Çernobil Türkiye'de 50 bin kişiyi kanser edecek

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 26 Nisan 2011

25 yıl önce, eski Sovyetler Birliği'nde tarihin en büyük endüstriyel kazası ve en büyük nükleer faciası gerçekleşti. Japonya'daki nükleer kaza, teknik olarak Çernobil'le aynı derecede değerlendirilse de, Çernobil kazasının gizlenmesi, yanlış müdahale, reaktörün yapısal eksiklikleri ve Fukuşima'dan okyanusa esen rüzgarlar iki kazanın ölümcül sonuçlarının farklı olmasına neden oldu. Nükleer teknolojinin güvenilir olmadığı ve riskin büyüklüğünün uçak kazası veya tüp patlamasıyla kıyaslanamayacağı dünya nüfusunun büyük bir bölümünce anlaşıldı.

Çernobil kazasının ölümcül sonuçları 25 yıldır tartışılıyor. İnsanlar kansere sadece santrallerden sızan radyasyon nedeniyle yakalanmıyor. Sigara, otomobiller, kömür santralleri, yediğimiz sağlıksız yiyecekler ve daha binlerce unsur kansere neden olabiliyor. O nedenle, Çernobil kazası sonucu atmosfere salınan radyasyonun kaç kişinin canını aldığını veya alacağını kestirmek kolay değil. Özellikle da santralin uzağındaki bölgeler için. Bu konuda yapılan çalışmalar, karşımıza farklı rakamlar çıkarıyor.

Bu konuda uzun zamandır çalışmalar yapan ve düşük dozda iyonize radyasyonun da insan sağlığı üzerinde sanılandan daha fazla etki yaptığını öne süren Prof. Dr. Christopher Busby'nin son çalışması Çernobil kaynaklı kanser ölümleri. Busby, kazadan sonraki 50 yıl içinde dünya genelinde 1 milyon 438 bin Çernobil kaynaklı kanser ölümü bekliyor. Bu ölümlerin 47 bin 520'si Türkiye'de gerçekleşecek, bir bölümü de büyük bir olasılıkla gerçekleşti. Bu rakam, 2011'de yapılan Alexey Yablokov'un çalışmasıyla da örtüşüyor. Yablokov, Çernobil kaynaklı ölümlerin 900 bin ila 1 milyon 400 bin arasında değişeceğini söylüyordu. Busby, bu çalışmanın sadece kanser kaynaklı ölümleri içerdiğine de dikkat çekiyor. Busby, radyasyonun yaşam ömrünü kısaltan önemli bir faktör olduğunu, kalp krizi, çeşitli kalp hastalıkları, ölü doğumlar, kısırlık ve çocuklarda kalıtsal hastalıklarda da ciddi artış olacağını söylüyor.

Bu raporu okurken Türkiye Tabipler Birliği'nin (TTB) 2005 yılında Hopa'da yaptığı çalışma aklıma geldi. TTB'nin yaptığı çalışma, 2003,2004 ve 2005 yıllarında Hopa'daki ölümlerin yüzde 46'sının kanser kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Türkiye, kaza olduğunda aynı bugünkü gibi, nükleer santral kurma planları yapıyordu. Zamanın yetkilileri, bu korkunç kaza nükleer enerjinin imajını zedeler korkusuyla rakamları gizledi. Halkı uyarmadı, televizyonda çay içti. Dönemin Ticaret ve Sanayi Bakanı Cahit Aral, “Dinine, imanına inanan 'radyasyon var' demez” demişti. Dönemin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre, “Çayda tehlike yok ama dışsatımı yasaklıyoruz” şeklinde akla hayale sığmayan açıklamalar yapmıştı.

Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçti. Karadeniz'de kanser neredeyse her eve girdi. Nükleer santral kurma konusunda işi temel atmaya kadar götüren Türkiye, bu defa da Japonya'daki nükleer santral kazasıyla sarsıldı. Fukuşima nükleer kazasından sonra, tüpgazlı benzetmeler, bekarlık daha tehlikeli açıklamları birbirini izledi. Bu açıklamalar 25 yılda ülkede pek bir şeyin değişmediğini de gösterdi. Santraller 3. nesil oldu ama bizim politikacılar hâlâ 1. nesil. Nükleerde ısrar etmenin nedeni de bu olsa gerek.

Rapora ulaşmak için: http://www.bsrrw.org/wp-content/uploads/2011/04/chernhealthrept3.pdf

Sizin mitinge gelme nedeniz ne?

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Nisan 2011

Her insanın hayatında unutamadığı birkaç an vardır. Toplasanız, bu anların süresi bir hayat etmez ama hayat aslında bu unutulmayan anlardan ibarettir. Gerisi biraz teferruat...

Hayatımdaki bu anların seceresine baktığımda, kendi gözlerimle gördüğüm Çernobil aklıma geliyor. Binlerce boş bina, insansız topraklar ve görünmez tehlike radyasyon. Kazaya müdahale eden ve sayıları 600 ila 800 bin arasında değişen tasfiyecilerin anlattıkları, bölgeden göç ettirilen 400 bin insan. Kaybedilen binlerce yaşam; insanlar, hayvanlar ve böcekler. Rakama vurunca giden can anlaşılmıyor, insanın yazası gelmiyor. Can acısını geride kalanlara sormak lazım. Bir de kaza sonrası yaralananlar var, kanser tedavisi görenler, psikolojik tedavi alanlar. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, Belarus’ta, Ukrayna’da ve Rusya Federasyonu’nda en az 3 milyon çocuğun (Çernobil kazasına bağlı olarak) fiziksel tedavi görmesi gerektiğini, meydana gelen ciddi tıbbi durumdan etkilenenlerin tam sayısının ise 2016’da öğrenileceğini söylemişti.

Yarın, işte yine o aklıma kazınacak anlardan biri şekillenecek. İstanbul Kadıköy meydanında yapılacak nükleer karşıtı miting Türkiye'deki binlerce insanın hayatını ilgilendiriği için büyük önem taşıyor. 17 Nisan'da Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un organize ettiği insan zinciri eylemi, Mersinlilerin kentlerinin bir nükleer santrala ev sahipliği yapmasına karşı çıktıklarını açıkça gösterdi. Nükleer Karşıtı Platform'un yarın İstanbul'da düzenleyeceği miting ise nükleer maceraya dur demek için Türkiye'nin dört bir yanından Kadıköy'e gelen insanların sesi olacak. Sinoplular, Mersinliler, Kırklareli'nden gelenler, Ankara, Bursa, İzmir, Çanakkale ve İzmir'den yola çıkanlar ve daha yüzlerce insan, “Türkiye Çernobil, Fukuşima olmasın” diye haykıracak. Herkesin bir nedeni var.

Kimi, bir nükleer kaza sonucu bebeklerinin gözle görünmez radyasyon nedeniyle hasta olmasını istemiyor; kimi, yüzyıllarca sürecek genetik bozukluklara yol açabilecek bir radyasyon sızıntısından korkuyor.

Kimi, elektriğini saatli bir atom bombasından değil güneşten, rüzgardan üretmek istiyor; kimi, “neden bu kadar çok elektrik tüketiyoruz ki” diye soruyor?

Kimi, nükleer kazalardan korkuyor; kimi, Rus teknolojisinden.

Kimi, bir deprem ülkesine nükleer santral kurulmasına anlam veremiyor; kimi, 240 bin yıl radyoaktif kalan atıkların ne yapılacağını merak ediyor.

Kimi, yurt dışında kapatılan nükleer santrallere bakıp şaşırıyor, kimi nükleer santralle tüpgazı birbirine karıştıranlara bakıp afallıyor.

Kimi, Çernobil sonrası kendisine radyasyonlu çayları içiren zihniyetin hala işbaşında olduğunu düşünüyor, yetkililere güvenmiyor; kimi kendi iradesine saygı göstermeyen hükümete demokrasi çağrısı yapıyor.

Kimi, Ruslarla yapılan anlaşmada kötü kokular var diyor; kimi bunun bir seçim yatırımı olduğunu söylüyor.

Kimi, nükleer santrallerin kapitalizmin neferi olduğunu biliyor, tüketim toplumunun temel taşı olduğunun farkında; kimi, üretilecek elektriğin neredeyse beşte birinin nakil hatlarında kaybolacağı gerçeğinin.
Kimi, bambaşka bir dünya kurmak istiyor; kimi, enerji devrimini düşlüyor.

Mersinli tedirgin, Sinoplu tedirgin, kendilerine sorulmadan alınan bu karara kızgın. Onlarca nesili tehdit eden bu kararın dört yıllığına iktidara gelmiş bir hükümet tarafından kimseye sorulmadan, tartışılmadan alınmasını kabullenemiyorlar. Hepsi kararlı, “kurdurtmayacağız” diyorlar ve kurdurtmayacaklar. Yarın Kadıköy'de yürüyecek ve “nükleere hayır” diyecek binlerin her birinin onlarca nedeni var. Sizin 24 Nisan Pazar günü Kadıköy'de yapılacak mitinge gelme nedeniz ne? Mitingde görüşmek üzere, sağlıcakla...

Nükleer santralde ÇED oyunu

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 14 Nisan 2011

Türkiye'deki her işletme, kurum ya da kuruluş, 1993 yılından beri çevreye zarar vereceği düşünülen faaiyetleri için bir Çevresel Etki Değerlendirme Raporu hazırlamak zorundadır. Bu rapor kısaca “ÇED” diye bilinir. Kurulacak tesisin çevreye zarar verip vermeyeceğini gösterir; atık, artık ve olası etkilerin nasıl bertaraf edileceğini ayrıntılarıyla anlatır. Anlatır ki, bu tesisin çevreye zarar verip vermeyeceği halk tarafından anlaşılsın. Yetkililer gerekli izinleri verirken bu rapora bakarlar. Gerekirse tesis, halk sağlığını ve diğer canlıların yaşamını etkilemeyecek şekilde yeniden tasarlanır. Tesis çevreye zarar verecekse yapımına izin verilmez.

Bir tavuk çiftliği yapmak isterseniz sizden ÇED isterler.
Maden açmak isteseniz ÇED'i sorulur.
Yol yaparken ÇED gereklidir.
Rüzgar santrali kurmak isteseniz, hemen hemen aynı anlama gelen ÇED'den muaftır belgesi istenir.

Kısacası, dünyanın en çevreci işini yapmaya da kalksanız, bu iddianızı ispat niteliğinde sayılabilecek ÇED raporu sizden istenir. Ya da, “istenirdi” diyelim. Çevre ve Orman Bakanlığı, daha önce alınan Danıştay kararına rağmen Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nde değişikliğe gitti. Değişiklik 14 Nisan günü Resmi Gazete'de yayımlandı. İlgili yönetmeliğin geçici 3. maddesinde yapılan değişiklikle, 1993 yılından önce yatırım planına alındığı belirtilen projeler için ÇED istenmeyecek! Hangi projeler bunlar?

  • Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santral
  • Sinop'ta kurulması düşünülen nükleer santral
  • Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesi
  • İstanbul'un son yeşil alanlarını yok edecek üçüncü köprü.
  • Gebze-Orhangazi-İzmir otoyol projesi

Yapılan değişiklikle bu projelerin ÇED muafiyeti 2015'e kadar devam edecek. Yukarıdaki beş örnek listenin tamamı değil ama durumu anlatmaya yetiyor. Sizce bu projelerden hangisi çevreci? Ya da şöyle soralım; bir tavuk çiftliği, liman, yol inşaatı çevreye zarar veriyor da, nükleer santraller vermiyor mu? Hatırlayalım. Çernobil kazasından sonra İtalya’nın yarısı kadar bir alan, yaklaşık 150 bin km2 kirlenmiş ve Danimarka’dan biraz daha büyük, yaklaşık 52 bin km2'lik tarımsal alan harap olmuştu.1 Fukuşima'da bugün 20 km çapında bir alan insana yasaklı. Sizce böylesine riskli bir teknolojinin çevreye etkisini raporlamamak doğru mu? Çevre Bakanlığı'nın bu değişikliği yaparken hangi motivasyonla hareket ettiğini bilmek isterdim doğrusu. Ya, üçüncü köprüye ve Ilısu Barajı'na ne demeli?

Yargı daha önce Çevre Mühendisleri Odası'nın itirazını haklı bulmuş, muafiyeti kaldırmıştı. Mühendisler bu değişikliği yeniden yargıya götürecek. Bu arada birileri yangından mal kaçırır gibi Mersin'e nükleer santral kondurmaya çalışacak.

Görüyorum ki hükümet tüpgaz ile nükleer santrali gerçekten biririne karıştırıyor. Tüpgaz alırken ÇED raporu istenir mi? İstenmez! Dünyanın en geri kalmış ülkesine dahi gitseniz, nükleer santral yapmaya kalktığınızda sizden çevreye etkilerinin ne olacağına dair rapor istenir mi, tabi ki istenir. Yöre halkına sordun mu denir.

Nükleer tüp patladı patlayacak; benden söylemesi!

1Birleşmiş Milletler, http://www.un.org/ha/chernobyl/history.html

Taner Yıldız Sinop'tan aday olsun!

Özgür Gürbüz-www.farklihaber8.com / 8 Nisan 2011

Enerji Bakanı Taner Yıldız hükümetin nükleer enerji konusundaki tavrını bugünlerde sık sık yineliyor, yinelemek zorunda kalıyor. Japonya'daki nükleer kaza, tüm dünyada, “nükleer rönesans” adında yürütülen halkla ilişkiler kampanyasının bir anlamda sonu oldu. Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçmesiyle unutulmaya başlayan nükleer kaza tehlikesi şimdi Fukuşima'dan gelen görüntülerle hafızalarımıza yeniden kazındı. Almanya, İsviçre, İtalya, ABD ve hatta enerji açı Çin bile nükleer enerji konusunda tutum değiştirdi.

Fukuşima santralindeki kaza, nükleer santral kurmaya, hatta temel atmaya hazırlanan Türkiye'de de nükleer enerjiyi tekrar masaya yatırttı. Yıllardır nükleer enerjiye yeşil ışık yakan birçok yazar, çizer ve bilim insanı fikir değiştirdi. Başbakan ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın açıklamaları da insanları ikna etmek yerine daha fazla endişelendirdi. Çernobil kazasından sonra çay içen politikacılar akla geldi. Dünyanın saygın gazeteleri, Türkiye'de tüpgaz patlamasıyla nükleer kazanın eş tutulduğunu, biraz da alaycı bir dille kaleme aldı.

Taner Yıldız'ın son demeçleri, riskin oranı ile büyüklüğünü birbirine karıştırmayı amaçlayan bu halkla ilişkiler yönteminden vazgeçilmediğini gösteriyor. Mutfak tüpü patlarsa ya da uçak düşerse can ve mal kaybı uçakla veya tüpün patladığı mutfakla sınırlıdır. Nükleer santralde bir sızıntı, kaza olursa radyasyon bulutları o bölgeyi, ülkeyi ve hatta ülkeleri tehdit eder. Siz Çernobil benzeri bir kaza sonucunda yok olacak tarım alanlarını, yaralıların tedavisini, kanser hastalarının kemoterapi ücretlerini karşılayacak bir sigorta poliçesi yapabilir misiniz? Çernobil kazası sonrası tasfiye çalşmalarında 800 bin kişi çalışmış, 400 bin kişi bölgeden tahliye edilmiştir. Tasfiyeci adı verilen ve çoğu asker olan bu 800 bin kişiden, 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi. Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısının toplam 60 bin ve sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor. 100 yıl, 1000 yıl kullanılamayacak toprakların, ölecek insanların sigorta primini hesaplayacak sigortacı bulabilir misiniz? Ben evimi tüp patlamasına karşı sigortalar, primini her yıl öderim. Nükleer kazaya karşı gerçekçi bir sigorta poliçesinin primini bu ülkenin hazinesi ödeyebilir mi? Ödeyemez, zaten hiçbir sigorta şirketi de böyle bir poliçe düzenlemez, düzenleyemez.

Bu nedenle, “zaten her an ölebilirsiniz” diyen benzetmelerle insaoğlunun tarihinde yüzleştiği en ciddi endüstriyel kazaları küçümsemek yerine, mutfak tüpleri neden bizim ülkemizde bir batı ülkesinden daha sık patlıyor sorusunu sormak daha faydalı olacaktır.

Enerji bakanımızdan küçük bir ricam var. Bütün dünyanın gördüğü nükleer kazayı aklama çalışmalarının ne kadar başarılı olduğunu görmek adına, önümüzdeki seçimde kendisinin Sinop'tan aday olmasını öneriyorum. Amacım kendisini Meclis dışında bırakmak değil, Sinop'ta 2007 yılındaki son genel seçimde AKP yüzde 46 oy almış, en yakın rakibi CHP yüzde 20. Bu seçimde Sinop'tan iki milletvekili Ankara'ya gidecek. Yıldız aday gösterilirse milletvekilliğinin tehlikeye gireceğini hiç sanmam. Sadece Yıldız'ın, nükleer sanral kurmayı planladığı kente gidip orada yaşayan insanlarla yüzleşmesini istiyorum. Bekarlar evlilere göre daha az yaşıyora kadar varan bilimsel açıklamalarını Ankara'dan değil, Sinop'tan yapmasının daha anlamlı olacağına inanıyorum. Yıldız, Sinop'ta seçim kampanyası yürütürse, depreme dayanıklı santral savının Sinopluların içini ne kadar rahatlattığını bizzat yerinde gözlemleyecektir. AKP'nin oyu düşer mi düşmez mi, o da küçük bir güvenoyu yoklaması olur. Ben olsam bir dakika bile beklemez, Sinop'tan aday olurdum.

Yetiş başbakanım tüp patladı!

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Nisan 2011

Cin şişeden yine çıktı. Çernobil kazasından 25 yıl sonra dünya bir başka nükleer enerji faciasıyla karşı karşıya. Dünyanın felaketlere en hazırlıklı ülkesi bile hayalet düşman radyasyon karşısında etkisiz kaldı. Japonya'da milyonlarca, dünyada milyonlarca insan, 25 yıl önce Ukrayna, Belarus ve Rusya'da 7 milyon insanı etkileyen radyasyon bulutlarının kendilerinin üzerinden geçip geçmeyeceğini düşünüyor. Çernobil'de hayatını feda eden itfaiyecilerin anıtına benzer bir anıt muhtemelen yakında Japonya'da yükselecek. Dünyanın ve Japon politikacıların 25 yıl önceki felaketten ders almamalarının acısını şimdi Japon halkı çekiyor.

Radyoaktif bulutları üfleyebilir misiniz?
Korkarım muhtemelen bir 25 yıl sonra, belki daha yakın bir zamanda, benzer acıları çekme sırası bize gelecek. Türkiye'nin bu tip felaketler karşısındaki hazırlıksızlığını da göz önünde bulundurursak kazanın sonuçları daha vahim olacak. Aradan geen 25 yıla rağmen, bazı politikacılar ve bilim adamları Çernobil'den hiç ders almamış. Japonya'da olup biteni izleyen ve “atomspor” takımının birer oyuncusu olduklarını belirten başbakan ve enerji bakanımızın demeçleri, 1986'daki Çernobil kazasından sonra halka radyasyonlu çayları içiren devlet büyüklerimizin demeçlerini aratmıyor. Çernobil'de reaktör patladığında Türkiye yine, Mersin-Akkuyu'ya nükleer santral yapma hazırlığındaydı. Kazadan sonra eski Başbakan Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” gibi halkı rahatlatacak açıklamalar yapıyor, televizyon karşısında çay içiyordu. Yine aynısı oldu. Başbakan mutfak tüpleriyle nükleer santrale sahip olma riskini aynı kefeye koydu. Bu karşılaştırma o kadar tepki topladı ki bir sonraki açıklamasında televizyondan, cep telefonundan alınan elektromanyetik radyasyona dikkat çekilmeye çalışıldı. Konu dağıtılmak istendi. Televizyonu kapattığınızda elektromanyetik radyasyondan kurtulabilirdik, peki ya radyasyon bulutlarına nasıl karşı koyacaktık; üfleyerek mi dağıtacaktık kanser bulutlarını? Başbakanın nefesi yeter mi? Tabi ki yetmez!

Riskin oranı değil büyüklüğü önemli
Bu benzetmenin talihsizliğini bir kenara bırakıp, tüm iyi niyetimizle başbakanın olasılık hesabına vurgu yaptığını düşünsek bile, elma ve armutların birbirine karıştırıldığını görebiliyoruz. Bu boyutta bir nükleer santral kazanın gerçekleşme olasılığı, haliyle, 75 milyonluk ülkede bir mutfak tüpünün patlaması olasılığından azdır. Ancak, burada riskin büyüklüğü ile oranını birbirine karıştırmamak gerekir. Mutfak tüpü patlayınca hasar o mutfakla sınırlı kalır ancak nükleer santral patlayınca polisin güvenlik koridoruna alacağı alan tüm ülke, hatta tüm dünyadır. Çernobil bulutlarının Güney Afrika'ya kadar ulaştığını, Fukuşima bulutlarının ülkemize yaklaştığını anımsamakta fayda var. Mutfaktaki tüp patlarsa itfaiyeyi arıyabilirim ama Sinop veya Mersin'deki santral patlarsa ne yapacağım? “Yetiş başbakanım, nükleer tüp patladı!” mı diyeceğim? Riskin büyüklüğünü, Birgün'deki bir önceki yazımda sigorta örneğiyle açıklamıştım, tekrar etmeyeceğim.

“Radyasyon kemiklere yararlıdır netekim!”
Sadece başbakan değil Enerji Bakanı Taner Yıldız da rahmetli Devlet Bakanı Cahit Aral'ı aratmıyor, “nükleerde kararlıyız” diyor. Biz bu tip politikacılara alıştık artık. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren de, “radyasyon kemiklere yararlıdır” demiş ardından da gizlice kendi içtiği çayı şoförüyle ODTÜ'de analize göndermişti. Merak edenler için söyleyelim, gönderilen çaylarda kilogram başına 5 bin 600 bekarel radyoaktivite tespit edilmişti. Depremden önce Japonya'da santral gezen ve mutabakat zaptı imzalarken Japonya'yı depremlere duyarlı santral konusunda bize örnek gösteren Yıldız'ın, deprem sonrası Japonya'daki reaktörün 1. nesil olduğunu söylemesi ise tam bir trajediydi. Santralin 2. nesil olduğunu, yapımcı General Electric firmasından aldığımız bilgiyle kısa süre önce açığa çıkardık. Bakanın verdiği bilginin yanlışlığı bir yana, dünyada böyle bir deprem deneyinden geçmiş 3. nesil bir santral de zaten yoktu. Akkuyu'ya yapılmaya çalışılan Rusların VVER 1200 modeli hangi ülkede, hangi şiddette bir depremden yüzünün akıyla çıkmıştı? Sayın Yıldız bu soruya yanıt verebilir mi? Daha da komik olan, Sinop'a depreme dayanıklı Japon teknolojisi, Mersin'e denenmemiş Rus teknolojisi seçimini bakanımız nasıl açıklayacak? Mersinliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı mı?

Rüzgar türbinleri depremi atlattı
Nükleer kazaların sadece deprem nedeniyle meydana gelmediğini de anımsatmakta fayda var. Çernobil'de, Üç Mil Adası, Windscale, Mayak ve Tokaimura kazalarında depremin adı sanı yoktu. İşin ilginç tarafı, yıllardır rüzgar kesilince, güneş batınca ne olacak diyerek temiz enerji kaynaklarına çamur atmaya kalkanlar, Japonya depreminden sonra ayakta kalanın yenilenebilir enerji olduğunu şimdi ağızları bıçak açmadan izliyorlar. Depremden sonra gelen raporlar, ülkedeki rüzgar çiftliklerinin depremi hasarsız atlattığını gösteriyor. Bunlardan bir tanesi de deprem merkezine 300 km uzaklıktaki bir açık deniz santrali; muhtemelen tsunamiye de dayanmış. Sadece rüzgar değil, jeotermal enerji, yerin yüzlerce metre altında yapılan sondajlarla dışarı çıkarılan sudan elektrik üreten bu temiz enerji kaynağı da depremden etkilenmemiş. Türkiye Jeotermal Derneği Genel Başkanı Orhan Mertoğlu, Sendai bölgesindeki dokuz farklı jeotermal santralinin de depremi hasarsız atlattığını ve elektrik üretir durumda olduğunu bildirdi. Ya nükleer? Fukuşima'daki 4 reaktörün hurdaya çıkacağı kesinleşti. Şimdi inşaata başlasalar yerine yenisini koymak ve elektrik üretmeye başlamak en iyimser 10 yıl sürer. Rüzgar kesilince ne yapacaksınız diyenlere sormak lazım; 10 yıl elektrik kesilirse ne yaparsınız?

Forging Ahead on Nuclear Energy in Turkey

ISTANBUL — Struggling through throngs of shoppers on the pedestrian Istiklal Avenue last weekend, a couple of thousand marchers with their anti-nuclear placards did not seem to be getting anywhere. “No to nuclear plants,” the protesters chanted, banging on drums to make themselves heard. But few in the crowd swirling around them appeared to be listening.

The tide may have turned against nuclear power elsewhere, following the Fukushima Daiichi disaster in Japan, but Turkey is being swept along by a different current. Even as governments around the world scrambled to freeze or review their nuclear energy programs last week, Turkey announced the imminent start to construction of the first of its own nuclear plants, and experts say that a majority of Turks probably support the decision.

The cornerstone for the Akkuyu nuclear power plant near Mersin on the Mediterranean coast could be laid in April or early May, said Prime Minister Recep Tayyip Erdogan of Turkey following his talks in Moscow last week. Russia has agreed to build the plant under a $20 billion deal signed in May. A similar deal with Japan, signed in December, involves the construction of a second plant near Sinop on the Black Sea coast, while the location of a third proposed plant was undecided.

It is a tricky decision to make, as Turkey is located in one of the most active earthquake regions in the world, and more than 90 percent of its territory is prone to earthquakes. The Akkuyu site in particular is close to a fault line, as the government concedes. Small tremors are registered in the region almost daily, and a quake measuring 6.2 on the Richter scale struck the nearby city of Adana in 1998.
Still, Turkey is forging ahead with its nuclear plans in the wake of the Fukushima scare, “even though some environmentalists are doing their best to sabotage the project,” Mr. Erdogan said in Moscow, referring to doubts voiced after the tsunami in Japan, Turkish newspapers reported. “Any project can go wrong, you can’t just drop it because of that. Otherwise you shouldn’t be using gas bottles in your houses, and we shouldn’t have an oil pipeline passing through the country.”

Risk was just a fact of life, agreed the environment minister, Veysel Eroglu, ...

Please read the rest of the article on NY Times, click here

Enerji Bakanı’nın nükleerde "nesil" hatası

Özgür Gürbüz - Yeşil Ekonomi / 23 Mart 2011

Japonya’nın Fukuşima Dai-içi nükleer santralinde meydana gelen kazanın boyutları, süt, ıspanak gibi gıda ürünlerinde ve Japonya’nın birçok bölgesindeki suda radyoaktivitiye rastlanmasıyla daha da ciddi bir boyuta geldi. Türkiye’de ise Fukuşima’da yaşanan kazadan sonra Akkuyu ve Sinop’a yapılması düşünülen nükleer santrallere kamuoyu tepkisi arttı. Almanya, İsviçre, Çin ve Venezuela gibi ülkelerin aksine, Türkiye’nin nükleerde ısrar etmesi, konuyu tartışmaya bile yanaşmaması sadece yurt içinde değil yurt dışında da ilgiyle (!) izleniyor.

Yabancı medyanın konuya ilgi göstermesine şaşırmamak lazım; bunda başbakanımızın ve enerji bakanımızın demeçleri etkili oldu. Nükleer kaza riski tüp gazın patlama riskiyle kıyaslandı, kozmetikle eş tutuldu. Aralık ayında Japonya’ya gezi düzenleyip, mutabakat zaptı imzalarken Japonya’yı depremlere dayanıklı santraller yaptıkları için örnek gösteren Taner Yıldız, kazadan sonra oradaki santralleri eski (1. nesil) olmakla itham etti. Açıkçası, bu demeçler bize Çernobil kazasından sonra yapılan “tarihi” açıklamaları anımsattı.

Fukuşima, 1. değil, 2. nesil
Taner Yıldız’ın Fukuşima santraliyle Türkiye’de yapılması düşünülen santralin nesillerini kıyasladığı bu demeci, yaptığımız araştırmadan sonra daha da tartışmalı hale geldi. Hatırlarsanız Sayın Yıldız, “Japonya’daki 1. nesil santral. Biz 3. nesil (3G) yapıyoruz. Çernobil’de kalbi içinde tutan kap kısım yoktu. Bizim yapacağımız 3. nesil santraller 120 metre betonla, demirle kapalı, tehlike anında da otomatik olarak kendini kapatıyor” demişti(1). Merak ettik, bizzat konunun ilgilisine, Fukuşima’daki reaktörlerin tasarımcısına sorduk. General Electric-Hitachi Halkla İlişkiler Müdürü Michael Tetuan sorularımız kurumu adına yanıtladı ve bize Fukuşima’daki tüm reaktörlerin ikinci nesil reaktör olduklarını açıkladı. Bununla da yetinmeyip Almanya’daki tanınmış nükleer enerji uzmanı Dr. Helmut Hirsch’e de sorduk ve aynı yanıtı aldık. Kısacası Bakan Yıldız’ın Türkiye’deki nükleer kaza riskini küçük göstermek için yaptığı bu açıklama da geçerliliğini yitirmiş oldu. Umarız bundan sonraki “mazeretlerin” dayanakları daha bilimsel olur.

1 http://www.dha.com.tr/hukumet-nukleerde-3glere-guveniyor-flashaber_148440.html

Ne oldu benim başbakanıma?

Özgür Gürbüz-BirGün Gazetesi / 20 Mart 2011

Benim bir başbakanım vardı. O başbakan ki, Davos'ta göstermelikte olsa, İsrail Cumhurbaşkanı'na meydan okumuş, koskoca toplantıyı yarıda terk etmişti. Kızdığı nokta, insanların hunharca öldürülmesiydi. Mesele insan hayatı olunca “van minüt”ü çeker, arkasına bile bakmadan giderdi.

Benim bir başbakanım vardı, 12 Eylül'de idam edilenler için gözyaşlarını tutamazdı(!) “Gençlerin ölümü, anaların gözyaşı, babaların yürek sızısı” için oy avcılığına karşı çıkardı. Ahmet Kaya'yı düşünür ağlardı. Ancak bu defa öyle olmadı, benim başbakanıma bir haller oldu. Japonya'da dünya tarihinin en büyük nükleer (teknoloji/endüstriyel) kazalarından biri sonucu evlerinde, sokakta ölümü bekleyen binlerce insana başbakan kayıtsız kaldı. Nükleer santral patlamaz, çatlamaz diyen sözde bilim adamlarına inanan ve Japonya'daki dehşeti görünce kandırıldığını anlayan Türkiye'deki insanlar Başbakan Erdoğan'ın, Medvedev'e resti çekip memlekete gelmesini beklediler. Rusya'da Medvedev'e “Van Münit” deyip, Rusya'yla yapılan radyasyon pazarlığından kalkacağını sandılar. Binlerce Mersinli, Antalyalı, Konyalı, “bizim için insan hayatı her şeyden önce gelir, bu anlaşma burada biter” diyecek cesarette bir başbakan aradı ama bulamadı. Başbakan, “tüp” dedi, “kozmetik” dedi ama “insan” demedi; “yaşam” hiç demedi. “İhale” dedi, “enerji” dedi ama “radyasyon” demedi. “Kuş, börtü-böcek” hiç demedi.

Nükleer yalanlar
Nükleer enerji dünyanın hemen hemen her yerinde yalanlarla dolanlarla anılır. Çernobil kazasının günlerce halktan saklanmasıyla başlayan yalanlar zinciri, nükleer santrallerin hiç seragazı salmadıklarıyla ve ucuz olduklarıyla devam eder. Nükleer santrallerin uçak düşmesine, depreme, kasırgaya, bombalara, ine, cine dayanıklı olduğu masalları da bunları izler. Öyle fütursuzca söylenir ki bu yalanlar, enerji bakanı Taner Yıldız örneğinde olduğu gibi, söyleyenin bile inandığından şüphe edersiniz. Aralık 2010'da Japonya'ya nükleer santral bakmaya giden Yıldız'ın, depreme dayanıklı santraller yaptıkları için Sinop'ta Japonları tercih ettiklerini söylediğini unutmayın. Yıldız, kazadan hemen sonra Japonya'yı örnek gösterdiğini unuttu. Bu defa, Fukuşima'daki santralin birinci nesil olduğunu söyledi, biz üçüncü neslini yapacağız dedi. Üçüncü nesil santrallerin böyle bir depremi sağlam atlacaklarına dair elde bir tecrübe var mıydı? Yoktu tabii. Rusların Akkuyu'ya yapacağı VVER-1200 tipi reaktörün dünya üzerinde denenmiş olmadığından, Japonlar depreme dayanıklı santral yapıyorsa neden Mersin'in Ruslara teslim edildiğinden bahsetmedi. Mersin üvey evlat mıydı? Değilse neydi?

Depremsiz de kaza olur
Ecemiş, Pozantı fay hatları Akkuyu'nun burnunun dibinden geçmiyor muydu? Kaldı ki, nükleer santralde kaza sadece depremle olmuyor. Japonya'da ilk kez bu denli büyük bir kaza deprem ve süprüntü (tsunami) dalgası nedeniyle meydana geldi. Çernobil'de, Üç Mil Adası'nda, Forsmark'ta, Sellafield'de de nükleer kazalar oldu ancak deprem yoktu. Nükleer taraftarlarının, ancak bu büyüklükte bir deprem olursa kaza olur, o da zaten Türkiye'de olmaz oyununa düşmemek lazım. Bakan Yıldız bu sorulara yanıt vermedi, sadece, “yapacağız da yapacağız” dedi ve diyor.

Türkiye nükleer lobinin can simidi
Nükleerin depreme dayanıklı olduğu yalanı, Çernobil'den sonra bir daha patlamayacağı, sızmayacağı, çalışanların ve güvenlik sistemlerinin hata yapmayacağı safsataları tarihin kara sayfalarında böylece yerini alırken, ülkemizde politikacılarla işbirliği etmişçesine bazı bilim adamları da nükleeri aklama çalışmalarına televizyon kanallarında, gazetelerde devam ettiler. Almanya'da nükleer lobiye yakın duran sağ koalisyon pes etti, İsviçre'de, Amerika'da nükleer taraftarları sesi kesildi ama ne gariptir ki, nükleer enerji konusunda yerli bir sanayisi daha olmayan Türkiye, tüm dünyada zor duruma düşen nükleer endüstrinin sözcülüğüne soyundu. Nükleer santralin ucuz olduğunun hikaye olduğu da zaten Rusların verdiği fiyatlar ortaya çıkınca anlaşılmıştı. Teknolojisi, yakıtı dışarıdan gelecek bir santralin yerli kaynak sayılamayacağı apaçık ortadayken bu bile iddia edildi. Nükleerciler, binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların tüm dünyada depolandığı tek bir yer yokken bu sorunları çözeriz demekten de vazgeçmediler. Aynı, depreme dayanıklı santraller yapacaklarını iddia ettikleri gibi. Bu yalan da ortaya çıktı. Peki, geriye ne kaldı?

Türkiye elektriksiz kalır mı?
Geriye, Türkiye'nin nükleer santral kurmazsa elektriksiz kalacağı yalanından başka bir şey kalmadı. Bu iddia teknik olarak doğru olmadığı gibi, mantıksız da. Eğer Türkiye'nin rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle, hidroelektrik gibi yeri kaynakları kendine yetmiyorsa zaten bu ülkenin kapısına kilit vurup gitmek gerek. Bu doğru olsaydı, artan enerji talebini geriye kalan tek seçenek nükleerle karşılamak için şu anda yüzlerce reaktör kurmaya başlamamız gerekirdi. Buna Türkiye'nin ne maddi gücü yeter ne de fiziksel koşulları izin verir. Kaldı ki, Türkiye'nin enerji talebi sadece elektrikten ibaret değil. Isıtmayı, dünyanın en pahalı ısınma aracı elektrikle yapmayacağınıza göre, sadece elektrik üreten nükleer santrallerle bu işi kotarmak mümkün değildir. Türkiye'de ithal edilen doğalgazın neredeyse yarısı ısınma ve sanayide kullanılırken nükleer santralleri doğalgazın yerine geçecek diye pazarlayamazsınız.

Temiz enerji potansiyelimiz
Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynakları yetersizdir de diyemezsiniz. Bugünkü teknolojilerle, konvansiyonel yolla üretilen elektrik enerjisi maliyetlerine yakın elektrik enerjisi üretilebilecek bölgeleri dikkate alsak bile ülkemizin toplam güneş enerjisi potansiyeli 380 milyar kilovatsaatin (kWs) üzerindedir.1 2010 ülke tüketimi ise 209 milyar kilovatsaat. Dalga geçilen dalga enerjisi potansiyeli 15-20 teravatsaatleri bulur. Enerji Bakanlığı bile bugün hayata geçirilebilecek ekonomik rüzgar kurulu gücünün potansiyelini 48 bin megavat olarak veriyor ki, bugün Türkiye'nin tüm santrallerinin kurulu gücü 50 bin megavat civarındadır. Türkiye'de bugün elektrik üretiminin yüzde 5'ini üretecek ve 5 milyon konutu ısıtacak jeotermal potansiyeli var. Ve daha da önemlisi Türkiye enerjisini oldukça kötü kullanan bir ülke olduğu için çok ciddi bir enerji tasarrufu potansiyeline sahip.

AKP iktidarı enerji yoğunluğunu düşüremedi
Bugün Türkiye'de Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya (GSYİH) 1000 avroluk ek getirmek için 245 kilogram petrole eş değer enerji harcamak gerekirken, Almanya'da bu rakam 151, İsviçre'de 88 kilogram kadar. Burada daha da trajik olan, AKP iktidarının başladığı 2002 ylında 1000 avroluk GSYİH için 259 kilograma eş enerji harcarken 2008 yılına gelindiğinde bu miktar sadece 245'e gerilemiştir. Halbuki aynı süre zarfında enerjiyi verimli kullanma çalışmalarını hızlandıran Yunanistan 1000 avroluk GSYİH için harcanan enerji miktarını 200 kilogramdan 169'a, Portekiz 201'den 188'e ve İspanya 194'ten 176'ya indirmeyi başarmıştır. AKP hükümeti bırakın yüzde 18'lerdeki kayıp-kaçak oranını OECD ortalaması yüzde 7'lere çekmeyi, enerjiyi akıllı kullanma konusunda Avrupa ortalamasının bile gerisinde kalmıştır. Özetle, İsviçre aynı masayı Türkiye'den yaklaşık 3 kat daha az enerji harcayarak üretebilmektedir. Enerjide dışa bağımlılıktan durmadan şikayet eden ve enerji aynaklı cari açıktan yakınan bir hükümetin, bu konuda harekete geçmemesi, üstüne üstelik nükleeri çözüm diye sunması manidardır. Bir o kadar da inandırıcı değildir.

Nükleer kazaya karşı sigorta poliçesi var mı?
Unutmayın, evinizdeki mutfak tüpünün patlamasına karşı, tüm maddi ve manevi hasarı sigortalayabilirsiniz ancak Akkuyu veya Sinop'ta gerçekleşecek bir nükleer kazaya karşı, ne o bölgedeki tarım arazilerini, ne her yıl alınacak hasadın bedelini, ne boşalacak turistik tesislerin zararlarını, ne işsiz kalacak insanların maaşlarını ve daha da korkuncu oradaki tüm canlıların yaşamlarını sigortalayacak tek bir sigorta şirketi bulamazsınız. Zaten hazine de böyle bir sigorta poliçesinin yıllık prim bedelini ödeyemez, ülke nükleer kazayı beklemeden ekonomik çöküntüye uğrar. Kısacası bu memlekete nükleer tüp kurmanın oluru, bu ısrarın da akla ve mantığa dayanan bir nedeni yoktur, neden başkadır.

1http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2009/08/turkiyenin-temiz-enerji-kaynaklar.html