Özgür Gürbüz-Yön Haber/14 Ağustos 2014
İstanbul'a 1980'de taşındık. Önce Suadiye. Göztepe'ye taşındığımızda herhalde 10 yaşındaydım. O zamanlar "takım tutmak" nedir bilmezdim. Spor ise koşuşturmaktan ibaretti. Taşındığımız mahallede herkes futbol oynuyordu, ilk kez orada topa ayağımı vurdum. "Ayağıma top vurdu" desem herhalde daha doğru olur. Kadıköy'deyiz, etrafta Fenerbahçeli çok. Galatasaraylı da az değil ama Beşiktaşlı neredeyse yok denecek kadar az. Babam Galatasaraylıydı ama bir Fener maçına gitmiş, ezilmekten zor kurtulduğu için tövbe etmişti. Macaristanı deviren milli takımın kadrosunu hâlâ eksiksiz sayabiliyor; o başka... Nedenini bilmiyorum ama ağabeyim Fenerbahçeliydi. Anlayacağınız, sülalede Beşiktaşlı bulmak mümkün değil. O koşullarda, çevrenin de etkisiyle ben de "Fenerli gibi" oldum. Mersin İdman Yurdu ve Sarıyer maçlarına gittiğimi, Fenerbahçe'nin bir şampiyonluğunda caddede tur attığımı bile hatırlıyorum. Şu tur meselesinde karşı komşum, Taner'in payı da olsa gerek. İşte tam o zamanlarda Süleyman Seba belirdi. Düzgün bir adam, dürüst. Futbolu futbol için seven biri. Hemen etkiledi beni. Yanında da Gordon Milne ve yoldaşları; Metin, Ali, Feyyaz, Gökhan, Ulvi, Kadir, Zeki, Amokachi, Walsh, Sergen, Recep, Samet, Şifo Mehmet, Ziya... Süleyman Seba'nın çocukları bunlar, belki Walsh hariç, onun yaşı Seba kadar vardı Beşiktaş'a geldiğinde. Böyle akıp gidiyor isimler. Ve tabi ki Kaptan Rıza; Atom Karınca! Rıza'yı hep Seba'nın oğlu gibi hayal etmişimdir. Onun gibi inatçı, çizgisini bozmayan ve çok çalışkandı Rıza.
Seba ve ekibi sayesinde Beşiktaş inançlı, mütevazi, çok çalışan ve şu aralar anlamını unutsak da "efendi" bir takım olmuştu. Efendilik her şeyi özetliyordu aslında. Efendi olmak için paraya, şana, şöhrete gerek yoktu; hileye, hurdaya bulaşmamak yetiyordu. Dürüsttü Beşiktaş yahu, mütevaziydi. Neon ışıkları renkli olur ama insanı kandırır, Beşiktaş siyah-beyazdı. Kısacası Beşiktaş kalbimi "pır pır" attırıyordu. İngiliz futbolunun disiplini de mantığıma hitap ediyordu. Yalnız değildim, o yıllarda rotayı benim gibi Beşiktaş'a kıran çok kişi olduğunu biliyorum. İşte ben böyle Beşiktaşlı oldum. Efsane Başkan Süleyman Seba ve ekibi sayesinde. Biliyorum ki benim gibi binlercesi de o yüzden Beşiktaşlı. Şerefimizle oynayıp hakkımızla kazanamayacaksak kaybetmeyi yeğlediğimiz için Beşiktaşlıyız. O yüzden Gezi'de ezilenin yanındaydık, sesi çıkmayan ağacı, kuşu ve karıncayı savunduk. İşte yine o yüzden bu takımın taraftarı nükleere karşı pankart açar, HES'lere gıcık olur. En çok şampiyon olan, kasasında en çok parayı bulunduran biz değiliz. Söylemenize gerek yok, çok iyi biliyoruz ama hiç umurumuzda değil. Belki de o yüzden bize çok yakışıyor şu "Halkın Takımı" deyişi. Bu ülkede halk ligi hep ikinci bitirdiği, Seba gibi bir halk adamının izinden gittiği için bu ünvan bize çok yakışıyor. Kulübe yeni tesisler kazandırmak için para biriktiren, harcarken de elleri titreyen bir başkandı Süleyman Seba. Güneşin altında, gölgede, alacakaranlıkta
baktığımızda rengini seçemediğimiz, "acaba yeşil mi yoksa sarı mı" demediğimiz bir renktin sen. Siyah ve beyazdın.
Işıklar içinde yat efsane başkan. Bir zamanlar tek başınaydın ama bugün binler yürüyor ardından.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erman Kunter Farkı
Sıfırdan takım yaratması mucize diye
nitelenirken Erman Kunter bize Avrupa basketbolunun zirvesi Euroleague’de dişe diş
mücadele eden, ligde başa oynayan bir kadro yarattı.
Özgür Gürbüz-Beyaz forma siyah şort/20 Kasım 2012
Bu yazıyı arka akaya alınan iki
mağlubiyetin öncesinde yazmıştım. O iki maçı basit pas hataları yaparak,
kolay basketleri kaçırarak kaybettik. Tekrarlanmaz diye umuyorum o
yüzden de yazıyı değiştirmedim. Bakalım pişman olacak mıyım?
Beşiktaş Erkek Basketbol takımı şu ana
kadar Spor-Toto Türkiye Kupası’nda üç maça çıktı, üçünü de kazandı. İlk
kez katıldığı Euroleague’de altı maça çıktı yine üçünü kazandı.
Yenildiği rakipleri Barcelona Regal ve CSKA Moskova, ikisini birden son
dörtte (final four) görürsek şaşırmayız. Beko Basketbol Ligi’nde ise
altı maç geride kaldı. Beşiktaş, Fenerbahçe, Pınar Karşıyaka ve Banvit’e
yenildi geri kalan üç maçı ise kazandı. Bir de Cumhurbaşkanlığı Kupası
finali var ki, Erman Kunter‘in talebeleri Anadolu Efes gibi güçlü bir rakibi yenerek taraftarlara kupayı hediye etti. 2012 sezonunda kazanılan kupa sayısı dört oldu. Dile kolay!
Erman Kunter takımın başına geldiğinde
geçen yılın efsane takımından geriye neredeyse oyuncu kalmamıştı. İlk
beşte yer alan dört oyuncu; Erwin Dudley veya Ersin Dağlı, Zoran Erceg, Carlos Arroyo ve David Hawkins
takıma veda etmişti. Sponsor bulunamadı, para ve bence yönetimin
basketbola ilgisi de çok yoktu. 2012′de üç kupayı almış, Euroleague’de
oynayacak bir takıma sponsor bulunamaması başka nasıl açıklanabilir?
Yine de yönetimin hakkını yemeyelim, yılın basketboldaki en iyi
transferini yaparak Erman Kunter’i takımın başına getirdiler ve gerisi
geldi. Kısıtlı bütçesine rağmen, takım oyunu oynamaya yatkın, mücadele
eden oyuncuları bir araya getiren Kunter, kısa zamanda dirençli
basketbol oynayan bir ekip yaratmayı başardı. Süreklilik sorunu sürüyor
ama henüz yolun başındalar.
Birçok kişiye göre jübile zamanı gelen iki yaşlı kurt Tutku ve Muratcan’ı
takıma alan Kunter, herkesin dilinde olmayan ama bildiği oyuncularla
yola çıktı. Her şey dört dörtlük değil ama bu takım benim zevkime uygun.
Yıldızlarla dolu bir takımın kaybettiğini izlemek yerine, daha az ünlü
oyunculardan oluşan bir takımın, takım halinde kazanma gayretini
seyretmeyi yeğlerim. Takımın şu ana kadar öne çıkan bir yıldızı var
demek biraz zor. Evet, Curtis Jerrels çok sayı atıyor ve kritik sayılarla takımı sırtlıyor ama pota altında tek başına herkese meydan okuyan Gasper Vidmar‘ı
da unutmamak lazım. Tutku ve Muratcan’ın katkısı büyük. Tutku’nun oyun
sıkıştığında attığı paslar kritik öneme sahip. Muratcan savunmada ve
hücumda oyun sıkıştığında risk alabiliyor. Serhat Çetin
sanki giderek daha iyi bir şutör oluyor. Patrick Christopher, Damir
Markota ve yavaş yavaş Beşiktaş’a ısınmaya başlayan Vladimir Dasic sayı
üretme rolünü aralarında sıraya koymuş gibiler. Üçünden ikisi iyi oynasa
Beşiktaş’ın maç kazanma şansı oldukça artıyor. Şimdilik bu üçlü çok
verimli değil ama beklemek lazım.
Dediğim gibi, her şey dört dörtlük değil. Pota altı hâlâ Beşiktaş’ın en sorunlu yeri. Beko Basketbol Ligi’nde Randal Falker‘ın
yabancı kontenjanı nedeniyle kadroya alınmadığı zamanlar Vidmar’ın işi
iyice zorlaşıyor. Fenerbahçe ve Karşıyaka maçlarının sonunda Vidmar
sanırım yorgunluk nedeniyle oynatılmadı. Bu da sorun yarattı. Falker
defansta gayretli ancak hücumda eksiği var. Bir başka eksiklik elde Carlos Arroyo
gibi, kritik anlarda maçın kaderini değiştirebilecek oyuncu sayısının
fazla olmaması. Beşiktaş’ın ne yapacağını tahmin etmek zor değil, bu da
sayı üretme konusunda takımın işini giderek zorlaştırıyor. Jerrels top
getirdiğinde pas dağıtımında sorun yaşanıyor. Tutku bu işi yaptığında
Jerrels sayı üretiyor ama ikisinin birlikte oynaması da hem takımı
kısaltıyor hem de iki oyun kurucuyu da yorma riski taşıyor. Takımın en
azından yerli bir pivota, Christopher’ın yokluğunda ikinci bir şutöre
ihtiyacı var. Var ama çok da dert değil hani. Mücadele eden, basketbolun
takım oyunu olduğunu hatırlatan bir takım var sahada. Bunda en büyük
pay da kuşkusuz Erman Kunter’in. Sıfırdan takım yaratması mucize diye
nitelenirken o bize Avrupa basketbolunun zirvesi Euroleague’de dişe diş
mücadele eden, ligde başa oynayan bir kadro yarattı. Kısaca izlemesi
zevkli. Kaldı ki, takımın iddiasız olduğu da söylenemez. Fenerbahçe ve
Efes’in ‘zengin’ kadrosuna aldanmayın. Maçlarda da Erman Hoca’yı yalnız
bırakmayın derim.
Beşiktaş'ın eksiği ne?
Özgür Gürbüz-BFSŞ/26 Ağustos 2012
Finansal sorunlar nedeniyle basketbol ve hentboldaki sportif başarıların konuşulmadığı bir yılı arkada bırakan Beşiktaş, futbolla birlikte hareketlenmeye başlayan yeni spor sezonuna adeta tüm branşlarda çoktan havlu atmış gibi başladı. Bu havanın yaratılmasında en büyük pay kuşkusuz kulübü çok zor bir duruma düşüren Yıldırım Demirören ve dönemin yöneticilerinin. Demirören sonrası sürecin de iyi yönetilmediği ortada. Bir analize ihtiyaç var ama bu yazı onu yapmayacak. Bu yazı sadece dün akşam oynanan Beşiktaş Galatasaray maçına ve Beşiktaş’ın eksikliklerine odaklanacak.
Finansal sorunlar nedeniyle basketbol ve hentboldaki sportif başarıların konuşulmadığı bir yılı arkada bırakan Beşiktaş, futbolla birlikte hareketlenmeye başlayan yeni spor sezonuna adeta tüm branşlarda çoktan havlu atmış gibi başladı. Bu havanın yaratılmasında en büyük pay kuşkusuz kulübü çok zor bir duruma düşüren Yıldırım Demirören ve dönemin yöneticilerinin. Demirören sonrası sürecin de iyi yönetilmediği ortada. Bir analize ihtiyaç var ama bu yazı onu yapmayacak. Bu yazı sadece dün akşam oynanan Beşiktaş Galatasaray maçına ve Beşiktaş’ın eksikliklerine odaklanacak.
Ligde iki maçı geride bırakan futbol
takımının hangi mevkilerde oyuncuya ihtiyaç olduğu dünkü
maçtan sonra daha iyi görülmeye başladı. Beşiktaş’ın artık
kangrenleşen kaleci sorununa bir çözüm şart. Allan McGregor bu
açığı kapatır diye her Beşiktaşlı gibi ben de umuyorum ama bu
durumda bile bir yedek kaleciye ihtiyaç var. Rüştü’yü çok
arıyoruz ve bu yönetim de çok arayacak. Keşke Fikret Orman daha
fazla gecikmeden Rüştü’den özür dilese ve kendisini
oyuncu-kaleci antrenör olarak Beşiktaş’a geri çağırsa. Çok
geç olmadan.
Defans hattında sorun yok
Beşiktaş’ın yıllardır sağ beki
yok. Hilbert gerçekten iyi bir iş çıkarıyor ama onun asıl yeri
orta saha, hatta sağ açık. Stuttgart’ın Bundesliga’yı
şampiyon bitirdiği 2007 yılında Hilbert’in atılan 61 golün
7’sine imza attığını unutmamak lazım. Hilbert’i orta sahaya
çıkaracak bir sağ bek önemli bir katkı olur ama kasada para
yoksa bu transfer bekleyebilir ne de olsa önde Holosko var. Royston
Drenthe haberi doğruysa ve bu oyuncu beklenen performansı ortaya
koyabilirse Beşiktaş’ın sol kanadı için iyi şeyler
söyleyebiliriz. İsmail savunma özelliklerini geliştirmek zorunda
ama Uğur Boral ve Drenthe ile bu kanat için idare edecek bir
formülün bulunacağını düşünüyorum. Orta sahanın solunda
oynayabilecek Olcay ve Veli’yi de unutmamak lazım. Defansın
ortası içinse bir şey yazmıyorum. Toraman, Escude, Sivok ve Adem
Gülüm’den iyi bir ikili çıkacağını düşünüyorum.
Orta sahada geçtiğimiz yıldan kalan
sorun devam ediyor. Bir de buna Ernst’in yokluğunda top kapıp o
topları olumlu kullanacak oyuncu eksiği eklendi. Fernandes baskı
altındayken oyun kuracak bir başka orta saha oyuncusuna ihtiyaç
var. İbrahim Toraman’ı orta sahada kesici göreviyle oynatmak
bence doğru değil. Onun yeri defansın ortası, tabi şu sinirli
hareketlerine, hakeme bağırıp çağırmalara bir son verirse. Veli
ve Necip’in de kazandıkları topları çok iyi kullanamadıkları
ortada. İş Fernandes’in üzerine kalırsa Beşiktaş zorlanır,
Fernandes de isyan eder. Muhammed Demirci ve Oğuzhan hakkında bir
şey söylemek için çok erken. Ya onlar bu rolü üstlenecek ya da
Beşiktaş Fernandes ayarında olmasa da ayağında top tutabilen bir
oyuncuyu transfer edecek. Galatasaray maçında Beşiktaş’ın topa
sahip olma istatistiği yüzde 42’ydi.
Batuhan çözüm olabilir mi?
Mustafa Pektemek’in sakatlığı hem
herkesi üzdü hem de hücum hattına bir transferi gündeme getirdi.
Almeida iyi bir hücum oyuncusu ama onun da sık sık sakatlandığı
unutulmamalı. Hem hava toplarında hem son vuruşlarda iyi bir
ikinci adam gerekiyor. Bobo gibi biri yani. İlk 11’de olmasa bile
kulübede böyle birine ihtiyaç var.
Beşiktaş’ın bu yıl başarılı
olması için takım içinde düzen kurması, herkesin üzerine
düşeni yapması gerekiyor. Yukarıda yazdığımız transferler
yapılırsa Beşiktaş “kesin şampiyon olur” diyemeyiz ancak
takım oyunu oynamak için gereken, “her mevkinin o mevkinin
oyuncusuyla doldurulması” şartı en azından yerine getirilmiş
olur. Gordon Milne’in başarısının ardında da bu vardı.
Yaratıcı oyuncu azdı ama oynadığı yerin sahibi oyuncu vardı.
Vah İsmail, Şah İsmail
Özgür Gürbüz-Beyaz Forma Siyah Şort/31 Ocak 2012
Bu yıl Beşiktaş’ın kadrosuna bakıp ‘neresi eksik’ diye bakındığınızda ilk akla gelen yer sol bek.
“Orada İsmail yok mu, neden eksik olsun” demeyin. Sezon başından beri maçları
izleyenler bilirler, bugün Beşiktaş’ın en zayıf noktası İsmail Köybaşı’nın olduğu yer. Büyük ümitlerle Beşiktaş’a transfer
edilen İsmail beklenen ilerlemeyi ne yazık ki gösteremedi. Savunmada zoraki sağ
bek oynayan Hilbert bile İsmail’e göre daha fazla güven veriyor. Bunun
arkasında ise Türkiye’ye özgün bir sorun yatıyor. Futbolcular altyapıdan en
basit futbol bilgilerini öğrenmeden çıkıyorlar. İsmail’de sık sık gördüğümüz
zamanlama, markaj ve yer tutma hataları hep bu temel bilgilerin eksikliğinden
kaynaklanıyor.
Benim gözüme çarpan ve İsmail’in sık sık tekrarladığı ilk
yanlışı topu kapmak için yaptığı, karşı oyuncuya yönelik hamlelerindeki
zamanlama hatası. İsmail rakip karşısına geldikten bir süre sonra,
(sabırsızlıktan mıdır bilinmez) topu almak için zamansız bir hamle yapıyor ve
genelde de çalımı yiyor. Türkiye’de
savunma oyuncularının işinin topu kapmak olduğu yönünde, mahalle maçlarından
kalma bir fikir var. Yanlış! Savunma oyuncuları en gerideki oyuncular
oldukları için her şeyden önce rakibi savunma bloğunun ardına sarkıtmamaya
çalışırlar. Öncelikleri atağı yavaşlatmak, topu kullandırmamak ve alan
daraltmaktır. Yani, rakibin üzerine gidip onu yavaşlatarak oyunu dondurmakla
savunmacı kendisinden beklenen işin büyük bir bölümünü gerçekleştirmiş olur.
Savunma yerleşir, destek gelir. Kanat oyuncuları için bu daha da önemlidir.
Sıfıra inmiş bile olsa rakibinizin önünü kapattığınızda ortayı önler, rakibin
topu geriye çıkarmasına neden olursunuz. Görev büyük ölçüde tamamlanmıştır.
İsmail gereksiz yere top kapmaya çalışarak risk alıyor ve takımı sık sık zorda
bırakıyor. Eğitim kaynaklı ilk hatası bu.
İkinci hatası ise rakibi nerede karşılayacağını bilmemek.
Rakip hücum yaparken İsmail çoğu zaman karşı takımın kanat oyuncusuyla aynı
çizgide bekliyor, arkasında değil. Hızına güveniyor, top rakibe gelmeden kesmek
istiyor olabilir. Messi gibi bir oyuncuyu savunurken topu aldırmamaya çalışmak
mantıklı olabilir. İyi ama dünyada kaç tane Messi var? Halbuki daha garantili
olan rakibin arkasında beklemek. Unutmadan hatırlatalım, en garantili oyunu oynamak
zorunda olan oyuncular savunmacılardır. Daha sonra orta saha ve ileri uç
oyuncuları gelir. Sol bekin arkada kaldığı durumlarda, rakip topu alsa ve beki
geçmeye kalksa bile, bek hızıyla onu yakalayabilir. İsmail’in hızı buna uygun. Bu
yüzden riske girmesine gerek yok. İsmail ise tam tersini yapıyor, rakibi orta
saha çizgisine yakın bir yerde ve paralelinde bekliyor. Bu da açık alan
yaratıyor. Beşiktaş Gaziantep maçında İsmail’in cezası nedeniyle aynı mevkide
oynayan Tanju bu konuda İsmail’den çok daha iyiydi ve Beşiktaş o maçta sol
kanattan hemen hemen hiç açık vermedi.
İsmail, yer tutma ve markaj konusunda basit hatalar
yapıyor ve kendisinden umutlu olanları üzüyor. Hücuma çıkma isteği de belli ki
İsmail’in kafasını karıştırıyor. Ben olsam önce savunma yeteneklerimi ve temel
bilgilerimi olabilecek en üst düzeye getirir sonra hücum varyasyonlarında nasıl
bir rol alabileceğimi düşünürdüm. Şu anda iki arada bir derede, garip bir
oyuncu izliyoruz. İsmail daha 22 yaşında ve bu temel bilgileri öğrenmek için
zamanı var. Çok zamanı yok ama var. Bunu başarırsa ‘Şah İsmail’, başaramazsa ‘Vah
İsmail’ olur ve birçok isim gibi başka kulüplerin yolunu tutmak zorunda
kalabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)