Özgür Gürbüz-BirGün/29 Ekim 2012
Yıl 1970. Bob Hunter ve arkadaşları “Dalga
Çıkartmayın” adlı bir komite kurdular. O gün için tek dertleri vardı,
ABD'nin Alaska yakınlarındaki Amçitka Adası'nda yapacakları nükleer
denemeyi durdurmak. Komitenin üyelerinden ekolojist Bill Darnell, barış (peace)
odaklı bu gruba yeşil (green) kelimesini hatırlattı. Böylece, dünyanın en büyük
çevre örgütlerinden biri olacak Greenpeace'in (Yeşilbarış) adı ve mücadele
alanları ortaya çıkmış oldu. Nükleer silahlara karşı duran en kuvvetli kelime barış,
ekolojiyi en iyi anlatan renk ise yeşildi. İki ayrı kelime, grubun
para bulmak amacıyla kullandığı ilk yöntem olan rozetlere sığmayınca
birleştirildi ve Greenpeace (Yeşilbarış) adı ortaya çıktı.
Nükleer silahlara ve savaşa karşı zafer işareti yaparak
'barış' istemek, çiçek çocuklarından geliyor. Vietnam Savaşı sırasında ortaya
çıkmıştı. Çiçek çocuklarının şarkılarıyla ruhlarını tazeleyen grup, 1971
yılında nükleer denemelerin yapılacağı adaya bir tekneyle gidip, denemeyi
durdurmaya karar verdi. Tekne nükleer denemenin olacağı bölgede olursa,
Amerikalılar büyük bir olasılıkla nükleer bombayı patalatamayacaktı. Veya
onları da öldürmek zorunda kalacaklardı. Yaptıkları rozetleri satarak tekne
parasını çıkaramayacaklarını anlayınca bir rock konseri düzenlediler.
Topladıkları 23 bin dolarla tekne satın alındı. Daha adaya varmadan ABD
Donanması tarafından yolları kesilse de kamuoyu ölümü göze alan bu yolculuğu
duymuştu. Nükleer deneme yapıldı ancak daha sonraki denemelerden vazgeçildi.
Amçitka Adası ise kuşlar için koruma alanı ilan edildi. Greenpeace o gün
bugündür şirketlerden bağış, yardım almaz. Gelirler bireylerin verdiği maddi
katkılardan oluşur.
40 YIL SONRA BAŞKA BİR GREENPEACE
Yıl 2012. Bu defa Greenpeace'in gemisiyle yola çıkan gözü
pek eylemciler değil Hürriyet gazetesinin en çok okunan yazarlarından Ayşe
Arman. Amaç Greenpeace'in 'Kuzey Kutbu'nu kurtar' kampanyasını duyurmak.
Ayşe Arman yazacak, Türkiye duyacak. Duyacak ama sonra ne yapacak? Yeşilbarış'a
destek verecek ve böylece örgüt daha çok parayla daha fazla eylem yapacak.
Tahmin edebileceğiniz gibi çevre camiası bu konuyu tartışıyor. Kimileri,
binlerce kişiye ulaşıldığını söyleyip yapılan işi destekliyor kimileri ise
Arman'ın doğru kişi olmadığını söylüyor. Kocasının BP'de üzt düzey yönetici
olması da sıkça dillendiriliyor. Bu eleştirilerin doğru ama yetersiz olduğunu
çünkü çoğu yorumun işin özünü görmekten uzak olduğunu düşünüyorum.
İlk sorun Türkiye'deki birçok sivil toplum örgütünün düştüğü
hataya Yeşilbarış'ın da düşmesi. Kampanya, Yeşilbarış'ı Yeşilbarış yapan Hunter
gibi eylemciler tarafından değil, mücadeleden giderek uzaklaştıklarını
düşündüğüm 'profesyonel' iletişim sorumluları tarafından yapılmış gibi duruyor.
Arman'ın hatırı sayılır okuyucu kitlesine ulaşmak ve onlardan maddi destek
sağlamak hedeflenmiş olabilir. Bugün herhangi bir şirket, medyada adını
duyurmak istese benzer bir yola başvurur. Gazeteciler bir geziye davet edilir,
kendilerine bilgiler verilir ve onlardan daha sonra kendileri hakkında güzel
yazılar yazması beklenir. Ayşe Arman'da bunu yapmış. Üç tane güzel gezi yazısı,
Greenpeace ve gemisi hakkında renkli ve eğlenceli bilgiler vermiş. Arada sırada
kömürden, toplam iki kez de petrolden bahsetmiş. Ellerine sağlık ama unutulan
bir şey var. Greenpeace bir şirket değil.
ARMAN DOĞRU KİŞİ DEĞİLDİ
Arman kutuplara gitti ve geri geldi. Bu süre boyunca planlı
bir kampanya yürütüldü. Kampanya Greenpeace ve Hürriyet gazetesi tarafından
hazırlanan videolarla süslendi. İlk videoda dört çeker cipine atlayan Arman
kutuplara gitmenin mutluluğu içindeydi. Aracınızın motoru ne kadar büyükse
küresel ısınmaya yol açan petrolü o kadar çok yakıyorsunuz. Kuzey Kutbu'nu
kurtarmak için cipe binmek, yangına körükle gitmeye benziyor. Arman Kuzey
Kutbu'na kadar gitmişken Hürriyet için küçük bir reklam filmi bile çekti.
Elinde iki cep telefonu, gazetenin internet sitesine kutuplardan bile erişilebileceğini
gösteren reklam filmini ne yazık ki izledim. Demek bizim telefoncular, oraya
bile baz istasyonlarını dikmeyi başarmışlar. Yeter ki Ayşe Arman internetsiz
kalmasın. Bu işin şakası ama o reklamın bana düşündürttüğü ilk şey buydu.
Greenpeace'in Ayşe Arman kampanyası umarım onlara daha çok
destekçi kazandırmış, kasalarına daha çok para girmesine neden olmuştur. Son
5-6 yıldır örgütün öncelikli derdi zaten bu oldu. Kampanya başarısından çok popülerleşme, ana
akıma yaklaşma ve sanal alemde var olma ön plana çıktı. Kullandıkları dil belki
daha 'neşeli' oldu ama anlamsızlaştı. Ekolojinin özüne aykırı, “seninki kaç
santim” gibi cinsiyetçi bir dil, kampanya sloganı bile yapıldı. Mücadeleden
bihaber birileri, “nükleerle yaşamaya hazır mısınız” gibi bir sloganı,
kampanyacıların başına nasıl dert açacağını düşünmeden piyasaya sürdü. Sonra
bir enerji bakanı geldi ve “hazırız” deyip Yeşilbarış'ı mat etti.
Yeşilbarış örgütünü neredeyse 20 yıldır izliyorum, bir süre kampanya yürüttüm.
Kampanya başarısından bu kadar uzaklaşıp görünürlüğe bu kadar önem verildiğini
daha önce hiç görmemiştim. Greenpeace'e destek vermek yakında 'Vakko' marka
çanta taşımaya benzeyecek. Vakko marka çantaların bu dünyayı kurtaracağını
sanıyorsanız, aldanıyorsunuz.
ÇEVRECİLER SEMPATİK OLMAK ZORUNDA DEĞİL
Greenpeace'in bu kampanyayla yaşadığı asıl sorun ise örgütün
giderek onu var eden unsurlardan uzaklaşması. Arman yazısında, “biz enerjiyi
verimli kullanmıyoruz” diye okuyucularına mesaj veriyor ancak ilk videoda
evindeki gereksiz ışıklandırmalar göze çarpıyor. Ulaşımda verimlilik toplu
taşımadan geçer ama size “verimli olun” diyen kişi, özel ve çok petrol
yakan bir araca biniyor. Elinde iki cep telefonu var vs. Ayşe Arman'ın
evinin bir odası, Bob Hunter, David Mc Taggart gibi daha sonra Greenpeace'in
başkanlığını da yapmış müthiş insanların nükleer denemeleri durdurmak için
okyanusa açıldıkları o tekneden sanırım daha büyük. Bilemeyiz, belki de bu
kutup gezisinden sonra Arman iki odalı bir apartman dairesine taşınır, cipini
az yakıt yakan bir şehir aracıyla değiştirir ve hatta bisiklete binmeye başlar.
Lüks lokantalardan, pahalı elbiselerden vazgeçer. Çünkü Greenpeace'i Greenpeace
yapan sadece söyledikleri değil aynı zamanda yaptıklarıdır. O gemideki
eylemcilerin yaşam biçimidir. Yoksa Yeşilbarış, politikaların değişmesi kadar,
tüketim toplumunun terk edilmesi, yaşam tarzımızın değişmesi gerektiğine artık
inanmıyor mu? Kutuplara kadar götürdüğünüz Arman'ı ikna edemediyseniz kimi ikna
edeceksiniz? Kampanyanın asıl başarısızlığı aslında bu yanlış kişi seçiminde
yatıyor.
Uzun lafın kısası, Greenpeace'in kamuoyuna mesajlarını
iletmesi için seçtiği kişi ya bu mesajları hiç duymamış ya da hiç iplemiyor.
Ayşe Arman'a haksızlık etmek istemiyorum, iyi niyetinden de şüphe etmiyorum.
Sorun, dünyayı kurtarmak için yanlış bir yöntemin seçilmesi. Greenpeace'i moda
yapmak, onu sosyal medyada takip etmeyi cazip kılmak insanları
sorumluluklarından uzaklaştırıyor. Yeşilbarış'ı 'beğen'mekle iş bitmiyor,
kendi yaşam tarzınızı, mevcut politikaları 'beğenmemekle' iş başlıyor.
Yeşilbarış hoşunuza giden değil, hoşunuza gitse de gitmese de doğruları
söyleyerek sizi rahatsız eden bir kurum olmak zorunda. Onu sempatik kılmak, ana
akıma yaklaşmayı da beraberinde getirecekse örgütün etkisini de azaltabilir.
Başbakan Erdoğan'ı bir düşünün, o zaman demek istediğimi daha iyi
anlayacaksınız.
Küresel ısınmayı yavaşlatmak için vaktimiz o kadar az ki,
sadece güzel yazı yazmak veya bir örgüte maddi destek vermek yetmiyor. Yaşam
tarzımızı değiştirmemiz, sokağa çıkıp bağırmamız da gerekiyor.