Sis atma Tayyip

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Haziran 2013 

Taksim ve civarı duvar yazılarıyla dolu. Bir tanesi hepsinden ilginç, “sis atma Tayyip” diyor. Bu sloganın kaynağı bir bilgisayar oyunuymuş. Adı “Counter Strike”. Dünyanın en popüler oyunlarından biri, bir savaş oyunu. Elde çeşit çeşit silah düşman avlıyorsunuz. Konusu korkunç ama milyonlarca insan internet üzerinden karşılıklı bu oyunu oynuyor.

Oyundaki bir seçenek de rakip oyuncuya sis bombası atmak. Yalnız bu bombayı atarsanız bilgisayarların ekran kartları zorlanmaya başlıyor, göz gözü görmüyor. İyi bir bilgisayarınız yoksa donma, çökme ve sonucunda oyun dışı kalma şansınız var. İyi bilgisayar da para istiyor. Sis bombası oyunun keyfini de kaçırıyor. Bu yüzden de elinde zayıf bilgisayarı olanlar diğerlerini “sis atma” diye uyarıyor. Bu bir anlamda yoksulun zengine yaptığı bir adalet çağrısı. Taksim’deki duvar yazıları da bu yüzden çok anlamlı. Hem size meydanlarda kimlerin olduğunun ipuçlarını veriyor hem de silahsız eylemcileri gaza boğarak yaratılan adaletsizliğe karşı çıkışı anlatıyor. Gezi Parkı’yla başlayan bu hareketi değerlendirirken yeni bir neslin sokağa çıktığını fark ettik. Bizim bildiğimiz politik jargonu bilmeyebilirler, sokağa ilk kez çıkıyor olabilirler ama sanal dünyada geliştirdikleri bir adalet duygusunu, gelir dağılımına isyanı beraberlerinde getiriyorlar. Belki de bu yüzden adaleti, ezilenin hakkını, “tencere tava hep aynı hava” diyerek hiçe sayan Başbakan Erdoğan’a bu kadar kızgınlar. Onlar sana, “sis atma, şu oyunu dürüstçe oynayalım” diyor, sen onlara çapulcu diyorsun. Bu yüzden de artık seni oyun parklarında istemiyorlar. Feysbuk’ta seni arkadaşlıktan çıkardılar, Tivitır’da blokladılar.

Neyi anlatamadık?
Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı’yla başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan olayların nedenini anlayamadığını biliyoruz. Kendisini çok iyi icraatlar yaptığına öylesine inandırmış ki, bana neden isyan ediyorlar diye kızıp, kontrolünü kaybediyor. Erdoğan’dan ümidi kestik ama Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren ve bizi dinlemek isteyenlere durumu açıklamaya devam etmeliyiz. Hükümetin bireysel özgürlükleri kısıtlayan anti demokratik uygulamalarını bir başka yazıya bırakıp, anlatamadığımız, bu direnişin özündeki yeşil isyana odaklanalım. Bakın biz neyi anlatamadık…

Fidanla ağacın aynı şey olmadığını, bir fidanın ağaç, ağaçların orman olması için yıllar gerektiğini anlatamadık.

Otoyol kenarına dikilen binlerce ağaç betondan geçilmeyen bir kentin merkezindeki parkın yerini tutamaz. Modern kentler şehrin içindeki parklarla var olur. Bunu da anlatamadık. İşte bu yüzden Gezi Parkı’na ne yapacağın önemli değil, ister kışla ister AVM. Biz hiçbir şey yapılmasın, orası park kalsın istiyoruz. Nokta!

Türkiye’de insanların kent içinde doğayla baş başa kalacağı bir yer kalmadı. Olan yerler de parası olana. Tüm sahiller çay bahçeleri, meydanlar “lüks kahvehanelerle” doldu. Temiz hava, doğayla baş başa kalmak her insanın en temel hakkıdır. Bizler ayaklı kredi kartı değiliz, sokakta yürümek, denizi seyretmek, ağaç gölgesinde oturmak için bizden para alamazsınız, bize kentin merkezinde, araçsız erişilebilecek parklar yapmak, sahilleri, mesire yerlerini halka ücretsiz açmak zorundasınız.

AĞAÇLAR SANDIĞA GİDEMEZ
Birkaç ağaç dediğinizin yaşamın kendisi olduğunu, yeşil politikanın insanla beraber diğer tüm canlıların yaşam hakkını savunduğunu da anlatamadık. Ağaçlar sizin demokrasinizde sandığa gidemez en fazla sandık olurlar. O yüzden onların sesini size duyurmak bize düşer. Demokrasiyi sandıktan ibaret sanmanız oy kullanamayan ama sizin politikalarınızdan etkilenen diğer canlıları hiçe saymak demektir. İşi sandığa bağlarsanız seçim yaşını doldurmayanların, doğmamış bebeklerin söz hakkını gasp etmiş olursunuz. Yeşil politikanın diğer siyasi hareketlerden en belirgin farklarından biri de bu; konuşamayanların sesi olmak. İşinize gelmediği için bunu hiç anlamak istemediniz.

Biz bu ülkede parasız, polissiz bal gibi yaşanır diyorduk. Taksim’de günlerdir polis yok, devlet yok ama suç oranının en düşük olduğu günler yaşanıyor. Taksim’de yemek içmek hiç bu kadar ucuz olmamıştı. İnsanlar hükümetin sözcülüğünü yapan gazetecilerle ve sahte hikayelerle dolu televizyonlarınızı, iftiralarla dolu gazetelerinizi unuttu, gerçeği görmeye meydanlara iniyor. Birbirlerini tanımaya başladı. Solcusundan sağcısına herkesin, “bir araya gelseler kavga çıkar” dediği gruplar aynı parkta yatıp kalkıyor. Apolitik dediklerimiz bize politika yapmayı öğretiyor. Ezber bozuldu. Merak etmeyin, bu durumu sadece başbakan değil bizler de kavramakta zorlanıyoruz ama bizim anlama olasılığımız başbakandan yüksek. Çünkü dinlemesini biliyoruz. Biz parktayız o ise artık halktan çok uzakta. AKP’ye oy veren dostlara en çok da bunu anlatmak lazım. O tek başına sis atıyor, biz ise hep birlikte oynamak istiyoruz.

Noyan Özkan'ı anıyoruz

Türkiye'de doğa için mücadele edenlerin hiç unutmayacakları bir isim Noyan Özkan. İzmir Çevre Hareketi Avukatları'nın kurucularından Özkan, Bergama'dan Akkuyu'ya, Yatağan'dan İzmir-Konak Meydanı'ndaki Galleria mücadelesine kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin gördüğü tüm önemli çevre mücadelelerinde hukukçu ve yurttaş kimlikleriyle yer almış bir isim. 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde (yarın) iki ay önce aramızdan ayrılan Noyan Özkan adına İzmir Barosu tarafından bir anma programı düzenleniyor.

Yeri doldurulamayacak bir insanı, ağabeyimi kaybettim. Hasretle anıyoruz. 

Ağaçların direnişi

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Haziran 2013

Bundan böyle 31 Mayıs 2013 tarihi zorbaların halka savaş açtığı gün
olarak hatırlanacak. İstanbul'un kent merkezinde kalan son yeşil alanı
yok etme operasyonlarına verilen barışçıl tepkiye gösterilen sert ve
şiddet dolu saldırı hiç unutulmayacak.

Gezi Parkı bu ülkenin acı dolu hafızasına kazındı. Çadır yakıcıların
saldırısından önce çoğumuz için orada sadece ağaçlar vardı. Artık Gezi
Parkı'nda sadece ağaçlar yok. Üzerine HES kurulmak istenen dereler
var. Talana açılan ovalar, betona teslim edilen koylar ve onlara sahip
çıkan güzel insanlar var orada. İnsanın doğaya tahakkümüne karşı çıkan
ekolojistler, sermayeye esir olmuş inançlı kişileri uyaran
Müslümanlar, greve giden işçiler, hayvan hakları için mücadele
edenler, kadın cinayetlerine dur diyenler, ırkçılığa hayır diyen
futbolseverler artık Gezi Parkı'nın ev sahipleri. O insanlar, parkın
ağaçları gibi kök saldılar bu topraklara. Ekosistem dediğimiz de bu
aslında. Herkesin bir arada, dayanışma içinde yaşadığı bir dünya.
Parkı büyüteceğiz başka yolu yok. Köklerimizi Taksim'den Beşiktaş'a,
Şişli'ye uzatacağız. Oradan Anadolu'ya ve dünyaya...

RÜYALAR ÇATIŞTI
Peki, neydi kavga? Gezi Parkı'nda aslında rüyalar çarpıştı. Parka
alışveriş merkezi yapmak, içine allı pullu kafeler kondurmak akşamları
başını yastığa değil, deste deste paraların üzerine koyanların
rüyasıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi de onların partisiydi. Gezi'den
sonra gördük ki, adalet dedikleri şey rantı aralarında "hakça"
bölüşmek, kalkınma dedikleri de eşi-dostu kalkındırmaktan başka bir
şey değilmiş. Saldırıya uğrayanların rüyası ise başkaydı. Bir ağacın
gölgesinden faydalanmak, sevdiğiyle çimenlere uzanmak, ağaç
dallarından sızan renkli ışıkların altında uyuya kalmak ve termosunda
getirdiği çayı içmek. Park ile kafe arasındaki en büyük fark da budur
zaten. Parklar ücretsizdir, yoksul zengin ayırt etmeden buyur eder
insanları. Kafeler ise sadece parası olanlara hizmet eder. Paranız
yoksa size ağaç gölgesi bile yoktur. AKP temiz havanın, denizlerin,
sokak ve parkların halkın en temel hakkı olduğunu unutturmuştu.
Korkuları bu yüzden, bundan sonra bizim olanı bize satamayız diye
korkuyorlar.

ÇÖZÜM SÜRECİNE BİBER GAZI
Korkmakta haklılar. Gezi Parkı'nın ağaçları beş benzemezi yan yana
getirdi. Kürt, Türk, Müslüman, ateist, Kemalist, liberal, Beşiktaşlı,
Cimbomlu, Fenerli herkes birleşti. Ağaçlar insanları birleştirdi.
"Memleketi yeşil hareket kurtaracak" diyorduk; inanmıyordunuz. Gezi
Parkı "çözüm sürecinin" ta kendisi oldu ama AKP destek vereceğine
biber gazı sıktı bu sürece. Gördük ki toplumsal barışı istemeyen biri
varsa o da hükümetmiş.

Gezi Parkı direnişi İstanbul'da başladı. Polisin sivil itaatsizlikten
başka bir şey yapmayan göstericilere saldırmasıyla tüm Türkiye'ye
yayıldı. Hükümetin aylardır, içki yasağıyla, 4+4+4'le, sünni radikal
islam dayatmasıyla üzerlerine gittiği insanlar bardaktaki bu son
damlaya sert tepki verdi. Hayatında ilk kez sokağa çıkan binlerce
insan vardı meydanlarda. Gece saat ikide tenceresini tavasını alıp
çalanlar, biber gazına rağmen yürüyenler, tazyikli suya rağmen evine
dönmeyenler vardı. Hükümet yoktu ortada. Medya yerin dibine batmıştı.
Belli ki emir almışlar, günlerce süren ve devam edecek protestoyu bir
saat bile yayınlamadılar. Onun yerine saçmalık desek kimsenin itiraz
etmeyeceği "yetkililerin" açıklamalarına yer verdiler.

İstanbul Valisi zorlansa da klasik "marjinal gruplar" çıkışıyla olayın
üstünü örtmeye çalıştı. Dünyanın dört bir yanında eylemler izledim.
İngiltere'de 1 Mayıs'ta polise tekme atan eylemciler, buna rağmen
tepki vermeyen polisler gördüm. Marjinal gruplar masalına kimse
inanmıyor artık.

FİDAN ALDATMACASI
Orman Bakanı Gezi Parkı'nda sınırlı sayıda ağaç var diyerek
kesilmelerinin sorun olmayacağını işaret etti. İyi ya! Biz de sınırlı
sayıda ağaç olduğu için onları korumak istiyoruz. Tüm kentte sınırlı
sayıda ağaç, halkın ücretsiz kullanımına açık sınırlı sayıda park ve
yeşil alan olduğu için Gezi Parkı çok önemli diyoruz. Bakan olayı
kavrayamamış henüz, o kesin. Bir de şu fidan dikme meselesi var.
Başbakan'a bakarsanız çok ağaç dikmişler. Kesilen ağacın yerine 100
katını dikseniz ne olur? O fidanlar ağaç oluncaya kadar yıllar gerek,
yetişmiş bir ağacı kestiğinizde üzerinde yaşamaya başlamış onlarca
hayatı da öldürürsünüz; ikisi aynı şey değil. Kaldı ki, bizim
kentlerin merkezleri çorak, kentin dışına ağaç diksen ne olur dikmesen
ne olur? Mesele kentin içindeki yeşil alanları korumak.

Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan. Bilin ki, altında
kan döktürttüğünüz Gezi Parkı'ndaki yaşlı çınar ağacının bir yaprağı
kadar faydanız olmadı şu dünyaya, memlekete. Ağaçlar temiz havamızın
kaynağı oldular, kesmeye çalıştığınız o ağaçlar şu an bile size
oksijen üretiyor. Sizin tek yaptığınız ise temiz havayı biber gazıyla
kirletmek, insanları zehirlemek oldu. Ben devlet adamı olsaydım ve
biri bana bunu söyleseydi üzülürdüm. Polislerinizi, elinde
tencere-tava sokağa çıkan insanların üzerine gönderdiğinizi gördüm. O
yüzden üzüleceğinizi sanmıyorum. Vicdan kaybolunca zor bulunurmuş.
Gezi Parkı sizin "Sırat Köprü"nüzdü. Geçemediniz, diğer tarafı bilemem
ama bu dünyada cennet size artık çok uzak.