GDO konusunda aklıma takılanlar…

Özgür Gürbüz / 14 Kasım 2009

Bazen aktif gazeteci olmanız düşüncelerinizi kamuoyuyla paylaşmaya yetmiyor. Günümüz Türkiye’sinde ve onun medyasında ise nedense bu duyguyu daha çok hissetmeye başladım. O nedenle, hazır araya “açılım” tartışmaları da girmişken, GDO konusunda eksik kalanları ya da medyanın olayı sorgularken eksik bıraktığı noktaları burada maddeler halinde özetlemeye çalışacağım. Sonuçta bu web sayfası içinizi dökmek için var öyle değil mi?

Görünüşe göre medyamız GDO’ların sağlıklı olup olmadığı konusuna kilitlenmiş gibi görünüyor. Bir o tarafa bir de bu tarafa sorarak sayfalarını doldurmaya çalışıyorlar. Asıl yapılması gereken ise, bilimde ihtiyatlılık ilkesini anımsamak olmalı. Kısaca özetlersek, GDO’ların sağlığa zararsız olduğunu kesin olarak kanıtlayamazsanız, bir bilim insanı olarak onların sağlığa zararsız olduğunu söyleyemezsiniz. İhtiyatlılık ilkesi bunu gerektirir. GDO’lar nispeten yeni bir teknoloji olduğu için uzun süre içerisinde; ekilen tohumların yan tarladaki diğer bitkilere, yenilen gıdaların insanlara ve verilen yemlerin hayvanlara nasıl etki edeceği daha uzun yıllar gözlenmek zorundadır. Bu olmadan GDO’lara yeşil ışık yakılması bilimsel değil siyasi bir tercih olur ki Türkiye'de yapılan da budur.

Yaklaşık 10 gündür, elimdeki Biyogüvenlik Kanun Taslağı’na bakıyorum. Medya bu taslağı birkaç gün önce keşfetti ve ne yazık ki en kritik noktayı görmeyi yine unuttu. Ben ise bu taslağın önemini gazeteme dahi anlatamadım. Alıştım artık, dilimde tüy bitti misali her çevre sorununda aynı şeyi yaşıyorum. Yasa tasarısı GDO’lu tohumların ekimine olanak tanıyor. Bu sitede daha önce de belirtmiştik, Avrupa’da altı ülke GDO ekimine izin vermiyor. Bu ülkeler arasında Fransa ve Almanya gibi iki büyük tarım devi de var. Kimse sormuyor mu bu ülkelere, "neden" diye?

En sona asıl sorunumuzu sakladım. Görebildiğim kadarıyla bu konuyu sadece Ziraat Mühendisleri Odası birkeç defa gündeme getirmeye çalıştı. "Türkiye neden GDO’lara yönelmeli" sorusuna doğru dürüst bir yanıt vermeden bu genetiği değiştirilmiş telaşımız nereden kaynaklanıyor bilemiyorum. Türkiye gıda krizi mi yaşıyor? Genetiği değişmeyen tohum ekmediğinizde bu ülkenin topraklarında ot mu bitmiyor? Kim bu GDO’lu bitkiler ve tohumların ülkeye getirilmesini istiyor?

Bu soruları sormadan doğru yanıt alabilir miyiz; emin değilim…
Bayer firmasının Teknoloji ve Çevre’den sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Wolfgang Plischke, gıda sorununu çözmek için bütünsel bir yaklaşım olmadığını, ülkelerin koşullarına göre karar alması gerektiğini söylüyor. Bayer bu yıl Ar-Ge’ye 2 milyar 900 milyon avro harcamayı planlıyor.

Özgür Gürbüz -Köln /14 Kasım 2009

Yaklaşık iki hafta önce, bitkilerin böceklere karşı direnciyle ilgili en zengin gen koleksiyonuna sahip Athenix firmasını 250 milyon avroya satın alan Bayer, GDO konusunda ülkelerin kendi ve bölgesel koşullarına göre karar vermesi gerektiğini söylüyor. Bayer’in İnovasyon, Teknoloji ve Çevre’den sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Wolfgang Plischke, “GDO’ların açlığa çözüm olabileceğini düşünüyor musunuz” sorumuza, “GDO’ların açlığa çözüm olarak önerildiğine düşünmüyorum. Bence gıda konusunda bütünsel bir çözüm olduğunu sanmıyorum. Örneğin Almanya tarım konusunda çok gelişmiş bir ülke. Eğer kendi olanaklarıyla bir ülke ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa bunu yapmalı. Ben GDO’lara karşı değilim. Hatta onların ileride daha faydalı olacağını düşünüyorum. Ama nasıl uygulanacağı, ülkelerin ve bölgelerin koşullarına göre dikkatlice gözden geçirilmeli” yanıtını veriyor. Plischke, GDO konusunda Avrupa Birliği olsun BM Birleşmiş Milltler olsun farklı görüşler olduğuna da dikkat çekiyor ve isteklerinin sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere tüm ilgili kuruluşlarla diyalog içinde olmak olduğunu belirtiyor.

Sıtma vakalarında artış
Firmanın sürdürülebilirlik konusundaki çalışmaları da dikkat çekiyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan uluslararası basın konferansında söz alan Yönetim Kurulu Başkanı Werner Wenning ise, 2009 yılında firmanın bütçesinden Ar-Ge’ye 2,9 milyar avro ayrıldığına (146 yıllık tarihinin en büyük rakamı) dikkat çektiği konuşmasında, seragazı salım hedeflerinin tutturulacağına dikkat çekti. İlk sosyal ve çevre raporunu 1976 yılında açıklayan Bayer, 2013 yılına kadar üretimde enerji verimliliğini 2008'e göre yüzde 10 arttırmayı planlıyor. Böylece yılda 350 bin ton CO2 emisyonu atmosfere bırakılmayacak. Yine araç filolarından kaynaklanan CO2 emisyonlarını da yıl sonuna kadar 2007’ye göre yüzde 10 azaltılmış olacak. 2008-2010 yılları arasında iklim bağlantılı çalışma ve projelere 1 milyar avro harcayacaklarını belirten Wenning, “İklim değişikliği sıtma vakalarında 40 ila 60 milyon arasında bir artışa yol açabilir. Bayer’in tarihinde ilk kez, sıtmayla ilgili en büyük bilgi bankalarından biri olan kütüphanemizi halka açma kararı aldık” dedi.

Çocuk anneler her yıl 14 milyon doğum yapıyor
Sosyal sorumluluk çalışmaları firmanın ana kolu olan sağlık alanında da devam ediyor. Dünyada her üç doğumdan biri plansız doğum olarak kaydediliyor. Her yıl 14 milyon çocuk 15-19 yaşları arasındaki anneler tarafından doğuruluyor. Doğum kontrol haplarında pazar lideri olan firma her yıl 110 milyon doğum kontrol hapını ücretsiz dağıtıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre her yıl 2 milyon kişinin öldüğü tüberküloz tedavisi için yeni tedavi yöntemleri için çalışılıyor. Latin Amerika’da ve Afrika’da yaygın olan ve 14 milyona yakın kişinin hastalığa yakalandığı Chagas hastalığına karşı da 1 milyon 500 bin dolarlık yardımda bulunuyor.

Elektriksiz aydınlatma

Türkiye’nin en büyük elektriksiz aydınlanma sistemi Sabiha Gökçen Havalimanı’nda hayata geçecek. Gün ışığını özel borularla yansıtan 341 gün ışığı lambası, elektrik kullanmadan dev motor bakım merkezini aydınlatabiliyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 9 Kasım 2009

Sabiha Gökçen Havalimanı'nda yapımı süren “Pratt & Whitney, THY Teknik Uçak Motor Merkezi”, Türkiye'nin en büyük gün ışığı aydınlatma sistemine sahip olacak. Yıl sonunda açılması beklenen merkezde, 91 tanesi ofis bölümlerinde olmak üzere toplam 341 adet gün ışığı lambasının kullanılacak. Gün ışığı lambaları, merkezin çatısında topladıkları güneş ışınlarını bir tüp aracılığıyla taşıyarak bakım merkezine dağıtıyor. Böylece gün boyu aydınlanma için hiç elektrik harcanmıyor. Gece çalışmanın devam etmesi halinde ise klasik ampuller devreye giriyor.

Her bir lambanın yaklaşık 400 watlık halojen lambaya eş değer ışık verdiğini belirten Form Temiz Enerji Sistemleri Proje Mühendisi Mahmut Dede, ilk yatırım bedelinin 4 veya 5 yıl içerisinde geri ödendiğini sonraki yıllarda ise elektrik faturalarından büyük tasarruf yapıldığını belirtiyor. Dede, “Bir metrekare aydınlanma için yapılan yatırımın 30-35 dolar arasında. Açık alanda yuvarlak difüzör (dağıtıcı) kullandık ama ofisler için yapılacak uygulamada insanların ofislerde görmeye alışık olduğu kare dağıtıcıları kullanacağız” diyor.

Türkiye’de daha önce depo ve alışveriş merkezlerinde uygulama alanı bulan gün ışığı sistemi, ilk kez yaklaşık 9 bin metrekarelik bir kapalı alanda uygulanmış oluyor. İnşaatın devam ettiği merkezde çalışan işçiler aydınlanma ihtiyacını bu lambalardan sağlamış durumda. Merkezin çatısına yerleştirilen alıcılar, teknik özellikleri sayesinde ultraviyole ışınları engelliyor, ısıyı geçirmiyor. Böylece aydınlanma sağlanırken ısınma söz konusu olmuyor. Depo ve hangar için düşünülmese bile, istenirse gelen ışığın şiddetini azaltmak ya da tamamen kapatılmasını sağlamak da mümkün. Gün ışığı ile aydınlanmanın bir başka avantajı da çevreye olan katkısı. Yapılan hesaplara göre günde 6 saat, yılda 365 gün kullanılan 112 W’lık bir yapay ışık armatürü için 244,6 kW’lık elektrik enerjisi üretilmesi gerekiyor. Bu üretimin termik santrallerde yapılması halinde atmosfere küresel ısınmaya yol açan 8 kg eşdeğeri CO2 bırakılıyor.

Nasıl Çalışıyor?
Çatı üzerine konan özel fanuslar ışığı gün boyunca birçok açıdan yakalayıp, boru şeklindeki yansıtıcı sisteme yönlendiriyor. Boruların uzunluğu ve biçimi ayarlanabiliyor. Borudan geçen ışık en alttaki difüzör olarak adlandırılan dağıtıcı kapak sayesinde mekana eşit bir şekilde dağılıyor.

Bu pazarda naylon yasak

Türkiye’nin ilk organik ürün pazarı olan İstanbul Şişli %100 Ekolojik Pazar’da yasaklanıyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 7 Kasım 2009

Hormonlu, GDO’lu gıdaların etrafımızı sardığı şu günlerde temiz ve sağlıklı gıda bulmak isteyenlerin aklına ilk gelen adresler ‘ekolojik pazarlar’ oluyor. Tezgahlarında sadece organik ürünlerin satılmasına izin verilen Türkiye’nin ilk ekolojik pazarı kapılarını GDO’lu, hormonlu gıdalardan sonra naylon torbalara da kapıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Şişli Belediyesi işbirliğiyle kurulan “Şişli %100 Ekolojik Pazar” bugünden (7 Kasım 2009) itibaren naylon torba kullanımını yasaklıyor ve kumaştan bez çanta dikme atölyelerini düzenlemeye başlıyor. Artık kumaşlardan, kullanılmayan tişörtlerden bez torba dikme atölyesini “İTÜ Hayatı Poşetleme!” grubu düzenliyor. Kese kağıdı ve naylon torbaların çevreye verdiği zararlar hakkında da pazarda bilgilendirme yapılacak. Ekolojik Pazar Koordinatörü Batur Şehirlioğlu, “Bizim için nihai amaç kullan-at tüketimin değiştirilmesi. Naylon torba ve kese kağıdının yaşam döngüsü analizlerini karşılaştırdığınızda kese kağıdının da yeryüzünde en az naylon torba kadar büyük bir ekolojik ayak izi olduğu ortaya çıkıyor. Bu yüzden pazarda pamuklu bez çanta ve fileler bulunduracağız” diyor.

***
Dünya naylon torbadan vazgeçiyor
* Çin’de ince naylon torbalar tamamen yasaklandı.
* Güney Afrika ve Bangladeş’te logarları tıkayan ve sele sebep olan poşet kullanımı tamamen yasaklandı.
* San Fransisko, Amerika’da naylon poşetin yasaklandığı ilk şehir, Alaska ise ilk eyalet oldu.

KOBİ'leri krizden yazılım kurtaracak

Türkiye CRM pazarına Verimax'la ortaklık yaparak giren SAGE yazılım şirketi Orta Doğu Direktörü Vikram Suri, krizden çıkışı erken gören ve hazırlık yapan KOBİ'lerin kriz sonrası fırsatları daha iyi yakaladığını, CRM programlarının da buna ciddi katkısı olduğunu söylüyor.

Özgür Gürbüz / 7 Kasım 2009

Dünya CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) pazarı her yıl yüzde 10 büyüyor ve 2008 sonunda 10 milyar doların üstünde bir büyüklüğe ulaştı. Yılda 3 milyon dolara yaklaşan cirosuyla dünya iş yönetim çözümleri pazarının yüzde 6’sına sahip olan SAGE, hızla büyümesi bekledikleri Türkiye pazarına ise Verimax’la ortaklık yaparak girme kararı aldı. Sage Orta Doğu Direktörü Vikram Suri, “Türkiye pazarı krizden sonra en çabuk ayağa kalkan pazarların başında geliyor. Bunu bir fırsat olarak algıladık ve kanal yapısı çok güçlü olan Verimax ile iş ortaklığına girme kararı aldık” açıklamasını yapıyor.

Suri’ye göre GSMH'sının yüzde 60'ına yakınını hizmet sektöründen elde eden Türkiye'de CRM yazılımlarının önü açık. Türkiye’nin 2002-2008 yılları arasında ekonomisi ortalama yüzde 7,4 olmak üzere en hızlı büyüyen ülkelerden birisi olması ve büyük özelleştirmeler sonucu para akışının Türkiye’ye yönelmesi de SAGE’in bu kararı almasındaki etkenlerden biri. Verimax ile olan ortaklıklarının tanıtımında soruları yanıtlayan Suri, kriz dönemlerinin ardından hızla açılan piyasalarda, çabuk karar verebilen ve değişen pazar koşullarına ayak uydurabilen KOBİ’ler başarılı oluyor. Kriz sonrası pazarlarda müşteri yakalamanın eskisine oranla zor olduğunu belirten Suri, “Krizden sonra her şey eskisi gibi olmayacak. Müşterilerin alışkanlıkları değişiyor, daha çok düşünüyorlar. Kar marjı düşüyor ve rekabetçi firmalar fiyatta, üründe daha agresif teknikler uyguluyor. Firmalar bu süreçte adaptasyon zorlukları yaşıyor” diyor. Bu ortamı fırsata çevirmek için hızlı ve esnek olmak gerektiğini belirten Vikram Suri, yazılım programlarının KOBİ’lere bu fırsatı yarattığına dikkat çekiyor.

Verimax Genel Müdürü Ahmet Parlakbilek ise "Bu birliktelik Türkiye CRM pazarını hareketlendirecek. Özellikle içinden geçtiğimiz kriz ortamında firmaların daha dikkatli olması gerekiyor. Devir verimlilik devri ve hiçbir işletme müşterisini ihmal ederek bu süreçten başarılı çıkamaz. Sage CRM ürünleri firmaların bu değişen ve zor koşullara ayak uydurmalarını sağlıyor" şeklinde konuştu.

Mısır ve pamukta ani verim artışının sırrı ne?

CHP, tartışmalı GDO’lu ürünler üzerine rapor hazırladı. Türkiye’de mısır ve pamukta yaşanan verim artışı, Hindistan, ABD ve Brezilya’da GDO’lu tohum kullanılmasından sonra meydana gelen artışı andırıyor. Oysa Türkiye’de GDO’lu tohumların ekimi yasak.

Özgür Gürbüz / 6 Kasım 2009

Geçtiğimiz hafta Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle ithalatı serbest bırakılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bilim Yönetim Kültür Platformu tarafından hazırlanan ve 7 Ekim 2009 tarihinde Parti Meclis’ine sunulan raporda Türkiye’de konuyla ilgili yeterli düzenleme olmadığı, tüketici kaygılarının dikkate alınarak acilen gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiği belirtiliyor. CHP raporunda çok zengin bir gen bankası niteliğinde olan Türkiye’nin tohum aracılığıyla dışa bağımlı kalınmaması için şeffaf, katılımcı bir yasa hazırlanmasını, teknolojinin kullanımı ve kontrolü için ülke yaklaşımının belirlenmesi gerektiğini ve öncelikle bir “biyogüvenlik stratejisi” hazırlanmasını istiyor.

Öneriler arasında yerli tohumların Türk Malı olarak tescil edilmesi, GDO analizi yapan laboratuvarların sayısının arttırılması ve gen teknolojisiyle yayılabilecek biyoterörizm tehdidine karşı eylem planı hazırlanması da yer alıyor.

Türkiye’de mısır ve pamukta verim artışı neden?
GDO’lu ürünlerin tarımsal ilaç kullanımını azaltıp verimi artırdığı yönündeki iddialara karşılık yapılan araştırmaların bunun tam tersini gösterdiği belirtiliyor. GDO’lu pamuk üretiminin yaygınlaşmasıyla Hindistan, Brezilya ve ABD’deki verim artışlarının dikkat çekici olduğunu belirten CHP Bilim Platformu Başkanı Ankara Milletvekili Nesrin Baytok, Türkiye’de de mısır ve pamukta ani verim artışı tespit edildiğini, GDO’lu tohum kullanılmadı iddiasına rağmen bu artışın gerçekleşmiş olmasının ilginç olduğuna dikkat çekiyor. “Şüphemiz çok” diyen Baytok, “Türk halkına kaç senedir GDO’lu ürün yediriliyor. Türkiye’nin mısır ve soya ithal ettiği ülkelere baktığımızda GDO’lu üretim yapan ülkeler karşımıza çıkıyor” diyor.

RTÜK’ten beter
Yönetmeliğin biran önce geri çekilip, halkın sağlığı ve Türkiye’nin çıkarları için bir biyogüvenlik yasasının hazırlanmasını isteyen Baytok, “Bir yönetmelik çıkarmışlar şirketlerin çıkarlarını koruyor. GDO kullanmadım diye etikete bile yazamıyorsunuz. Bu kadar ciddi ve çok sayıda iddia varken bu konu ticarete malzeme yapılmamalıdır” açıklamasını yapıyor. Denetlemeyi yapacak kurulun Tarım Bakanlığı’nın altındaki bir genel müdürülüğe bağlı olmasını ve kurula atanacak kişilerin bağımsızlığını, “RTÜK kadar bile bağımsız yapısı yok” sözleriyle eleştiren CHP milletvekili, verilecek cezaların da caydırıcılıktan uzak olduğunu, para cezalarının bile yasal boşluklardan dolayı uygulanamayabileceğine dikkat çekiyor.

***
Mısır üretiminde ani verim artışı
2000 ile 2007 yılları arasında GDO’lu mısır eken Hindistan’da yıllık verim artışı oranı yüzde 4,3. ABD’de bu oran yüzde 1,4, Brezilya’da ise 4,7. Aynı yıllar arasında Türkiye’de meydana gelen verim artışı ise yüzde 7,4 ile hepsinden daha yüksek. Pamukta da benzer bir durum söz konusu. 2000 ile 2007 yılları arasında Hindistan’da verim artışı yılda 13,6 ortalamayı buluyor. Brezilya’da bu oran 5,5, ABD’de 4,3 ve GDO’lu ürün kullanılmadığı söylenen Türkiye’de ise ortalama yıllık değişim yüzde 4,3.

Avrupa'da GDO'larla ilgili son durum

Türkiye’de tartışma yaratan GDO’lu ürünlerin ithalatına izin verilmesi kararı, benzer tartışmaların yaşandığı Avrupa Birliği’nde birçok yasal düzenlemeye rağmen çözülmüş değil. Altı ülke ekim yasağı uyguluyor, etiketleme şart.

Özgür Gürbüz/6 Kasım 2009

İşte madde madde Avrupa’daki son durum:

Hangi ülkeler GDO ekimini yasakladı?
Avrupa Komisyonu’nun 2003 yılında aldığı 1829 nolu regülasyon GDO’lu gıda ve yemlerin pazara girişine olanak tanıdı ancak GDO karşıtlarının muhalefeti ithalatçı firmalar önünde hala bir engel. GDO’lu tohumların ülke içinde ekimi ise daha sert tepkilere neden oluyor. Avrupa Birliği içerisinde altı ülke GDO’lu ürünlerin topraklarında ekilmesini yasakladı ya da sınırlama getirdi. Bu ülkeler, Fransa, Almanya, Avusturya, Yunanistan, Macaristan ve Lüksemburg.

Avrupa’daki GDO’lu ürünler
Avrupa’da ağırlıklı olarak GDO’lu pamuk, mısır, soya, şeker pancarı, kolza ve bazı mikroorganizmalar pazara yasal olarak sorunsuz çıkabiliyor. Bazı ülkelerin ürünlerin ülkelerine girmelerini engellemek için yaptığı çabalarsa Avrupa Komisyonu ile ilgili ülkeler arasında tartışmalar yaratıyor. İtalya, Yunanistan ve en son olarak da Polonya buna örnek verilebilir.

Etiket zorunluluğu
Eylül 1998’de AB, gıda üreticileri, toptancılar ve lokanta sahiplerine GDO’lu ürünlerini etiketleme zorunluluğu getirdi. Halen içeriğinde GDO’lu ürün bulunduran tüm paketlenmiş ürünlerin etiketlerinde “Bu ürün genetiği değiştirilmiş ürün içerir” yazılması zorunlu. Lonata, kantin gibi yerlerde ise toptan alınan ürün GDO içeriyorsa yiyeceğin gösterildiği yerde aynı içeriğe sahip uyarının teşhir edilmesi gerekiyor. Hayvan yemi için kullanılan genetiği değiştirilmiş ürünler (soya gibi) için de benzer kurallar geçerli. Bildirim zorunluluğu Avrupa’da GDO’lu ürün satan firma alıcıyı ürünün GDO’lu olduğuna dair bilgilendirmek zorunda. Bildirim sırasında GDO’lu ürünü de spesifik olarak tanıtmakla ve alıcının adını kayıtlara geçirmekle yükümlü. Bildirim zorunluluğunun amacı GDO’lu ürünlerin izini kaybetmemek ve nerede, kim tarafından kullanıldığını bilmek.

***
GDO nedir?

İnsanların ihtiyacı olan gıdalar bitkisel ve hayvansal olmak üzere ikiye ayrılıyor. Gıda ve hayvan yemlerinin kaynağı da yine aynı kaynaklar. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), son yıllarda ilerleyen gen teknolojisi sonucu yaşayan hücre ve organizmalar üzerinde yapılan değişiklikler sonucu meydana gelen yeni türler için kullanılan bir terim. Genetik karakterleri değiştirilen bitki veya hayvanlar yeni bir DNA yapısına kavuşuyor. Örneğin bir bitkinin zararlı böceklere karşı kendisini koruyan ilaçları genlerinde taşıması söz konusu olabiliyor. Besi değerleri arttırılabiliyor, üretim miktarı, büyüklüğü değiştirilebiliyor. Sağlık ve çevre üzerindeki etkileri ise ciddi soru işaretleri taşıyor.

GDO’lar helal mi, değil mi?

26 Ekim’de çıkarılan yönetmelikle Türkiye’ye ithalatına onay verilen Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’a (GDO) İslami kanattan da “helal değildir” tepkisi geldi. GDO’larda domuz geni kullanılıp kullanılmadığı ise ayrı bir tartışma konusu.

Barış Erdoğan - Özgür Gürbüz
Gazete Habertürk /4 Kasım 2009
*

Kısaca GDO olarak tanımlanan ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’, 26 Ekim 2009 tarihinde yayımlanan yönetmelikle ülkeye giriş iznine kavuştu. Yönetmelikle beraber uzun yıllardır süren, “GDO insan ve çevre için zararlı mı” tartışması da tekrar alevlendi. Tartışmaya sağlık ve çevre açısından olduğu kadar dini açıdan yaklaşanlar da var. Bazen daha fazla ürün almak bazan da gıdaların dayanıklılığını artırmak için bitkilerin genetiğinin değiştirilmesi, bir çok Hristiyan ve Yahudi din alimi gibi Müslümanları da kızdırıyor. Özellikle de domuz geni kullanılma olasılığı İslami kesimden tepki topluyor. Müslümanlar, genetiğin değiştirilmesini Allah'ın yaratma sahasına müdahale ve doğanın dengesini bozma olarak görüyor.

Helal sertifikası vermiyoruz
Helal Gıda sertifikalama konusunda çalışan Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği (GİMDES) Başkanı Dr. Hüseyin Kamil Büyüközer, genetiği değiştirilmiş organizmalara kesinlikle helal gıda sertifikası vermediklerini ve İslami olarak GDO’nun helal olmadığını söylüyor. Büyüközer, “Peygamberimizin bir hadisi şerifi var. Öyle bir dönem gelecek ki, fıtratı değiştirmeye çalışacaklar diye. İşte DNA'ları değiştiriyorlar, Allah'ın yarattığından farklı bir ürün yapmaya çalışıyorlar. Bu islama aykırıdır. GDO'ların içinde ayrıca domuzun genlerini kullanıyorlar. GDO'lar doğal ürünlerin sistemini de bozuyor. Sadece İslam değil, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da GDO'lar dinen hoş görülmüyor” diyor.

"GDO İslami açıdan doğru gözükmüyor"
Genetik bilimini İslam hukuku açısından inceleyen ve Genetik Kopyalamanın Fıkhi Yönü konusunda eseri bulunan Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Doç. Dr. İbrahim Köksal domuz genin temel İslami kurallar aykırı olduğu için hiçbir şekilde bitkilerde kullanılmasının doğru gözükmediğini söyledi. Köksal, “Ayetlerde açıkça genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili bir hüküm yok. Ancak yaratma konusu Allah'a mahsustur. Bu konuda açık ayet var. İnsanın yaratma konusuna müdahale etmesi doğru değil. Doğaya ekolojik sisteme müdahalenin sonuçlarını bilmiyoruz. Eskiden olmayan birçok hastalık var. Bunların GDO'lar yüzünden olduğu düşünülüyor. Peygamber Efendimiz hurma aşılamayı yasaklamamış ama bu işe sıcak da bakmamıştı. Bin dört yüz yıl öncenin insanlarına bu müdahalenin doğanın dengesine müdahale olduğunu anlatması zor olurdu” yorumunu yapıyor.

Domuz geni hiç kullanılmadı
Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner ise hem GDO’ların zararlı olduğu hem de domuz geni kullanıldığı iddialarını reddediyor. “Domuzlardan alınan genlerin bitkilere aktarılması şimdiye kadar söz konusu olmamıştır” diyen Çetiner, “Halen tüm dünyada yaygın olarak üretilip tüketilmekte olan dört ürün (soya, mısır, pamuk, kolza) bulunmaktadır. Bunların hiçbirisi de donuz geni taşımamaktadır. Bu iddia tamamen biyoteknoloji karşıtı grupların insanları teknolojiden soğutmak için kullandıkları propaganda taktiklerinden birisidir” açıklamasını yapıyor. Çetiner’e göre bu konuda ‘Helal Gıda Sertifikası’ verecek olan grupların fayda sağlama girişimi rol oynuyor. Çetiner, “Konuyu biraz derinlemesine inceleyecek olursanız görebileceğiniz üzere son bir iki yıldır GDO'lardan tamamen bağımsız olarak, bir kesim "girişimci" Helal Gıda Sertifikası" vererek bir kendilerine yarar sağlama çabasına girmişlerdir. Bu kişiler, gerek gıda güvenliğini gerekse bazı dini motifleri ve hassasiyetleri kullanarak TSE ve Diyanet İşlerini devre dışı bırakıp "Helal Gıda Sertifikası" düzenleme ve dolayısı ile bundan nemalanma gayret içerisindedirler” diyor.

Domuz geni kullanılmadı ama garantisi yok
Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şeminur Topal, akrep ve domuz geni üzerine çok ça spekülasyon yapıldığını kendisinin domuz geni kullanıldığına dair bir bilgi sahibi olmadığını belirtiyor ancak, “Yarın öbür gün o da olabilir. Bunun karşımıza çıkmayacağının garantisi yok” diye de ekliyor. Topal, “İstediğiniz geni alıp istediğiniz manipülasyonu uygulayabilirsiniz. Yok olduğunu kesin söyleyemeyiz, labarotuvar testleri kolay değil. Bir avuç pirinç içerisine dalıyor, taş bulmaya çalışıyorsunuz. Taş tesadüfen elinize gelirse kanıtlayabiliyorsunuz birçok şeyi. Öyle transferler yapılmış olabiliyor ki kullandığınız yöntemlerle bunların hepsini yakalayamıyabiliyorsunuz” diyor. GDO’ların en çok netleştirilen sağlık etkilerinin başında alerji vakalarındaki artışın geldiğini belirten Topal, insanlar üzerindeki etkilerinin kullanım süresinin azlığı nedeniyle henüz görülmediğine dikkat çekiyor. Hayvan deneylerinde ise sonuçların alınmaya başladığına dikkat çeken Prof. Topal’a göre doğum ağırlıklarının azalması, çeşitli anomaliler ilk belirtiler arasında.

***
GDO'yu tüketmek de haramdır
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz
Dinimizde haram anlamı yasaktır. Haram da zararlı ve tehlikeli şeylerdir. Bunun sınırı yoktur. Hayatın gelişimi içinde yeni yasaklar yeni haramlar çıkar. Genetiği değiştirilmiş organizmalar dediğimiz bu gıdaların tohumları insanlık için son derece tehlikeli ve zararlıdır. Bugünki insanlığın varlığı genetik yapısı klasik olan gıdalarla süregelmiştir. Bunu değiştirdiğiniz zaman bir tarafı eksik kalacağı için iyi beslenemeyeceksiniz, sağlı olamayacaksınız, cinselliğiniz ölecek. Tıp insanları da bu tehlikeyi açıkça söylüyor. O halde GDO'ları insanlara sunmak tehlikelidir, haramdır. Bunları yemek içmek de haramdır.

***
GDO olmasa insülin domuz pankreasından olurdu
Prof. Dr. Selim Çetiner
Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi’nin bugün itibariyle GDO'lara karşı bir fetva vermemiştir. “Aslında mütedeyyin insanlarımızın, modern biyoteknolojiye dört elle sarılmaları ve bu teknolojiye teşekkür etmeleri gerekmektedir. Zira, GDO teknolojisinden önce dünyadaki tüm şeker hastaları domuz pankreasından elde edilen insülin kullanıyordu. Biyoteknolojinin gelişmesiyle birlikte şimdi tüm dünya, insan geninin klonlandığı GDO'lardan üretilen insülini kullanmaktadır. Diğer bir anlatımla, GDO'lar zorunlu olarak domuz insülini kullanan insanları bu mecburiyetten kurtarmıştır.

***
Çok ciddi faydası yoksa müdahale etmemeli
Doç. İbrahim Köksal
Eğer zararı faydasından fazla ise, yüzde 30 faydası, yüzde 70 oranında zararı varsa buna "haramdır" demek uygundur. Eğer faydası çok, zararı yüzde 30 aşmayacak ölçüdeyse buna da mekruh denilmelidir. Allah herşeyi yaratırken uygun sistemi koymuş. Çok ciddi bir faydası yoksa müdahale etmemeli.

***
Papa da karşı
GDO'lar sadece İslam dünyası tarafından değil Vatikan tarafından da şiddetle eleştiriliyor. 16'ıncı Benoit en son 20 Mart 2009 tarihinde Roma'da Afrikalı evekler meclisinin önünde yaptığı bir konuşmada GDO'lara ve bunları üreten şirketlere açıkça cephe aldı. Papa, GDO üreticilerini dünya gıda güvenliğini tehdit etmekle, gelişen ülkeleri fakirleştirmekle ve de küçük tarım işletmelerini yok etmekle suçladı.

*Tam metin