” liderleri. Barrack Obama ve diğerleri. Dünyayı kurtarmak için sizi kim engelliyor? Şirketlere hizmet etmek için mi yoksa halka hizmet etmek için mi varsınız?  

Görülüyor ki dünyayı bu düzenin politikacıları değil bu dünyanın halkları kurtaracak. O zaman, ırkçılığa karşı mücadelede Mandela ve arkadaşlarının bağırdığı gibi bağıralım. Amandla Awethu! Yani, güç halka, halkın iktidarına. Çünkü başka çözüm yok.

Durban Postası - Sayı: 03

Durban Postası'nın dördüncü (3 numaralı ) çıktı.

Bu sayıda; 

Germanwatch ve CAN Avrupa'nın hazırladığı iklim indeksinde Türkiye'nin durumu,
Dünyayı kirletenlerin listesi,
Günün Fosili ödülü,
Türkiye’yi bekleyen iklim değişikliği tehlikesi ve Prof. Dr Murat Türkeş'in değerlendirmesini okuyabilirsiniz.

Bültenin tamamına erişmek için:

http://www.tr.boell.org/downloads/Durban_Postasi_sayi03.pdf

Türkiye ısınıyor nehirler kuruyor

Özgür Gürbüz-Birgün / 7 Aralık 2011

Güney Afrika’nın Durban kentinde süren iklim görüşmeleri salı günü itibariyle üst düzey görüşmelere sahne oluyor. Dünyanın geleceğiyle ilgili karar almakta politikacılar oyalanırken, bilim insanları uyarılarına devam ediyor. İngiltere Enerji ve İklim Bakanlığı tarafından İngiltere Meteoroloji Ofisi’ne hazırlattırılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 21 ülkeyi kapsayan rapor önceki gün Durban’da açıklandı.

Dünyayı nasıl bir felaketin beklediğini birçok kez okuduk ancak Türkiye üzerine detaylı analizlerin yapıldığı çalışma sayısı oldukça az. Bu rapor da onlardan biri, tam 130 sayfa. Rapor üç bölümden oluşuyor, mevcut durum, gelecek öngörüleri ve etkileri. Detaylarına girmeden ana çıktıları hakkında kısa bir özet yapmaya çalışayım.

Türkiye’de 1960’dan bu yana bir ısınma eğilimi var. Serin gecelerin sayısı azalıyor, sıcak günlerin sayısı ise artıyor. Bir senaryoya göre bu yüzyılın sonuna kadar kuzey bölgelerinde sıcaklık artışı 2,5 – 3 derece, merkez ve güney/güneydoğu bölgelerinde 3-3,5 ve Türkiye’nin doğusunda ise 4 dereceyi bulacak. Bu artışlar her yıl hissedilecek, sonuçları ise tarımdan su sorununa korkunç olacak. Sıcaklık artışıyla birlikte yağış rejimi de değişiyor. Güney’de %20 azalma bekleniyor. Kuzeyde ise bu %10’ları bulabilir. Kısaca, etkileri derinden hissedilecek çok ciddi rakamlardan bahsediyoruz. En belirgin sonucu mısır üretiminde düşüş. Projeksiyonlar yine de 40 yıl için Türkiye’nin gıda güvenliği sorunu yaşamayacağını söylüyor. Hemen sevinmeyin, 2100’de Türkiye’de su sıkıntısı çeken nüfusunun oranı yüzde 45’i bulabilir.

Bir başka bulgu ise Türkiye’de nehirlerden kaynaklanan taşkınların azalacağını gösteriyor. Bu iyi haber değil tabi, nehirlerde su azalıyor aslında. HES kavgalarında alın size başka bir boyut. Kalan suyu kim alacak dersiniz? Şirketler mi yoksa çiftçiler mi?

Deniz seviyesindeki yükselmeden de Akdeniz’de 428 bin, Ege’de 208 bin, Marmara’da 842 bin ve Karadeniz’de 201 bin kişinin etkileneceği belirtiliyor. Yazması benden toplaması sizden!

Raporun detaylarında daha fazla bilgi var ve umarım bu uyarılar Durban’daki görüşmelerde fazla ortada gözükmek istemeyen Türkiye’yi düşündürür. Türkiye ne yazık ki iklim konferansına eski argümanlarla gelmiş. Hedef almayalım ama yardım alalım düşüncesi, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi durdurmaya yetmez. İklim Baş Müzakerecisi Mithat Rende toplantıda yok. Yılda bir yapılan bu zirvede olmayacaksa nerede olacak? İki çevre bakanımız var ama onlar da toplantıda yok. Türkiye adına en üst düzey temsilci Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz. Türkiye, daha çok kömür ve petrol tüketerek hayata geçirmeyi düşündüğü kalkınma modeliyle mi küresel ısınmayı durduracak? Toplantılarda gücünü iklim değişikliğini durdurmak isteyen ülkelerden yana kullanmayarak kendisini de ateşe attığını ne zaman anlayacak? Türkiye’ye 700’den fazla sivil toplum örgütü tarafından verilen “Günün Fosili” ödülü bence bir uyarıydı. Bu uyarı sadece hükümete değil, hükümetin olmayan iklim politikasına sessiz kalan herkese yapıldı aslında. Güneşin bizi kavurmasını bekleyeceksek hepimizin fosile dönüşmesi çok da uzak değil.

Durban Postası - Sayı: 02

Durban Postası'nın üçüncü (2 numaralı sayısı) çıktı. Bu sayıda;

Müzakerelerdeki son durum. 
Türkiye Günün Fosili seçildi.
Afrika iklim için yürüdü. 
Günün Fosili ödülüne Türkiye’den destek başlıklı haberleri okuyabilirsiniz.

Bültenin tamamına erişmek için:

http://www.tr.boell.org/downloads/Durban_Postasi_sayi02.pdf

Durban İklim Yürüyüşü

Güney Afrika'nın Durban kentinde süren iklim değişikliği müzakerelerine sivil toplumun büyük yürüyüşü damgasını vurdu. 3 Aralık 2011 günü sokakları dolduran ve dünyanın dört bir yanından gelen eylemciler renkli ve etkili bir gösteriye imza attılar. Afrikalı tarım işçileri, kadınlar ve özellikle de atık işçileri (biz onları kağıt toplayıcıları diye biliyoruz) büyük gruplar halinde yürüdüler. Şarkıları, dansları, kararlılıkları ve örgütlülükleri etkileyiciydi.

Yürüyüşün ortak mesajı, insan kaynaklı iklim değişikliğini durdurmak için acil önlem alınması, Kyoto'nun ikinci dönemine geçilmesi veya daha güçlü hedeflere sahip bir başka anlaşmayla yola devam edilmesiydi. Bu ana mesajın yanı sıra, gıda sorununa, kirlilikte daha çok payı olan zengin ülkelerle, felaketlerden daha çok nasibini alan gelişme yönündeki ülkeler arasındaki iklim adaletsizliğine, kuraklığa, işsizliğe ve çevre sorunlarına yönelik mesajlar da göze çarpıyordu. Kömür ve nükleer santrallere hayır diyen pankart ve sloganlara ise neredeyse her adım başı rastlanıyordu.