Baz istasyonu sayısı 3G ile 9'a katlanacak

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Şeker, yarından itibaren hayata geçecek olan 3G teknolojisi için mevcut baz istasyonlarının sayısının 9 kat artacağına dikkat çekiyor ve mevcut standartların baz istasyonlarının yarattığı sağlık sorunlarını tanımlamakta yetersiz kaldığını söylüyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk /30 Temmuz 2009

Bugün itibariyle Türkiye’de cep telefonları aracılığıyla görüntülü konuşmalara izin veren 3G teknolojisi kullanıma sunuluyor. 3G ile beraber zaten tartışmalı olan baz istasyonları sorunu da katlanarak artacağa benziyor. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Şeker, yeni teknolojinin kullanılması için geniş banttan sinyal verecek daha fazla baz istasyonuna ihtiyaç duyulacağına dikkat çekiyor.

Bir baz yerine dokuz tane kurulacak
Bugün kullanılan her bir baz santrali yerine dokuz santral kurulması gerektiğini belirten Şeker, yeni teknolojinin insan sağlığına daha zararlı olduğunu da öne sürüyor. İngiltere’de 3G’ye geçilmesi sonucu 50 ile 70 bin arasında ek baz istasyonu kurulduğunu belirten Şeker, “Bugünkü standartlar baz istasyonlarının ısısal etkisine bakıyor. Bir de ısısal olmayan etkiler var. Bunlara da bakılması lazım. Bu konuda çok ciddi araştırmalar var. 3g ile beraber ısısal olmayan etkiler daha da önemli hale geliyor” diyor. Selim Şeker, vatandaşları yeni kurulacak baz istasyonlarının sertifikalarını görmeleri, emniyet mesafelerini kontrol etmeleri konusunda da uyarıyor.

“Şüpheci davranmak zorundayız”
Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yönetim Kurulu Başkanı Musa Çeçen, internet hızının birkaç kat artması ile elektromanyetik kirliliğin o oranda artacağını söylemek zor diyor ancak 3G ile sağlanmak zorunda olan kesintisiz iletişim için çok sayıda baz istasyonunun kurulması gerekliliğini doğruluyor. Çeçen, Türkiye’de iletişimle konuşmanın birbirine karıştırıldığını, bedava dakika ve mesaj promosyonlarıyla “boş konuşmanın” özendirildiğine dikkat çekiyor. Çeçen, “Her türlü teknolojik gelişme toplum sağlığına yararlı diye düşünmek doğru değil. Oda olarak teknolojik gelişmeyi destekliyoruz ama insan ve çevre sağlığı konusundaki kuşkuların üzerine gidilmesini de savunuyoruz. Kanıtlanmamış durumlar varsa bilim, canlılar üzerinde hiçbir etkisi yoktur diyemez. O zaman şüpheci davranmamız gerekiyor” açıklamasını yapıyor.

Ne kadar konuşma, o kadar baz
EMO Başkanı Musa Çeçen, her baz istasyonunun kentlerde bir ayak izi gibi kapsama alanı oluşturduğunu, bu ayak izi içerisinde kalan telefonların konuşabildiğini söylüyor. Sorun, o alan içerisinde konuşmak isteyen telefon sayısının artmasıyla başlıyor. Sayı arttıkça aynı alana bakan baz istasyonu sayısı da arttırılmak zorunda kalıyor bu da üstüste binmiş ayak izleriyle bölgedeki elektromanyetik radyasyonu arttırıyor. Çeçen’e göre toplum bir yandan baz istasyonlarına karşı mücadele ederken, bir yandan da reklam kampanyalarına kapılarak daha çok konuşuyor ve baz istasyonu kurulmasını destekliyor. İki uzman da, 3G teknolojisinin yeterli altyapı olmadan Türkiye’nin her yerinde hemen kullanılamayacağına da dikkat çekiyor.

Yargıtay’dan “baz sağlığa zararlı” kararı

Özgür Gürbüz / 29 Temmuz 2009

Çanakkale’de Esenler Mahallesi’ndeki evinin 15 metre uzağına kurulan baz istasyonuna karşı çıkan Nazmi Sürücü ve 14 komşuları umdukları kararı Yargıtay’dan çıkardı. 2007 yılında evlerinin yanındaki apartmana kurulan baz istasyonun kaldırılması için dava açmış ancak yerel mahkeme aleyhlerine karar vermişti. Kararı temyiz eden davacılar, 16 Nisan 2008 tarihinde dosyayı incelemeye başlayan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, yerel mahkemenin kararının bozmasıyla tekrar umutlandı.

Yerleşim yerlerinden uzağa
Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapora dayanarak alınan kararda, “Kullanılan istasyonun konumuna göre uzun sürede kişi, çevre ve bitkilere zarar verdiği, bu nitelikte bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı bulunduğu, bunun daha uygun ve yerleşim yerlerinden daha uzakta kurulması gerektiği anlaşılmaktadır” deniyor. Bu durumda gözler yeniden yerel mahkemeye çevrildi. Mahkeme, kararında ısrarcı olmazsa baz istasyonunun kaldırılması için işlemlere başlanacak. Mahkeme Yargıtay’ın kararına itiraz ederse ise ikinci bir temyiz süreci başlayacak.

Limitlerin altında bile olsa...
Nazmi Sürücü ve arkadaşlarının avukatlığını yapan Yelda Kullap, emsal değeri taşıyan kararın içerisinde baz istasyonlarından muzdarip vatandaşlar için örnek olabilecek yorumlara yer verildiğine dikkat çekiyor. Yerel mahkeme heyetince yapılan incelemede baz istasyonun yönetmelikçe belirtilen limitlere uygun hatta altındaki değerlerle çalıştığın saptansa da, temyiz kararında, “...limitlerin altında bulunduğu belirlense bile bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez” deniyor.

Gecikmiş adalet adalet değildir
Aynı zamanda Baz-Dur Platformu eş sözcüsü olan Kullap, karara sevinde de dava sürecinin uzun olmasından yakınıyor. “Gecikmiş adalet, adalet olmuyor. Dava süreci uzun sürüyor ve halk sağlığı tehlike altında kalıyor” diyen Kullap, yerel mahkemede baz aleyhine karar çıkar çıkmaz, ihtiyat-i tedbir kararı alınarak söz konusu istasyonun çalışmasının durdurulmasına izin verilmesini istiyor. Bu karar çıkarılmazsa mahkeme sonucuna göre, temyiz sonucunu beklemenin iki yıl kaybettirdiğine dikkat çekiyor.

Fransız âşıklar Rize’ye geliyor

Bu yıl dördüncüsü yapılacak olan Rize’deki Yeşil Yayla Festivali’ne Fransa’nın türkü söylemekte ısrar eden âşıkları da konuk olacak.

Özgür Gürbüz-Habertürk İnternet / 29 Temmuz 2009

Yeterince şarap ve peynir stoğuyla başbaşa bırakılan aşık bir Fransız ne yapar dersiniz? Tahmin etmesi zor ama o da bizim âşıklarımız gibi yanık bir türkü söylemeye başlar. İnanmıyorsanız görmek için 6-13 Ağustos arasında Rize’de gerçekleşecek 4.Yeşil Yayla Festivali’ne gitmeniz yeterli. Fransa’nın Britanya bölgesinden gelen, beşi 60’ını aşmış tam 19 bağrı yanık delikanlı, romantik türkülerini gaydalar eşliğinde söyleyecek. Türkiye’nin dört bir yanından festivale gelenler de kendilerine eşlik edecek.

Kemençe ve piyano yanyana
Gallo-Roman hatta Galyalı diyebileceğimiz konuk Fransızlar, yıllar sonra göçler yüzünden unutulmuş geleneklerini ve türkülerinin peşlerine düşmüş bir grup aslında. Onların bu türkü sevdası, derlemeci yapıları, Karadeniz’in dostlarının benzer sevdalarıyla örtüşünce anlamlı bir birliktelik ortaya çıkmış. Amaç, eski geleneklerin, türkülerin unutulmaması ve farklı dillerde de olsa, doğa için, aşk için kısaca yaşam için titreyen gırtlaktaki tellerin sayısının artması. Bu arada eller de boş durmayacak gibi gözüküyor. Birol Topaloğlu tulumu, Dikkaya Köyü’nün yukarısında bulunan Handağı Zenimosi düzlüğünde, Richard Laniepce’nin gaydası ile buluşacak. Karadeniz Kadın Sahnesi’nde Ayşe Tütüncü’nün piyano, İlknur Yakupoğlu’nun kemençesiyle katılacağı konser ilginç tınılara yer vereceğe benzer.

Bu yıl ana tema bitkiler
Yeşil yayla Festivali’nin en büyük özelliklerinden biri de konser alanlarının özenle seçilmesi ve tek bir noktaya sabitlenmemesi. Müzik dinlerken arkasındaki tarihi yapıyı ya da doğal güzelliği atlamanız zor. Organizasyonu üstlenen Gola ve Biryaşam dernekleri bu konuya özel bir hassasiyet gösteriyor. Her festivalin bir teması oluyor, etkinlik mekanlarının temayla uyumlu olmasına çalışılıyor. Bu yıl sıra bitkilerde. Festival boyunca bitkilerle ilgili bilgiler alabilecek Dr. Şaduman Karaca eşliğinde yürüyüşe çıkıp bitkileri de tanıyabileceksiniz. Kısaca özetlemek gerekirse, Yeşil Yayla sadece bir müzik festivali değil. 6 Ağustos’ta Rize-Fındıklı’da başlayan festivalin son 4 günü Hopa ve Artvin’deki Kafkas filmlerine ayrılmış. Bitkilerle başlayan yayladaki yolculuk, Fransızca, Türkçe ve Lazca türküler eşliğinde kente iniyor ve orada beyaz perdeyle buluşuyor sizin anlayacağınız...

***
İletişim için:
www.yaylafest.org
www.golader.org
www.biryasam.com.tr

Ya trafiğe açık olsaydı!

Burası İstanbul'un parlayan yıldızı talimhane. Otellerin ve restoranların bulunduğu alan trafiğe kapalı. Açıkolsaydı herhalde daha az araç olurdu. Yasak tanımayıp park edenler, girip çıkmayan dev otobüsler ve taksiler yüzünden keşmekeş yaşanıyor.

Özgür Gürbüz-Habertürk İstanbul / 26 Temmuz 2009

Bundan beş yıl önce hayata geçirildiğinde, Talimhane’yi restoran ve otelleriyle çok özel bir turistik bölge yapmayı amaçlayan plan sınıfta kaldı. Günümüz parasıyla 15 milyon TL harcanan, tüm altyapı çalışmaları tamamlanan alana araç girişinin kontrol noktalarından belirlenen saatlerde yapılması planlanmıştı. Sadece sabah 06:00 ile 10:00 saatleri arasında taşıtlara açık olan alan gün boyunca birçok sivil aracın dolaştığı bir yer haline geldi. Belediye yetkililerinden aldığımız bilgiye göre, belirtilen saatler dışında Talimhane’ye giriş ancak belirli araçlara veriliyor ve kısa süre içerisinde çıkış yapmaları isteniyor. Pratikte ise bu kurallar denetimsizlik yüzünden pek uygulanmıyor.

İstiklal de böyle olmasın
Otellerin yanında gün boyu park eden araçlara rastlamak mümkün. Yaya yollarının da bölgedeki otel ve restoranların çiçek, saksı gibi engellemeleriyle kapanması nedeniyle Talimhane, araçlara değil yayalara kapalı bir hal almış durumda. Sorun bu kadarla da bitmiyor. Abdülhak Hamit caddesi’ne verilen trafik akışı da yaya yollarının bu caddeye açıldığı yerlerde park eden araçlar sayesinde sık sık sekteye uğruyor. Taksiler, özellikle yabancı turistleri yakalamak için bu caddenin hemen her yerine park ediyor.

Cadde boyunca park yasağının ihlal edildiğini de belirtmekte fayda var. Araç trafiğine kapanan Talimhane’ye bakanlar, dün araç trafiğine kapatılma kararı alan İstiklal Caddesi’nin de bu duruma düşmesinden korkuyor.

Palovit Vadisi’nde dozerlere tepki!

Rize il sınırları içerisindeki Palovit Vadisi’ndeki yol çalışması çevrecileri ayağa kaldırdı. Yayları birbirine bağlama projesinde mevcut patika yolların genişletilmesi için yapılan çalışmanın, bölgedeki ekolojik dengeyi bozduğuna değinen çevreciler 10 Ağustos’ta Palovit Şelalesi önünde basın açıklaması yapacaklar. Bölge, yerli ve yabancı turistlerin sıkça ziyaret ettiği, vahşi hayatın hala yaşamaya devam ettiği nadir alanlardan biri olarak biliniyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 25 Temmuz 2009 *

Türkiye’de vahşi hayatın sığınmaya çalıştığı ender coğrafyalardan biri olan Palovit Vadisi de dozerlerle tanıştı. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Palovit Şelalesi’ne giden patika yol, dozerlerle genişletilmeye çalışılıyor. Yayların birbirine bağlanma projesi kapsamında başlatıldığı öne sürülen yol çalışmasına çevreciler tepki gösteriyor. Mevcut çalışmanın, Palovit Şelalesi ötesindeki 7-8 kilometrelik alana da (Amlakit Yaylası) uzayacağından endişe eden çevreciler Türkiye çapında bir kampanya başlatarak yol çalışmalarının biran önce durdurulmasını istiyor. Çevrecilerin endişeleri çok da yersiz değil. 15 Ocak 2009 tarihinde Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından alınan 1934 sayılı kararda, Şenköy’den başlayan, Palovit’ten geçen yolun Amlakit Yaylası’na ulaşacağı yazılı. “Onarım ve yapım” şeklinde verilen izinde bölgenin 1. dereceden doğal SİT Alanı ve Milli Park olduğu ve yolun genişliğinin en fazla beş metre olabileceği de belirtilmiş.

Kampanyanın yürütücülerinden ve aynı zamanda Doğa Karadeniz Dergisi Yayın Koordinatörü olan Uğur Biryol, benzer bir girişimin önceki yıllarda da yaşandığını ancak eski Rize Valisi Kasım Esen’in çalışmaları durdurduğunu belirtiyor. Biryol, mevcut 5-6 kilometrelik yolu düzeltme adı altında başlayan çalışmaların, Palovit Şelale’sinden sonraki bölümde de devam etmesi halinde buradaki vahşi hayatın zarar göreceğini öne sürüyor. Bu bölge, bozayılardan, kırmızı benekli alabalığa kadar birçok canlıya ev sahipliği yapıyor. “Trabzon Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu ve Rize Valiliğine başvurduk ama henüz bir yanıt alamadık” diyen Biryol, “Bölge, SİT alanı ve Milli Park içerisinde. Köylüler yol için baskı yapıyor. Tüm yıl içerisinde 10-15 gün kullanacakları bir yol için köylüler bastırıyor. Yazın toplam nüfus 100’ü geçmiyor. 100 kişi için yol yapılır mı?” diye soruyor. 10 Ağustos’ta, kampanyaya öncülük eden kişi ve kuruluşlar, Şelale başında kitlesel bir basın açıklaması yapmaya da hazırlanıyorlar.

***
Palovit Vadisi
Bölgede, alüviyal akarsu ormanları (kızılağaç), geniş yapraklı ılıman ormanlar (doğu kayını), iğne yapraklı doğu ladini ormanları, yapraklı ve karışık ormanlar, geniş alpin çayırlıklar ve kayalık habitatlar, nadir şimşir ormanları gibi Doğu Karadeniz'e özgü bütün habitatları bulmak mümkün.

*Orjinal metin

Yangın, Bodrum'un çöp sorununu ortaya çıkardı

Bodrum çöplüğünden başlayan ve 15 hektar ormanlık alanın yok olmasına neden olan yangın, Bodrum’un çöp sorununu ortaya çıkardı. Belediye, bertaraf tesisi için çalışmaları hızlandırdı; Tesisin Mumcular’a kurulması gündemde.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk/25 Temmuz 2009 *

Önceki gece başlayan ve dün sabah saatlerinde kontrol altına alınan yangın, Bodrum’un bir başka sorununu gün yüzüne çıkardı. Bodrum Çöplüğü olarak bilinen Gökçeler Bölgesi, 1985’den beri vahşi çöp depolama alanı olarak kullanılıyor. Bodrum’da bu bölge dışında Turgutreis, Yalıkavak ve Mumcular’da da vahşi çöp depolama alanları bulunuyor. Yaz yalarında günde 170 tona varan çöp çıkan belediyenin bir tek düzenli depolama alanı ve çöp bertaraf tesisi ise bulunmuyor. Kış aylarında ise Bodrum’dan günde 60 ton civarı çöp çıkıyor.

Atık tesisi Mumcular'a
Yangının, çöp alanındaki evsel atıklardan değil ama alana bırakılan kesilmiş dallardan çıktığını belirten belediye yetkilileri, Çevre ve Orman Bakanlığı önderliğinde bir proje çalışması için çalışmalara başladıkları bir sırada yangının çıkmasının talihsizlik olduğunu söylüyor. Belediye yetkililerinden aldığımız bilgilere göre, Bodrum’un çöplerinin düzenli depolanacağı ve bertaraf edileceği tesisin Mumcular’da kurulması düşünülüyor. Bertaraf tesisinin kurulmasıyla eski çöp alanları da islah edilecek. Yeni tesis için Avrupa Birliği kaynaklı fonların da kullanılması gündemde.

Metan gazı tehlikesi yok
Yangın çıkan çöpte soğutma çalışmalarının devam ettiğini belirten yetkililer, metan gazı kaynaklı yangın tehlikesinin olmadığını ve güvenlik tedbirlerinin alındığını söyledi. Bölgede atık tesisi için Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan yetkililerin de incelemelerde bulunduğu öğrenildi. Uzmanlardan aldığımız bilgilere göre, hiç bir itiraz gelmemesi ve her şeyin yolunda gittiği bir durumda bile, atık tesisinin faaliyete geçmesinin 2 yılı bulacağı belirtiliyor.

20-30 yıl sonra eski haline gelir
Bu arada bir yazılı açıklama yapan Yeşil Bilgi Platformu, yanan yerlerin eski haline gelmesi için 20-30 yıla ihtiyaç duyulduğu, bunun da büyük bir zaman, enerji ve maddi kayıba yo açtığı belirtildi. Orman yangınlarının yüzde 94 oranında insan hatasından kaynaklandığını belirten platform, yüzde 48’inin de direkt olarak dikkatsizlikten kaynaklandığını söyleyerek kamuoyunu daha dikkatli olmaya çağırdı.

***
Mimarlar Odası'nın uyarısı
Mimarlar Odası Bodrum Temsilciliği, 23 Mart 2007 yılında, “Bodrum Yarımadası Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi 1/25000 Ölçekli Çevre Düzeni İlave ve Revizyon Planı Çalışmaları”na görüş belirtmiş. Oda’nın yazdığı yazıda çöp depolama alanı ile ilgili olarak, “Çöp toplama ve imha arıtma tesisleri ile ilgili olarak yer belirlemeden önce, yarımadadaki evsel ve diğer katı atıkların niteliği ile ilgili bir araştırma yapılmalı, elde edilecek bulgu ve bilgilerle, nasıl bir katı atık yönetim sitemi kullanılacağı belirlenmeli ve ancak bu bulgulara ulaşıldıktan sonra yer tespiti plana işlenmelidir. Hangi teknoloji ve sistemin kullanılacağı belirlenmeden plana işlenecek yerlerin amaca hizmet edememe olasılığı göz ardı edilmemelidir” uyarısı yer alıyor.

* Orjinal metin

Şebekemiz değişiyor

Su şebekesini güçlendirmek isteyen İSKİ, deprem ve terörist saldırılardan daha az etkilenecek, yerel su kaynaklarını değerlendirebilen Hollanda menşeli yeni bir su şebekesi sistemi denedi. Denenen sistemin sonuçlarıyla Çevre ve Orman Bakanlığı, İller Bankası, ASKİ ve DSİ’de ilgileniyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk/22 Temmuz 2009

İstanbul gibi göçün durdurulamadığı kentlerde artan nüfusa yeterli suyun sağlanması kadar, kaliteli su sağlanması da oldukça önemli bir problem. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) bu konuda bazı yabancı firmalarla görüşüyor. Hollanda kökenli Water4all ve Vitens firmalarıyla Kağıthane’deki laboratuarlarında yeni bir sitemin ilk denemeleri tamamlandı. “HOLTU” adı verilen sistemin yine aynı yerde büyük ölçekli ve tam fonksiyonlu bir örneğinin önümüzdeki aylarda kurulması da gündemde.

Birbirine bağlantılı dev bir su şebekesi yerine küçük, yerel arıtma tesisleri olarak tanımlanabilecek bu model yüzey ve yağmur sularını da kullanabiliyor. Bu küçük ölçekli arıtma tesislerinin en önemli özelliklerinden biri deprem veya terörist bir saldırı sonucunda, sistemin bütünü değil yerel arıtma tesisi etkilendiği için, tüm kentin susuz kalmasının önüne geçmesi. Habertürk’ün sorularını yanıtlayan Water 4all ve Vitens’in su uzmanı Eef Lammers, bu özelliği bir ağ içerisinde çalışan bilgisayarlardan birinin bozulmasına benzetiyor. Bozulan bilgisayar ağın çalışmasını engellemiyor, sorun arızanın olduğu yerle sınırlı kalıyor. Birbirine bağlı, tek merkezden beslenen büyük şebekelerde ise bu tip olaylar karşısında riskler daha büyük. Lammers, HOLTU sisteminin günde 600 metreküpe kadar su arıtımı yapabildiğini ve arıtılan suyun kalitesinin değişmesinin, örneğin sağanak yağmur yağması sistemde sorun yaratmadığını öne sürüyor. Testler sırasında Alibeyköy ve Terkos’un suları aralıklarla karıştırılarak siteme verilmiş fakat arıtılan suyun kalitesinde sorun yaşanmamış. Yapılan test sonuçlarının olumlu çıktığını belirten Lammers, sitemin az enerji ihtiyacı nedeniyle güneş enerjisiyle bile çalıştırılabileceğini söylüyor.

HOLTU sistemi uzaktan kumanda ile yönetilebiliyor ve başında bir operatörün beklemesine ihtiyaç duymuyor. İki ayda bir bakım yapılması gerekiyor. Arıtma işlemi sırasında kimyasal kullanılmıyor, kimyasallar sadece filtrelerin temizliğinde kullanılıyor diyen Lammers’a göre İSKİ’nin enerji ve kimyasal masrafları düşeceği için böyle bir sisteme geçmesi kendilerine ekonomik avantaj sağlayacak. Bu konuda İSKİ’den bize henüz bir geri dönüş olmadığı için onların ne düşündüğünü bilemiyoruz. Projenin bir teknoloji transferi şeklinde gerçekleşeceği, teknolojinin lisansının verileceği ve Hollanda kökenli Rabo Bankası’nın proje için 100 milyon avroluk bir krediyi hazır ettiği de aldığımız duyumlar arasında. Denenen sistemin sonuçlarıyla Çevre ve Orman Bakanlığı, İller Bankası, ASKİ ve DSİ’de ilgileniyor. Ankara’da ilgili kurumlarla yapılan yapılan görüşmeler Ağustos ayında tekrarlanacak.

“Sahibinden” anakonda!

İnternet üzerinden hayvan satışı yasal sınır tanımıyor. Satılan hayvanlar arasında, Türkiye’ye ithali yasak olan bazı türler olduğu gibi evde beslenmesi düşünülemeyecek üç metrelik anakonda yılanı bile var.

Özgür Gürbüz - Habertürk İnternet /21 Temmuz 2009

Kendisi üç metre boyunda ve fiyatı sadece 15 bin lira. Yedi gün içinde evinize teslim edilebilen, filmlerden tanıdığınız anakonda yılanı şu anda bir internet sitesi üzerinden satışa sunulmuş durumda. Kim evinde besler, geceleri nasıl yanında yatar bilinmez. Tek bilinen, hayvan ticaretinin tüm kontrolsüzlüğüyle Türkiye’de devam ettiği.

Postacılar tarantula taşıdığını biliyor mu?
Satışı yasak olan, nesli tükenme tehlikesindeki hayvanlar bile internet üzerinden satılıyor. “Pandinus Imperator” da bunlardan biri. Nam-ı diğer “İmparator Akrep”. Afrika kökenli bu akrebe ulaşmanız için binlerce kilometre yol yapmanıza gerek yok. İnternet üzerinden bu akrebi evlat edinme şansınız var, APS ile evinize bile gönderiyorlar (postacılar, sanırım bu bilgiden pek hoşlanmayacak). 60 lira gibi bir para ödedikten sonra, ‘sahibinden.com’ aracılığıyla evinize gönderilen bu hayvana nasıl bakacağınızı ve bu yaptığınızın yasadışı bir işlem olduğunu bilmeniz yeterli.

Türkiye’ye girmesi yasak
İmparator Akrebi, Türkiye’nin de 1996 yılında taraf olduğu neslinin devamı tehlikeye girmiş olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretini kontrol etmeye çalışan CITES’ın listesinde yer alıyor. CITES Yönetmeliği’nin Resmi Gazete’de yayımlanma tarihi ise 2001. Buna rağmen imparator akrebi gibi birçok tür internet ve hayvan dükkanları (pet shop) tarafından satılmaya devam ediyor. Birçok hayvan ve böcek türü, bu işten para kazanmaya çalışan insanların elinde, uygunsuz koşullarda yaşamak zorunda kalıyor. Akrep, tarantula dışında birçok evcil hayvan da bu ticaretten zarar görüyor. Kedi, köpek gibi türler ise ticari amaç için üretiliyor, “çirkin” olanları çoğu zaman ölüme terk edilirken diğer yavrular satışa sunuluyor.

Hayvanseverler harekete geçti
Bu konuda harekete geçen hayvanseverler, harekete geçmiş durumda. Bir süre önce, “sahibinden.com” adlı sitedeki hayvan satışıyla ilgili bölümün kapatılması için harekete geçen Tolga Akyıldız, kurduğu web sayfasıyla, hayvanseverleri boykota katılmaya ve söz konusu siteden canlı alımı yapmamaya çalışıyor. “Feysbuk”taki grubun üye sayısı şimdiden bin 500’ü geçmiş durumda. “İnternet üzerinden hayvan satışı Türkiye için yeni değil ancak ‘sahibinden.com’un çok büyük bir alıcı kitlesi var” diyen Akyıldız, bu sitenin paralı hayvan satışı yapan kısmını tamamen kapatıp, yerine sahipsiz hayvanların ilanlarına yer vermesi ve onlara ev bulunmasına yardımcı olmasını istiyor. Kampanyası ses getiren Akyıldız, geçtiğimiz pazartesi günü ‘sahibinden.com’ adlı sitenin yetkilileriyle bir görüşme yapmayı başardı. Görüşmenin olumlu geçtiğini belirten Akyıldız, site sahiplerine bir öneri paketi hazırlayacaklarını belirtiyor ama satışlar durana kadar kampanyaya devam edeceklerini de söylüyor.

Eleştiriler haksız
Sahibinden.com Genel Müdürü Müge Seymen ise yöneltilen eleştirileri haksız buluyor ve hayvan satışının birçok kanal üzerinden yapıldığını belirterek kendilerinin hedef gösterilmesinden rahatsız olduklarını belirtiyor. Seymen, “Kullanıcılarımızı mümkün olduğunca bilgilendiriyoruz. Hayvanlar Alemi grubunda ilan vermek isteyen kullanıcılarımıza ilan verme aşamasında; 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 5. maddesinde yer alan hayvanların bakımı ve korunması ile ilgili maddeyi ayrıca bu maddeye uymayan kişilere uygulanacak cezanın yer aldığı 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nun 28. maddesini iletmekteyiz” diyor.