Balinalar intihar mı ediyor?

Yeni Zelanda'da kıyıya vuran 63 balinadan sadece 43 tanesi kurtarılabildi. Doç. Dr. Muzaffer Çetingüç, balinalarının kıyıya vurmasının intihar olarak nitelendirilmesini doğru bulmuyor ve gerçek nedenin dört farklı tez içinde aranması gerektiğini söylüyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Haberturk / 30 Aralık 2009

Yeni Zelanda'da 63 balinanın kıyıya vurması, balinaların intiharı olarak adlandırılan bu eylemin nedenleri konusunda farklı yorumlara yol açtı. Konunun gizemini koruduğunu öne sürenler olduğu kadar Havacılık Tıbbı Derneği Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Çetingüç gibi bilimsel araştırmaların sonuca çok yaklaştığına inananlar da var. Çetingüç, "Balina ve yunusların bu davranışlarının intihar olarak yorumlanması yanlıştır" diyerek kıyıya vurma konusunda 4 farklı nedenin üzerinde durulduğunu belirtiyor.

Dr. Çetingüç, balinaların kıyıya vurmalarının dört olası nedenini şöyle sıralıyor:

  • Lider balinanın dalga, tsunami, bazı patlama veya katil balinalardan korkup kaçarken yönünü kaybetmesiyle sığ sulara girmesi sonucu diğerlerinin de onu takip etmesi. Balinaların sevdikleri mürekkep balıkları sahile yakın sıcak sulara geldikçe, balinaların da onları takip ederek sığ sulara vurma olasılığı üzerinde de duruluyor.
  • Denizaltı depremleri ve tektonik hareketlerle karaların çöküp denize, deniz diplerinin yükselip karalara dönüşmesinin, on binlerce yıl öncesinden balina beyinlerine işlenmiş göç yönü kodlarıyla çeliştiği de ileri sürülüyor. Bu iddiaya göre, içgüdüsel şifrelerine göre açık deniz, boğaz veya geçit olması gereken yerlerde kara parçalarıyla karşılaşan balinalar bunu kabullenemeyip ısrarlı biçimde kıyılara hamle yapmaya devam ediyor.
  • Askeri denizaltıların, deniz dibi haritalarını çıkaran veya petrol arayan sismik gemilerin güçlü sonar cihazlarının yaydığı ultrasonik dalgalar balina ve yunusların içsel pusulalarını (vestibülü) bozmakta, akustik travma yaratmakta veya damarlarında gaz habbecikleri ortaya çıkarmaktadır (dekompresyon hastalığı). Böylece beyin damarlarının tıkanması bilinçlerini bulandırmakta, konfüzyon ve oryantasyon bozukluğu yaratmaktadır. Bu şekilde şaşkınlaşarak sahile vuran balinalardan daha fazlası, muhtemelen derin denizlerde bizim gözlemlerimiz dışında, sessizce ölmektedir.
  • Çok hafif meyilli kumsalları olan denizlerde yüzen balinaların sonarları sahilden yansımadığı için, o bölgenin kara olduğu algılanamamaktadır. Avustralya Quinnstone açıklarında "Ocean Beach"te sahile yakın sularda derinlik açısı 0,5 derecedir. Balinaları şaşkınlığa uğratan bu eko yanılgısı, benzer sularda seyreden Amerikan denizaltıları için de geçerlidir.
***
M.Ö. 350 yılında bile Aristoteles kıyıya vuran deniz hayvanlarından söz ediyor, Romalılar ise balinaların Deniz Tanrısı Neptün'ü kızdırdıkları için bu şekilde cezalandırıldıklarına inanıyorlardı.

Bakanlığın GDO broşürüne 'bilgi kirliliği' suçlaması

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın GDO konusunda halkı bilgilendirmek için hazırlattığı ve 5 milyon kişiye e-posta yoluyla iletmeye başladığı broşür yeni bir tartışma yarattı. GDO'ya Hayır Platformu, broşürün 'bilgi kirliliği' yarattığını söyleyerek bir yanıt hazırladı ve bu sabahtan itibaren onlar da 5 milyon kişiye e-posta ile yanıtlarını göndermeye başladı.

Özgür Gürbüz-Gzt. Haberturk /29 Aralık 2009

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ı (GDO) içeren ürünlerle ilgili düzenlemelerin yapılması için Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Meclis gündemine geldi ancak tartışmalar bitmedi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın GDO konusunda halkı bilgilendirmek için bir broşür hazırladı ve bunu e-posta yoluyla 5 milyon kişiye ulaştıracağını söyledi. Ancak halkı bilgilendirme amacıyla hazırlanan bu broşüre GDO karşıtları, içerdiği bilgilerde hata olduğu gerekçesiyle itiraz ediyor. GDO’ya Hayır Platformu, itiraz ettikleri noktaları içeren bir açıklama hazırladı. Hazırlanan açıklamayı Tarım Bakanlığı gibi e-posta zinciriyle kamuoyuna iletmeye de başladı.

Yanlış bilgiler var
GDO’ya Hayır Platformu, öncelikle broşürlerde yer alan, “İspanya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Portekiz, Polonya, Almanya ve Slovakya’da GDO’lu mısır üretilmektedir” açıklamasına itiraz ediyor. GDO karşıtları, Almanya’da Nisan 2009 itibarıyla GDO’lu mısır üretimini yasaklandığını bu nedenle yanlış bilgilendirme yapıldığını öne sürüyor. Platform, tüm Avrupa’da 2005 yılında 165 bin hektar olan GDO ekim alanının 2008 yılında 107 bin hektara gerilediğine de dikkat çekerek üretim alanının birkaç ülkede ve dar bir alanla kısıtlı olduğunu söylüyor.

Hayvansal GDO’lu ürünlerde etiket olacak mı?
Yapılan yazılı açıklamada, Bakanlığın yapılan tüm itirazları değerlendirerek, yasayı geç de olsa gündeme getirmesi, antibiyotik direnç genli GDO’ların yasaklanması olumlu adımlar olarak değerlendiriliyor. Yazılı açıklamada hayvansal GDO’lu ürünlerin etiketlenmesiyle ilgili olarak da şu itiraza yer veriliyor: “Bakanlık broşüründe GDO’ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA’nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz”.

İğneada’da çimento limanına balıkçılar dur dedi

İgneada Körfezi'nde yapımına başlanan çimento ürünleri ihraç edip, kömür tozu ithal edilmek istenen limana karşı hukuki mücadele başlatan İğneadalı balıkçılar ÇED raporunu iptal ettirdi.

Özgür Gürbüz / 24 Aralık 2009

Longoz ormanları ve sakin kumsallarıyla bilinen Kırklareli’nin İğneada’da ilçesinde yapılması düşünülen liman inşaatının ÇED raporu Edirne İdari Mahkemesi tarafından iptal edildi. 2007 yılında liman inşaatının durdurulması için dava açan ve ÇED raporunun iptalini isteyen S.S. Limanköy Balıkçılar Kooperatifi üyeleri sonuçtan memnun. Balıkçılar Kooperatifi Başkanı Numan Sağlam, limanın yerinin doğru şeçilmemiş olduğunu ve İğneada’nın sanayi bölgesi olarak değil turizm bölgesi olarak planlanaması gerektiğini söylüyor. Liman yapılması düşünülen yer için Sağlam, “Orası turistlerin yoğun ilgi gösterdiği, yazın yazlıkçıların geldiği bir yer. Liman yapılırsa bir sürü yük gemisi gelecek ve balıkçı teknelerinin bu gemilere 1,5- 2 milden daha fazla yaklaşmaları engellenecek. Bu da İğneada koyunun balıkçılara kapanması demek” diyor. Bölge sadece İğneadalı balıkçıların değil, Karadenizli balıkçıların da avlanma bölgesi olarak biliniyor.

İğneada’da kooperatife kayıtlı, boyları 6 ile 22 metre arasında değişen 70 civarı tekne var. Balıkçılık bu tekne sahiplerinin tek geçim kaynağı olduğu için, söz konusu liman inşaatının ilçede ekonomik sorun yaratacağına da inanılıyor. Vize’de inşası süren Soyak Grubu’na ait Traçim adlı çimento fabrikasının ürünlerini ihraç edeceği söylenen limanın 60 dönümlük dolgu alanı ve 700 metre boyunca kazıklı yükleme boşaltma iskelesine sahip olacağı söyleniyor. Yazılı açıklama da yapan Kooperatif üyeleri, liman inşaatının yöreyi, yılda 120 bin kamyonun çimento ve kömür tozu taşıyacağı bir sanayi bölgesine dönüştüreceğini, yılda en az 175 adet 3 bin ila 5 bin tonluk geminin giriş çıkış yapacağını öne sürüyor. Sağlam ve arkadaşları, İğneada’nın bir sanayi limanına dönüşmesini, hem doğayı hem de yumuşak turizmin gelişmesiyle yeni geçim kaynakları bulacak insanları perişan edecek bir proje olarak görüyor.

Kopenhag’dan geriye kalan üç sayfa yazı

Kopenhag'daki 15. taraflar toplantısının kendimce bir özeti.

Özgür Gürbüz / 23 Aralık 2009

Kyoto Protokolü’nün hayata geçtiği 16 Şubat 2005 tarihinden bugüne, iklim değişikliğini önleme mücadelesinde kat edilen yolun, elimde tuttuğum beş sayfalık “mütabakat” metni olduğuna pek inanası gelmiyor insanın. Yaklaşık beş yıllık tartışma ve onlarca toplantıdan arda kalan beş sayfalık bir kağıt parçası. Her yıla bir sayfa düşüyor diyeceğim ama o da doğru değil. Ülkelerin ne kadar seragazı indirimi yapacaklarını gösteren tabloların yer aldığı iki boş sayfayı da saymazsak geriye üç sayfalık bir metin kalıyor. O metinde ise hiçbir şey yazmıyor desek yeridir...

“Kopenhag metni” tam 12 maddeden oluşuyor. Bu metni gördükten sonra, Danimarka’nın başkentine liderleri toplama çağrılarına neden kayıtsız kaldığımı daha iyi anladım. Çünkü ortaya çıkan bu boş metin, ancak bu kadar usta ve lider politikacılar tarafından yazılabilirdi. Halkın kaderini bir avuç, hem de nasıl seçildikleri, ne kadar demokratik bir rejime sahip oldukları şaibeli liderlerin eline bırakmanın sonucu bu olsa gerek. İki partiden başka kimsenin demeçlerinin yayınlanmadığı Amerika demokrasinin kurtarıcısı Obama’nın ne kadar başarılı bir demokratik seçim olduğunu Kopenhag’da bir kez daha gördük. Kyoto protokolü’ne taraf olmamış ve her yıl atmosfere bırakılan seragazı emisyonlarının beşte birinden sorumlu ABD, 1990 yılını baz almayı reddettiği gibi, 2025 yılına kadar 2005 temel alınarak sadece yüzde 17 indirim yapacağını açıkladı. Bu rakam, 1990 temel alındığında yüzde3-4’lere denk geliyor ki, Kyoto sonrası dönemde Kyoto’nun bile gerisinde bir hedefin kimseye faydası olmayacağı açık. ABD’nin tarihsel sorumluluğunu üstlenmekten kaçınması toplantının amacına ulaşma şansını baştan azalttı ve Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkelere de müzakereleri başlamadan bitirmek için iyi bir fırsat verdi. Demokrasilerin medya vs. yoluyla gasp edilmesi ve halkını temsil etmeyen liderlerin seçimle iş başına gelmesi, profesyonelleşmiş STK’lerin etkisizliği, bilimsel verilerin ekonomik kaygıların yanında hiçselleşmesi Kopenhag Zirvesi’nin gerçek çıktıları oldu. Halkın kaderini halkın belirlemediği iki haftalık Kopenhag toplantısında saatlerce tartışmalar, konuşmalar yaşandı. Daha önce antlaşmaya vardıkları, zayıf, bir ilk adım olarak nitelediğimiz Kyoto Protokolü’nün bile gerisinde kalmış bir metinle Kopenhag’dan çıkıp gittiler.

12 madde sıfır umut

Madde 1 iyi bir başlangıç sayılabilir aslında. İklim değişikliğinin gördüğümüz en büyük mücadelelerden biri olduğundan bahsediliyor, yarı bilimsel yarı politik bir konsensus diyebileceğimiz ortalama sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması gerektiğini açıkça söylüyor. Aslında bu bile ada devletlerinin sular altında kalmasını önleyecek bir hedef değil. Kopenhag boyunca ciddi itirazlarda bulunan Pasifik Okyanusu’ndaki ada devletlerinin temsilcileri, 1,5 derecenin üzerindeki bir artışın kendileri için son anlamına geldiğini söylemişlerdi. İki dereceye razı olsanız bile her aklı başında biri gibi, “Peki ama nasıl inecek bu seragazları” diye sormadan edemiyor insan. Madde 4 onun yanıtını veriyor ya da verirmiş gibi yapıyor. Dördüncü maddeye göre, EK-1 dediğimiz gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar ne kadar indirim yapacaklarını dördüncü sayfada verilen tabloya yazıp 31 Ocak 2010’a kadar Birleşmiş Milletler Sekreteryası’na vermeleri isteniyor. EK-dışı olarak adlandırdığımız gelişmekte olan ülkelerin ev ödeviyse, seragazı indirimi için neler yapacaklarını diğer boş bırakılan, mütabakatın beşinci sayfasını kaplayan tabloya yazmak ve aynı tarihte Sekreterya’ya iletmek.

Para yardımı ama nasıl?
Mütabakatın 8. maddesinde dişe dokunur bazı rakamlar var. Bu rakamların yeterliliği yine iki hafta boyunca ciddi tartışmalara neden olmuştu. İlk olarak az gelişmiş ülkeler, ada devletleri ve Afrika’daki ülkelerin ağırlıklı olarak faydalanacağı 30 milyar dolarlık bir fonun 2010-12 yılları arasında iklim değişikliğiyle uyum kapsamında kullandırılmasından bahsediliyor. Yine aynı maddede, 2020’ye kadar her yıl 100 milyar dolarlık başka bir kaynağın da gelişmekte olan ülkelere aktarılması söz konusu. Söz konusu ama nasıl? Bu konuda, “Kopenhag Yeşil İklim Fonu” adı altında bir fon kuruldu ancak buraya nasıl para aktarılacağı, hangi ülkelerin katkıda bulunacağı da belli değil.

193 ülkenin toplantısından Kyoto’nun yerine bir antlaşma da çıkmadı. 2012 sonrası şu an için tamamen belirsiz. Kyoto sonrası olası antlaşmanın 2012-2017 mi yoksa 2012-2020 arası mı hayata geçeceği de karar bağlanamadı. Zaten iş ülkelerin gönüllerine kaldığı için kimin katılacağı kimin katılacağı da bilinmiyor. 2050 için öngörülen yüzde 80 ve yukarısındaki indirimler masaya dahi gelemedi. Bu durumda küresel bir antlaşmadan söz etmek için oldukça iyimser olmak lazım. Bu belirsizliklerin tercümesini yapmak gerekirse, karbon fiyatlarının ton başına 12 avrolara kadar düştüğü bir ortamda, ne yenilenebilir enerjiye bir destek, ne seragazı azaltımını finanse edecek bir mekanizma ne de ülkelerin onurunu, insanların hayatını kurtaracak bir antlaşma var elimizde. Küresel seragazı emisyonlarının yüzde 5’inden sorumlu iki sektör olan denizcilik ve havacılık için hiçbir hedef ya da kısıtlama da getirilmedi. Önümüzdeki iki yıl içerisinde tüm bu soruların yanıtını verecek doğru dürüst bir mütabakata varılmazsa, Kopenhag’daki eylemcilerin, “başka bir dünya mümkün” sloganı gerçekleşecek ancak o dünya hayal ettiklerinden ne yazık ki çok farklı olacak.

İstanbul’un ikinci ekolojik pazarı Kartal’da açıldı

Bugün Gazete Haberturk'un İstanbul ekinde bazı hatalarla yayımlanan haberin ilk hali...

Türkiye ilk ekolojik pazar ve organik ürünlerle İstanbul’un Avrupa Yakası’nda, Şişli’de tanıştı. Kartal Belediyesi ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından açılan ikinci pazarla İstanbul’un Anadolu yakası da hormonsuz ve GDO’suz domatese kavuştu.

Özgür Gürbüz - Gzt. Haberturk / 21 Aralık 2009
Fotoğraf:
Şebnem Erer

Kartal Belediyesi ile Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin işbirliğiyle Kartal tren istasyonun hemen yanında açılan ekolojik paarla İstanbul’un Anadolu Yakası’nda da hormon ve GDO korkusu olmadan alışveriş imkanı doğdu. Açılışı organik kırmızı biberlerle süslenmiş bir kurdela kesimiyle yapılan pazarda sadece organik meyve ve sebze değil ekolojik sertifikalı pamuk, makarna, ekmek, bakliyat, temizlik malzemeleri, şampuan ve tekstil ürünleri de yer alacak.

Pazarın açılışını Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Kartal Belediye Başkanı Dr. Altınok Öz, CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ve Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias yaptı. Tamamı kapalı alan altında olan pazarı gezen Kılıçdaroğlı, organik elmaların tadına bakmayı da ihmal etmedi. Açılışta Şehnaz Sam ve Murat Teker birer konser verdi, perküsyon grubunun yanısıra artık kumaşlardan bez torba yapma atölyesi de yapıldı. Her hafta pazar günleri kurulacak ekolojik pazar da sık sık film gösterimi, söyleşiler gibi etkinlikler de yer alacak.

Buğday Derneği %100 Ekolojik Pazarlar Proje Koordinatörü Batur Şehirlioğlu, “Sağlıklı gıdaya duyulan özlemle birlikte ekolojik pazarlara olan ilginin günden güne arttığını görüyoruz. Ekolojik pazarların yaygınlaşması için hem İstanbul hem de Türkiye’nin diğer şehirlerindeki belediyelerle görüşmelerimiz devam ediyor” diyor. İstanbul dışında da sayıları giderek artan ekolojik pazarlar Ankara, Bursa, Samsun ve Antalya’da da düzenli olarak açılıyor. Ocak ayından itibaren Maltepe Belediyesi de Altayçeşme Belediye Hizmet Alanı’nda 'Maltepe Organik Hal Pazarı'nın açılışını yapacak.

Kütahya ve Çorum hava kirliliğinde ön sırada

Özgür Gürbüz / 19 Aralık 2009

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2009 yılı Ekim ayında kükürtdioksit (SO2) ortalamalarının en yüksek bulunduğu il ve ilçe merkezleri sıralamasında Ankara Kütahya’nın ardından ikinci sırayı aldı. Ankara’yı Edirne, Şanlıurfa ve Kars izledi. Partiküler madde ortalamalarına göre yapılan sıralamada ise tuğla fabrikalarının ağırlıklı olduğu Çorum ilk sırayı alırken, Türkiye'nin en büyük termik santraline ev sahipliği yapan K.Maraş (Elbistan) ikinci oldu. Bu iki ili Mardin, Elazığ ve Kilis Çorum’u izledi.

Partiküler madde ortalamalarında sınır değer aşıldı
Partiküler madde ortalamaları incelendiğinde, Kısa Vadeli Sınır (KVS) Değeri ve İlk Seviye Uyarı Eşiği'nin Adıyaman, Elazığ, Gaziantep, K.Maraş (Elbistan), Rize, Siirt, Batman ve Kilis’te aşıldığı gözlemlendi. Kükürdioksit verilerinde ise, 2009 yılı Ekim ayında il ve ilçe merkezlerinde ölçüm yapılan istasyonlardan elde edilen SO2 ortalamaları Kısa Vadeli Sınır (KVS) Değeri ve İlk Seviye Uyarı Eşiği’ni aşmadı.


Kükürtdioksit ve partiküler madde ortalamalarının en yüksek olduğu il ve ilçe merkezleri (1)



g/m3(mikrogram/metreküp)


Kükürtdioksit (SO2)


Partiküler Madde (PM10)


Kütahya

24


Çorum

142


Ankara

23


K.Maraş(Elbistan)

136


Edirne

22


Mardin

131


Şanlıurfa

21


Elazığ

126


Kars

20


Kilis

121


Bursa

17


Erzincan

113


Mersin

16


Gaziantep

113


Kocaeli

15


Iğdır

113


Niğde

15


Hatay

109


Çorum

14


Adıyaman

106



Kaynak: Çevre ve Orman Bakanlığı
(1) Verilerin kıyaslanabilirliğini sağlamak için 21 gün ve üzerinde ölçüm yapılan il ve ilçe merkezleri kapsanmıştır.

Kopenhag'dan sızan metin

Kopenhag'daki İklim Zirvesi'nden dünyayı kurtaracak bir anlaşma bekleyenlerin elinde zirve sonrası bağlayıcılığı olmayan bir mütabakat metni kaldı. Müzakereler ya da pazarlıklar son ana kadar sürdü. Ne yazık ki toplantı öncesi beklenildiği gibi Kopenhag tam bir hayal kırıklığı oldu. Geriye bazı liberal, çevreci ve yeşillerin seçildiğinde iklimi ve dünyayı kurtaracak diye metiyeler dizdiği Obama fiyaskosu kaldı. Aşağıda, 18 Aralık 2009 Cuma gecesi saat 17:00 itibariyle elime geçen müzakere metninin bir özetini bulabilirsiniz. Tarihe kayıt düşmek amacıyla o an itibariyle hazırladığım haber metnini e-gunluge eklemenin doğru olacağını düşündüm...

Özgür Gürbüz / 19 Aralık 2009

Kopenhag’da müzakereler son dakikaya kadar sürecek. Cuma günü saat 17:00 itibarıyla ele geçirdiği taslak metinde 2020’ye kadar gelişmiş ülkelere indirim için iki ayrı formül öneriliyor ancak indirimin miktarı konusunda hala anlaşılmış değil. Gelişmiş ülkeler ayrıca gelişmekte olan ülkelere küresel ısınmayı durdurma çabalarına destek için her yıl 100 milyar dolar vermeyi de öngörüyor.

Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da iki haftadır kıran kırana süren iklim müzakerelerinde sona gelindi. Gazete Haberturk, Cuma günü itibariyle 192 ülke temsilcisinin üzerinde tartıştığı taslak metni ele geçirdi. Metin, İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşması tarafından EK-1 ülkeleri olarak adlandırılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmiş ülkelere 2020 yılına kadar seragazı indirimi getiriyor. Taslak metnin dördüncü maddesinden anlaşıldığı üzere tek bir tarih ve hedefte anlaşamayan sanayileşmiş ülkeler için iki ayrı yol haritası belirtilmiş. Bazı ülkeler kendilerine 1990 yılını, diğerleri ise 2005 yılını temel alarak seragazı emsiyonlarını 2020’ye kadar azaltacaklar. Liderlerin metnin elimize geçtiği saat 17:00 itibariyle hala indirim hedefleri üzerinde anlaşamadığı ve rakam yerine “x” ve “y” harfleriyle bu iki ayrı hedefi tanımladıkları görülüyor. Bilindiği gibi özellikle ABD, 1990 yılı temel alan bir indirim hedefine karşı çıkıyor ve seragazlarını 2005 yılına göre 2020 sonunda yüzde 17 indirmeyi taahhüd ediyordu. Metnin detayları belli olmadığı için kesin bir şey söylemek zor olsa da Türkiye’nin de EK-1 ülkeleri arasında yer aldığını anımsatmakta fayda var. Kyoto Protokolü kapsamında Türkiye farklı konumunu kabul ettirmiş ve yaptırım almamıştı.

Her yıl 100 milyar dolar
Taslak metinde göze çarpan bir başka önemli noktada müzakerelerde tartışma konusu olan gelişmiş ülkelere seragazı indirimi konusunda nasıl kaynak sağlanacağı sorusuydu. 8. maddede gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle ilgili mücadele ihtiyaçları için 2020 yılına kadar her yıl 100 milyar dolarlık yardımda bulunması kararlaştırılıyor. Aynı madde de, başta sular altında kalmak üzere olan ada devletleri ile Afrika ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ülkelere 2010-2012 yılları arasında 30 milyar dolarlık daha kaynak ayrılması öngörülüyor. Ülkelerin koydukları hedefler bu kaynağın dağıtımında belirleyici olacak. 2016’da gözden geçirme yapılabilecek Metinde özellikle ölçümlerin daha şeffaf ve doğru yapılması gerektiği üzerinde de sıkça duruluyor ve mevcut üç mekanizmaya (Ortak Uygulama, Emisyon Ticareti, Temiz Kalkınma) ek olarak Teknoloji Mekanizması’nın da eklenmesi öngörülüyor. Bu mekanizma sayesinde gelişmekte olan ülkelere teknoloji transferi yapılması planlanıyor ancak çevrecilerin mekanizmanın detaylarında daha önce Kyoto kapsamında desteklenmeyen nükleer enerjinin de emisyon ticaretine dahil edilmesi gibi kaygıları var. 12. madde ise söz konusu metnin 2016’da hedeflerine ulaşıp ulaşamadığının görüşülmesi için gözden geçirilmesine olanak sağlıyor.

“Küresel ısınma banka olsaydı kurtarırlardı”

Küresel ısınmayı durdurmak için hala bir antlaşmaya varılamaması, müzakerelerin sürdüğü “Bella Center”ın etrafında ciddi protestolar yapılmasına neden oluyor. İçeride ise ülke liderlerinin de katıldığı toplantılar başladı. Küresel ısınmayı durdurmak için tarihi karar ya bu 48 saat içinde alınacak ya da küresel ısınma kaderine terk edilecek

Özgür Gürbüz -Gzt. Haberturk /17 Aralik 2009

Kopenhag’da yaklaşık iki haftadır süren İklim Zirvesi’nde son 48 saate girildi. Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de bulunduğu yaklaşık 115 ülke liderinin de katılacağı yüksek düzeyli görüşmeler de resmi olarak başladı. Cumhurbaşkanı Gül’ün de Türkiye adına bugün konuşma yapması bekleniyor.

Yüksek düzeyli görüşmeler kapsamında dün söz alan liderlerden en çok alkış alanlarından biri Venezuella Başkanı Hugo Chavez oldu. Konuşmasında sık sık kapitalizme eleştiriler yönelten ve Marks’tan örnekler veren Chavez, “İklim değişikliği kapitalist bir banka olsaydı çoktan kurtarmış olurlardı. Sistemi değiştirirsek iklimi de değiştirir ve dünyayı kurtarırız” dedi.

Kopenhag’da müzakereleri özellikle gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkelerin hedefler ve finansal mekanizmalar üzerinde anlaşamaması neden oluyor. Seragazı emisyonlarını 2025 yılına kadar 1990 seviyesinin yüzde 20 aşağısına çekmeyi kabul eden ve bu konuda Avrupa Parlamentosu’nda karar alan Avrupa Birliği (AB) iki ülkeyi de daha aktif olmaya çağırıyor. AB, diğer ülkelerin de güçlü hedefler alması halinde yüzde 30’a kadar indirime gideceklerini de söylüyor. Buna karşın ABD 1990 yılını temel almayı reddediyor ve 2025’e kadar 205 yılını temel alarak yüzde 17 indirim yapabileceğini söylüyor. Eleştiriler bu rakamın Kyoto hedefinin bile altında kaldığı görüşünde.