Obama da anlamamış

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Haziran 2013

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, küresel iklim değişikliği konusunda programını geçen hafta açıkladı. İklim değişikliği konusu Obama’nın ilk seçim kampanyasında önemli bir yere sahipti. Bush’un Kyoto’yu askıya almasıyla ABD’nin küresel iklim politikalarına vurduğu darbeyi hafifletir umuduyla çevreciler tüm dünyada Obama’ya destek mesajları veriyordu. Obama seçildi ama iklim değişikliği konusunda ilk dört yıl dişe dokunur bir icraatı olmadı. Obama’nın ikinci döneminde ise tersi oldu. Seçim kampanyasında iklim meselesi ön planda değildi ama Obama iklim konusunu biraz da beklenmedik bir anda gündeme getirerek ABD’yi adeta yeniden sahneye çıkardı. ABD’nin bunca yıl aradan sonra küresel iklim değişikliğini konuşması önemli ama hedefler tatmin edici mi diye sorarsanız yanıtım net bir “hayır” olur.

ABD’NİN HEDEFİ GÖSTERMELİK
Obama’nın konuşmasının rakamsal özeti, 2009’da Kopenhag’da yapılan iklim zirvesinde verdiği taahhütten farklı değil. Obama, ABD’nin seragazı emisyonlarını 2020’de 2005 yılına göre yüzde 17 azaltmaktan bahsediyor. ABD, sanayileşme hamlesine 2005’de başlamış, seragazı emisyonlarını bu tarihten itibaren hızla arttırmış olsa bu hedef ciddiye alınabilirdi. Halbuki durum öyle değil ve iklim değişikliği müzakerelerinin en önemli ilkesi, “tarihsel sorumlulukla” bu hedef çelişiyor. Kyoto Protokolü’ndeki indirim hedefleri, sanayileşmenin hız kazandığı yılları kapsaması için 1990 yılı temel alınarak belirleniyor. ABD’nin 2005 yılını başlangıç noktası seçmesi neredeyse 15 yılı yükümlülük dışına çıkarıyor. Şimdiki politikalarla bile yakalanacak bir hedefi, büyük bir hedef gibi pazarlamaya çalışıyor. 2005’de ABD emisyonları zirve yaptı, o günden bugüne de zaten yüzde 8,6 oranında azaldı.

Uzmanlara göre Obama’nın açıkladığı yeni hedef ABD’nin 1990 yılından bu yana atmosfere bıraktığı emisyon miktarında sadece yüzde 4’lük bir indirime yol açacak. Halbuki, ABD’den beklenen yüzde 30 civarında bir indirim hedefiydi. Eğer ABD 2015’te imzalanması beklenen yeni iklim anlaşmasına bu hedeflerle gelirse, Çin, Rusya, Japonya ve AB’den de gerçekten işe yarayacak, küresel iklim değişikliğini yavaşlatacak yüksek oranları duymak zorlaşır. Sembolik bir mücadelenin iklim felaketlerini durduracağı günleri çoktan geride bıraktık.

KÖMÜRÜN YERİNE KAYA GAZI
Obama’nın “harekete geçmeliyiz” sloganıyla açıkladığı bu hareketin zayıflığı bir yana motivasyon kaynağı da beni düşündürüyor. Obama’nın kömür santrallerini hedef göstermesinden şikayetçi değilim; adres doğru. Ancak, bu hamlenin ardında ülkedeki kaya gazı ve kaya petrolü rezerv rakamları olabilir mi diye sormadan da edemiyorum. 10 Haziran 2013 tarihli Amerika Enerji Bilgi İdaresi (EIA) raporu, yapılan yeni araştırmalar sonucu dünyadaki kaya gazı rezervlerinin 2011 yılı hesaplarına göre yüzde 10 daha fazla olduğunu gösteriyor. ABD dünyada en çok kaya petrolüne sahip ikinci, en çok kaya gazına sahip dördüncü ülke. Kaya gazı ve petrolünün kısa zamanda ve ucuza piyasaya sürülmesi tüm dengeleri altüst ediyor. 2012 yılında ABD’nin doğalgaz üretiminin yüzde 40’ı kaya gazından, petrol üretiminin yüzde 29’u kaya petrolünden sağlandı. Doğalgazın kömüre göre daha az sera etkisi yarattığı doğru ancak ABD’nin düşük bir hedef belirleyerek yapmak istediği kömürden gaza geçmekse bu iklim felaketlerini önlemeye yetmez. Üstüne üstelik, ABD kaya gazı nedeniyle yakmadığı kömürü ihraç etmeye başladı. Avrupa, İngiltere ve Asya’ya satılan kömürün orada yakılmasıyla ABD’nin sembolik indirimi gezegen için bir anlam ifade etmeyecek.

SONUÇLARINA KATLANIRIZ
Aslında, “küresel iklim değişikliği” bizi bekleyen felaketi anlatmakta yetersiz kalıyor. Adına “küresel iklim felaketleri” desek çok daha iyi olacak. Atmosferdeki karbondioksit miktarı güvenli üst sınır denilen 350 ppm’i geçti, 400’ün üzerine çıktı. Dünyanın ortalama sıcaklığındaki artışı 2 derecenin altında tutma diye bir hedef vardı, artık 4 derece senaryoları konuşuluyor ki, bunlara sadece ve sadece felaket senaryoları. Bugünkü bilim, bırakın 4 dereceyi, 2 derecenin üzerindeki bir artışın sonuçlarını tahmin etmekte yetersiz kalıyor. Seller, fırtına ve kasırgalar, sıcak hava dalgaları ile kuraklıklar bizi bekliyor. Görünen o ki, nasıl bizi yönetenler Türkiye’de başlayan ayaklanmaları anlamadıysa, Obama da iklim değişikliği sorununu anlamamış. Türkiye ve Brezilya’dan başlayan mevcut kapitalist modele ve onun kentlerdeki uygulamalarına karşı çıkan hareketin, iklim değişikliğinin önlenememesiyle yoksul ülkelere yayılması an meselesi. İklim göçleri, savaşlar, küresel kıtlık bizleri bekliyor. Anlamazsak, ya da daha açık konuşmak gerekirse, dev şirketlere söz geçirecek cesarete sahip liderleri iş başına geçiremezsek sonuçlarına da hep birlikte katlanırız. Evet, harekete geçmeliyiz ama hedef mevcut kapitalist sistemi değiştirmek olmalı.

Erdoğan neden kaybediyor

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Haziran 2013

Bizim insanlarımızın çoğu oldum olası güçlüyü sever. Güçlünün yanında durur, onu destekler. Ne zaman güçlü kaybetmeye başlar, etrafındakiler de pılı pırtıyı toplayıp başka kapıya gider. Politikada da böyle, futbolda da. Demirel, Menderes ve Özal’ı hatırlayın. İyi günde yanlarında olanlar kötü günde yok oldular. İstanbul’u hiç görmemiş bir kişinin İstanbul takımlarını desteklemesi de buna benzer. Şampiyonluk şansınız yoksa taraftarınız da yoktur. Hep yenenden, en büyükten yana oluruz. Ofsayttan gol atsak da galip geldiğimize seviniriz.

Başbakan Erdoğan iktidara geldiğinden beri bu “güçlülük stratejisi” faaliyette. Erdoğan’a verilen destek artık icraatlarından çok, “güçlü” duruşuyla ilgili. Orduya diz çöktüren, İsrail’e laf söyleyen Erdoğan portresi iktidarın temel dayanağı. Parti içinde bile bu hava hakim, eleştiri ondan yok. Kimsenin onu karşısında duramayacağı izlenimi gün geçtikçe pekiştirildi. Öyle ki, çok iyi hatip olduğu iddia edilen Erdoğan, televizyonlarda siyasi rakiplerinin karşısına bile çıkmaz oldu. Bun rağmen kimse onun korkup kaçtığını söyleyemedi, güçlü olduğuna muhalefet bile inanmıştı. Hep ve tek o konuştu. Medya gücü perçinlemenin parçasıydı, ele geçirildi. Bu sayede tek onu dinler, tek onun gündemini konuşur hale geldik. Bu da Erdoğan’ı daha güçlü gösterdi. Ta ki baş belası sosyal medyanın keşfine kadar. 3 Haziran 2012 tarihinde Birgün’de yazdığım, “Başbakanın gündeminden bize ne” başlıklı yazıda bu tehlikeye dikkat çekmeye çalışıp, başbakan bizi dinlemiyorsa biz de onu dinlememeliyiz demiştim. Gezi’den sonra işte bu oldu. Erdoğan dinlenmemeye başlandı ve toplumun büyük bir kesimi üzerindeki etkisini yitirdi.  

KENDİNE GÜVENİN YERİNİ KORKU ALDI
Erdoğan’ın gücüne güç katan medya değersizleşti. Gündemi belirleme gücü halkın eline geçti. Başbakan 10 yıl boyunca kullandığı polemik yaratan tüm sözcükleri bir konuşma metni içerisinde kullanmaya başladı. Kürtaj, alkol yasağı, Taksim’e cami, Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkma hikâyeleri… Güçsüzleştikçe kendine güvenin yerini korku aldı. Bu yüzden de yandaşlarını sokağa davet etme gibi Türkiye için hiç hayırlı olmayacak çağrılar yaptı. Kendisinin de inanmadığına emin olduğum, “camide içki içtiler” türünden üçüncü sınıf yalanları bizzat dillendirdi. Yine de sonuç hüsran, tüm bunlar artık işlemiyor. Kürtaj diyorlar sokaktan “biber gazı oley” sesleri geliyor. Sokaktaki halkın derdi başka ve ısrarla aynı soruları soruyor. Parkımıza, kentimize ne olacak? Daha fazla özgürlük mü vaat ediyorsun yoksa yasak mı? Yanıt alamadıkça da muktediri dinlemeyi bırakıyorlar. Onlar dinlenmedikçe de muktedirin gücü azalıyor. Yapacağımız en önemli şey dinlememek.

Her şey dört dörtlük değil haliyle. Dizilerle beyin yıkayan kanalların yerine bir şey koymak zor. Yıllardır yeni bir fikir üretmeden sadece politik söz dalaşları yazan yazarların kendilerini değiştirmeleri kolay değil. Değişen politika yapma biçimini, sokağa çıkan insanları anlamak çaba istiyor. Kürt sorunun çözümünün ağaçların özgürlüğünden geçtiğini henüz anlatamadık. Yeşil politikanın esaslarını oluşturan bireysel özgürlüklerin ve tüm canlıların yaşam hakkı savunusu meydanlara inmişken onu yönlendirecek bir parti ortada yok. Tüm bunlara rağmen değişimi izlemek gibi bir şansımız var. Sokaktaki gençler bize yol gösterecek.

ÇEVRECİLER SINAVI GEÇTİ
Gezi Parkı eylemlerinin ilk gününden beri doğru bir söylem geliştiren ve direnişe destek veren çevre örgütlerine bir teşekkür borcum var. ÇEKÜL, Doğa Derneği, Greenpeace, WWF ve TEMA Vakfı gibi bilinenlerin yanı sıra kuş gözlemcilerden Ataköy Platformu’na kadar onlarca örgüt parklarına, doğal ve kültürel değerlerine sahip çıkmak için gece gündüz çalıştı. Bazen eleştiri oklarını yöneltsem de bu kuruluşlar geçen ay içinde başarılı bir sınav verdi. 27 tanesi bir araya gelip Perşembe günü bir bildiri yayımladı. İlk cümlesi durumu özetliyor: “Türkiye'de doğaya ve insana karşı uygulanan şiddetin, ivedilikle son bulmasını arzu ediyoruz”.

DURAN BABAM
Gezi Parkı direnişinin en önemli katkılarından biri, sivil itaatsizliğin özellikle de duran adam eylemleriyle yaygın bir biçimde kullanılması oldu. Sözlü ve fiziksel şiddetin hayatın her alanında görüldüğü Türkiye için şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemlerinin önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Bir kısım medya, “bakışlarıyla 100 dükkânın camını kırdı” gibi yaratıcı haberlerle bu eylemlere de çamur atmak isteyebilir ama boşuna. Halk bu tarzı sevdi umarım bunu siyasi yelpazenin en ucundakiler de görüyordur. Sivil itaatsizlik bizim evde pratiğe geçti bile. Babam bana mesaj atmış, kendisini evde bırakıp konsere giden anneme karşı bir gün boyunca “evde duran adam” eylemi yapacakmış. Babama ve duran adamlara destek olmak için ben de Hindistan’ı İngilizlerden sivil itaatsizlik eylemleriyle kurtaran Gandhi’nin sözlerini hatırlatmak istiyorum. Gezi Parkı yorumuyla.

Seni önce yok sayarlar (penguen) / Sonra alay ederler (çapulcu) / Sonra seninle savaşırlar (gaz) / Sonra kazanırsın.

Devlet Habitat'tan da kaçtı

Türkiye sürpriz bir kararla, Birleşmiş Milletler kapsamında çalışan Habitat örgütü tarafından düzenlenen ve kentleşmeyle ilgili sorunların tartışıldığı Habitat toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. 2016 yılında İstanbul’da yapılacak konferansa ev sahipliği teklifi bizzat Türkiye’den gelmiş ve altı ay önce BM genel kurulunda kabul edilmişti. 

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Haziran 2013

Foto: Halkevleri
Türkiye, insan yerleşimleri, kentleşme gibi konularda çözüm yolları üretmeyi amaçlayan ve Birleşmiş Milletler (BM) içinde yer alan Habitat örgütünün üçüncü büyük toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. Daha önce iki kez büyük toplantı düzenleyen BM örgütünün 2016 yılında yapacağı toplantıya ev sahipliği yapmayı bizzat Türkiye istemiş ve İstanbul aday gösterilmişti. 6 Aralık 2012 tarihinde, BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin teklifi kabul edilmiş, İstanbul’daki toplantıya katılım çağrısı yapılmıştı. Fakat, İstanbul’u kongre merkezi yapmak isteyen, olimpiyatlara aday Türkiye, Habitat toplantısına ev sahipliği yapma başvurusunu geri çekerek herkesi şaşırttı. Aldığımız duyumu teyit etmek için başvurduğumuz BM-Habitat yetkilileri geri çekilme kararını doğrularken, nedenleri konusunda kendilerine bir açıklama yapılmadığını belirtiyor. Bu nedensiz fikir değişikliğinin Türkiye’nin “imajını” nasıl etkileyeceği de ayrı bir tartışma konusu.

Hükümet kent örgütlenmelerinden rahatsız
BM-Habitat örgütü en son toplantısını 1996 yılında İstanbul’da yapmıştı. Bu son toplantıda, “Habitat Gündemi” ve “İstanbul Deklarasyonu” kabul edilmişti. Bu belgelerle hükümetler, tüm vatandaşlara uygun barınma olanakları sağlamayı ve sürdürülebilir insan yerleşimlerini geliştirmeyi taahhüt etti. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşamaya başlamasıyla önemi artan kentleşme sorunlarının da konuşulduğu toplantıya Türkiye’nin ev sahipliği yapmaktan neden vazgeçtiği ise bir muamma. Kararın çok yanlış olduğunu belirten TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, “Kentleşme ile ilgili önemli kararların alındığı bir dönemden geçiyoruz. Tarihi ve doğal çevre ile kültürel yaşamımız bu süreçten etkileniyor. Habitat, toplumun farklı kesimlerinin düşüncelerini, önerilerini ortaya koyabileceği özgür demokratik bir ortam sağlayabilirdi” diyor. Son yıllarda kentlerde sürdürülen operasyonların mağdurlarının platformlar kurduğu ve muhalefetin örgütlendiğine dikkat çeken Muhcu, “31 Mayıs’taki müdahaleden sonra bu demokratik tepkiler kendilerini bir şekilde ifade etti. Hükümet, bu kent örgütlenmelerinden rahatsız, bu düşüncelerin Habitat’a taşınmasından endişe etmiş olabilir ama ne açıdan bakılırsa bakılsın bu karar hükümet açısından ciddi bir yıpranmaya yol açar” yorumunu yapıyor.

İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti
Türkiye’nin Habitat’a ev sahipliği için yaptığı başvuru BM’nin 6 Aralık 2012 tarihli genel kurul toplantısının sonuçlarında yer almış, başvuru desteklenmiş ve tüm ülkelere katılım çağrısı yapılmıştı. Türkiye’nin altı ay önce yaptığı başvurusunu Gezi olayları sonucunda geri çekiyor olması, bu kararın ardında “Gezi Parkı olayları var” tahminini güçlendiriyor. İstanbul’da yapılacak bir toplantıda Türkiye’den katılımın çok olması, Gezi Parkı, Üçüncü Köprü, Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı projelerinin sıkça gündeme geleceği tahmin ediliyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Mehmet Murat Çalık da bu konuya dikkat çekiyor. Kararı doğru bulmadıklarını söyleyen Çalık, “1996 sürecini hatırlıyoruz, ciddi kazanımları olan birçok konunun tartışıldığı bir ortamdı. Bugünlerde tartışmaya uygun bir ortam yok. İstanbul’un Habitat’ta ciddi tartışma yaratacak sorunları var. Sadece Gezi Parkı değil, yüksek yapı politikası, AVM’ler ve rantsal projeler var. İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti, yeni siluetler eklenmeye çalışıyor. 2016 yılının yerel yöneticiler tarafından sakin geçmesi isteniyor olabilir. Başvurunun geri çekilmesi talihsiz. Habitat, teknik adamların, yerel yöneticilerin çok faydalandığı bir buluşmaydı” açıklamasını yapıyor. Görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyse kendilerine konu hakkında bir bilgi gelmediğini belirtti.

***
Kadir Topbaş ne yapacak?
BM-Habitat Yerel Yönetimler Danışma Komitesi’nin (UNACLA) başkanlığını yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın bu çekilme kararının ardından ne yapacağı da merak konusu. UNACLA, Habitat toplantılarının gündeminin belirlenmesi için yerel yöneticilerin katılımını arttırmayı amaçlayan bir kuruluş. Başkanlığa seçildiğinde Topbaş, “UNACLA Başkanlığı onurlu bir görev, ama tabii dünyaya karşı ciddi bir sorumluluk” açıklamasını yapmıştı.

1996’da ne olmuştu?
Son Habitat toplantısı 1996 yılında İstanbul’da yapılmıştı. 3-14 Haziran 1996 tarihleri boyunca İstanbul’da çeşitli protesto yürüyüşleri ve gösteriler düzenlenmiş, alternatif toplantılar gerçekleştirilmişti. Resmi toplantı sonucunda İstanbul Deklarasyonu ve Habitat Gündemi başlıklı iki belge yayımlanmıştı. Bu iki doküman, hükümetlerden tüm vatandaşlarına uygun ve sürdürülebilir yerleşim koşulları sağlamasını talep ediyordu.