Çin’in yeşil ekonomisi ve Türkiye

Türkiye’de ekonomi tüketime dayalı, yapay bir büyüme eğilimi içerisinde. Çin’de ise teknoloji transferi, yerli sanayi ve çevre koruma alanındaki hedeflerin öne çıkarıldığı farklı bir büyüme modeli uygulanıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/ 4 Kasım 2012

Ekonomi camiası sık sık Türkiye ile Çin’in adlarını birlikte dillendiriyor. Avrupa Birliği (AB) ve ABD’deki duraksamaya rağmen büyümeye (klasik anlayışa göre) devam eden bu iki ekonominin benzer özelliklerine dikkat çekiliyor. Son 30 yıl boyunca, yıllık büyüme oranını ortalama yüzde 10’da tutmayı başaran Çin’in yanına Türkiye’yi koymak özellikle hükümete yakın ekonomistlerin sevdiği bir iş. Ancak ‘Pekin ördeğinin ayağı’öyle değil. Gayri Safi Hasıla’nın son birkaç yılda Çin kadar artması, bize iki ekonominin de aynı yolda gittiğini anlatmaz. Kaldı ki, 2011 yılında Çin ve Arjantin’den sonra G-20 ülkeleri arasında en büyük üçüncü ekonomik büyüme oranına imza atan Türkiye’nin bu yılki performansıyla Çin’den uzaklaştığınıda görmek lazım.

2012’de Türkiye için öngörülen büyüme rakamı yüzde 4’ün de altında kalacağa benziyor. Çin ekonomisi de yavaşladı ancak 2012 büyüme oranının yüzde 7’lerde seyredeceği tahmin ediliyor. Çin’in imalat sanayi ve ithalat rakamları, ABD ile AB’deki ekonomik duraklamadan haliyle etkilendi ama hâlâ güçlü. Çin’in ekonomik krizi Türkiye’den daha az hasarla atlatmasının ardında gelecek vaat eden, gelişen sektörleri doğru belirleyip yatırım yapması gibi nedenler var. Türkiye ile Çin ekonomileri arasındaki birinci fark ekonomik büyümede süreklilik konusu, ikincisi ise yatırım yapılan alanların farklılığı.

2006 yılından bu yana atmosfere en çok seragazı bırakan Çin’in ekonomisinin yeşil bir vizyona sahip olduğunu belirtmekle işe başlayalım. Bunun hem ekonomik hem de çevresel nedenleri var. Yapılan araştırmalar, Çin’deki nehirlerin yüzde 60’ında su içilebilecek kalitede değil. Ülkedeki su kaynakları ve göllerin yüzde 70’i de ciddi boyutlarda kirlenmiş. Sadece su kaynaklı kirliliğin ülkede 360 milyon kişi için sağlık sorunları yarattığı belirtiliyor. Hızla gelişen sanayi kaynaklı kirlilik tarımsal üretimi de düşürüyor. Çin Devlet Çevre Koruma Genel Müdürlüğü, 2005 yılında çevre sorunlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 10’una mâl olduğunu söylüyordu. Bütün bunlar Çin’in neden bu kadar çok yeşil ekonomi vurgusu yaptığını sanırım açıklıyor. Peki, Çin neler yapıyor?

Bu soruya en iyi yanıtı Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan“Çin’de Yeşil Ekonomi ve Yeşil İş” adlı rapor veriyor. Rapor, enerji, ulaşım ve ormancılık alanlarına odaklanmış.Ormanlaştırma kampanyaları sonucu ortaya çıkan yeni verilere inanmakta zorlanıyorsunuz. “Altı Ana Ormancılık Projesi” ile sadece 1999-2008 yılları arasında 52 milyon hektar alana fidan dikilmiş ve Çin’in orman alanı yüzde 30 oranında artırılmış. 2010 yılında ise ülkenin yüzde 2,7’si koruma alanı olarak belirlendi. 122 milyon hektarlık bir alan. Ülkede 2 bin 150 adet orman parkı var ve bunlar biyoçeşitliliğin korunmasınısağlıyor.

ÇİNLİFİRMALAR İLK 10’DA
Enerji sektöründe en büyük değişim yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımın giderek artması. 2020’ye kadar 300 ila 460 milyar dolar arasında bir rakam hidroelektrik hariç yenilenebilir enerji kaynaklarına harcanacak. Çin’de elektrik üretiminin yüzde 70’inden fazlası kömürden elde ediliyor. Bu pay azalacak ve yerini güneş, rüzgar gibi temiz enerji kaynakları alacak. Güneşten elektrik üreten fotovoltaik panel üretiminde Çin Japonya ve Avrupa’yı geçti. Bu sektörde 100 bine yakın kişi çalışıyor ve 15 milyar dolar civarında ithalat yapılıyor. Worldwatch 2011-2020 yılları arasında fotovoltaik üretimi nedeniyle her yıl 23 bin kişiye yeni istihdam sağlanacağınıtahmin ediyor. Rüzgar enerjisinde de durum farklı değil. 2011 sonunda kurulu rüzgar gücü 63 bini megavatı geçti, tüm Avrupa’da bu rakam 100 bin megavat. Türkiye de rüzgar türbinleri kuruyor ancak Çin aynı zamanda üretim de yapıyor. Dünyadaki en büyük 10 türbin üreticisinden dördü Çin’den. Bundan, çok değil 5-10 yıl önce bu listede Çin’den bir firma bulamazdınız. Türkiye’de ise yerli türbin için çalışmalar var ama çok yavaş ilerliyor.

120 BİN KİLOMETRE DEMİRYOLU
Foto: O. Gurbuz
Bu durum sadece rüzgar veya güneş enerjisi için geçerli değil. Ulaşımdan, imalat sanayinin birçok alanına kadar ekonominin büyük bir bölümünde Çin’in araştırma-geliştirme yatırımları ön plana çıkıyor. Çin firmaları, yurt dışındaki firmaları satın olarak teknoloji ve bilgi birikimine erişiyorlar. Ülkeye gelen yabancı yatırımlara da ortak oluyor, hem kârı paylaşıyor hem de teknolojiyi öğreniyorlar. Kendi trenlerini, uçaklarını ve otomobillerini yapıp, uzay projelerini yürütüyorlar. Çin yüksek hızlı trenler için döşenmiş en uzun demiryolu hattına sahip (17 hat, 8 bin 400 km). 2020 hedefi bu rakamı 18 bin kilometreye çıkarmak. Hızlı trenler yolcu taşımacılığı için önemli ama ticaret için daha yavaş giden, ekonomik trenlere ihtiyacınız var. Ülkede bu konuda da çok ciddi çabalar var. 2002 ile 2009 tarihleri arasında demiryollarıyla yolcu taşıma kapasitesi 1,5 kat; yük taşıma kapasitesi ise 1,6 kat arttı. 2015’e kadar Çin’deki demiryolu ağının 120 bin kilometreye ulaşması bekleniyor. Kentlerde raylı taşımacılığın payı da inanılmaz bir hızla artırılıyor. 2001 yılında 900 milyon kişi kentlerde demiryoluyla taşınıyordu, beş yıl sonra bu rakam ikiye katlandı;1 milyar 800 milyon oldu. 2010 yılına gelindiğinde metro ve hafif metro ağının uzunluğuŞanghay’da 420, Pekin’de 330 kilometreyi buldu.

Çin, bu alanların bazılarında özellikle ileri teknoloji konusunda hâlâ dışa bağımlı ancak “makus talihi” değiştirmek için adım attıklarını ve devlet desteğiyle ciddi bütçeler ayırdıklarınıgörmezden gelmemeli. Türkiye’de ise yatırım denince akla alışveriş merkezi, konut projesi, köprü veya otoyol geliyor. Büyük projelerin çoğunda aynı Çin’de olduğu gibi yabancıortaklar var ama işin içinde teknoloji transferi gibi bir kavram ya da plan yok. Çevrenin korunması gündemde bile değil. Sokağa çıkıp protesto gösterisi düzenlemenin çok zor olduğu Çin’de geçtiğimiz hafta bir petrokimya tesisinin genişletilmesi planıhalkın tepkisi nedeniyle durduruldu. Bizde çevrecilerin neredeyse sokağa çıkmadığı gün yok ama hükümetin diyalog kurmaya bile yanaşmadığını görüyoruz. Çin’in gördüğünü Türkiye neden görmüyor, merak etmemek elde değil.

Greenpeace ve Ayşe Arman

Yeşilbarış örgütünü neredeyse 20 yıldır izliyorum, bir süre kampanya yürüttüm. Kampanya başarısından bu kadar uzaklaşıp görünürlüğe bu kadar önem verildiğini daha önce hiç görmemiştim.

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Ekim 2012

Yıl 1970. Bob Hunter ve arkadaşları “Dalga Çıkartmayın” adlı bir komite kurdular. O gün için tek dertleri vardı, ABD'nin Alaska yakınlarındaki Amçitka Adası'nda yapacakları nükleer denemeyi durdurmak. Komitenin üyelerinden ekolojist Bill Darnell, barış (peace) odaklı bu gruba yeşil (green) kelimesini hatırlattı. Böylece, dünyanın en büyük çevre örgütlerinden biri olacak Greenpeace'in (Yeşilbarış) adı ve mücadele alanları ortaya çıkmış oldu. Nükleer silahlara karşı duran en kuvvetli kelime barış, ekolojiyi en iyi anlatan renk ise yeşildi. İki ayrı kelime, grubun para bulmak amacıyla kullandığı ilk yöntem olan rozetlere sığmayınca birleştirildi ve Greenpeace (Yeşilbarış) adı ortaya çıktı.
Nükleer silahlara ve savaşa karşı zafer işareti yaparak 'barış' istemek, çiçek çocuklarından geliyor. Vietnam Savaşı sırasında ortaya çıkmıştı. Çiçek çocuklarının şarkılarıyla ruhlarını tazeleyen grup, 1971 yılında nükleer denemelerin yapılacağı adaya bir tekneyle gidip, denemeyi durdurmaya karar verdi. Tekne nükleer denemenin olacağı bölgede olursa, Amerikalılar büyük bir olasılıkla nükleer bombayı patalatamayacaktı. Veya onları da öldürmek zorunda kalacaklardı. Yaptıkları rozetleri satarak tekne parasını çıkaramayacaklarını anlayınca bir rock konseri düzenlediler. Topladıkları 23 bin dolarla tekne satın alındı. Daha adaya varmadan ABD Donanması tarafından yolları kesilse de kamuoyu ölümü göze alan bu yolculuğu duymuştu. Nükleer deneme yapıldı ancak daha sonraki denemelerden vazgeçildi. Amçitka Adası ise kuşlar için koruma alanı ilan edildi. Greenpeace o gün bugündür şirketlerden bağış, yardım almaz. Gelirler bireylerin verdiği maddi katkılardan oluşur.
40 YIL SONRA BAŞKA BİR GREENPEACE
Yıl 2012. Bu defa Greenpeace'in gemisiyle yola çıkan gözü pek eylemciler değil Hürriyet gazetesinin en çok okunan yazarlarından Ayşe Arman. Amaç Greenpeace'in 'Kuzey Kutbu'nu kurtar' kampanyasını duyurmak. Ayşe Arman yazacak, Türkiye duyacak. Duyacak ama sonra ne yapacak? Yeşilbarış'a destek verecek ve böylece örgüt daha çok parayla daha fazla eylem yapacak. Tahmin edebileceğiniz gibi çevre camiası bu konuyu tartışıyor. Kimileri, binlerce kişiye ulaşıldığını söyleyip yapılan işi destekliyor kimileri ise Arman'ın doğru kişi olmadığını söylüyor. Kocasının BP'de üzt düzey yönetici olması da sıkça dillendiriliyor. Bu eleştirilerin doğru ama yetersiz olduğunu çünkü çoğu yorumun işin özünü görmekten uzak olduğunu düşünüyorum. 
İlk sorun Türkiye'deki birçok sivil toplum örgütünün düştüğü hataya Yeşilbarış'ın da düşmesi. Kampanya, Yeşilbarış'ı Yeşilbarış yapan Hunter gibi eylemciler tarafından değil, mücadeleden giderek uzaklaştıklarını düşündüğüm 'profesyonel' iletişim sorumluları tarafından yapılmış gibi duruyor. Arman'ın hatırı sayılır okuyucu kitlesine ulaşmak ve onlardan maddi destek sağlamak hedeflenmiş olabilir. Bugün herhangi bir şirket, medyada adını duyurmak istese benzer bir yola başvurur. Gazeteciler bir geziye davet edilir, kendilerine bilgiler verilir ve onlardan daha sonra kendileri hakkında güzel yazılar yazması beklenir. Ayşe Arman'da bunu yapmış. Üç tane güzel gezi yazısı, Greenpeace ve gemisi hakkında renkli ve eğlenceli bilgiler vermiş. Arada sırada kömürden, toplam iki kez de petrolden bahsetmiş. Ellerine sağlık ama unutulan bir şey var. Greenpeace bir şirket değil. 
ARMAN DOĞRU KİŞİ DEĞİLDİ
Arman kutuplara gitti ve geri geldi. Bu süre boyunca planlı bir kampanya yürütüldü. Kampanya Greenpeace ve Hürriyet gazetesi tarafından hazırlanan videolarla süslendi. İlk videoda dört çeker cipine atlayan Arman kutuplara gitmenin mutluluğu içindeydi. Aracınızın motoru ne kadar büyükse küresel ısınmaya yol açan petrolü o kadar çok yakıyorsunuz. Kuzey Kutbu'nu kurtarmak için cipe binmek, yangına körükle gitmeye benziyor. Arman Kuzey Kutbu'na kadar gitmişken Hürriyet için küçük bir reklam filmi bile çekti. Elinde iki cep telefonu, gazetenin internet sitesine kutuplardan bile erişilebileceğini gösteren reklam filmini ne yazık ki izledim. Demek bizim telefoncular, oraya bile baz istasyonlarını dikmeyi başarmışlar. Yeter ki Ayşe Arman internetsiz kalmasın. Bu işin şakası ama o reklamın bana düşündürttüğü ilk şey buydu.
Greenpeace'in Ayşe Arman kampanyası umarım onlara daha çok destekçi kazandırmış, kasalarına daha çok para girmesine neden olmuştur. Son 5-6 yıldır örgütün öncelikli derdi zaten bu oldu.  Kampanya başarısından çok popülerleşme, ana akıma yaklaşma ve sanal alemde var olma ön plana çıktı. Kullandıkları dil belki daha 'neşeli' oldu ama anlamsızlaştı. Ekolojinin özüne aykırı, “seninki kaç santim” gibi cinsiyetçi bir dil, kampanya sloganı bile yapıldı. Mücadeleden bihaber birileri, “nükleerle yaşamaya hazır mısınız” gibi bir sloganı, kampanyacıların başına nasıl dert açacağını düşünmeden piyasaya sürdü. Sonra bir enerji bakanı geldi ve “hazırız” deyip Yeşilbarış'ı mat etti. Yeşilbarış örgütünü neredeyse 20 yıldır izliyorum, bir süre kampanya yürüttüm. Kampanya başarısından bu kadar uzaklaşıp görünürlüğe bu kadar önem verildiğini daha önce hiç görmemiştim. Greenpeace'e destek vermek yakında 'Vakko' marka çanta taşımaya benzeyecek. Vakko marka çantaların bu dünyayı kurtaracağını sanıyorsanız, aldanıyorsunuz. 
ÇEVRECİLER SEMPATİK OLMAK ZORUNDA DEĞİL
Greenpeace'in bu kampanyayla yaşadığı asıl sorun ise örgütün giderek onu var eden unsurlardan uzaklaşması. Arman yazısında, “biz enerjiyi verimli kullanmıyoruz” diye okuyucularına mesaj veriyor ancak ilk videoda evindeki gereksiz ışıklandırmalar göze çarpıyor. Ulaşımda verimlilik toplu taşımadan geçer ama size “verimli olun” diyen kişi, özel ve çok petrol yakan bir araca biniyor. Elinde iki cep telefonu var vs. Ayşe Arman'ın evinin bir odası, Bob Hunter, David Mc Taggart gibi daha sonra Greenpeace'in başkanlığını da yapmış müthiş insanların nükleer denemeleri durdurmak için okyanusa açıldıkları o tekneden sanırım daha büyük. Bilemeyiz, belki de bu kutup gezisinden sonra Arman iki odalı bir apartman dairesine taşınır, cipini az yakıt yakan bir şehir aracıyla değiştirir ve hatta bisiklete binmeye başlar. Lüks lokantalardan, pahalı elbiselerden vazgeçer. Çünkü Greenpeace'i Greenpeace yapan sadece söyledikleri değil aynı zamanda yaptıklarıdır. O gemideki eylemcilerin yaşam biçimidir. Yoksa Yeşilbarış, politikaların değişmesi kadar, tüketim toplumunun terk edilmesi, yaşam tarzımızın değişmesi gerektiğine artık inanmıyor mu? Kutuplara kadar götürdüğünüz Arman'ı ikna edemediyseniz kimi ikna edeceksiniz? Kampanyanın asıl başarısızlığı aslında bu yanlış kişi seçiminde yatıyor. 
Uzun lafın kısası, Greenpeace'in kamuoyuna mesajlarını iletmesi için seçtiği kişi ya bu mesajları hiç duymamış ya da hiç iplemiyor. Ayşe Arman'a haksızlık etmek istemiyorum, iyi niyetinden de şüphe etmiyorum. Sorun, dünyayı kurtarmak için yanlış bir yöntemin seçilmesi. Greenpeace'i moda yapmak, onu sosyal medyada takip etmeyi cazip kılmak insanları sorumluluklarından uzaklaştırıyor. Yeşilbarış'ı 'beğen'mekle iş bitmiyor, kendi yaşam tarzınızı, mevcut politikaları 'beğenmemekle' iş başlıyor. Yeşilbarış hoşunuza giden değil, hoşunuza gitse de gitmese de doğruları söyleyerek sizi rahatsız eden bir kurum olmak zorunda. Onu sempatik kılmak, ana akıma yaklaşmayı da beraberinde getirecekse örgütün etkisini de azaltabilir. Başbakan Erdoğan'ı bir düşünün, o zaman demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. 
Küresel ısınmayı yavaşlatmak için vaktimiz o kadar az ki, sadece güzel yazı yazmak veya bir örgüte maddi destek vermek yetmiyor. Yaşam tarzımızı değiştirmemiz, sokağa çıkıp bağırmamız da gerekiyor.

Nükleere geçiş sınavı (NGS)


Foto: http://www.akkunpp.com/fotogaleri
Mersin'de nükleer santral kurmak isteyen Akkuyu NGS şirketi Büyükeceli'de kurulan bilgilendirme ofisi ve şirketin internet sayfası aracılığıyla kamuoyunu yanlış bilgilendiriyor, hükümet de buna göz yumuyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Ekim 2012

Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) Elektrik Üretim adlı Rus şirketi, Mersin'e nükleer santral kurmak için var gücüyle uğraşıyor. Rus devlet şirketi Rosatom'un Türkiye şubesi, şu aralar nükleer santrali halka şirin göstermek amacıyla çeşitli kampanyalar yürütüyor. Bizim devletin de desteğiyle, Büyükeceli Beldesi'nde adı “bilgilendirme” asıl görevi “beyin yıkama” olan bir merkez bile açtılar. Bölgedeki öğrencileri, vatandaşları nükleer enerjinin çok iyi bir şey olduğuna inandırmak için burada “eğitim” veriyorlar. Yanlış bilgi gırla. Biz, okullarda yenilenebilir enerjiyi, iklim değişikliğini anlatmaya kalksak Milli Eğitim 40 dereden su getirtir. Peki, Atomsporun sunumlarını kim denetliyor? Çocuklarımızı bu kişilerin, amaçları kâr etmekten başka bir şey olmayan bu insanların ellerine nasıl bırakıyorsunuz? Bu günahın vebalinin altından kalkabilecek misiniz? Kalkamayacaksınız, onu siz de biz de iyi biliyoruz.

Bu da yetmedi. Yüzde 100 Rus malı santrali yerliymiş, ülkeye teknoloji transferi yapıyormuş gibi göstermek için Rusya'ya öğrenci göndermeye başladılar. Neymiş efendim, bu öğrencilerin birkaç tanesi geldiğinde santralde çalışacakmış. Santral yerli olsa, tüm çalışanlar buralı olsa ne fark eder? Sanki “yerli nükleerden” atık çıkmayacak, kaza riski olmayacak! 2011'de 50 öğrenci Rusya'ya gitti, bu yıl 75. Bu öğrencilerin bazıları döndüklerinde, halka rağmen yapılmak istenen nükleer santralde iş bulmayı umuyor. Ben size ne iş yapacaklarını söyleyeyim. Santralde bir sızıntı meydana gelirse saklamak zorunda olacaklar, eşleri dostları kanserden ölürken medyanın önüne çıkıp, yok öyle bir şey diyecekler. Türkiyeli oldukları için bir kaza olduğunda bilgileri çarpıtma görevinin onlara verileceğini bilmiyorlar tabi. Kendilerine bir gelecek değil, hayat boyu utanç duyacakları bir iş teklifi yapıldığından habersizler. Daha da kötüsü, pırıl pırıl beyinlerini yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklar için kullanmak yerine milyonların hayatını tehlikeye atan bir nükleer santralde şalter indirip kapatacak birer işçi olmak uğruna harcadıklarının farkında bile değiller. Umarım bilgilerini başka alanlarda kullanabilecek iradeyi memlekete döndüklerinde gösterebilirler. Umarım sağ duyulu davranırlar.


Foto: http://www.akkunpp.com/fotogaleri
Görüldüğü gibi o öğrencilerden umudumu tamamen kesmedim. Hatta onlara yardım etmek amacıyla bir sınav bile hazırladım. Malum, bir nükleer reaktörde 200-300 kişiye iş var. Bunların çoğu da Rosatom'un Rusya'dan getireceği kişiler olacak. Türkiye kontenjanı için Akkuyu NGS adlı şirketin bir sınav hazırlığı içinde olduğunu öğrendim ve soruları da sizler için ele geçirdim. Nükleere Geçiş Sınavı (NGS) adı verilen bu sınavdan beş soruyu çalışmanız için burada paylaşıyorum. Hem Rusya'daki öğrencilere hem de sizlere tavsiye ediyorum. Bu sınavdaki sorulara doğru yanıt verirseniz başta Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı olmak üzere kamu kesiminde iş bulma şansınız çok yüksek. Hadi bakalım, kolay gelsin!

1. Binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların akıbeti hakkında Akkuyu NGS Elektrik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Rauf Kasumov ne demiştir?

A) Türkiye’de 75 milyon kişi var. Herkese 1 kilo nükleer atık versek geriye hiçbir şey kalmaz.
B) Nükleer atıklar radyoaktif ama geceleri çok güzel ışık veriyor.
C) Nükleer atıkları Türkiye satın almak isterse burada kalır. İstemezse Rusya‘ya gider.
D) Türkiye’de önce trafik sorununu çözmek lazım. Nükleer atık sorununu sonra çözersiniz.

2. Akkuyu NGS A.Ş.'nin internet sayfasında rüzgar enerjisi hakkında aşağıdakilerden hangisi yazılmamıştır?

A) Rüzgar santralleri doğaya ciddi zarar verir. Hava akımlarının doğal dolaşımı bozması nedeniyle, iklim değişikliğine sebep olur.
B) Rüzgar santralleri hayvanlar için büyük bir tehlike oluşturur. Her gün binlerce kuş ve yarasa pervane kanatlarına çarparak ölürler.
C) Bilim adamları rüzgardan enerji alındığında; hava iletişiminde, radyo ve TV sinyallerinin yayılmasında sorun yaşandığını kanıtlamışlardır.
D) Rüzgar enerjisi iklim değişikliğine yol açmayan çevreci ve ucuz bir elektrik üretim biçimidir.

3. Büyükeceli beldesindeki “Nükleer Bilgilendirme Merkezi”nin Başkanı Eyüp Sancı, çocuklara nükleer santrali sevdirmek için Rusya'dan hangi örneği vermiştir?

A) Okullarda zorunlu nükleer enerji dersi veriliyor.
B) Rusya’da “Nükleer enerji, ne güzel şeysin sen” adlı pop şarkısının cd’si çocuklara ücretsiz dağıtılıyor.
C) Farmville benzeri bir oyunla çocuklara hangi yoldan elektrik ihtiyaçlarını karşılayacakları soruluyor. En mantıklısı nükleeri seçmek çünkü rüzgar bazen esmiyor.
D) Okullarda nükleer santral şeklinde lolipop dağıtılıyor.

4.Büyükeceli beldesindeki “Nükleer Bilgilendirme Merkezi”nin Başkanı Eyüp Sancı, nükleer santral kurulması halinde Büyükeceli halkına ne vaat etmiştir?

A) Bir nükleer kaza olursa siz herkesten önce öğreneceksiniz.
B) Nükleer santral bölge ekonomisine hareket getirecek. Modern bir aydınlatma yapılacak ve yakın köylerden gelenler burada pazar kurarak, ürünlerini satabilecek.
C) Denize giremeyeceğiniz için artık mayo, bikini masrafınız olmayacak.
D) Santral kurulursa ürünlerinizi radyasyon korkusu nedeniyle satamayacaksınız. Büyük şehirlere göç edip, daha güzel yaşayacaksınız.

5.Rusya'daki Vorenej-2 reaktörünün inşaatını yöneten Genel Müdür Sergey Petrov, yaptıkları nükleer santralin güvenliği hakkında Türkiye Enerji Bakanlığı’ndan gelen heyeti nasıl ikna etmiştir?

A) Annesinin ölüsü üzerine yemin etmiştir.
B) Tüpgazla kıyaslamıştır.
C) Santralin teknik detaylarını açıklamış, uzun uzun anlatmıştır.
D) Heyeti 136 metrelik bir bacanın tepesine çıkarıp oradan manzarayı seyrettirmiştir.

***
Doğru yanıtlar: 1-C, 2-D, 3-C, 4-B, 5-D