Amasya’da termik santral kabusu son buldu

Soma Holding’in kömür santralının ÇED süreci sonlandırıldı 

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Aralık 2017

Amasya’nın Merzifon ve Suluova ilçeleri sınırına yapılmak istenen 450 megavat gücündeki kömürlü termik santral projesi ÇED sürecinin sonlandırılmasıyla rafa kalktı.

Amasya’daki termik santral, Türkiye’nin en çok can kaybıyla sonuçlanan , 301 madencinin öldüğü Soma’daki maden kazasının sorumlusu Soma Holding’e bağlı Gürmin Enerji Madencilik tarafından kurulmak isteniyordu. Santral projesine bölgede yaşayanlar ciddi tepki göstermiş, birçok eylem ve etkinlik düzenlemişti.

Santralın ÇED süreci, Soma’daki maden kazasından yaklaşık bir yıl önce başlamış, 13 Eylül 2013 tarihinde de Amasya’da halkın katılımı toplantısı yapılmıştı. Tarımsal üretim yapılan bölgeye yapılacak termik santrala itirazların artması ve 2. İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında kurum görüşlerinin eksikliği ÇED sürecinin 25 Ağustos 2016 tarihinde durmasına yol açtı. Bu tarihten sonra geçen 13 ay boyunca revize rapor sunulmaması ve şirketin bir bilgilendirme yapmamasıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projenin ÇED sürecinin sonlandırılmasına karar verdi.

Merzifon Belediye Başkanı Alp Kargı kararın ardından sosyal medyada yaptığı açıklamada, Merzifon Belediyesi, Merzifon Çevre Platformu ve sağduyulu hemşerilerimizin birlikte yürüttüğü mücadele beklenilen sonuca ulaştı. Termik santralin ÇED süreci sonlandırıldı. ÇED Raporunun bu aşamaya gelmesinde emek veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Her türlü dünya görüşüne sahip insanlar konu insan hayatı olunca ortak akılla bir araya geldi ve amacımıza ulaştık” açıklamasını yaptı. Merzifon Çevre Platformu Sözcüsü Eylem Oktay ise kararı sevinçle karşıladıklarını belirterek, “Bu başarı hepimizin. İnandık, dik durup mücadele ettik. Yılmak yok, umutsuzluğa yer yok diyorduk, herkese örnek olsun. Amasya elması, Amasya kirazı ve Merzifon karası üzümlerimiz tarih olmaktan kurtuldu. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan birçok insan yine üretmeye ve ülke ekonomisine katkıda bulunmaya devam edecek. Merzifon ve Suluova’nın verimli ovaları kurtuldu. Bölge halkının işsiz ve zehir soluyarak hastalanmasının önüne geçtik” dedi.

Denizleri korumak için yeni bir anlaşma

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Aralık 2017 

Birleşmiş Milletler kırmızı alarm veren denizleri koruyacak bir anlaşmayı hayata geçirmeye hazırlanıyor. Denizlerin korunması genelde ülkelerin egemenlik alanlarıyla sınırlı ama bu alanlar asıl korunması gerekenin yanında devede kulak kalıyor. Açık denizler sahipsiz. Kimsenin egemenliğinde olmayan açık denizler deyince gezegenin yüzeyinin yarısından bahsediyoruz.

2020’ye kadar adına Açık Denizler Anlaşması denilen mutabakatın resmileşmesi bekleniyor. Kaybedecek vakit yok. Denizler sürekli kirleniyor, balık stokları tükeniyor ve deniz canlılarının nesli tehdit altında. Denizden geçimini sağlayan 350 milyon insanın geleceği de belirsiz. Denizle işim olmaz diye düşünmeyin, soluduğumuz oksijenin yüzde 50’si engin mavilik tarafından üretiliyor.

Durum ciddi. Balık stoklarının yüzde 61’i tamamen tükenmiş. Yüzde 29’u da fazlasıyla hırpalanmış. Toplayın, yüzde 90 ediyor. Milyonlarca insanın protein kaynağı balık stoklarının sadece yüzde 10’u iyi durumda. Bir yandan denizlerin içini boşaltıyoruz, öte yandan her gün tonlarca çöpü denizlere bırakıyoruz.

Yılda 300 milyon ton plastik üretiyoruz. Yarısı bir kez kullanıp attığımız plastik şişe ve bardak gibi, belki de 15 saniyede tüketip çöpe, sokağa bıraktığımız eşyalar. Üretilen plastiğin 8 milyon tonu da her yıl denizlere gidiyor. Her yıl 8 milyon ton plastik... Her birinin parçalara ayrılması (yok olması değil) yıllar alıyor. Parçalanan plastiklerin son durağı da balıkların, kuşların karnı oluyor. Onları öldürüyor. Bazılarını ise son defa aldığımız deniz ürünleriyle birlikte tabağımızda ve midemizde görüyoruz. Bizi de zehirliyor.

Günümüzde denizlerin sadece yüzde 3,4’ü koruma altında. Açık Denizler İttifakı adı altında bir araya  gelen 35 çevre örgütü, Deniz Koruma Alanları’nın artırılmasını ve bu rakamın yüzde 10’a çıkarılmasını istiyor.  Balık stoklarını yeniden canlandırmak için denizlerin yüzde 30’unda balık avlanmasının yasaklanmasını talep edenler de var.

Mesele ciddi. BM’de yeterli destek sağlanırsa, iklim değişikliğini durdurmak için ortaya çıkan Paris Anlaşması gibi bir anlaşmanın hayata geçmesi bekleniyor. 140 ülkenin desteğiyle müzakere sürecinin başlamasına karar verildi. Müzakereler olumlu sonuçlanırsa BM önümüzdeki iki yıl içinde dört toplantı yaparak anlaşma taslağını hazırlayacak. Sonu umarım Paris Anlaşması gibi olmaz. İşi hafife almadan, politikaya kurban edilmeden, denizlerin korunması için gerekli tüm tedbirlerin alınmasını sağlayan bir uluslararası mutabakat ortaya çıkar.  Denizler kurtulur.

İnsanın bencilliği, kapitalizm ve sorgusuz sualsiz endüstrileşmenin bedelini hem kendimize hem de hiç suçu olmayan canlılara ödetmekten vazgeçeriz. Mesele elbette sistem ama sistemi değiştirmeye çalışırken boş durmanın da alemi yok. Bugün elinize bir plastik şişe, plastik torba almadan önce bunları bir düşünün isterseniz. Çantanıza su dolu bir matara, alışveriş için bez torba koyarak sokağa çıkmak sevdiklerinizi zehirlemekten daha zor olmasa gerek. Bakkala, bir poğaçayı naylon torbaya koymaya çalışan simitçiye, “plastik istemiyorum” demenin keyfi bambaşka. Yeni yıl kararı arayanlara hararetle tavsiye ederim.

Herkese, düşüncelerimize, yaşam tarzımıza ket vurulmayan özgür bir yıl dilerim.

Nükleer santralın temelinde sorun var

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Aralık 2017

Bir hafta önce Mersin’de yapılmak istenen nükleer reaktör için yeni bir temel atma töreni yapıldı. Törene Akkuyu’daki santralin sahibi Rus devlet şirketi Rosatom’un başkanı Aleksey Lihaçev ile Enerji Bakanlığı Müsteşarı Fatih Dönmez katıldı.

Hafızası güçlü olanlar hatırlar, bu ilk temel atma töreni değil. Bir önceki, 14 Nisan 2015 yılında eski Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla yapılmış, daha şatafatlı bir törendi. Taner Yıldız birkaç ay sonra görevinden alındı. Bu yılki törene Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın katılacağı söylenmişti ancak gitmedi. Yıldız gibi “nükleerin lanetine” maruz kalmamak için gitmemiş ya da projedeki belirsizlikler yüzünden ortada görünmek istememiş olabilir. Evet, hükümetin kontrol ettiği medyada yazan çizene bakmayın. Akkuyu Nükleer Santralı baştan hatalı bir proje ve ne olacağı belli değil. Belli olan Türkiye’nin bu projeden çok ciddi zararla çıkacağı.

Yine bir hafıza sorusu sorayım. 15 Kasım 2017 tarihinde Haberturk gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin’i Akkuyu’daki temel atma törenine davet ettiğini yazmış, tören için organizasyon şirketleriyle görüşüldüğünü belirtmişti. Törenin, bu yıl tamamlanmadan yapılacağı, yetişmezse 2018’in ilk aylarında yapılacağı yazılmıştı. Putin Türkiye’ye gelmesine rağmen bu tören gerçekleşmedi. Putin ve Erdoğan’ın katılacağı görkemli tören yerine, Türkiye’nin müsteşar düzeyinde temsil edildiği göstermelik bir açılış daha yapıldı. O yüzden önümüzdeki aylarda Akkuyu’da yeni bir temel atma töreni olursa hiç şaşırmayın, belki de seçimlerden önce bir tane daha. Belli ki santralın temelinde sorun var.

Akkuyu’nun öncelikli sorunlarından biri finansman. Türkiye ile Rusya arasındaki anlaşma gereği, Rusya istese bile elindeki hisselerin sadece yüzde 49’unu satabiliyor. Çoğunluk hisse (%51) hep Rusya’nın elinde olacak ve son sözü onlar söyleyecek. Bu da santralın finansmanı için gereken paranın yarısının (12-15 milyar dolar) Rusya tarafından karşılanması demek.

Ortada hâlâ projenin ilk yatırım maliyetinin 20 milyar dolar olacağı gibi rakamlar dolaşıyor ama bunlar eski bilgi. 2012 yılında eski Rusya Büyükelçisi İvanovski maliyetin 25 milyar dolara çıkabileceğini zaten söylemişti. Güncel fiyat ise 30 milyar dolar. Bu iddiamın sebebi de Rusya’nın daha dört gün önce Mısır’la yaptığı anlaşma. Rusya Mısır’a da Akkuyu’daki santralın bir benzerini (4 adet VVER-1200) kurmaya hazırlanıyor. Oradaki fiyat ise 30 milyar dolar. Rusya kaynakları projenin yüzde 85’inin finansmanı için Mısır’a 25 milyar dolar kredi verileceğini kalan yüzde 15’in ise Mısır tarafından karşılanacağını söylüyor. Akkuyu için yapılan anlaşma yedi yıl önce imzalanmış ve 20 milyar dolar da o zaman telaffuz edilmişti. Güneş ve rüzgar gibi kaynakların aksine fiyatı her geçen yıl artan nükleer enerjinin yatrım maliyetinin bugün 30 milyar doları bulması kimseyi şaşırtmamalı.

Önümüzde yanıt bekleyen birkaç soru var. Mısır, Bangladeş, Vietnam, Hindistan ve Belarus gibi birçok ülkeye finansal desteğin büyük bölümünü karşılama garantisiyle nükleer santral satmaya çalışan Rusya’nın bu kadar parası var mı? Rosatom’un Rusya’da yeni reaktörler yapmaya çalıştığı ve Ermenistan gibi ülkelerde mevcut santralların bakımı ve iyileştirilmesi gibi işlere finansman sağlama garantisiyle girdiği de unutulmamalı. ABD ve AB tarafından ekonomik kıskaca alınan, Rusya’nın aynı anda bu kadar çok nükleer santrala para bulması kolay değil. Cengiz Kolin Kalyon (CKK) konsorsiyumuna yüzde 49 hissenin satılacağı haberlerinin çıkması da Rusya’nın para ihtiyacıyla ilgili. Tek neden bu değil tabi. Akkuyu santralı için Rusya’ya verilen alım garantisi 15 yıl boyunca kilovatsaat başına 12,35 dolar sent. Piyasada ise elektriğin fiyatı 4-5 dolar sent. Piyasa fiyatından 3 kat pahalı (Rüzgar ve güneş gibi kaynaklardan da en az iki kat daha pahalı) elektrikten bahsediyoruz. Bu işten ciddi kazanç elde edileceği ortadayken, CKK gibi hükümetin her kârlı ihalesinde isimlerini duyduğumuz bu şirketlerin santralın yarısına talip olması bizi şaşırtmamalı. Evet ama CKK 15 milyar dolara yaklaşan bu parayı nasıl bulacak? Ülkede bu kadar para yok. Türkiye’deki bir işe yurt dışından kim bu kadar kredi verir? Hele de projenin geleceği Putin’in iki dudağı arasındayken. Düşürülen uçak olayında olduğu gibi her an bu projenin rafa kaldırılma ihtimali varken.

Halkın tepkisi artarsa, kredi muslukları da iyiden iyiye kısılabilir ve Akkuyu’daki barakalar bir nükleer santral müzesine dönüşebilir. Onun faturasını da bize çıkarırlar o ayrı ama zararın neresinden dönersek kâr.