Hasankeyf'i sular altında bırakacak kredi tamam

Ilısu Barajı'na toplam 1.3 milyar Euro'luk krediyi Bank of Austria Societe Generale ve Dekabank sağlayacak..

Özgür Gürbüz – Sabah Gazetesi / 17 Ağustos 2007

Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında yapımı tamamlanmayan en büyük baraj olan Ilısu Barajı'na kredi vermeyi kabul eden yabancı bankalar belli oldu. Söz konusu bankaların Almanya'dan Dekabank, Avusturya'dan Bank of Austria ve Fransa'dan Societe Generale olduğu öğrenildi. Daha önce konsorsiyum lideri olan Nurol İnşaat yetkilileri, Zürich Kanton Bankası'nın (ZKB) çevreci baskılar yüzünden projeden çekildiğini ve İsviçre bankasının yerine bir Alman bankasıyla anlaştıklarını söylemişlerdi. Kredi miktarının 1.3 milyar Euro olduğu projede hangi bankanın ne kadar kredi sağladığı tam olarak bilinmiyor ve miktarlar gizli tutuluyor. Kulislerde ise Avusturya bankasının payının 280 milyon Euro civarında olduğu, Türkiye'den bazı bankalarla da görüşmelerin sürdürüldüğü konuşuluyor. Tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacağı için tartışmalara yol açan baraj projesinin temeli bir yıl önce Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından Ağustos 2006'da atılmıştı.

Ilısu konsorsiyumundaki yerli ve yabancı firmalar

Yabancı
*
VA Tech Hydro (Avusturya)
* Alstom (İsviçre)
* Züblin AG (Almanya)
* Stucki (İsviçre)
* Colenco (İsviçre)
* Maggia (İsviçre)

Yerli
*
Nurol İnşaat A.Ş.
* Cengiz İnşaat A.Ş.
* Celikler İnşaat A.Ş.
* Temelsu Uluslararası Su Hizmetleri A.Ş.
* Dolsar Mühendislik LTD.
* Rast Mühendislik LTD.

Su için son 27 km.

İstanbul'un imdadına yetişecek Melen Çayı projesi, 20 Ekim'de tamamlandığında şehrin günlük su tüketiminin üçte birini karşılayacak.

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 16 Ağustos 2006

İstanbul'un azalan su rezervlerine "merhem" olacak Melen projesinde çalışmalar gece gündüz sürüyor. 182 kilometrelik boru hattında çalışan 700 iş makinesi ve 2 bin işçi ile mühendis hummalı bir çalışma içinde. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 20 Ekim Cumartesi saat 16.59'ta bitireceğini öne sürdüğü projede, geriye döşenecek 27 kilometrelik boru kaldı. Bu da tamamlandığında Melen Çayı'ndan gelen su önce Ağva-Yeşilçay'daki pompa istasyonuna oradan da Ömerli Barajı rezervuarı ile Yavuz Sultan Selim arıtma tesisine ulaştırılacak. Orijinal Melen Projesi'nde olmayan bu değişiklikle İstanbul'a günde 734 bin metreküp ek su, planlanandan önce ulaştırılacak. Halihazırda her gün 2 milyon metreküp su kullanan İstanbul için, bu miktar günlük ihtiyacının üçte biri kadar su rezervi anlamına geliyor. Ayrıca proje kapsamında, boğaz altından yapılan bir başka boru hattıyla Avrupa yakasına da su verilecek.

Tamamı 2010'da bitecek
İSKİ Genel Müdürü Mevlüt Vural, helikopter ile gezerek incelediğimiz Melen projesi hakkında şu bilgileri verdi: "Aslında bu proje DSİ'nin yapımına 10 yıl önce başladığı bir proje. İstanbul'un suya ihtiyacı olduğu için DSİ'ye teklif götürdük, onlar da bütçelerinin olmadığını belirttiler. Biz de 190 milyon YTL'lik bölümünü İSKİ olarak yıl sonuna kadar ödeyeceğimizi garanti ederek projeyi hızlandırdık." Projenin tamamı hayata geçtiğinde İstanbul yılda 1 milyar 180 milyon metreküplük ek su kaynağına sahip olacak. Bu kaynak da kentin 2040 yılına kadar su ihtiyacını karşılayacak. Melen projesinin tamamının 2010'a kadar bitirilmesi bekleniyor. Mevlüt Vural, Melen Çayı'nın kirli olduğuyla ilgili şikâyetler için ise, "Her su arıtılabilir. Melen suyu da arıtılıp verilecek, İstanbulluların bu su kirli, içilmez diye tereddüt etmelerine gerek yok" yanıtını veriyor.

Yeni projeler yolda
Genel Müdür Vural, Melen Çayı'nın denize döküldüğü yerden 7 kilometre uzaklıkta oluşturulacak havzanın kontrolünü DSİ'den alacaklarını, bunun için yeni hükümetin kurulup kararın alınmasını beklediklerini söylüyor. İSKİ Genel Müdürü, arıtamayacakları bir malzeme gelirse o suyu halka vermeyeceklerini de sözlerine ekliyor. İSKİ, Melen Çayı dışında Bulgaristan'daki Rezve Çayı'ndan da faydalanmak istiyor. Çatalca ve Silivri için kuyu sularından faydalanılması da gündemdeki diğer projeler.

Ömerli’de su seviyesi bir yılda üçte bir azaldı
İstanbul'un önde gelen su rezervlerinden Ömerli Barajı'nda, suların çekildiği bölgeler kuşbakışı çok daha net görülüyor (sağda). Bu durum rakamlara da yansımış vaziyette. Ömerli Barajı geçen yıl 15 Ağustos itibariyle yüzde 66.91 doluluk oranı ve 157 milyon metreküp suya sahipti. Bu yılın aynı döneminde ise yüzde 21 doluluk oranı ve 51 milyon metreküp su bulunuyor. Yine 15 Ağustos itibariyle İstanbul barajlarında 2005 yılındaki doluluk oranı yüzde 68, 2006 yılında ise yüzde 70 idi. Bu oran 2007 yılında ise yüzde 24'e kadar gerilemiş durumda.

Temiz enerji ve medya

Fore Enerji'yle yaptığımız ve temiz enerji-medya ilişkisini konu alan söyleşiyi ilginç bulacağınızı umuyorum.

Özgür Gürbüz'le temiz enerji ve medya hakkında söyleşi:

1- Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Yaklaşık 15 yıldır enerji ve çevre konularıyla ilgileniyorum. Milliyet, Yeni Yüzyıl, Liberal Bakış ve Referans gibi gazetelerde bu konular üzerine çalıştım. Halen Sabah Gazetesi'ndeyim.

2- Son dönem gündemde yer alan temiz enerji konularına bir gazeteci olarak bakış açınız nedir?
Temiz enerji konularının gündeme daha sık gelmesi güzel bir gelişme. Ancak teknik analiz eksikliği göze çarpıyor ve enerjiyle çevre konularının artık ayrılmaz birer ikili olduğu çok da fark edilmiş gibi gözükmüyor. Medya bu konulara yer verirken küresel ısınma gibi konuların çözümünde temiz enerji kaynakları ve enerji verimliliğinin yattığını pek anlayamamış gibi görünüyor.

3- Genel kamuoyunun bilinclendirilmesi konusunda Medya onemli bir rol oynabilir mi? Medya'nın sorumlulukları ve degisime iliskin bir gucu olduğuna inaniyor musunuz?
Evet, inanıyorum zaten o yüzden medyanın bu kötü durumuna rağmen muhabirlikte ısrar ediyorum. Medya isterse temiz enerji kaynaklarının gerçek gücünü gösterebilir, ekolojik ve ekonomik krizler için nasıl çözüm olacağını anlatabilir. Bunun için uzman muhabirlerin sayısı artmalı ve muhabirlerin bağımsız analiz yapmasına izin verilmeli. Muhabir bugün çoğu yerde aktaran konumunda. 'Nükleerden 2 cent'e elektrik üretiriz' diyenlere kaynağınız nedir diye soracağına ya da ABD'de 7,5 cent ama diyeceğine söyleneni olduğu gibi yazıyor.

4- Genel küresel ısınma ve temiz enerjilere ilişkin medya organlarının öne çıkan politika ve yaklaşımları söz konusu mu? Burada kurumlar mı yoksa bu medya organlarında çalışan kişiler mi ön plana çıkıyor?
Açıkçası küresel ısınmayı takip etmek isteyen birkaç medya organı var. Bunların bazıları iyi işler de çıkarıyor ama çoğu zaman haberler konudan anlamayan editörlerin hışmına uğruyor ve 'buzullar eriyor'un ötesine gidemiyor. Türkiye'de editörler sayfalardan sorumlu. Halbuki saygın yabancı gazetelerin, çevre muhabirleri ve onların haberlerini gazeteye hazırlayan çevre haberleri editörleri var. Bu sayede çok kaliteli işler çıkıyor. Birçok kurumda da bu muhabirlerin zorlamasıyla oluyor. Güçlü bir muhabirseniz bu konularla ilgili haberleri gündeme sokabiliyorsunuz ama oldukça fazla çabalamanız gerek.

5- Tum dunyayı ilgilendiren bir kuresel ısınma sorunu ülkemizde de tartışılıyor. Takip ettiğiniz kadar yurtdışı basını ve yerel yaklaşımları kıyaslayabilir misiniz?
Türkiye'de medya sorunun kaynağını bile anlatamadı bence. İnsanlar küresel ısınmayı bir doğal felaketmiş gibi algılıyor. Halbuki insan etkisiyle, fosil yakıt kullanımı ve aşırı sanayileşme sonucu meydana gelmiş bir olay. Size bir örnek vereyim. Enerji kaynakları bir numaralı etken ama insanlar su tasarrufu yaparlarsa küresel ısınmayı durduracaklarını sanıyorlar. Bu kadar çarpıtıldı iş. Sorunun kaynağını cesaretle yazacak / söyleyecek medya organı bulmak zor. İşin ucunda büyük holdingler ve reklam ilişkileri var.

6- Türkiye'nin enerji politikası nasıl şekillenmeli?
Türkiye'de enerji yoğunluğunu düşürecek bir politika hayata geçirilmeli. Sınırlı ve dışa bağımlı fosil kaynaklara güvenmek büyük hata olur. Planlamada da sabıkalı olduğumuz için büyük santrallara izin verilmemeli. Bir kriz geldiğinde, ekonomik büyüme şaştığınızda fazla kapasite elinizde patlıyor. Orta ve küçük ölçekli santralleri tüm Türkiye'ye yaymak böylece iletim kayıplarının önüne geçmek akıllıca olur. Burada yenilenebilir enerji kaynakları çok büyük avantaj. Karbondioksit artışımız rekor seviyede. Hem bu artışı yavaşlatacak hem halihazırda kurulu olan baz yük santralleriyle uyum içinde çalışacak temiz enerjiler bir hedef koyularak hayata geçirilmeli. Rüzgar potansiyeli büyük avantaj ama adem-i merkeziyetçi enerji sistemleri örneğin güneş gelecek 20-30 yılda kurtarıcımız olacak. Talebi yönetmeyi öğrenmeli ve arz artışını kontrol altına almalıyız. Nükleer gibi finansal ve çevresel riskler içeren politik maceralar ise hem oluşturulmaya çalışılan liberal piyasayı tehlikeye sokar hem de getireceği finansal yükle dışa bağımlılığı arttırır.

7- Temiz enerji sistemlerinin yayılması için öncelik yapılması gerekenler nedir?
Bu sistemlerin yerli üretimi ve kullanılması için gerekli siyasi altyapı ve AR-GE çalışmalarına öncelik verilmeli. Güneş ve küçük biyokütle sistemleri için teşvikler kuvvetlendirilmeli. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok, İspanya ve Almanya örnekleri gözümüzün önünde. Fosil yakıtlara ve nükleere verilen teşviklerin durdurulması da çok önemli. Biyokütle ve biyoyakıtlar için çiftçilerin, rüzgar santralleri için vatandaşların kuracağı kooparatiflerin önünün açılması lazım. Danimarka'da bunların örnekleri var. Çiftçiler traktörlerinin yakıtlarını üretse fena mı olur?

8- Popüler kültür temsilcileri ve küresel iklim değişikliği arasında pozitif bir bağ kurulabilir mi ?
Evet ilk başta kamuoyuna mesajın iletilmesi için önemli. Bunun da tehlikesi seçilen kişilerin konuyla gerçekten ilgilenmesi önemli.

9- Enerji ve çevre konularında medyanın yeterli işgücü mevcut mudur?
Nitelikli, konuya en az uzmanları kadar hakim eleman olarak hayır.

10- Son olarak söylemek istedikleriniz?
Temiz enerji konusunda yaptıklarınız ve ortaya çıkardığınız 'temiz haber fırsatları' için teşekkürler. Kirlenmiş dünyamızın buna ihtiyacı var.

Fore Enerji'ye ulaşmak için:

http://www.foreenerji.com/index.php

Türkiye bebek ölümlerini hala durduramıyor

Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Fon'unun son raporuna göre Türkiye bebek ölümlerini önlemde hala komşularının gerisinde. Türkiye’de doğan bir bebeğin Suriye’de doğan bir bebeğe oranla hayatta kalma şansı yarı yarıya az.

Özgür Gürbüz

Dünya nüfusu her geçen gün artıyor. Her iki saniyede yeni bir bebek dünyaya geliyor. Ekonomik büyüme ve tıptaki tüm gelişmelere rağmen bebek ölümleri hala büyük bir sorun. Bu konuda dertli ülkelerden biri olan Türkiye’de doğan her 1000 bebekten 37’si hayata gözlerini yumarken bu oran komşumuz Ermenistan’da 29, İran’da 28, Suriye ve Romanya’da 16, Bulgaristan’da 12 ve Yunanistan’da 6. Türkiye komşularıyla kıyaslandığında sadece Irak, Azerbeycan ve Gürcistan’dan daha başarılı bir grafik yakalamış gözüküyor. Irak’ta her 1000 bebekten 83’ü bir yaşına gelmeden hayata gözlerini yumarken, Azerbeycan’da bu oran 73, Gürcistan’da 39. Batı Avrupa ülkelerinde ise binde 4 civarında.

Türkiye 2050’de 100 milyon

BM Dünya Nüfus Fon’unun 2007 yılı raporuna göre Türkiye’nin 2005-2010 yılları arasındaki nüfus artış hızının yüzde 1.3 olması bekleniyor. 2050’de 100 milyonu geçmesi beklenen Türkiye’de yaş ortalaması kadınlar için 67, erkekler içinse 72 olarak hesaplanmış. Nüfus artışına karşın modern doğum kontrol yöntemlerini kullananların oranı yüzde 38’i geçmiyor. Bir başka ilginç istatistik ise okuma yazma oranıyla ilgili. 15 yaşın üstündeki kadınların yüzde 20’si okuma yazma bilmezken bu oran erkeklerde yüzde 5’e iniyor. Okuma yazma bilmeyen kadınların oranı Bulgaristan’da yüzde 2, Yunanistan’da 6, İran’da ise yüzde 30.

Hepimiz kentli olduk

Hızlı nüfus artışı beraberinde kentleşmeyi de getiriyor. Artık sadece Avrupa ve Amerika’da değil, Asya ve Afrika’da da insanlar kentlerde yaşamayı tercih ediyor. BM raporu 2008 yılından itibaren kentli olmayı tercih eden insanların 3 milyar 300 milyonu bulacağına işaret ediyor. Bu rakam 2030 yılında 4 milyar 900 milyona ulaşacak. Kırsaldan kente göç ileriki yıllarda da devam edecek. Asya ve Afrika kıtalarında kente göç, halihazırda 1 milyar 360 milyon olan kentli nüfusu ikiye katlayıp 2 milyar 640 milyona yükseltecek. Türkiye çoktan kentli olmuş bir ülke; nüfusun yüzde 68’i halihazırda kentlerde yaşıyor.

Büyük kentlere talep azalıyor

Nüfus hareketlerindeki ilginç değişim ise mega kentlerde yaşanıyor. Dünya nüfusunun yüzde 4’ünü barındıran Buenos Aires, Mexico City gibi dev kentlere yerleşen insan sayısından çok göç eden var. İnsanlar artık bu dev kentler yerine daha küçük kentlerde yaşamayı tercih ediyor. Dünya nüfusunun yüzde 52’si halihazırda nüfusu 500 binin altında olan kentlerde yaşamayı tercih ediyor.

Her 3 kentliden biri varoşlarda yaşıyor

İnsanların kırsaldan kente taşınması sorunlarından kurtulması anlamına da gelmiyor. Özellikle mega kentlerde yaşayan insanları yoksulluk, çevre kirliliği gibi birçok sorun bekliyor. Kentlerde yaşayan her 3 kişiden biri varoşlarda yaşıyor. Bu insanları temiz sudan fahişeliğe kadar birçok tehlike bekliyor.

Bebek ölümleri oranı (1000 üzerinden) Ortalama ömür (Erkek / Kadın)

Gelişmiş ülkeler 7 72.5 / 79.8

Az gelişmiş ülkeler 58 62.7 / 66.2

En az gelişmiş ülkeler 92 51.4 / 53.2

Dünya ortalaması 53 64.2 / 68.6


Yeşil adanın son yeşil alanı tehlike altında

Kuzey Kıbrıs'taki Karpaz Milli Parkı'na döşenmesi planlanan yüksek gerilim hattı, Yeşil Ada olarak anılan Kıbrıs'ta gerilimi arttırdı. Çevreciler, elektrik hattının büyük turistik tesislere davetiye çıkaracağını ve doğal yapıyı bozacağını iddia ediyor.

Özgür Gürbüz

Yabani eşekleriyle tanınan Kuzey Kıbrıs'ın Karpaz bölgesine 11 bin kilovat gücünde enerji nakil hattı çekmek isteyen hükümetle çevreciler karşı karşıya kaldı. Hükümetin büyük turistik tesisler için bir altyapı hazırlığı olduğunu öne süren çevreciler projenin hemen durdurulmasını istiyor. 1978 yılında Milli Park ilan edilen ancak henüz yasalarla nasıl korunacağı tanımlanmayan Karpaz Milli Parkı'ı soyu tükenmekte olan birçok canlı türüne ev sahipliği yapıyor.

Biyologlar Derneği Genel Sekreteri Hasan Sarpter, bölgenin Milli Park olmasının yanı sıra Avrupa Birliği'nce (AB) tanınmış “Natura 2000” alanı olduğu ve AB'nin bu kapsama giren bölgelerde tahribat yapan devletler hakkında yasal yaptırımlar yapabileceğini söylüyor ama Kuzey Kıbrıs'ın özel durumu buna izin vermiyor. Sarpter, “Bölgede yasal 3, kaçaklarla beraber 10-12 tesis var. Buradaki ihtiyaç 400, yapılması düşünülen 11 bin kilovat” diyor.

İmara kapalı bir alana ihtiyacından 28 kat daha fazla enerji hattı döşenmesini istemeyen çevreciler dava hazırlığında. Yeşil Barış Hareketi Başkanı Doğan Sahir, 1998 yılında tüm Kuzey Kıbrıs için uygun görülen yatak kapasitesinin 35 bin olduğunu şimdi ise sadece Karpaz'da 20 bin yatak öngörüldüğünü söylüyor. Yeşil Ada'nın beton ada olduğuna dikkat çeken çevreciler, Karpaz'daki yapılaşmaya karşı çıkan 30'u aşkın örgüt arasında Kıbrıs Türk Otelciler Birliği gibi kuruluşların da olduğuna dikkat çekerek bu kaygılarının turizmciler tarafından da paylaşıldığına dikkat çekiyor.

Neden Önemli?

*Kuzey Kıbrıs'ın tamamında 1410 bitki türü var. Bunların yarısı Milli Park alanı içinde.

*Kıbrıs'ta 47 endemik (sadece Kıbrıs'ta bulunan) bitki türü var, 24'ü Milli Park içinde.

*Ronnas Körfezi, nesli tükenen deniz kaplumbağalarının Akdeniz'deki üçüncü en önemli yumurtlama alanı.

*Bölgedeki Altın kumsal, sayıları 500 kadar olduğu tahmin edilen Akdeniz foklarının yuvası.

*Bölgede Apostolos Andreas Manastırı ve Kastros kenti gibi arkeolojik alanlar da var.

Kojenerasyon iklimi nükleerden çok seviyor

Almanya'da enerji ve çevre konularında uzun yıllardır çalışmalar yapan Eko Enstitüsü, küresel ısınmaya etkilerini ölçmek için birçok enerji kaynağını masaya yatırdı. Çıkan sonuçlar gazla çalışan kojenarasyon santrallerinin, "karbonsuz" diye bilinen nükleer santrallerden daha az karbondioksit ürettiğini ortaya çıkardı.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Temmuz 2007

Nükleer santraller hakkındaki tartışmalar aslında hiç de yeni değil. Geçmişi 1970'li yıllara kadar uzanıyor. O yıllarda konuşulan konular daha çok düşük seviyeli radyasyon, nükleer yakıt çubuklarının son depolama alanı ile ilgili problemler ve nükleer kazalardı. 1980'lerde nükleer enerjinin ekonomiyle ilgili argümanları ön plana çıktı ve o tarihlerde Türkiye'de pek ciddiye alınmamış olsa bile yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili karşılaştırmalar yapılmaya başlandı. 11 Eylül'den sonra listeye nükleer terorizm ve Kyoto ile birlikte küresel ısınma tartışmaları da eklendi. Günümüzde nükleer endüstrinin argümanlarına bakıldığında "düşük maliyet" ve "karbonsuz" olma iddiaları en ön planda. Almanya'da uzun yıllardır çalışmalarını enerji ve çevre konularında sürdüren Eko Enstitüsü (Öko Institut) bu iddiaların doğruluğunu araştıran bir çalışma yaptı ve sonucunu yayınladı.

Yaşam döngüsü hesaplanıyor
Enerji santrallerinin elektrik üretimi sırasında atmosfere ne kadar karbondioksit saldığıyla ilgili yapılan hesaplamalar genelde santralin elektrik ürettiği zamanla sınırlı bırakılıyor. Buna birçok çevreci kuruluş itiraz ediyor. Eko Enstitüsü'nün yaptığı çalışma sadece santrallerin üretim sürecini kapsamıyor. Yaşam döngüsü diye adlandırabileceğimiz yakıtın elde edilmesinden dönüştürülmesine, santrallere ulaştırılmasından santralin inşası sırasında atmosfere salınan tüm karbondioksit miktarını hesaplıyor. Böylece, o santralin tüm yaşam döngüsü içinde küresel ısınmaya ne kadar katkı yaptığı görülebiliyor.

Eko Ensitüsü'nün yaptığı hesaplama üç ayrı bölümü inceliyor. Nükleer santral gibi birçok enerji santrali, üretimi gerçekleştirebilmek için bazı ek faaliyetlere ihtiyaç duyuyor. Yakıtın (nükleer için uranyum) çıkarılması, hazırlanması ve santralin inşası gibi. Nükleer santrallerde üretimden sonra yapılması gereken faaliyetler de var; atıkların işlenmesi ve depolanması gibi. Tüm bunlar gözönüne alındığında direkt olmasa bile dolaylı yoldan atmosfere salınan karbondioksit miktarı nükleer enerjinin pazarlık gücünü azaltıyor.

KWh başına 33 gr CO2
Eko Enstitüsü, bu karışık hesaplamayı yapmak için kendileri tarafından geliştiren GEMIS adlı bir bilgisayar programını kullanıyor. Farklı sera gazlarından, bulunulan bölgeye ve santrallerin kapasite faktörlerine kadar birçok farklı veriyi işleyebilen bu program, Almanya'daki nükleer santrallerin kilovat saat (kWh) başına 31 gram karbondioksit saldığını hesaplamış. Raporda Uluslararası Enerji Ajansı gibi farklı kuruluşların daha yüksek rakamlar bulduğuna da dikkat çekiliyor. Bu rakamlar 120 grama kadar çıkıyor. Tek sera gazı karbondioksit değil. Yine bir nükleer santralden üretilen her kWh elektrik için 33 gram karbondioksit eşdeğeri sera gazı çıkıyor. Sadece karbondioksit olarak ele alındığında, Almanya'da 1.250 megavat (MW) kurulu güce sahip, 6.500 saat çalışan bir nükleer santral her yıl 250 bin ton karbondioksit salımı yapıyor. Doğalgaz yakıtlı bir kojenerasyon santrali ise aynı kriterler gözönüne alındığında yaşam döngüsü içinde yaklaşık bu rakamın yarısı kadar karbondioksit üretiyor. Raporda nükleer enerjinin karbondioksit indirimi söz konusu olduğunda yenilenebilir enerji, kojenerasyon ve enerji tasarrufu karşısında "kazanan" olmadığı belirtiliyor.

Isının da kullanılması önemli
Kojenerasyonun karbonsuz formülünün sırrı ise ısı enerjisinin kullanılmasından geliyor. Örnekle açıklamak gerekirse, 1 kWh'lik elektrik üretimi sırasında 2 kWh değerinde ısı enerjisi ortaya çıkıyor ki bu üretim için ayrı bir enerji tüketimi gerekmiyor. Bu nedenle de elektrik üretiminde ortaya çıkan karbondioksit miktarı paylaşılmış oluyor. Buradaki temel mantık sağlanan ısının yerini aldığı fosil yakıt kullanılarak çalışan ısıtma sistemi. Fueloil yerine kojenerasyon santralinden gelen ısı kullanıldığında, ortaya çıkan karbondioksit hesabına artı değer olarak yazılıyor. Enerji kaynağı olarak doğalgaz yerine biyokütle kullanılırsa atmosfere salınan karbondioksit miktarı eksili rakamlara bile iniyor. Çünkü biyokütle fotosentezden gelen avantajı sayesinde "sıfır karbon" salan bir enerji kaynağı olarak kabul ediliyor.

Yenilenebilir kojenerasyon santralleri
Küresel ısınmaya yol açan tek gaz karbondioksit değil. Aynı raporda bir başka hesaplama da metan, azotoksit gibi karbondioksit dışındaki sera gazlarının karbondioksit eşdeğerleri gözönüne alınarak yapılmış. Burada Almanya için bir değişiklik göze çarpıyor ve gazla çalışan kojenerasyon santrali nükleer enerjinin gerisinde kalıyor. Ancak başka ülkelerdeki nükleer santrallerle kıyaslamalar yapıldığında gazla çalışan kojenerasyon santralleri yine daha fazla iklim dostu olabiliyor. Ülke gözetmeksizin yaptığınız analizde ise galipler değişmiyor. Enerji verimliliği başta olmak üzere kara ve açık deniz rüzgâr santralleri, hidrolik ve biyokütle ile çalışan kojenerasyon santrallerinin bu konuda diğer enerji kaynaklarına oranla bir üstünlüğü var.

Eko Enstitü'nün yaptığı çalışmada çeşitli enerji kaynaklarının maliyet analizleri de ortaya konuyor. Çalışma, güneş fotovoltaik dışında tüm enerji sistemlerinden elektrik üretim maliyetlerinin birbirine oldukça yakın olduğunu gösteriyor. Nükleer santraller için kWh başına üretim maliyeti 4.5 ila 6.5 avro sent arasında değişiyor. Fotovoltaikler dışında tüm enerji kaynaklarının 10 avro sent'lerin altında elektrik ürettiği Almanya'da, çevresel sorunlar ele alınmadan yapılan bir değerlendirme kömürü ön plana çıkarıyor. Enerji verimliliği sayesinde üretmek yerine tüketmemek de maliyet açısından önemli bir ekonomik alternatif olarak öne çıkıyor.

Bağımsız adaylara repçi desteği

Baskın Oran ve Ufuk Uras'a bir destek de repçi Sultan Tunç'tan geldi. Sultan Tunç "Baskın var" adlı parçasıyla hayranlarını "Ufuk Abi"si ve "Baskın Hoca"sına oy vermeye çağırıyor.

Özgür Gürbüz / 17 Temmuz 2007

Bağımsız adaylar sokakları şenlendirmeye devam ediyor. Seçimlere İstanbul’dan bağımsız aday olarak katılan Baskın Oran ve Ufuk Uras’a bir destek de Sultan Tunç adlı repçiden geldi.

Küçük partilerin hazine desteği almadığından ve bu nedenle de yarışın eşit olmadığını düşünen sanatçı gönüllü olarak yaptığı bu besteyle üzerine düşeni yaptığını söylüyor. 80 yıldır politikada aynı şeylerin söylendiğini belirten Tunç, “Senelerdir dar alanda siyaset yapılıyor. Kimlik sorunu, Ermeni meselesi, Kıbrıs, özgürlükler, askerin rolü ve cinsel sorunlar gibi problemlerimizi geçiştirdiğimiz için travmatik bir hal aldı. Ezberi bu iki adayın bozacağını düşünüyorum” diyor. Uzun yıllar Almanya’da yaşamış olan Tunç, 85 yılında Alman Parlamentosu’na spor ayakkabı ve kot pantalonlarıyla giren Yeşiller’in yarattığı değişimden çok etkilenmiş. “Bugün Almanya’nın daha çağdaş bir yüzü varsa, onların payı büyük” şeklinde konuşuyor. “Baskın Oran ya da Ufuk Uras parçanızı dinledi mi” sorumuza yanıtı ise, “Seçim otobüslerinde çalınıyor. Eğer dinlediler ve kafa salladılarsa süper” oluyor. Parçanın klibi de youtube da yayınlanmaya başlandı.

Baskın Var!

22 temuzda parlamentoya

baskın olacak şalalalalalaaa

ufuk abi ve de baskın hoca kolkola

geldiler hesap sormaya

hala hafızamda almanyadaki yeşiller

ilk başlarda parlamentoda birkaç kişiydiler

görseniz blue jean leriyle çok komiktiler

çok geçmeden toplumu nasıl değiştirdiler

uçurtmayı vurmasınlar önü açılsın

barış melodisi tüm yurtta çalsın

paraya güce tapanlar sınıfta kalsın

özgürlük dayanışma yerini alsın


şalalalalalalal la lala la

ufuk abi baskın hoca haddi parlamentoya


şalalalalalalal la lala la

hicbirsey eskisi gibi ihh olmıcak yaa


şalalalalalalal la lala la

bizim de artık sesimiz duyulacak yaa


şalalalalalalal la lala la

ufuk abi baskın hoca eh haddi bastır

zafer yakındır

tam zamanıdır

haddi bastır

ŞARKIYI DİNLEMEK İÇİN: http://www.youtube.com/watch?v=0uVV9hrG_Is



'Dünyamıza virüs bulaştı sorumlusu da biziz'

16 yıl önce çevreyle ilgili bir film çekmek için Türkiye'ye gelen, ancak o sırada Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucu evine dönemeyip buraya yerleşen besteci-piyanist Anjelika Akbar, "Küresel ısınmaya karşı bir seferberlik ilan edilmesi gerek," diyor..


Özgür Gürbüz - Sabah Cumartesi / 14 Temmuz 2007

Artık hepimiz çevreciyiz! Yemeklerimizi düdüklüde yapıyor, kendimizi duşta, bulaşıkları ise makinede yıkıyoruz... Tüm bunlar küresel ısınmanın etkilerini azaltmak için, ama onu durdurmak için başka şeyler yapmak lazım. Sanatçı Anjelika Akbar, muslukları onarmanın önemli olduğunu ama sorunu çözemeyeceğini söylüyor. "Gerekirse yaşam tarzımızı kökten değiştirmeliyiz," diyen Akbar, gezegenimiz olmazsa yaşamın da olmayacağını söylüyor ve devletlere büyük görev düştüğünün altını çiziyor. Akbar'ın Türkiye macerası Terminal filmini anımsatıyor aslında. 16 yıl önce eski eşiyle, çevreyle ilgili bir film çekmek için Türkiye'ye geldiklerinde, oğlu Yürek'e sekiz aylık hamileymiş. Sovyetler Birliği'nden gelen dağılma haberi ellerini kollarını bağlamış. Annesi "Nerdeyseniz orada kalın," diyormuş. Onlar da kalmışlar. Age of Maitreya (Gelecekteki Buda) belgeselinin müziklerini hiç tamamlayamasa da yeni hayatının bestelerini yapmaya Türkiye'de devam etmiş. Konserlerinde çevre konusu ön planda. Besteleri çevreyle ilgili. İlk albümü Su, en sonuncusu ise Bir Yudum Su. Suya olan ilgisi Aral Gölü'nün kurumasına tanıklık etmesinden çok masal sevgisine dayanıyor. 'Eğer suya iyi kalpli insan dokunursa bu su ölüyü diriltebilir, hastalıkları anında iyileştirir. Suya bakan ya da dokunan insan kötü kalpli ise sağlıklı insanı bile hasta eder ya da öldürür' diyen Canlı Su Zehirli Su adlı masal kendisinin ilham kaynağı olmuş.


- Neden bu konularla ilgilenmeye başladınız?
- Doğayı çok seviyordum. Kazakistsan'da mevsimler çok güzel yaşanıyordu. Karların yavaş yavaş erimesi, sarı ve kırmızılarıyla sonbahar. Her şey çok netti ve daha 3-4 yaşındayken bu bana çok keyifli geldi. Sonra televizyonda Aral Gölü'nün kurumasını gördüm ve ben bunu kalbimde hissetmeye başladım. Sovyetler'in tüm uzay çalışmalarını yaptığı yer Baykanur, Kazakistan'daydı. Önemli bir yerdi ama çevre felaketleri de yaşandı. Yeşil yağmurlar yağdı.


- Kapitalizmle ilgili sert eleştirileriniz var.
- Bu kapitalizmle ilgili bir şey değil. Kapitalizm olmasa, hiçbir sistem olmasa çok güzel olur ama benim için önemli olan insanların tercihi. Her konserde bu yüzden küresel ısınma ve çevre üzerine konuşuyorum. Küresel adlı bir beste yaptım. Sponsor bulabilirsek büyük bir konser düşünüyoruz. Konserlerde eğer bir kişi bile duygulanıyorsa bu benim için en büyük değer.


-Çevreyle ilgili sorunları felsefe ve mistisizmle birleştiriyor gibisiniz...
- Biz aslında biriz. Ne yaparsak diğer canlılar bundan etkileniyor. Ben müzik yapıyorsam dünyaya müzikle katkıda bulunmalıyım diye düşündüm. Birçok meslek insanın fiziksel ihtiyaçlarını karşılıyor. İnsan ruh demek, sadece fiziksel beden değil. Ben de ne yaparsam yapayım bu açıdan bakıyorum. Ahlaki bozulma başladığından bu yana dengeler de bozulmaya başladı. İnsan doğada kral olduğunu sanıyor. Binlerce yıldır akan bir nehrin akışını değiştirmek, bir kan damarımızı başka bir yöne çevirmek gibi bir şey. Kelebek etkisiyle tüm ekosistem etkileniyor. Bilgisayara virüs girmesi gibi bir şey. Dünyamıza virüs bulaştı.


- Küresel ısınmayı durdurmak için ne yapmalı?
- Çok net tespitler yapıldı ve sorumlusu biziz. Bundan sonra dünyada ne küresel ısınmayı hızlandırıyorsa o konuda acilen bir çözüm üretmek lazım. Düzenimizi kökten değiştirmemiz gerekiyorsa onu da yaparak. Gezegenimiz olmazsa yaşayacak bir yerimiz yok. Biliyorum ki dünyada birçok bilim adamı küresel ısınmanın gerçekliğine karşı teori üretmek için satın alınıyor. Gözlerimizi kapatıp tatlı hayatımızı sürdürme zamanı değil. Seferberlik zamanı.


- Bireysel tedbirlerle mi ekolojik krizin önüne geçeceğiz?
- Devletlerin çözüm bulması gerek. Bütün muslukları tamir edebiliriz ama yanıbaşımızdaki fabrikaları kim durduracak.


Ayrıca...

Dayak korkunç bir şey
- Biz çok şikâyet ederiz, sizin yok mu şikâyet ettiğiniz bir konu?
- Kadınların tek başına hareket edememeleri beni şaşkına çeviriyor. Hiç beklemediğiniz ailelerden öyle şeyler çıkıyor. Bir kadın başka bir kadın arkadaşıyla akşam yemeğine çıkamıyor. İkinci şey de okullarda ve ailelerde dayak. Ne zaman gazetelerde müdür öğrenciyi dövdü, çocuk komaya girdi haberleri okusam ağlıyorum; dayanamıyorum. Bu korkunç bir şey ve bu yüzyılda çok ayıp...


Ölüp geri geldi
- Bir de klinik ölüm vakanız var.
- 18 yaşındayken yaşadım. Bir süre bütün fonksiyonlar duruyor ve ölüm tesbit ediliyor. Sonra geriye dönülüyor. Binlerce vaka var. İlginç olan insanların gördükleri şeylerin aşağı yukarı aynı olması. İnanılmaz bir ışık ve ışıktan tünel. Bazı insanlar kendilerine yardım eden varlıklar görüyor. Kesinlikle çok mutlusunuz.