Türkiye'nin ilk yerli rüzgâr gülü

Türkiye'nin ilk rüzgar türbini fabrikasını kuran Soyut Enerji, Teksas’taki San Angelo Ticaret Odası’ndan yatırım daveti aldı. Tamamı Türkiye’de imal edilen rüzgar gülleri yabancı markaların ürettiklerinden daha ucuza satılıyor.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Eylül 2007


Türkiye'de yavaş da olsa büyümeye başlayan rüzgâr enerjisi pazarına yerli üretim yapan bir oyuncu da katıldı. Soyut Enerji, Ankara'daki fabrikasında ürettiği rüzgâr türbinleriyle dünya devlerine kafa tutuyor.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin önünü açan kanun 2005'in Mayıs ayında çıktığında pek çok yatırımcının yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Yasadaki son değişiklikler sorunları biraz hafifletti fakat tamamen ortadan kaldırmadı. Yeni lisans almada karşılaşılan sorun, finansman ve dikecek rüzgâr türbini bulmak hâlâ en büyük sorunlar arasında. Ancak, Ankara'dan gelen haberler yatırımcının yüzünü bu defa gerçekten güldürecek cinsten. Soyut Enerji, 7 yıldır üzerinde çalıştıkları rüzgâr enerjisinde son noktayı koydu ve Türkiye'nin ilk rüzgâr türbini olan SoyutWind türbinlerinin seri üretimine geçti.

Soytes Temiz Enerji ve Elektronik Sanayi tarafından Ankara'daki 15 bin metrekarelik kapalı alan üzerine kurulu fabrikalarında üretilen türbinlerin en büyük özelliği jeneratöründen pervanesine kadar Türkiye'de üretilmeleri ve fiyat anlamında dünyadaki rakiplerine oranla çok daha ucuz olmaları. Soytes, ürettiği 1 megavat (MW) güçteki türbinleri, kurulum ücreti dahil olmak üzere 1 milyon dolardan satışa sunuyor. Dünyada eşdeğeri bir türbini almak için 1 milyon avronun üzerinde para ödenmesi ve en az bir yıl beklenmesi gerektiğini belirten Soytes Proje Geliştirme Müdürü Ali Çolak, diğer türbinlerle yaptıkları karşılaştırmalarda verim açısından daha iyi sonuçlar aldıklarını belirtiyor ve talep gelirse 1.5 MW büyüklüğe kadar türbin üretebileceklerini söylüyor. Çolak, "Çok büyük teknolojik fark yok. Kanatları büyüteceğiz, kuleyi yükselteceğiz ve birkaç teknik değişiklik yapacağız" diyor.

Yatırımcıya finansman desteği

Ali Çolak, sadece ucuz türbin sunarak sorunların çözülemediğini, karşılarına çıkan en büyük problemin büyük türbin üreticilerinin yatırımcıya kredi bularak finansman desteği sağlaması ve bu yolla rekabette avantaj sağlaması olduğuna değiniyor. Çolak, bu konuda da rekabet etmek için İsviçre'deki bir firmayla anlaşma sağladıklarını belirtiyor. "Çok kısa bir süre sonra rüzgâr türbini sipariş edenlere kredide de yardımcı olabileceğiz" diyen Proje Geliştirme Müdürü Çolak, "Hedefimiz Türkiye'de ve dünyada iyi bir pazar payına sahip olmak. Kredi konusunda yaptığımız çalışmalar da buna yönelik. Türkiye'de belediyeler, ticaret odaları, 'Yer tahsis edelim siz kurun' diyorlardı ama finansman ayağını halledemiyorduk. İsviçreli bu firmayla yapacağımız ortaklık sayesinde bu sorunun da üstesinden geleceğimizi umuyorum" şeklinde konuşuyor.

Soytes'in şu ana kadar yaptığı yatırım miktarı 25 milyon doları geçiyor. 30'u mühendis olmak üzere 120 kişilik bir ekip imalat için hazır bekliyor. Türkiye, belki de bu yatırımla İspanya örneğinde olduğu gibi kendi teknolojisini geliştiren bir rüzgâr devi olma adında ilk adımı atmış bulunuyor. Bu yatırım hamlesi, rüzgâr enerjisinin tüm dünyada sadece elektrik üretiminde sunduğu alternatif için değil, sağladığı istihdam ve ihracat olanakları için de tercih edildiğini anımsamamız açısından iyi bir örnek teşkil ediyor. Türkiye'nin rüzgâr potansiyeli ve coğrafi konumu imalat için de iyi bir yatırım ortamı yaratıyor.

Pakistan'a 80 MW'lik türbin yolda


Soytes, Polatlı yolu üzerindeki fabrika iki ayrı alanda imalat yapıyor. Kanatlar fiberglas, kuleler ise çelikten imal ediliyor. Çelik konik kuleler hem estetik hem de rüzgârı karşılama açısından avantaj sağlıyor. Fabrika 1 MW büyüklüğünde 250 türbin üretme kapasitesine sahip. Çolak, üzerinde biraz çalışırlarsa kapasitenin 300-350 türbine kadar çıkabileceğini söylüyor. Sadece endüstriyel modeller değil, bireysel kullanıcı için küçük türbinler de üretiyorlar. Bunların alıcısı daha çok tekne sahipleri, seralar, çiftçiler, su pompalama sistemleri ve konut kooperatifleri. Halihazırda Bodrum, Marmaris ve Ankara'da rüzgâr enerjisi sağladıkları kooperatifler var. Yurt içinden gelen taleplere rağmen Soytes'in hedefi dünyada hatırı sayılır bir oyuncu olabilmek. Çolak, "Geldiğimiz noktada sadece yurt içi pazarı değil, tüm bölgeyi özellikle de Avrupa pazarını hedefliyoruz. Ürünleri burada imal edip Avrupa'ya satmayı planlıyoruz. Pakistan da çok iyi bir pazar. Pakistan'da yenilenebilir enerji için yeni bir yasa çıktı ve çok güçlü. Pakistan'ın en köklü firmalarından biriyle çalışıyoruz. Çok rekabetçi bir piyasa olmasına rağmen 80 MW'lik bir kontrat imzaladık. Partnerimiz son pürüzleri hallediyor. Birden fazla bölgede rüzgâr çiftlikleri kurulacak. 1.000 ve 800 kW'lik türbinler göndereceğiz. Bazı yerlerde 13.5 m/sn gibi rüzgâr hızları var. Oralarda 1.5 MW'lik türbin kullanılabilir ve biz de imal edebiliriz" açıklamasını yapıyor.

Teksas'a rüzgâr çiftliği kur çağrısı


Türk malı türbinlere sadece Pakistanlı yatırımcı değil, Amerikalılar da ilgi gösteriyor. Ağustos başında Teksas'taki San Angelo Ticaret Odası'ndan aldıkları mektupta, Soyut A.Ş., yatırım için ABD'ye davet ediliyor. San Angelo'nun rüzgâr enerjisi için uygun şartlara sahip olduğunu söyleyen Ekonomik Kalkınma Bölümü Başkan Yardımcısı Patrick J. Malloy, Soyut Enerji'ye kentte halihazırda yatırım yapmış ve enerji ihtiyacı olan sanayi kuruluşlarıyla ilgili bilgi veren bir mektup yazıyor. Malloy, bölgedeki rüzgâr potansiyelini gösteren bir haritayı da mektuba ekliyor.

Ekler

İlk yerli rüzgâr gülünün öyküsü

Soytes Proje Geliştirme Müdürü Ali Çolak, Global Enerji'ye ilk yerli türbinin öyküsünü şöyle anlattı: "Soyut Holding bünyesinde enerji alanında 35 yıldır faaliyet gösteren bir firmayız. Daha önce yüksek ve orta voltajdaki gerilim istasyonları, hidroelektrik santralleri (HES) ve güneş enerjisi üzerinde çalışıyorduk. Dünyada rüzgâr gelişiyordu ve biz Türkiye'nin çok geride kalmadığını düşünüyorduk. 2000'li yıllarda Alman mühendislerden oluşan bir ekiple işe başladık. Daha sonra projeyi Türk mühendisler tasarladı ve geliştirdi. 7 yıldır rüzgâr teknolojilerinin imalatıyla ilgili çalışıyoruz. Biz ODTÜ'lü bir ekibiz. Bütün ekibimiz öyle; elektrikçiler, makineciler... O anlamda bize çok zor gelmedi, neden olmasın dedik. Dünyanın her yerindeki seminerlere gittik. Birçok yerden ürünlerimiz için akreditasyon aldık. Amerikan Rüzgâr Enerjisi Birliği (AWEA) ve Amerikan Yenilenebilir Enerji Konseyi'ne üyeyiz. Kuleden pervaneye her şeyi tasarladık ve geliştirdik. 2005 yılında İtalya'dan büyük kulelerin yapımında kullanılan 785 bin avroluk.çok önemli makinelerden birini getirdik. Bu küçük bir yatırım değildi ama yapılması gerektiğini düşündük, çünkü uluslararası piyasada bir kıtlık var. Bir Vestas, GE'ye gittiğinizde size en az bir yıl bekleme süresi veriyorlar. Türkiye'de rüzgâr enerjisinde çok büyük gelecek görüyoruz. Aslında bu çalışmalara başlayınca 2002-2003 yıllarında yabancı büyük imalatçıların buradaki alt yükleniciliğini yaparak Ortadoğu'daki projelerin imalatını yapmak bizim önümüze geldi. Bu çalışmaların bazılarında yer aldık, kule ürettik ama onun bize çok katma değer sağlayacağına inanmadık.

İlk uygulamalarımızda magnetleri (mıknatıs) Amerika'dan ithal ettik. Bu işin aslı içindeki mıknatıs. Daha sonra mıknatısları bu konuda çalışan İzmir'deki çok başarılı bir firmadan aldık. Çekim güçleri çok yüksek, beyaz mıknatıs kullanıyoruz. Amerika'dan aldıklarımızdan daha verimli çalışıyorlar. Kanatlardaki sensörleri Amerika'dan ithal ediyoruz. Bu kullandığımız birkaç yabancı parçadan biri. Mıknatısların yerli olması bu işin en önemli kısmı. Ayrıca mühendislik çok önemli. Kanatlardaki 23 milimlik oynama her şeyi değiştirebilir. Tüm bu kritik mühendislik işlemlerini biz yapıyoruz."

Su olmazsa tasarruf da olmaz

Özgür Gürbüz - Haber Ekoloji / 7 Eylül 2007

Küresel ısınma artık her yerde karşımıza çıkıyor. Nereye bakarsanız bakın küresel ısınma, daha doğrusu insan etkisiyle oluşan iklim değişikliklerinin yol açtığı ekolojik felaketlerle karşı karşıya geliyorsunuz. Kentlerde insanlar, göllerde kuşlar içecek su bulamıyor. Barajlar elektrik üretmek için, çiftçi yanan buğdayını kurtarmak için su arıyor. Tek etken küresel ısınma değil elbette ancak yaşadığımız su kıtlığı bir prova adeta. Küresel ısınma nedeniyle su kaynaklarının azalacağını, topraktaki nem oranının düşeceğini bilim insanları yıllardır söylüyor.

Bir büyükşehrimizin belediye başkanı çıkıp “Küresel ısınma yeni bir şey” dese bile, biz bu konunun en azından 1992’deki Rio Zirvesi’nden beri ciddi ciddi tartışıldığını biliyoruz. Küresel ısınmayı durdurmak için ortaya atılan tek uluslararası protokolün bundan 10 yıl önce 1997 yılında hazır hale getirildiğini ve 2005’in Şubat ayında yürürlüğe girildiğini de bilen biliyor. Kyoto’ya 178 ülkenin imza atıp Türkiye’nin atmadığını da…Dünyanın telaşa düştüğünü bilmeyen yöneticilerin kentinde bu yüzden el çantasıyla değil elde bidonlarla dolaşılıyor. İşin daha da trajik yanı, hala küresel ısınmanın nedenleri ve çözüm yolları hakkında kafamız karışık ya da kasıtlı olarak karıştırılmış durumda.

İşe temelden başlayalım. Su tasarrufu yaparak ya da park ve bahçeleri sulamayı keserek küresel ısınmayı durduramayız. Bu yaptıklarımız “pansuman tedbirlerin” ötesine geçemez. Küresel ısınmanın hızı kesilmezse bir sonraki yıl tasarruf edecek su bile bulamayabilirsiniz. Suyu, elektriği akıllıca kullanmayı öğrenelim ama insanlara küresel ısınmayı su tasarrufuyla durdururuz mesajını vermekten de kaçınalım. Küresel ısınmanın bir numaralı nedeni enerji kullanımında yaptığımız tercihlerdir. Eğer, dünyayı yöneten bu enerji devleri firmalara bir çift laf edecek cesaretimiz yoksa küresel ısınmayı da durduramayacağımız apaçık ortada. Gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan ve küresel ısınmaya yol açan seragazlarının yaklaşık yüzde 64’ü enerji sektöründen kaynaklanıyor. [1]Çoğunlukla petrol kullanıldığı için buna ulaşım sektörünü de eklersiniz fosil yakıt kaynaklı seragazlarının payı yüzde 83’ü buluyor. Kısaca, fosil yakıtlar üzerine kurulu bu ekonomik düzen değişmedikçe küresel ısınmayı durdurmak mümkün değil.

Küresel ısınmaya yol açan seragazları artışında geçtiğimiz yıl başı çeken Türkiye’de de durum farklı değil. 1990-2004 arasında seragazı salımında yüzde 72,6 artış gerçekleştiren Türkiye, 2005 sonunda bu rakamı yüzde 84'e çıkardı. 1990 yılından bu yana toplam seragazı artışı da böylece 296 milyon tondan 312,4 milyon tona çıkmış oldu. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan veriler, Türkiye'nin seragazları içerisindeki aslan payının yüzde 77 ile enerji sektöründe olduğunu gösteriyor. Bu sektörde son 15 yılda meydana gelen artış yüzde 160'ı buluyor.

Su tasarrufunu, verimli ampulleri desteklemek hoş ama bunları küresel ısınmayı durduracak önlemler olarak göstermeye çalışmak başka sonuçlara yol açar. Çevrecilere düşen görev, sorumluları bilerek ya da bilmeyerek gizlemek değil ortaya çıkararak değişime yöneltmek olmalı.

[1] Anex I Fact Sheets, Malte Meinshausen 2004. Sf. 13

"Bu çimleri Botafogo-Flamengo maçında yoldum!"

Türkiye'deki çevrecilerin duayeni Hayrettin Karaca, küresel ısınmadan sonra dünyayı açlık tehlikesinin beklediğine dikkat çekiyor. "Ekonomi büyümesin. Bugünkü küresel ekonomi kanser hücresi gibi, büyümek zorunda, duramaz. Büyürken de bizi öldürüyor" diyen Hayrettin Karaca, yüzlerce kitap ve 56 bin slaytın özenle saklandığı Yalova'daki evinin kapılarını Yeni Aktüel'e açtı.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel Dergisi / 30 Ağustos-5 Eylül 2007

Fotoğraflar: Cenk Ertekin

"Nasılsınız" soruma "Hiç iyi değilim, sen iyi misin" diye yanıt verdiğinde bu söyleşinin zor geçeceğini anlamıştım. 81 yaşındaki Hayrettin Karaca iyi olmadığını söylüyor ama sağlık sorunu değil bahsettiği. "Sümerbank hafızalardan silinecek diyorlar, sen iyi olur musun" diyor. Belli ki gelişmeler "Toprak Dede" diye anılan Karaca'yı çok kızdırmış.

Yaklaşık 14 yıl önce ziyaret ettiğim Yalova'daki evi ve binlerce bitki türünü sakladığı bahçesi (Arboretum) neredeyse hiç değişmemiş ama Karaca değişiyor; eskisine oranla daha sert, sözünü sakınmıyor. Politikacılara oldukça kızgın olduğu gözlenen Karaca'nın umudu çocuklar. Sık sık çocuklarla ilgili anekdotlarını anlatıyor. Giderek büyüyen çevre derneklerinde çalışan profesyonel kadroları da inançsız oldukları gerekçesiyle eleştiren Karaca, toplumun kendi sorunlarına sahip çıkması gerektiğini belirtiyor. Dünyayı bekleyen en büyük tehlikenin açlık olduğuna, bunun arkasında yatan nedenin de tüketim toplumu olduğuna dikkat çekiyor.

Brezilya'daki futbol sahasından çim getirmiş
Karaca'nın Yalova'daki evi kitap ve slaylarla dolu. Birçok yabancı ve yerli doğa dergisine abone. En sevdiği yazar Metin Aydoğan, şair ise Kaacaoğlan. Attila İlhan kitapları da her odada gözümüze çarpıyor. Ama özenle sakladığı kırmızı not defteri belki de kendisi için her şeyden önemli. Bu defterde bahçesine dünyanın dört bir yanından getirip ektiği 2 bin 376 tohumun listesi var. Bahçesini gezdirirken sık sık Brezilya'dan getirdiği ve giderek tüm bahçeye yayılan çimlerden bahsediyor. Brezilya'da Botafogo-Flamengo maçından sonra sahaya inip aldığı numuneler tutmuş. Garip bir çim; adeta halı sahada yürüyormuşsunuz hissi veriyor. Bahçedeki bu kısa turumuz bile dünyanın zenginliği hakkında bize bilgi veriyor. İşin başlangıcı da burası zaten. Karaca'nın yaşam felsefesi "Önce bilgileneceksin, sonra ilgileneceksin ve ardından da tepkisiz kalmayacaksın".

“Ekonomi çökerse çöksün”
Çalan zil sesiyle söyleşimize yemek arası veriyoruz ama Hayrettin Karaca'nın bizi yemeğe davet etmeden önce bir şartı var. “Az yeme sözü vereceksiniz” diyor. Hep beraber masaya oturuyoruz. Yanımızda Hayrettin Karaca'nın hayatını kaleme alan Şengün Kılıç Hristidis de var. Kendisi bir yıldır Karaca'yla beraber birkaç ay sonra çıkacak olan bu kitap üzerinde çalışıyor. Bu kitap Karaca'nın geride bırakacağı en büyük eserlerinde biri olacağa benziyor. Yemekte etsiz bir türlü yanında pilav ve ardından meyve tabağı ile haşlanmış mısır yiyoruz. İçecek olarak sadece su var, kola gibi içecekleri içmiyor ve kimseye önermiyor. Bir o kadar da reklamlara ve tüketim toplumuna karşı. Karaca'ya bazıları çıkışıyormuş, “O dediğin kadar tüketirsen ekonomi çöker” diye. Çöksün diyor Karaca. “Ben ekonomiyi büyütmeye, birilerini zengin etmeye ve bana hakim bir sınıf yaratmaya gelmedim. Ben yaşamaya geldim. İhtiyacımız kadar tüketirsek yaşanabilir dünyayı oluştururuz. Küresel ısınmayı da herşeyi de hallederiz” diyor. “Paramın olması bana tüketme hakkı vermez” diyen Karaca, “Küresel ısınma, iklim değişikliği ve kuraklık gibi sorunlar 1965'ten beri söyleniyor ama topluma yansımıyor. Son yıllarda sayfalar dolusu resimler var gazetelerde. Bugüne kadar neredeydiniz? Bugünden tedbir alınması lazım. Alınması gereken tedbiri hükümetlerden beklemeyin. Onlar tüketim toplumunun, sermayenin savunucuları oldu” diyor. Peki, çözüm nasıl olacak diye sorunca “Şarlo'yu (Charlie Chaplin) kovmuşlar” diyerek anlatıyor. Hikaye şöyle: Komunist diye Amerika'dan kovulan Şarlo yıllar sonra geri döner ve Teksas'ın bir köyünde karşılaştığı kadının elini Avrupa'da aldığı kültür sonucu öper. Kadın şaşırır ve sorar, “Neden benim elimi öptün?” Chaplin cevap verir: “Bir yerden başlamak lazımdı”. Karaca kızgın ama umutsuz değil, bu kadar yılın ardından hala yeni başlangıçlar peşinde.

“Ekonomik büyüme kanser hücresi gibi”
Yemekle beraber İngilizce yazılar olan tişörtlerimiz yüzünden ufak bir azar da yiyip yemekten kalkıyoruz. Sohbetimiz ekonomiyle devam ediyor. Karaca, “Japonya'da kriz varmış, ekonomisi büyümüyormuş. Büyümesin, ekonominin büyümesi için üretmesi lazım. Üretirken daha fazla enerji tüketmesi lazım. Yani bizim sermayemizden biraz daha alması lazım. Nereye kadar? Bugünkü küresel ekonomi kanser hücresi gibi, büyümek zorunda duramaz. Büyürken de bizi öldürüyor. Çare Özgür, Hayrettin ve Cenk'in bu işe sahip çıkması. Ben yaşamak benim hakkımdır diyorum, Cenk'in de hakkı. Yaşamak için yaşat diyorum. Ahmet ve Fatma'dan bahsetmiyorum. Kimi, bana hayat verenleri yaşatmak zorundayım. Toplumsal bir tepkiye ihtiyacımız var. Siyasi kuruluşlar üzerinde bir baskı oluşamadı. Siyasilere pek güvenini olmadığını da şu sözleriyle açıklıyoruz: “Parti başkanı delegeleri delegeler de onu seçiyor. Ben oyumu atıyorum, maaşını veriyorum o hizmetini parti başkanına yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi? İlk dört Meclis'in tutanaklarını okuyun, bir milletvekilinin ne kadar özgür olduğunu görürsünüz. Demokrasi oydu, gençler o tutanakları okusun. Türkiye'nin kurtuluşu için partiler yasası, seçim yasası ve dokunulmazlık yasası kalkmalı”.

“Hiç yabancı mal almıyorum”
Karaca hiç pes etmiyor. Yeni bir kampanya başlatmak istiyor. Fotoğraf makinası gibi bulamadığı ürünler dışında hiç yabancı mal almadığını söylüyor. Evindeki ahşap mobilyaların hepsinin dizaynını kendi yapmış, IKEA alınmasın ama taş çıkartacak cinsten buluşlar var. Parça parça sökülen sandalyelerden, kitap koymak için gizli rafları olan okuma koltuklarına kadar. Yabancı mallara karşı kampanya düşünse de yabancı kaynakları çok yakından takip ediyor. Al Gore ve Clinton'la ilgili onlarca kitap okuyor. All Gore'un samimi olduğuna inanmıyor. Clinton ve All Gore'un başkan yardımcılığı sırasında ABD'nin Kyoto'ya kayıtsız kaldığını silah harcamalarını da arttırdığını söylüyor. All Gore'un, “Kyoto konusunda çabaladım ama şirketler izin vermedi” şeklindeki sözlerini hatırlatarak “Dünyayı 17 şirket idare ediyor” diyor. Karaca için tüm çevre sorunlarının temelinde yaşam ahlakı var.

Ekler

Mera satılır mı?

Hükümetler çiftçiye verilen mali desteği arttırmalı ama yetmez. Bu tarım denen yer neyin üzerinde oluyor? Aşırı gübreleme, aşırı sulamayla toprağın değeri kaybolmaya devam etmiyor mu? Yılda 1 milyar 400 milyon ton toprak kaybediyoruz. Devletin sana verdiği ödenekle mazot fiyatlarını indirmekle bu iş çözülmez. Sen toprağın gücünü arttır. TEMA'nın yaptığı kırsal kalkınma projelerinden biliyorum. 3-4 yıl içinde devlete muhtaç köylü vergi vermeye başlıyor, kentten köye gelin geliyor. Samsun'da bir köyde şalvarlı ninelere tenis oynamaya başladı. 1946'dan bu yana hükümetlerin hepsi Türkiye'nin topraklarına, ormanlarına, doğasına hizmet ederek değil yok ederek iktidar olmayı amaçladılar ve başardılar. Bugün 500 bin hektar merayı satıyoruz. Mera satılır mı? Mera yasası toplumun tepkisi olmadan çıkıverdi. Bir toplumsal tepkiye ihtiyacımız var. Kıyameti koparmak lazım. Anayasa Mahkemesi tarım alanlarının satışını iptal etmiş. Hemen arkasından yasayı yeniliyorlar, miktarları değiştiriyorlar. 300 dönümdü 25 oluyor ama Bakanlar Kurulu kararıyla 300 olabilecekmiş. Bir şey fark eder mi?

Karaca'dan notlar

* GSMH'dan bahsediliyor ama 40 bin dolara ulaşan GSMH demek başkalarının hakkından bir şeyler almışsınız demek.

* Okumak ibadettir. 10 bini buldu dağıttığım kitaplar. Bilgi sahibi olursanız herşeyi değiştirirsiniz.

* Bana hayvan deseler çok onur duyarım. İnsan dediklerinde utanıyorum.

* Karaca yıllarca dediler. Ben demedim müşteriler dedi. İşi o yüzden bırakmadım doğaya döndüm. İpini koparmış deli gibi çayıra bayıra saldım kendimi.

* Dünya Sosyal Forumu'nun aradığı bir şey var. İnsana ulaşmak istiyoruz. İnsanları mutlu edememişiz, bu sistemden ne olur? Dünya Sosyal Forumu'nu çok önemsiyorum.

* Ben müşterisine, “siftahımı ettim komşuma git” diyen adamım. Bunu Anadolu insanı yapmış, aramayalım başka bir yerde.

* Dünya, endüstri uygarlığının insanlığa acımasız saldırısını görmezden gelmektedir.

* Teknoloji işsizlik üretir.

* Cargill için yasa çıkardılar, çünkü Bush öyle istedi.

'Küresel ısınma sabrımızı taşırma'

BarışaRock Müzik Festivali, beşinci yaşında yine 'alternatifleriyle' müzikseverlerin karşısında. Festival, müzik ziyafeti dışında, sivil toplum örgütlerinin küresel ısınmadan futbola uzanan renkli kampanyalarına sahne oluyor..

Özgür Gürbüz – Sabah Gazetesi / 26 Ağustos 2007

Bu yıl beşincisi yapılan BarışaRock Müzik Festivali'nin bugün son günü. 24 Ağustos'ta başlayan ve 60'ın üzerinde grubun iki ayrı sahnede müzikseverlerle buluştuğu festivalde, birbirinden renkli sivil toplum kuruluşları da, katılımcıları kampanyalarından haberdar ediyor. Festival alanında standı olan Agos gazetesi, okuyucularından demir 1 YTL toplayarak Taner Akçam'ın yazısı nedeniyle kaybettikleri 10 bin YTL'lik tazminatı Şükrü Elekdağ'a demir paralarla vermeye hazırlanıyor. Alanda nereye baksanız küresel ısınma ve nükleer enerjiyle ilgili mesajlar göze çarpıyor. "Küresel Isınma Sabrımızı Taşırma", "Nükleeer İstemiyoruz" pankartları her şeyi özetliyor. Renklerin Kardeşliğini savunan Forza Livorno gibi alternatif futbol taraftarları da BarışaRock'ta.

Ermenistan'dan da grup var
Devrimci İşçi Sendikaları Kanfederasyonu (DİSK)'in yeni hareketi GENÇ-SEN, lise ve üniversite öğrencilerini sendikalı olmaya çağırırken, eline davulu alan gençlerin oluşturduğu doğaçlama kortejler de alanı dolaşarak taleplerini duyuruyor. Bu yıl festivale Mısır, İrlanda ve Ermenistan'dan gelen birçok yabancı grubun dışında "Dinar Bandosu" gibi yerel müzik gruplarının da katılımı dikkat çekiyor. Bağımsız milletvekili Ufuk Uras ile Baskın Oran'ın konuşmaları, azınlıklar üzerine yapılan forumlar, tiyatro ve film atölyeleri, en az konserler kadar ilgi çekti. Bu yıl festivale katılanların sayısının 100 bini aşması bekleniyor.

Hayvanlar için destek istedi, Bush'u savundu

Ünlü sinema yıldızı Bo Derek, Galapagos adalarındaki soyu tükenen hayvanlar için para toplamak amacıyla geldiği İstanbul'da Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ABD Başkanı George Bush'u savundu..

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 25 Ağustos 2007

Ekvador'un Galapagos Adaları'nda yaşayan ve soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan hayvanları korumak için bir kampanya başlatan Bo Derek, destek için Türkiye'ye geldi. 2000 yılında Bush için kampanya yapan yıldız, George Bush'un Kyoto'yu imzalamamasına sahip çıktı. Kyoto'nun bazı noktalarda problemli olduğunu belirten Derek, "Sadece birkaç nokta Bush'u imzadan alıkoydu. Kyoto'yu imzalamadan da sera gazlarını azaltmak mümkün; Vali Schwarzenegger'in Kaliforniya'da yaptığı gibi" dedi.

"Viagra alın" önerisiABD Dışişleri Bakanlığı Özel Temsilcisi ve "Sonsuza dek Galapagos Derneği" kurucularından olan ünlü film yıldızı, Türkiye'yi ABD, Hindistan, Kanada, Avustralya ve İngiltere'nin desteklediği "Yaban Hayat Karaborsasına Karşı Koalisyon"a üye olmaya davet etti. Derek, "Soyu tükenen bir filin dişinden yapılmış bir kolyeyi takmak çok aptalca" diyerek herkesi soyu tükenen hayvan ürünleri ticaretine karşı çıkmaya çağırdı. Bo Derek onuruna verilen kokteylde dernek yararına 30 bin dolar toplandığını belirten Ekvador Eski Ticaret Bakanı Ivonne Baki ise ülkesindeki köpekbalığı avcılığına dikkat çekti. Köpekbalığının yüzgecinden yapılan ve Asya ülkelerinde afrodizyak etkisi olduğuna inanıldığı için içilen çorba yerine Viagra alınmasını tavsiye etti. "Galapagos insan elinin en az değdiği yerlerden biri. Hepimizin bir parçası ve dünyada bir eşi yok" diyen Bo Derek, adalardaki vahşi hayatı tehdit eden en büyük tehlikenin yasadışı avcılık olduğuna değindi. Baki adaların öncelikli sorunu yasadışı avcılığın önüne geçmek için öncelikle ada insanlarının eğitimiyle işe başlayacaklarını ve ada nüfusuyla gelen turist sayısına sınır koyacaklarını söyledi. Son zamanlarda TV dizilerine ağırlık veren seksi yıldız iki ay önce yeni bir film çekti ve şu sıralar National Geographic için bir belgesel sunmaya hazırlanıyor.

Hasankeyf'i sular altında bırakacak kredi tamam

Ilısu Barajı'na toplam 1.3 milyar Euro'luk krediyi Bank of Austria Societe Generale ve Dekabank sağlayacak..

Özgür Gürbüz – Sabah Gazetesi / 17 Ağustos 2007

Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında yapımı tamamlanmayan en büyük baraj olan Ilısu Barajı'na kredi vermeyi kabul eden yabancı bankalar belli oldu. Söz konusu bankaların Almanya'dan Dekabank, Avusturya'dan Bank of Austria ve Fransa'dan Societe Generale olduğu öğrenildi. Daha önce konsorsiyum lideri olan Nurol İnşaat yetkilileri, Zürich Kanton Bankası'nın (ZKB) çevreci baskılar yüzünden projeden çekildiğini ve İsviçre bankasının yerine bir Alman bankasıyla anlaştıklarını söylemişlerdi. Kredi miktarının 1.3 milyar Euro olduğu projede hangi bankanın ne kadar kredi sağladığı tam olarak bilinmiyor ve miktarlar gizli tutuluyor. Kulislerde ise Avusturya bankasının payının 280 milyon Euro civarında olduğu, Türkiye'den bazı bankalarla da görüşmelerin sürdürüldüğü konuşuluyor. Tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacağı için tartışmalara yol açan baraj projesinin temeli bir yıl önce Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından Ağustos 2006'da atılmıştı.

Ilısu konsorsiyumundaki yerli ve yabancı firmalar

Yabancı
*
VA Tech Hydro (Avusturya)
* Alstom (İsviçre)
* Züblin AG (Almanya)
* Stucki (İsviçre)
* Colenco (İsviçre)
* Maggia (İsviçre)

Yerli
*
Nurol İnşaat A.Ş.
* Cengiz İnşaat A.Ş.
* Celikler İnşaat A.Ş.
* Temelsu Uluslararası Su Hizmetleri A.Ş.
* Dolsar Mühendislik LTD.
* Rast Mühendislik LTD.

Su için son 27 km.

İstanbul'un imdadına yetişecek Melen Çayı projesi, 20 Ekim'de tamamlandığında şehrin günlük su tüketiminin üçte birini karşılayacak.

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 16 Ağustos 2006

İstanbul'un azalan su rezervlerine "merhem" olacak Melen projesinde çalışmalar gece gündüz sürüyor. 182 kilometrelik boru hattında çalışan 700 iş makinesi ve 2 bin işçi ile mühendis hummalı bir çalışma içinde. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 20 Ekim Cumartesi saat 16.59'ta bitireceğini öne sürdüğü projede, geriye döşenecek 27 kilometrelik boru kaldı. Bu da tamamlandığında Melen Çayı'ndan gelen su önce Ağva-Yeşilçay'daki pompa istasyonuna oradan da Ömerli Barajı rezervuarı ile Yavuz Sultan Selim arıtma tesisine ulaştırılacak. Orijinal Melen Projesi'nde olmayan bu değişiklikle İstanbul'a günde 734 bin metreküp ek su, planlanandan önce ulaştırılacak. Halihazırda her gün 2 milyon metreküp su kullanan İstanbul için, bu miktar günlük ihtiyacının üçte biri kadar su rezervi anlamına geliyor. Ayrıca proje kapsamında, boğaz altından yapılan bir başka boru hattıyla Avrupa yakasına da su verilecek.

Tamamı 2010'da bitecek
İSKİ Genel Müdürü Mevlüt Vural, helikopter ile gezerek incelediğimiz Melen projesi hakkında şu bilgileri verdi: "Aslında bu proje DSİ'nin yapımına 10 yıl önce başladığı bir proje. İstanbul'un suya ihtiyacı olduğu için DSİ'ye teklif götürdük, onlar da bütçelerinin olmadığını belirttiler. Biz de 190 milyon YTL'lik bölümünü İSKİ olarak yıl sonuna kadar ödeyeceğimizi garanti ederek projeyi hızlandırdık." Projenin tamamı hayata geçtiğinde İstanbul yılda 1 milyar 180 milyon metreküplük ek su kaynağına sahip olacak. Bu kaynak da kentin 2040 yılına kadar su ihtiyacını karşılayacak. Melen projesinin tamamının 2010'a kadar bitirilmesi bekleniyor. Mevlüt Vural, Melen Çayı'nın kirli olduğuyla ilgili şikâyetler için ise, "Her su arıtılabilir. Melen suyu da arıtılıp verilecek, İstanbulluların bu su kirli, içilmez diye tereddüt etmelerine gerek yok" yanıtını veriyor.

Yeni projeler yolda
Genel Müdür Vural, Melen Çayı'nın denize döküldüğü yerden 7 kilometre uzaklıkta oluşturulacak havzanın kontrolünü DSİ'den alacaklarını, bunun için yeni hükümetin kurulup kararın alınmasını beklediklerini söylüyor. İSKİ Genel Müdürü, arıtamayacakları bir malzeme gelirse o suyu halka vermeyeceklerini de sözlerine ekliyor. İSKİ, Melen Çayı dışında Bulgaristan'daki Rezve Çayı'ndan da faydalanmak istiyor. Çatalca ve Silivri için kuyu sularından faydalanılması da gündemdeki diğer projeler.

Ömerli’de su seviyesi bir yılda üçte bir azaldı
İstanbul'un önde gelen su rezervlerinden Ömerli Barajı'nda, suların çekildiği bölgeler kuşbakışı çok daha net görülüyor (sağda). Bu durum rakamlara da yansımış vaziyette. Ömerli Barajı geçen yıl 15 Ağustos itibariyle yüzde 66.91 doluluk oranı ve 157 milyon metreküp suya sahipti. Bu yılın aynı döneminde ise yüzde 21 doluluk oranı ve 51 milyon metreküp su bulunuyor. Yine 15 Ağustos itibariyle İstanbul barajlarında 2005 yılındaki doluluk oranı yüzde 68, 2006 yılında ise yüzde 70 idi. Bu oran 2007 yılında ise yüzde 24'e kadar gerilemiş durumda.

Temiz enerji ve medya

Fore Enerji'yle yaptığımız ve temiz enerji-medya ilişkisini konu alan söyleşiyi ilginç bulacağınızı umuyorum.

Özgür Gürbüz'le temiz enerji ve medya hakkında söyleşi:

1- Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Yaklaşık 15 yıldır enerji ve çevre konularıyla ilgileniyorum. Milliyet, Yeni Yüzyıl, Liberal Bakış ve Referans gibi gazetelerde bu konular üzerine çalıştım. Halen Sabah Gazetesi'ndeyim.

2- Son dönem gündemde yer alan temiz enerji konularına bir gazeteci olarak bakış açınız nedir?
Temiz enerji konularının gündeme daha sık gelmesi güzel bir gelişme. Ancak teknik analiz eksikliği göze çarpıyor ve enerjiyle çevre konularının artık ayrılmaz birer ikili olduğu çok da fark edilmiş gibi gözükmüyor. Medya bu konulara yer verirken küresel ısınma gibi konuların çözümünde temiz enerji kaynakları ve enerji verimliliğinin yattığını pek anlayamamış gibi görünüyor.

3- Genel kamuoyunun bilinclendirilmesi konusunda Medya onemli bir rol oynabilir mi? Medya'nın sorumlulukları ve degisime iliskin bir gucu olduğuna inaniyor musunuz?
Evet, inanıyorum zaten o yüzden medyanın bu kötü durumuna rağmen muhabirlikte ısrar ediyorum. Medya isterse temiz enerji kaynaklarının gerçek gücünü gösterebilir, ekolojik ve ekonomik krizler için nasıl çözüm olacağını anlatabilir. Bunun için uzman muhabirlerin sayısı artmalı ve muhabirlerin bağımsız analiz yapmasına izin verilmeli. Muhabir bugün çoğu yerde aktaran konumunda. 'Nükleerden 2 cent'e elektrik üretiriz' diyenlere kaynağınız nedir diye soracağına ya da ABD'de 7,5 cent ama diyeceğine söyleneni olduğu gibi yazıyor.

4- Genel küresel ısınma ve temiz enerjilere ilişkin medya organlarının öne çıkan politika ve yaklaşımları söz konusu mu? Burada kurumlar mı yoksa bu medya organlarında çalışan kişiler mi ön plana çıkıyor?
Açıkçası küresel ısınmayı takip etmek isteyen birkaç medya organı var. Bunların bazıları iyi işler de çıkarıyor ama çoğu zaman haberler konudan anlamayan editörlerin hışmına uğruyor ve 'buzullar eriyor'un ötesine gidemiyor. Türkiye'de editörler sayfalardan sorumlu. Halbuki saygın yabancı gazetelerin, çevre muhabirleri ve onların haberlerini gazeteye hazırlayan çevre haberleri editörleri var. Bu sayede çok kaliteli işler çıkıyor. Birçok kurumda da bu muhabirlerin zorlamasıyla oluyor. Güçlü bir muhabirseniz bu konularla ilgili haberleri gündeme sokabiliyorsunuz ama oldukça fazla çabalamanız gerek.

5- Tum dunyayı ilgilendiren bir kuresel ısınma sorunu ülkemizde de tartışılıyor. Takip ettiğiniz kadar yurtdışı basını ve yerel yaklaşımları kıyaslayabilir misiniz?
Türkiye'de medya sorunun kaynağını bile anlatamadı bence. İnsanlar küresel ısınmayı bir doğal felaketmiş gibi algılıyor. Halbuki insan etkisiyle, fosil yakıt kullanımı ve aşırı sanayileşme sonucu meydana gelmiş bir olay. Size bir örnek vereyim. Enerji kaynakları bir numaralı etken ama insanlar su tasarrufu yaparlarsa küresel ısınmayı durduracaklarını sanıyorlar. Bu kadar çarpıtıldı iş. Sorunun kaynağını cesaretle yazacak / söyleyecek medya organı bulmak zor. İşin ucunda büyük holdingler ve reklam ilişkileri var.

6- Türkiye'nin enerji politikası nasıl şekillenmeli?
Türkiye'de enerji yoğunluğunu düşürecek bir politika hayata geçirilmeli. Sınırlı ve dışa bağımlı fosil kaynaklara güvenmek büyük hata olur. Planlamada da sabıkalı olduğumuz için büyük santrallara izin verilmemeli. Bir kriz geldiğinde, ekonomik büyüme şaştığınızda fazla kapasite elinizde patlıyor. Orta ve küçük ölçekli santralleri tüm Türkiye'ye yaymak böylece iletim kayıplarının önüne geçmek akıllıca olur. Burada yenilenebilir enerji kaynakları çok büyük avantaj. Karbondioksit artışımız rekor seviyede. Hem bu artışı yavaşlatacak hem halihazırda kurulu olan baz yük santralleriyle uyum içinde çalışacak temiz enerjiler bir hedef koyularak hayata geçirilmeli. Rüzgar potansiyeli büyük avantaj ama adem-i merkeziyetçi enerji sistemleri örneğin güneş gelecek 20-30 yılda kurtarıcımız olacak. Talebi yönetmeyi öğrenmeli ve arz artışını kontrol altına almalıyız. Nükleer gibi finansal ve çevresel riskler içeren politik maceralar ise hem oluşturulmaya çalışılan liberal piyasayı tehlikeye sokar hem de getireceği finansal yükle dışa bağımlılığı arttırır.

7- Temiz enerji sistemlerinin yayılması için öncelik yapılması gerekenler nedir?
Bu sistemlerin yerli üretimi ve kullanılması için gerekli siyasi altyapı ve AR-GE çalışmalarına öncelik verilmeli. Güneş ve küçük biyokütle sistemleri için teşvikler kuvvetlendirilmeli. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok, İspanya ve Almanya örnekleri gözümüzün önünde. Fosil yakıtlara ve nükleere verilen teşviklerin durdurulması da çok önemli. Biyokütle ve biyoyakıtlar için çiftçilerin, rüzgar santralleri için vatandaşların kuracağı kooparatiflerin önünün açılması lazım. Danimarka'da bunların örnekleri var. Çiftçiler traktörlerinin yakıtlarını üretse fena mı olur?

8- Popüler kültür temsilcileri ve küresel iklim değişikliği arasında pozitif bir bağ kurulabilir mi ?
Evet ilk başta kamuoyuna mesajın iletilmesi için önemli. Bunun da tehlikesi seçilen kişilerin konuyla gerçekten ilgilenmesi önemli.

9- Enerji ve çevre konularında medyanın yeterli işgücü mevcut mudur?
Nitelikli, konuya en az uzmanları kadar hakim eleman olarak hayır.

10- Son olarak söylemek istedikleriniz?
Temiz enerji konusunda yaptıklarınız ve ortaya çıkardığınız 'temiz haber fırsatları' için teşekkürler. Kirlenmiş dünyamızın buna ihtiyacı var.

Fore Enerji'ye ulaşmak için:

http://www.foreenerji.com/index.php