Nükleer santralde ÇED oyunu

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 14 Nisan 2011

Türkiye'deki her işletme, kurum ya da kuruluş, 1993 yılından beri çevreye zarar vereceği düşünülen faaiyetleri için bir Çevresel Etki Değerlendirme Raporu hazırlamak zorundadır. Bu rapor kısaca “ÇED” diye bilinir. Kurulacak tesisin çevreye zarar verip vermeyeceğini gösterir; atık, artık ve olası etkilerin nasıl bertaraf edileceğini ayrıntılarıyla anlatır. Anlatır ki, bu tesisin çevreye zarar verip vermeyeceği halk tarafından anlaşılsın. Yetkililer gerekli izinleri verirken bu rapora bakarlar. Gerekirse tesis, halk sağlığını ve diğer canlıların yaşamını etkilemeyecek şekilde yeniden tasarlanır. Tesis çevreye zarar verecekse yapımına izin verilmez.

Bir tavuk çiftliği yapmak isterseniz sizden ÇED isterler.
Maden açmak isteseniz ÇED'i sorulur.
Yol yaparken ÇED gereklidir.
Rüzgar santrali kurmak isteseniz, hemen hemen aynı anlama gelen ÇED'den muaftır belgesi istenir.

Kısacası, dünyanın en çevreci işini yapmaya da kalksanız, bu iddianızı ispat niteliğinde sayılabilecek ÇED raporu sizden istenir. Ya da, “istenirdi” diyelim. Çevre ve Orman Bakanlığı, daha önce alınan Danıştay kararına rağmen Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nde değişikliğe gitti. Değişiklik 14 Nisan günü Resmi Gazete'de yayımlandı. İlgili yönetmeliğin geçici 3. maddesinde yapılan değişiklikle, 1993 yılından önce yatırım planına alındığı belirtilen projeler için ÇED istenmeyecek! Hangi projeler bunlar?

  • Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santral
  • Sinop'ta kurulması düşünülen nükleer santral
  • Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesi
  • İstanbul'un son yeşil alanlarını yok edecek üçüncü köprü.
  • Gebze-Orhangazi-İzmir otoyol projesi

Yapılan değişiklikle bu projelerin ÇED muafiyeti 2015'e kadar devam edecek. Yukarıdaki beş örnek listenin tamamı değil ama durumu anlatmaya yetiyor. Sizce bu projelerden hangisi çevreci? Ya da şöyle soralım; bir tavuk çiftliği, liman, yol inşaatı çevreye zarar veriyor da, nükleer santraller vermiyor mu? Hatırlayalım. Çernobil kazasından sonra İtalya’nın yarısı kadar bir alan, yaklaşık 150 bin km2 kirlenmiş ve Danimarka’dan biraz daha büyük, yaklaşık 52 bin km2'lik tarımsal alan harap olmuştu.1 Fukuşima'da bugün 20 km çapında bir alan insana yasaklı. Sizce böylesine riskli bir teknolojinin çevreye etkisini raporlamamak doğru mu? Çevre Bakanlığı'nın bu değişikliği yaparken hangi motivasyonla hareket ettiğini bilmek isterdim doğrusu. Ya, üçüncü köprüye ve Ilısu Barajı'na ne demeli?

Yargı daha önce Çevre Mühendisleri Odası'nın itirazını haklı bulmuş, muafiyeti kaldırmıştı. Mühendisler bu değişikliği yeniden yargıya götürecek. Bu arada birileri yangından mal kaçırır gibi Mersin'e nükleer santral kondurmaya çalışacak.

Görüyorum ki hükümet tüpgaz ile nükleer santrali gerçekten biririne karıştırıyor. Tüpgaz alırken ÇED raporu istenir mi? İstenmez! Dünyanın en geri kalmış ülkesine dahi gitseniz, nükleer santral yapmaya kalktığınızda sizden çevreye etkilerinin ne olacağına dair rapor istenir mi, tabi ki istenir. Yöre halkına sordun mu denir.

Nükleer tüp patladı patlayacak; benden söylemesi!

1Birleşmiş Milletler, http://www.un.org/ha/chernobyl/history.html

Taner Yıldız Sinop'tan aday olsun!

Özgür Gürbüz-www.farklihaber8.com / 8 Nisan 2011

Enerji Bakanı Taner Yıldız hükümetin nükleer enerji konusundaki tavrını bugünlerde sık sık yineliyor, yinelemek zorunda kalıyor. Japonya'daki nükleer kaza, tüm dünyada, “nükleer rönesans” adında yürütülen halkla ilişkiler kampanyasının bir anlamda sonu oldu. Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçmesiyle unutulmaya başlayan nükleer kaza tehlikesi şimdi Fukuşima'dan gelen görüntülerle hafızalarımıza yeniden kazındı. Almanya, İsviçre, İtalya, ABD ve hatta enerji açı Çin bile nükleer enerji konusunda tutum değiştirdi.

Fukuşima santralindeki kaza, nükleer santral kurmaya, hatta temel atmaya hazırlanan Türkiye'de de nükleer enerjiyi tekrar masaya yatırttı. Yıllardır nükleer enerjiye yeşil ışık yakan birçok yazar, çizer ve bilim insanı fikir değiştirdi. Başbakan ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın açıklamaları da insanları ikna etmek yerine daha fazla endişelendirdi. Çernobil kazasından sonra çay içen politikacılar akla geldi. Dünyanın saygın gazeteleri, Türkiye'de tüpgaz patlamasıyla nükleer kazanın eş tutulduğunu, biraz da alaycı bir dille kaleme aldı.

Taner Yıldız'ın son demeçleri, riskin oranı ile büyüklüğünü birbirine karıştırmayı amaçlayan bu halkla ilişkiler yönteminden vazgeçilmediğini gösteriyor. Mutfak tüpü patlarsa ya da uçak düşerse can ve mal kaybı uçakla veya tüpün patladığı mutfakla sınırlıdır. Nükleer santralde bir sızıntı, kaza olursa radyasyon bulutları o bölgeyi, ülkeyi ve hatta ülkeleri tehdit eder. Siz Çernobil benzeri bir kaza sonucunda yok olacak tarım alanlarını, yaralıların tedavisini, kanser hastalarının kemoterapi ücretlerini karşılayacak bir sigorta poliçesi yapabilir misiniz? Çernobil kazası sonrası tasfiye çalşmalarında 800 bin kişi çalışmış, 400 bin kişi bölgeden tahliye edilmiştir. Tasfiyeci adı verilen ve çoğu asker olan bu 800 bin kişiden, 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi. Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısının toplam 60 bin ve sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor. 100 yıl, 1000 yıl kullanılamayacak toprakların, ölecek insanların sigorta primini hesaplayacak sigortacı bulabilir misiniz? Ben evimi tüp patlamasına karşı sigortalar, primini her yıl öderim. Nükleer kazaya karşı gerçekçi bir sigorta poliçesinin primini bu ülkenin hazinesi ödeyebilir mi? Ödeyemez, zaten hiçbir sigorta şirketi de böyle bir poliçe düzenlemez, düzenleyemez.

Bu nedenle, “zaten her an ölebilirsiniz” diyen benzetmelerle insaoğlunun tarihinde yüzleştiği en ciddi endüstriyel kazaları küçümsemek yerine, mutfak tüpleri neden bizim ülkemizde bir batı ülkesinden daha sık patlıyor sorusunu sormak daha faydalı olacaktır.

Enerji bakanımızdan küçük bir ricam var. Bütün dünyanın gördüğü nükleer kazayı aklama çalışmalarının ne kadar başarılı olduğunu görmek adına, önümüzdeki seçimde kendisinin Sinop'tan aday olmasını öneriyorum. Amacım kendisini Meclis dışında bırakmak değil, Sinop'ta 2007 yılındaki son genel seçimde AKP yüzde 46 oy almış, en yakın rakibi CHP yüzde 20. Bu seçimde Sinop'tan iki milletvekili Ankara'ya gidecek. Yıldız aday gösterilirse milletvekilliğinin tehlikeye gireceğini hiç sanmam. Sadece Yıldız'ın, nükleer sanral kurmayı planladığı kente gidip orada yaşayan insanlarla yüzleşmesini istiyorum. Bekarlar evlilere göre daha az yaşıyora kadar varan bilimsel açıklamalarını Ankara'dan değil, Sinop'tan yapmasının daha anlamlı olacağına inanıyorum. Yıldız, Sinop'ta seçim kampanyası yürütürse, depreme dayanıklı santral savının Sinopluların içini ne kadar rahatlattığını bizzat yerinde gözlemleyecektir. AKP'nin oyu düşer mi düşmez mi, o da küçük bir güvenoyu yoklaması olur. Ben olsam bir dakika bile beklemez, Sinop'tan aday olurdum.

Yetiş başbakanım tüp patladı!

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Nisan 2011

Cin şişeden yine çıktı. Çernobil kazasından 25 yıl sonra dünya bir başka nükleer enerji faciasıyla karşı karşıya. Dünyanın felaketlere en hazırlıklı ülkesi bile hayalet düşman radyasyon karşısında etkisiz kaldı. Japonya'da milyonlarca, dünyada milyonlarca insan, 25 yıl önce Ukrayna, Belarus ve Rusya'da 7 milyon insanı etkileyen radyasyon bulutlarının kendilerinin üzerinden geçip geçmeyeceğini düşünüyor. Çernobil'de hayatını feda eden itfaiyecilerin anıtına benzer bir anıt muhtemelen yakında Japonya'da yükselecek. Dünyanın ve Japon politikacıların 25 yıl önceki felaketten ders almamalarının acısını şimdi Japon halkı çekiyor.

Radyoaktif bulutları üfleyebilir misiniz?
Korkarım muhtemelen bir 25 yıl sonra, belki daha yakın bir zamanda, benzer acıları çekme sırası bize gelecek. Türkiye'nin bu tip felaketler karşısındaki hazırlıksızlığını da göz önünde bulundurursak kazanın sonuçları daha vahim olacak. Aradan geen 25 yıla rağmen, bazı politikacılar ve bilim adamları Çernobil'den hiç ders almamış. Japonya'da olup biteni izleyen ve “atomspor” takımının birer oyuncusu olduklarını belirten başbakan ve enerji bakanımızın demeçleri, 1986'daki Çernobil kazasından sonra halka radyasyonlu çayları içiren devlet büyüklerimizin demeçlerini aratmıyor. Çernobil'de reaktör patladığında Türkiye yine, Mersin-Akkuyu'ya nükleer santral yapma hazırlığındaydı. Kazadan sonra eski Başbakan Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” gibi halkı rahatlatacak açıklamalar yapıyor, televizyon karşısında çay içiyordu. Yine aynısı oldu. Başbakan mutfak tüpleriyle nükleer santrale sahip olma riskini aynı kefeye koydu. Bu karşılaştırma o kadar tepki topladı ki bir sonraki açıklamasında televizyondan, cep telefonundan alınan elektromanyetik radyasyona dikkat çekilmeye çalışıldı. Konu dağıtılmak istendi. Televizyonu kapattığınızda elektromanyetik radyasyondan kurtulabilirdik, peki ya radyasyon bulutlarına nasıl karşı koyacaktık; üfleyerek mi dağıtacaktık kanser bulutlarını? Başbakanın nefesi yeter mi? Tabi ki yetmez!

Riskin oranı değil büyüklüğü önemli
Bu benzetmenin talihsizliğini bir kenara bırakıp, tüm iyi niyetimizle başbakanın olasılık hesabına vurgu yaptığını düşünsek bile, elma ve armutların birbirine karıştırıldığını görebiliyoruz. Bu boyutta bir nükleer santral kazanın gerçekleşme olasılığı, haliyle, 75 milyonluk ülkede bir mutfak tüpünün patlaması olasılığından azdır. Ancak, burada riskin büyüklüğü ile oranını birbirine karıştırmamak gerekir. Mutfak tüpü patlayınca hasar o mutfakla sınırlı kalır ancak nükleer santral patlayınca polisin güvenlik koridoruna alacağı alan tüm ülke, hatta tüm dünyadır. Çernobil bulutlarının Güney Afrika'ya kadar ulaştığını, Fukuşima bulutlarının ülkemize yaklaştığını anımsamakta fayda var. Mutfaktaki tüp patlarsa itfaiyeyi arıyabilirim ama Sinop veya Mersin'deki santral patlarsa ne yapacağım? “Yetiş başbakanım, nükleer tüp patladı!” mı diyeceğim? Riskin büyüklüğünü, Birgün'deki bir önceki yazımda sigorta örneğiyle açıklamıştım, tekrar etmeyeceğim.

“Radyasyon kemiklere yararlıdır netekim!”
Sadece başbakan değil Enerji Bakanı Taner Yıldız da rahmetli Devlet Bakanı Cahit Aral'ı aratmıyor, “nükleerde kararlıyız” diyor. Biz bu tip politikacılara alıştık artık. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren de, “radyasyon kemiklere yararlıdır” demiş ardından da gizlice kendi içtiği çayı şoförüyle ODTÜ'de analize göndermişti. Merak edenler için söyleyelim, gönderilen çaylarda kilogram başına 5 bin 600 bekarel radyoaktivite tespit edilmişti. Depremden önce Japonya'da santral gezen ve mutabakat zaptı imzalarken Japonya'yı depremlere duyarlı santral konusunda bize örnek gösteren Yıldız'ın, deprem sonrası Japonya'daki reaktörün 1. nesil olduğunu söylemesi ise tam bir trajediydi. Santralin 2. nesil olduğunu, yapımcı General Electric firmasından aldığımız bilgiyle kısa süre önce açığa çıkardık. Bakanın verdiği bilginin yanlışlığı bir yana, dünyada böyle bir deprem deneyinden geçmiş 3. nesil bir santral de zaten yoktu. Akkuyu'ya yapılmaya çalışılan Rusların VVER 1200 modeli hangi ülkede, hangi şiddette bir depremden yüzünün akıyla çıkmıştı? Sayın Yıldız bu soruya yanıt verebilir mi? Daha da komik olan, Sinop'a depreme dayanıklı Japon teknolojisi, Mersin'e denenmemiş Rus teknolojisi seçimini bakanımız nasıl açıklayacak? Mersinliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı mı?

Rüzgar türbinleri depremi atlattı
Nükleer kazaların sadece deprem nedeniyle meydana gelmediğini de anımsatmakta fayda var. Çernobil'de, Üç Mil Adası, Windscale, Mayak ve Tokaimura kazalarında depremin adı sanı yoktu. İşin ilginç tarafı, yıllardır rüzgar kesilince, güneş batınca ne olacak diyerek temiz enerji kaynaklarına çamur atmaya kalkanlar, Japonya depreminden sonra ayakta kalanın yenilenebilir enerji olduğunu şimdi ağızları bıçak açmadan izliyorlar. Depremden sonra gelen raporlar, ülkedeki rüzgar çiftliklerinin depremi hasarsız atlattığını gösteriyor. Bunlardan bir tanesi de deprem merkezine 300 km uzaklıktaki bir açık deniz santrali; muhtemelen tsunamiye de dayanmış. Sadece rüzgar değil, jeotermal enerji, yerin yüzlerce metre altında yapılan sondajlarla dışarı çıkarılan sudan elektrik üreten bu temiz enerji kaynağı da depremden etkilenmemiş. Türkiye Jeotermal Derneği Genel Başkanı Orhan Mertoğlu, Sendai bölgesindeki dokuz farklı jeotermal santralinin de depremi hasarsız atlattığını ve elektrik üretir durumda olduğunu bildirdi. Ya nükleer? Fukuşima'daki 4 reaktörün hurdaya çıkacağı kesinleşti. Şimdi inşaata başlasalar yerine yenisini koymak ve elektrik üretmeye başlamak en iyimser 10 yıl sürer. Rüzgar kesilince ne yapacaksınız diyenlere sormak lazım; 10 yıl elektrik kesilirse ne yaparsınız?