Eroğlu: Kyoto'yu imzalayacağız

Dünya Bali'de Kyoto sonrasını tartışırken, Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Türkiye'nin özel şartları kabul edilirse Kyoto'ya imza atacaklarını söylüyor. Çalışmaların sürdüğü bilgisini veren Eroğlu, Türkiye'nin emisyonlarını çok aşağıya indirmesi istenirse, hayır diyeceklerinin altını çiziyor.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Ocak 2008

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kyoto'ya olumlu bakıyoruz" açıklamasına Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'ndan da destek geldi. Global Enerji'nin sorularını yanıtlayan Eroğlu, "Kyoto'ya, özel şartlarımız kabul edildiği takdirde imza atacağız. Şu anda çalışmaları yapıyoruz, süreci yakından takip ediyoruz. Onlar istediği için değil yapılması gerektiğine inandığımız için yapıyoruz. Örneğin AB ile ilgili bazı kriterler gündeme geliyor. Bakıyoruz, makul şeyler varsa, ülkenin refah seviyesine katkıda bulunacaksa yapıyoruz" açıklamasını yaparak Kyoto konusunda çalışmaların hız kazandığını doğruluyor.

Değişik bakanlıkların en üst seviyesindeki yetkililerinin katılımıyla toplanan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu'nda da konunun görüşüldüğünü belirten Eroğlu, "Biz vazifemizi yapıyoruz. Eğer kontrol etmezsek karbondioksit emisyonları yükselmeye devam edecek. Ormanları arttırarak, katı atık tesisleri yaparak emisyonları belli bir seviyede tutacağız" diyor. Eroğlu, Koordinasyon Kurulu'nun son toplantısına katılarak, çoğunluğunu müsteşarların oluşturduğu 30-40 kişiye Kyoto konusunda talimat verdiğine değiniyor. Türkiye'nin özel şartlarını, hangi koşullarda anlaşmaya "evet" diyeceğini, eline kağıt kalem alarak sade bir grafikle şöyle anlatıyor. Eroğlu'na göre, Türkiye pazarlık masasına, 1990 yılından bu yana dünya rekorları kırarak artan sera gazı emisyonlarını bundan böyle belli bir seviyede tutma sözüyle oturacak. Kabul edilirse anlaşma imzalanacak. Eğer, Türkiye'den bugünkü gelinen seviyenin kontrolünün ötesinde, yani ciddi indirim istenirse, "imza" garanti değil. Eroğlu, emisyon rakamlarının çok aşağılara indirilmesi istenen bir senaryoya hayır diyeceklerinin sinyalini veriyor.

Ağaçlandırma seferberliği
Türkiye'de kişi başına düşen emisyonların yılda 4.1 ton olduğunu, Avrupa ve ABD'de bu rakamın 3 veya 5 kat fazla olduğunu belirten Eroğlu, "Hesap yaptık, dünyadaki emisyonların yanında bizim emisyonumuz ihmal edilecek düzeyde ama biz yine de bu vazifeleri yapıyoruz" diyor. Türkiye'nin Kyoto'ya hazırlandığının en büyük kanıtı da Resmi Gazete'de yayınlanan 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma Seferberliği Kanunu. Kanunla birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük ağaçlandırma seferberliğini başlattıklarını belirten Eroğlu, 2008-2012 yılları arasında 2 milyon 300 bin hektar alanın ağaçlandırılacağı bilgisini veriyor. Bu Belçika'dan biraz daha küçük, yaklaşık Trakya kadar bir alan. Çevre Bakanlığı sadece ağaçlandırma yapmayacak, koordinasyonu da sağlayacak. Birçok kurumla protokol imzalanıyor; Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri gibi. Eroğlu, kampanyanın kontrolünün nasıl yapılacağıyla ilgili olarak, "81 ilden 3 ayda bir rapor alacağız. Biz de Sayın Başbakan'a her yıl rapor vereceğiz" yanıtını veriyor. Ağaçlandırma seferberliğinin Kyoto'nun ilk dönemi olan 20082012 yılları arasında yapılması bir rastlantıdan çok provaya benziyor. Ağaçlar karbondioksit emerek fotosentez yaptıkları için küresel ısınmayı durduracak "yutak alanlar" olarak ifade ediliyor. Eroğlu, şu an Türkiye'nin ormanlarının her yıl 70 milyar tona yakın karbondioksit emdiğini ve bu kampanyayla rakamın 100 ila 120 milyar ton civarına çıkacağını söylüyor.

"Nükleer konusunda tereddüdüm yok"
Nükleer enerji konusundaki sorularımıza, "Türkiye'de nükleer enerji şarttır, elzemdir" diyerek yanıt veren Eroğlu, "Türkiye'nin enerji projeksiyonunu bizzat çizen bir kişiyim. Enerji ihtiyacı yılda yüzde 8 artıyor. Bu talebi karşılamak için hidroelektrik kaynakları sonuna kadar kullanacağız. Bin 200'den fazla özel sektör hidroelektrik santrale müracaat etti. Buradan 1015 bin megavat gelir. Rüzgârdan da 10 bin gelse toplam 25 bin megavat eder. Bu da 60 milyar kilovat saat demek. Ama yetmez" açıklamasını yapıyor. Nükleer enerji konusunda hiçbir tereddüdü olmadığının altını çizen Çevre ve Orman Bakanı, geçtiğimiz aylarda Türkiye'yi ziyaret eden Almanya Çevre Bakanı'nın aksi görüşte olduğunu anımsatmamız üzerine, "Fransa'da ise destekliyorlar. Konu tartışılıyor. Herhangi bir çevre riski oluşturmaz, yeter ki atıklar için bertaraf tesisi kurulsun. Biz gerekli kontrolleri yapacağız. Yapılacak şey, ileri teknolojileri seçmekten ibaret" açıklamasını yapıyor.

Çok başlılık suda sıkıntıya neden oldu
Prof. Veysel Eroğlu'na, DSİ'nin Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlanmasına kadar varan birçok yapısal değişikliğin nedenlerini de sorduk. Eroğlu süreci şöyle özetledi: "Geçen yıl yaşanan kuraklık, suyun tek elden yönetilmesinde etkili oldu. Su konusunda çok başlılık epey sıkıntı yaratıyordu. Çevre ile suyun birleşmesi konusu seçimlerden önce de tartışılmıştı ama seçimlerden sonra yapılması uygun görüldü. Suyun yağıştan başlayarak atık su arıtma tesislerine kadar tek elden yönetilmesi gerek. Yönetimsel değişikliğin yüzde 90'ı gerçekleşti. Başka kurumlara ait olan bazı birimlerin de bakanlığımıza bağlanması gerek. Onun üzerinde çalışıyoruz ama şu anda isim vermek doğru olmaz." Çevre Bakanı olmadan önceki görev yeri DSİ'deki çalışmalarını da değerlendiren Eroğlu, "DSİ'de biz çok köklü bir anlayış değişikliği yaptık. Zamanla yarışan, halka hizmet eden bir kurum yarattık; 'Ne zaman biterse biter' anlayışından, 'Şu gün, şu tarihte bitecek' anlayışına geçtik. Baraj inşaatından içme su arıtma tesislerine kadar modern teknolojiyi kullanan bir kurum yarattık. Dost düşman herkes bu çalışmalarımızı takdir etti. 4.5 yılda 366 tesis açtık. 1520 yılda bitecek tesisleri biz çok kısa sürede bitirdik" diye konuşuyor.

‘Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı’

Özgür Gürbüz - Sabah / 12 Ocak 2008

Fotoğraf: Cenk Ertekin

Silivri’nin Alibey Mahallesi’ndeki belediye konutlarının tam arkasında sayıları 300’ü bulan çingeneler 10 aylık Yaşam bebeğe ağlıyor. 2 Ocak gecesi, Yaşam bebeğin plastik ve kartondan yapılmış çadırında çıkan yangın hem onun hem de onu kurtarmak isteyen Amcası Yılmaz Güreşir’in canını aldı. Yaşam’ın iki buçuk yaşındaki kardeşi Mert’i kucağından düşürmeyen annesi Gürcan Güreşir, sadece “Bir tek bu (Mert) kaldı” diyebiliyor. Babası Kadir’in ağzını bıçak açmıyor. Kardeşi Yaşar, “Yeni ev yapacağız dediler evlerimizin yıkılmasına itiraz etmedik. 3 aydır çadırdayız” diyerek kızgınlığını dile getiriyor. Yaşam’ın anneannesi Ayşe Bakırcı ise ekliyor: “Evlerimiz yıkılmasaydı torunum kömür olmazdı”.

Uzun yıllardır yaşadıkları bu arsaya kurdukları gecekonduları Ekim ayında “okul yapılacak” gerekçesiyle yıkılmış. Onlar da mecburen tek geçim yolları olan çöpten topladıkları plastik ve kağıtlardan çadırlar kurarak başlarını sokacak yeni bir yer yapmışlar. Önce kasım ayında Silivri’yi sular altında bırakan selle boğuşmuşlar sonra da bu yangın felaketi ile sarsılmışlar. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan’a tepkililer. Okul yapılacak diye evlerinin yıkımına ses çıkarmadıklarını söyleyen Çingeneler, daha sonra zemin uygun olmadığı için okul yapımından vazgeçildiğini öğrenmişler. Turan’a şikayetlerini iletip kendilerine ev yapacak arsa istediklerinde ise, “Nereden geldinizse oraya gidin” yanıtını aldıklarını söylüyorlar. Ayrım yapıldığını anlatan çadır kentin sakinleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’a “yardım etmesi” için çağrıda bulunuyor.

40 aileye konteynır ev
Belediye Başkanı Turan, ise “Biz onların evlerini yıkmadık” diyor. Gördüğümüz yıkıntıların bir tarafı tuğladan diğer tarafı naylondan ibaret yapılar olduğunu söylüyor, ev olarak kabul etmiyor. 40 aileye “konteynır ev” verileceğini belirten Turan, Çingenelerin kaldığı bölgenin tam dere yatağının üzerinde olduğunu ve sel tehlikesiyle karşı karşıya oldukları için orada kalmalarının doğru olmadığını belirtiyor. Konteynır ev haberinin yangından hemen sonra 5 Ocak’ta açıklanmasının talihsizlik olarak niteleyen başkan, “Sanki yangınla örtüşüyormuş gibi oldu” açıklamasını yapıyor. Turan, “Ev yıkım olayı kesinlikle olmadı. Biz, 2004 seçimlerinden önce sizlere ev vereceğiz dedik. Bunu duyan Keşan’daki, Edirne’deki Roman vatandaşlar Silivri Belediyesi ev verecek diye buraya geldi. 40-50 hane birden 100’e çıktı. Biz onları geri göndereceğiz. Onları kabul etmiyoruz. Muhtardan kayıtları aldık ve Çeribaşı ile protokol imzaladık” açıklamasını yapıyor.

Okul mu olacak park mı?
Belediye Başkanı’na Çingenelerin yaşadığı bölgede ne yapılacağını sorusuna “Dereyi islah etmek zorundayız. Sel tehlikesi var. O bölgeyi yaya yürüyüş alanları ve çevre düzenlemesiyle park yapacağız” yanıtını alıyoruz. Park yapılacak alanın etrafında Belediye Konutları da dahil olmak üzere blok blok yapılar var. Turan, diğer yapılaşmaların da yanlış olduğunu, dere yatağına yapılan toplu konutlardan birkaçının 1999 depreminde zarar gördüğünü açıklıyor ancak bu konutlarla ilgili çok da fazla bir şey yapamıyoruz diyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldığımız bilgi ise yapılması düşünülen okul projesinin zemine uygun olmaması nedeniyle müteahhit ve bakanlık tarafından onaylanmadığını, başka bir yere taşındığı yönünde. Yine de okul yapacağız diyen yetkililer, temeli daha derine inen projeyi 2008’de hayata geçireceklerini söylüyor.

Çingeneler taksitle arsa istiyor
Silivri’deki çingenelerden Selçuk Kıymaz, 5 yıldır burada yaşadığını ve biriktirdiği 5 bin YTL’yi kendisine verilecek bir arsa için vermeye hazır olduğunu söylüyor. Gerisini 200-300 taksitle ödeyebileceğini söylüyor. Yılmaz, “Halk gününde konuştum. Başkanım, 5 milyarım var bana 150 metrekare yer ver dedim. Bana trilyonda versen sana yer vermem dedi. Herkes geldiği yere gidecek. Şimdi kiraya çıksam elimdeki para ancak bu kışı geçirmeye yeter. Çöpten topladıklarım bana günde 10-15 lira ancak getiriyor” diyor. Annesi Hamide Kıymaz ise “Nerden geldiyseniz oraya gidin” sözüne içerlemiş: “O zaman benden alsınlar bu TC numarasını. Türk nüfus kağıdını da alsınlar. Nereye aitsem oraya göndersinler. Ben Türk vatandaşı değil miyim? Hüseyin Turan da biryerlerden gelme buraya, Başbakanımız da. Şart değil ki anam babam beni Silivri de doğursun”. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan, arsa taleplerine “Yerimiz olsa verirdik” yanıtını veriyor ve konteynır evlerin arazisinin de Hazine’den sağlandığına dikkat çekiyor.

Atık yağları toplamayanın peşine belediyeler düşecek

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Ocak 2008

Türkiye'de kullanılan 1 milyon 650 bin ton bitkisel yağın her yıl 350 bin tonu atık yağ olarak lavabolardan, kanalizasyona oradan da su kaynaklarına gidiyor ve büyük bir çevre sorunu teşkil ediyor. Tarım Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık, 350 bin tonu bulan atık yağların sadece yüzde birinin geri toplanabildiğini söylüyor. Atık yağların toplanması için 19 Nisan 2005’te çıkan yönetmeliğe ek olarak, Çevre ve Orman Bakanlığı, 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 9 ilçe belediyesine denetleme ve ceza kesme yetkisi verdi. Bağcılar, Bayrampaşa, Silivri, Şişli, Eminönü, Fatih, Sarıyer ve Eyüp belediyeleri, bitkisel atık yağ üreten otel, lokanta, yemek fabrikaları gibi yerleri artık denetleyebilecek. Belediyeler ayrıca evlerden kızartmalık yağları toplamak için gerekli sistemi kurmak ve halkı bilgilendirmekle de yükümlü olacak.

İstanbul’da gerçekleşen “Bitkisel Atık Yağların İnsan Sağlığı ve Çevreye Etkileri, Biyodizelin Önemi” başlıklı sempozyumda biraya gelen bürokratlar ve sektör temsilcileri atık yağ konusundaki sorunları ve fırsatları tartıştı. ALBİYOBİR (Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği) Başkanı Tamer Afacan atık yağlardan biyodizel elde edilmesi halinde çevresel bir problemin çevresel bir avantaja dönüştürüleceğini söylüyor. Afacan, “Ülkemizde tahmini rakamları bir kenera bırakırsak ve 100 bin ton kullanılmış yağın toplandığını varsayarsak bundan 75 milyon dolarlık petrol eşdeğeri akaryakıt elde edebileceğiz” diyor. İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Emin Birpınar ise, yüzde birlik oranın azlığından yakınıyor ve denetimleri sıklaştırılması gerektiğini belirtti. Birpınar, “2007 yılında sadece 2 bin 500 ton atık yağ toplanmış. 350 bin tondan biyodizel yapılsa 750 milyon dolarlık bir akaryakıtın dünyadan satın alınması önlenir” diyor ve ekliyor: “Toplanan atık yağlardan sabun yapılıyor Kaçak olarak yeniden yağ olarak kullanılıyorsa çok kötü”.

Gıda denetimleri sıklaştı
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Artık ise Türkiye’de gıda güvenliğine Avrupa ülkelerinden daha çok önem verildiğini söyledi ve 2007 yılında yapılan denetimler hakkında bilgi verdi. 2007 yılında tüm Türkiye’de 5 bin 400 gıda denetçisi tarafından 81 ilde 66 bin 158 denetim yapıldı. Toplu gıda tüketimi yapılan yerlerden 298 tanesine idari para cezası kesilirken, 92 tanesi savcılığa sevk edilmiş. Denetlenen 2638 yemek fabrikasından da 179’una idari para cezası kesildi, 42 tanesi savcılığa sevk edildi.

Nükleer karşıtı bir megastar!

Doğa Derneği'nin yeni yüzü olan ve üç yıl derneğe gönüllü hizmet edecek olan Tarkan sıkı çevreci çıktı! Megastar, 1993'te de nükleer santral karşıtlarına destek olup konser vermiş ve gelirini bağışlamış.

Özgür Gürbüz - Günaydın / 8 Ocak 2007

Metamorfoz' albümü ile günlerdir gündemden düşmeyen Tarkan şimdi de Doğa Derneği ile beraber çalışarak çevrenin korunmasına yardımcı olacak.

Konser vermişti
Boz ayılardan telli turnalara, Silifke Kirpifaresi'nden Toros Kurbağası'na kadar birçok soyu tükenmekte olan hayvan ve bitki türünü korumak için mücadele eden derneğin yeni yüzü olan Tarkan, bundan yıllar önce de 'nükleer' karşıtlarına destek olmuştu. Tarkan; Mersin Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santrale karşı mücadele eden çevrecilere destek olmak amacıyla, 9 Ekim 1993 tarihinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda bir konser vermişti. Konserin gelirini nükleer karşıtlarına bağışlayan Tarkan, bu hareketiyle çevrecilerin gönlünde taht kurmuştu. Tarkan konserinden elde edilen gelir, 12-15 Ekim 1993 tarihinde Ankara Altınpark'ta düzenlenen 'Türk Rock Müzik Sanatçıları Atom Santraline Karşı' adlı konserin masraflarına harcandı. 'Nükleer Enerji Sonun Başlangıcı' yazılı tişörtüyle de kameralara poz veren Tarkan, tam 15 yıl sonra yine nükleer karşıtı fotoğraflarla ortaya çıktı. Tarkan yeni albümünün tanıtımını çevrecilerin nükleer santral yerine kurulmasını tercih ettikleri rüzgar türbinlerinin önünde gerçekleştirdi.

Doğanın yeni yüzü oldu
"Tarkan Doğa Derneği'nin yeni yüzü olacak" diyen Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, bu birlikteliğin uzun soluklu olacağını söylüyor. Bu ayın sonunda Tarkan ile birlikte bir basın açıklaması yapacak olan Doğa Derneği, bir yıllık detaylı bir plan hazırladıklarını ve misyonlarının üç yıllık bir birliktelik olduğunu belirtiyor.

Altın madeni çevreci, içme suyu barajı değil!

Özgür Gürbüz / 6 Ocak 2008

İzmir’in Menderes İlçesi Efemçukuru yöresinde açılmak istenilen altın madeni alanı için Bakanlar Kurulu’ndan kamulaştırma kararı çıkması ve altın madenine olumlu ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu verilmesi ortalığı karıştırdı. Kanadalı Eldorado Gold firmasının Türkiye’deki şirketi olan Tüprag tarafından işletilecek maden, aynı zamanda İzmir’in içme suyu ihtiyacını karşılamak için yapılması düşünülen Çamlı Barajı’nın su toplama alanı içerisinde kalıyor. Baraj yapılırsa altın madeni, altın madeni açılırsa da barajın yapılması mümkün değil.

Çamlı Çayı üzerine kurulması planlanan barajın yıllık kapasitesi 21,5 milyon metreküp. Tüm büyük kentler gibi su sorunu yaşayan İzmir için bu yaklaşık 300 bin kişinin içme suyu anlamına geliyor. Baraj alanı için gerekli olan kamulaştırma dahil 80 milyon YTL’ye mal olacak barajın tamamlandığında yıllık 25 milyon YTL gelir getireceği öne sürülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi de barajın yapılmasını istiyor ancak daha önce barajdan yana olan DSİ’nin karar değiştirmesi ve 29 Aralık 2007 tarihinde baraj inşaatının çevreye uygun olmadığına dair verilen ÇED raporu baraj inşaatına adeta taş koydu. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Stratejik Planı’na göre, Çamlı Barajı’nın yapımı 2007 yılı programına alınmış, ihalesinin 2007 yılında yapılarak aynı yıl inşaatının yüzde 9'luk kısmının bitirilmesi planlanmıştı. Önceki gün Resmi Gazete’de yayınlanan kamulaştırma kararı da umutları iyiden iyiye azalttı. Altın madeni için hızlı bir şekilde kamulaştırma çıkarılması ve kamulaştırma kararının Kamulaştırma Yasası’nın 27’nci maddesine yani yurt savunması ihtiyacına dayatılması da ayrı bir tartışma konusu oldu.

Ege Çevre ve Kültür Platformu Dönem Sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı, DSİ’nin 2002 nisan ayına kadar barajdan yana olduğunu daha sonra ise altıncıların baskısıyla görüş değiştirdiğini öne sürüyor. Cangı, “2002’den sonra Tüprag her duruşmada baraj zaten yapılmayacak savunması yaptı ve bugün geldiğimiz noktada şirketin dediği doğru çıktı” diyor. Cangı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin su sorununu çözmek için Çamlı Barajı’nın zorunlu olduğunu söylediğine de dikkat çekiyor.

Ankara'da tarantula Urfa'da zehirli kobra

Özgür Gürbüz - Sabah / 5 Ocak 2008

İklim değişikliği birçok hayvan türünü göçe zorluyor. Sıcak bölgelerde yaşamaya alışmış olan hayvanlar, kuzeydeki bölgelerinin ısınmasıyla kendileri için uygun yaşam koşulları buluyor ve göç ediyor. Türkiye’de izine ikinci defa rastlanan Mısır Kobrası ve normalde Akdeniz’in sıcak ikliminde yaşayan “Doğu Akdeniz Tarantulası”nın Ankara’da bulunması iklim değişikliğinin etkilerini gösteren güncel ipuçları olarak kabul ediliyor.

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Abdullah Bayram, iklim değişikliklerinin bazı türlerin ortadan kalkmasına neden olacağını bazı türleri de göçe zorlayacağını söylüyor. Bayram, “Mezopotamya’da, Arap Yarımadası’nda yaşayan bazı türler sıcakların bastırmasıyla kuzeye gitme eğilimi gösterecek. Örneğin Mısır Kobrası uzun yıllar burada hiç gözükmezken; Mısır’da Kuzey Afrika’da yaygınken, Şanlıurfa’da ortaya çıktı. Ürdün, Lübnan, Filistin üzerinden sıcakların artışına bağlı olarak bize kayışlar olmuş” açıklamasını yapıyor. Bayram’ın sözünü ettiği Mısır Kobrası ilk olarak Uludağ Üniversitesi’nden Doç Dr. İsmail Hakkı Uğurtaş tarafından 2001 yılında Şanlıurfa’da bulunuyor. Kobra’nın bir başka örneğine ise ikinci kez 2005 yılında Viranşehir’de bir mağara girişinde bulunması göç olasılığını kuvvetlendiriyor. Bayram’a göre Türkiye’nin Suriye ve Irak üzerinden Kuzey Afrika ve Arap yarımadasına ait elementlerinin, İran ve Afganistan üzerinden de Güney Asya’ya ait canlıların göçüne uğraması olası.

Ankara’da Tarantula

Birkaç ay önce kurulan Araknoloji Derneği’nin başkanlığını da yapan Bayram, küresel ısınmanın göçe zorladığı türler için bir başka ipucunun da “Doğu Akdeniz Tarantulası” olarak bilinen örümcek türü olduğunu söylüyor. Tarantula’nın Ankara’da bulunuşunu Bayram şöyle özetliyor: “Botanik Profesörü Ahmet Çetin Bey bana Ankara’da Etlik’te evinin bahçesinde rastladığı bu türü gönderdi. Oğlu bahçede bulmuş. Güneydoğu karakterli bir ürün ama Ankara’ya kadar çıkmış” diyor. “Ortadoğu Tarantulası” olarak da adlandırılan bu tür gerçek tarantula olmamasına rağmen onlar gibi büyük, kalın bacaklı ve iri. Yürüyüşü ve büyüklüğü de tarantulaları anımsatıyor ama vücutları onlar kadar sık tüylerle kaplı değil.

Örümcekgiller hakkında daha ayrıntılı bilgi için Araknoloji Derneği'ne başvurabilirsiniz:
http://www.araknolojidernegi.org.tr/brignoli.php

Avlanması yasak ayıya 'öldürün' izni tepki çekti

Özgür Gürbüz - Sabah / 4 Ocak 2008 *

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, evcil hayvanlar, bahçeler ve diğer av hayvanlarına zarar verdiği gerekçesiyle, Artvin-Kastamonu ve Karabük illerinde ayı avına izin vermesi, çevrecileri ayağa kaldırdı. Bakanlığın, 4915 sayılı kanunla bozayıyı "av hayvanları" arasına dahil etmeyip, "yaban hayvanı" olarak sınıflandırdığını belirten çevreciler, Türkiye'de sayılarının iki bin 500 olduğu sanılan bozayıların öldürülmesinin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı olduğunu belirten çevreciler, bozayı avının avcılık ticareti yapan birkaç firmanın isteği doğrultusunda yapıldığını öne sürüyor.

Bozayıların avlanmasına karşı çıkan ve güçlerini birleştiren Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı, Doğa Derneği, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği, Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu ile WWF-Türkiye, Çevre Bakanlığı’nın ayıların tehlike yarattığı konusunda yanlış yönlendirildiğini söylüyor. Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Grubu, veteriner hekimi Ahmet Emre Kütükçü, vurulması gereken ayı sayısının köylülerin şikayetleri doğrultusunda oluştuğuna dikkat çekerek, “Köylerdeki muhtarlarla av şirketleri anlaşıyor. Bu şikayetlerin çoğu aslında asılsız” açıklamasını yapıyor. Türkiye’de ayı sayısı hakkında ciddi bir envanter olmadığına dikkat çeken Kütükçü, “Ayıların çoğalması gibi bir durum zaten yok. Yaşam alanları daralıyor ve besinleri azalıyor. Bunun sonucunda da ayı sayısı zaten azalıyor” diyor.

Türkiye’de öldürülen her ayı için avcılar Çevre ve Orman Bakanlığı’na 7 bin 500 YTL ödemekle yükümlü. Av turizmi düzenleyen firmalar yabancı avcılardan ise ayı başına 15 ila 30 bin dolar arasında para talep ediyor. Kaçak olarak avlanan bir avcı öldürdüğü ayı içinse 18 bin YTL ceza ödüyor ama bakanlığın ekiplerinin yeterli olmaması bu konuda denetimi zorlaştırıyor. Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı İkinci Başkanı Süha Umar, yaklaşık 40-50 yıldır konuyla yakından ilgilendiğini ve ayıların can kaybına yol açtıkları bir tek olaya bile rastlamadığını söylüyor. Umar, “Ayıların mala zararı vardır ama bu sözü geçen 3 ilde ayıların tüm yaşam alanlarına müdahale edildi. Yaban erikleri, armut ağaçları kesildi. Böğürtlenler tarla açmak için yakıldı. Kimin kimin yaşam alanına müdehale ettiği tartışılır” diyor. Umar, Türkiye’nin imza attığı Bern Sözleşmesi’ne de aykırı davrandığına dikkat çekerek, ayı avı yüzünden Slovenya ile AB arasında müzakerelerin durduğunu anımsatıyor ve Türkiye’nin başına da benzer bir sorun çıkabilir uyarısında bulunuyor. Çevreciler ayı avı izninin bir daha verilmemek üzere iptalini istiyor.

*Tam metin

"Kesintiden sonra akan ilk su sağlığa zararlı"

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Ocak 2008

Melen Çayı’ndan gelen suyun İstanbul’un Avrupa yakasına ulaştırılması çalışmaları için yapılan kesinti sağlık sorunlarına yol açabilir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Akdur, İstanbul’da 36 saatlik su kesintisinden sonra akacak suyun temizliği konusunda emin olunmadan kullanılmaması uyarısında bulundu. Akdur, boşalan şebeke içinde oluşan vakum nedeniyle boruların civarındaki yüzeysel ve varsa kanalizasyon sularını emdiğine bunun sonucunda da hastalık tehlikesi oluşturduğuna dikkat çekiyor. Akdur, “Su kesintisinden sonra şebeke tam olarak boşalmış durumda olur. Bu şebekeyi biz kirli kabul ederiz. Tüm şebeke yeniden dolduktan ve bu dolan su da kullanıldıktan sonra su temizlenmiş kabul edilir” diyor.

İstanbulluları kesintiden sonra şebekeye verilen suyun temizliği konusunda emin olmadan kullanmamaları konusunda uyaran Akdur, Büyükşehir Belediyesi’nin şebekenin ne kadar sürede dolup boşaldığı konusunda halkı bilgilendirmesi gerektiğini söylüyor. Kesintiden sonra normalden daha fazla klorlama anlamına gelen “Süper klorizasyon” adlı yöntemin kullanılması gerektiğini salık veren Profesör Akdur, şebeke suyundan ilk saatlerde sağlık müdürlükleri ve belediye tarafından örnek alınarak analiz yapılması gerekliliğinin de altını çiziyor. Akdur, evlerde küvet ve bidonlarda depolanan suyun da 2 günden sonra kirlendiğini de sözlerine ekliyor.

Su temizlenmezse ne olur?
Şebeke suyunun kirlenmesi halinde akan suda her türlü mikrobik kirliliğe rastlanabilir. Özellikle ishale seyreden hastalıklar büyük salgınlar yapabilir. Bunlardan da Hepatit A, Tifo, kolera ve Dizanteri en çok korkulanlarıdır.