Türkiye çevre bilgisinde dibe vurdu.

Avrupa Çevre Ajansı'nın her yıl hazırladığı çevre veri raporuna yine ilgisiz kalan Türkiye kendisinden istenen toprak kalitesi, su kalitesi gibi sekiz alanın sadece üçünde veri verince listenin dibine yerleşti.

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Temmuz 2007 *

Avrupa Çevre Ajansı’na üye 32 ülkenin bilgi bankası Eionet’in hazırladığı son çevre ilerleme raporunda Türkiye yine sonuncu oldu. Ajansa üye ülkelerin çevreyle ilgili verilerini tam ve düzenli olarak sağlamasını teşvik amacıyla hazırlanan rapor, ülkelerin çevre konularındaki başarısını değil, bilgisini ölçüyor. Yeraltı suları, nehirlerin kalitesi, ozon ve seragazı verileri gibi 12 ayrı kalemde bilgi istenen ve verilen bilgilerin kalitesine göre puanlama yapılan sistemde Türkiye geçen seneki yerini koruyarak 32 ülke içinde yine sonuncu oldu. Birinciliği paylaşan Letonya ve Avusturya her konuda tam rapor vererek 100 üzerinden 100 alırken, Türkiye 12 alanının dördünden çeşitli nedenlerle muaf oldu. Geriye kalan sekiz alanın sadece üçünde veri ileten Türkiye, bu verilerin de tam olmaması nedeniyle 100 üzerinden sadece 17 puan alabildi. Böylece geçen yıl almış olduğu 19 puanın da aşağısına düşen Türkiye sonunculuğunu korumuş oldu.

Türkiye’nin doğal çevresiyle ilgili yeterli veriye sahip olmamasın yanı sıra bazı teknik aksaklıklar da puan kaybettirtti. Örneğin bilgi verilen denizler konusundaki veriler zamanında ajansa teslim edildi ancak istenen formatta olmadığı için tam not alamadı. En iyi notun alındığı aylık ozon verilerinde ise Nisan ve Mayıs ayları dışında veri verilmeyince puan kaybı kaçınılmaz oldu.

*burada haber detaylandırılmıştır


Türkiye'nin seragazları hız kesmedi

Özgür Gürbüz / 8 Temmuz 2007

Küresel ısınmaya yol açan seragazları artışında geçtiğimiz yıl başı çeken Türkiye, bu yıl da hız kesmedi. 1990-2004 arasında seregazı salımında yüzde 72,6 artış gerçekleştiren Türkiye, 2005 sonunda bu rakamı yüzde 84'e çıkardı. 1990 yılından bu yana toplam seragazı artışı da böylece 296 milyon tondan 312,4 milyon tona çıktı. İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması gereği ilk kez geçen yıl verilen seragazı envanteri Türkiye'nin en hızlı artış yapan ülke olduğunu ortaya çıkarmış ve tehlike çanlarını çalmıştı. Yeni veriler, Türkiye'nin durumunun değişmediği sinyalini veriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan veriler, Türkiye'nin seragazları içerisindeki aslan payının yüzde 77 ile enerji sektöründe olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin atmosfere saldığı karbondioksit emisyonlarının geri kalanı ise katı atık bertarafı, endüstriyel proses gibi kalemlerden kaynaklanıyor. Türkiye'nin 1990-2005 yılları arasındaki seragazı artışında en hızlı silahşörlerin başında ise çevrim ve enerji sektörü var. Bu sektörde son 15 yılda meydana gelen artış yüzde 160'ı buluyor. Bilindiği gibi Türkiye elektriğinin büyük bir bölümünü doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtlarla çalışan termik santrallerden elde ediyor. Termik santraller bu yüksek artışın arkasındaki en önemli etken. Aynı dönemde imalat sanayinde meydana gelen artış yüzde 79, yine bir başka fosil yakıt olan petrole bağımlı ulaştırmada ise bu oran yüzde 56.

AB'ye girişte Kyoto engeli
Tüm bu yüksek artış hızları hem Türkiye'nin küresel ısınma içerisindeki payını arttırıyor hem de özellikle Avrupa Birliği sürecinde karşısına çıkacak olan Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını zorlaştırıyor. Türkiye henüz Kyoto konusunda net bir tavır belirlemiş olmasa da 2004-2005 yılları arasındaki yüzde 12 puanlık artış tehlike sinyalleri veriyor. Bu bir yıllık artış, protokole taraf olmuş birçok ülkenin 2012'nin sonuna kadar yapması gereken indirim oranlarının bile çok üstünde. Örneğin Japonya 2012 sonunda 1990 yılındaki emisyonlarını sadece yüzde 5 azaltmakla yükümlü. Protokole taraf olmadığı için eleştirilen Amerika'da taraf olursa yüzde 5 indirim zorunluluğu alacak.

Türkiye'nin Kyoto için müzakerelere oturulması halinde elindeki en büyük kozu kişi başına düşen emisyon miktarı olacak. Bu rakam toplam emisyonun nüfusa bölünmesiyle bulunuyor. Amerika'da 20 tona yaklaşan bu rakam, Türkiye'de nüfusun 70 milyon olduğu varsayılırsa 4,5 tona yaklaşıyor. İlk aşamada protokole taraf olmasına rağmen yükümlülük almayan Çin'de ise 3 tonla bizden daha aşağıda. Dünya ortalaması 4, üyesi olmaya çalıştığımız AB'nin en gelişmiş 15 ülkesinde ise 8,7 ton. Türkiye bu hızla seragazı salımını arttırırsa, üyeliğe kabul edileceği yıllarda AB ortalamasını yakalayacak ve pazarlık için bu kozunu da yitirmiş olacak. Bütün bu verilere rağmen biz masumuz diyip koltuklarında rahat rahat otıracaklarını sanan politikacılara duyurulur.

Çevreci korkusuyla bankayı gizliyorlar

Hasankeyf'i 'yutacak' Ilısu Barajı'na kredi veren İsviçre bankası çekilince duran proje, bir Alman bankası devreye girince yeniden başladı. Ancak çevreciler tepki gösterir diye banka adı gizleniyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Temmuz 2007

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yapılması planlanan barajlar içinde en büyüğü olan ve tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacağı gerekçesiyle eleştirilen Ilısu Barajı, geçen ay ortasında ortaya çıkan kredi sorununu atlattı. Projeye kredi sağlayan İsviçre bankası Zurich Kanton Bank (ZKB) çevrecilerin baskısına dayanamayıp geri çekilince durma noktasına gelen baraj inşaatı, kısa sürede bir Alman bankasının devreye girmesiyle start aldı. Konsorsiyumun lideri Nurol İnşaat yetkilileri birkaç gün içinde baraj gövdesinin inşaatına başlanacağını söyledi.

3-4 GÜN İÇİNDE İNŞAAT BAŞLIYOR
Yaşanan süreci SABAH'a değerlendiren Nurol İnşaat'ın Ilısu Barajı Proje Koordinatörü Yunus Bayraktar, "Nedenini tam olarak bilemiyoruz ama 14 Haziran günü ZKB projeden çekildi. 15 Haziran günü sırada bekleyen 10 bankayla görüşmeye başladık. Bir Alman bankası devreye girdi ve sorun çözüldü" dedi. İsviçre bankasının yerine projeye kredi vermeyi kabul eden Alman bankasının ismini çevreciler baskı yapar diye açıklamak istemeyen Bayraktar, "3-4 gün içinde işi başlatıyoruz" dedi. Çalışmalar başlayınca, projeye destek veren tüm bankaların ismi de açıklanacak. Ilısu projesi 2001 yılında da gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmaların kredi garantisi alamaması nedeniyle iptal olmuştu. Ilısu projesinin eski halinin çevre ve kültürel varlıkların korunması için yeterli olmadığını itiraf eden Yunus Bayraktar, yeni projenin ise AB ve Dünya Bankası'nın kriterlerine uygun olduğunu savundu.

'ESKİ PROJE ÇEVRECİ DEĞİLDİ'

Bayraktar şöyle devam etti: "2001'de proje krize girdiğinde ortada AB ve Dünya Bankası kriterlerinde gerçek anlamda bir ÇED Raporu, Kültürel Varlıklar Raporu ve Yeniden Yerleşim Raporu yoktu. Şimdi bu kadar önemli çevresel sorunların halledildiği ve bu yüzden de dünyanın en gelişmiş 3 ülkesinden kredi garantisi alabilen bir proje yaptık. İtiraf için söylüyorum, 2001 yılında bu muhteşem projeler yoktu."

***
KONSORSİYUMA kültürel varlıkların korunması için 25 milyon Euro ayrıldı. Şirket yetkilileri, koruma ve kurtarma işlerinde 20'ye yakın yerli ve yabancı uzmanın proje yürütme kurulunda çalışacağını ve sular altında kalmayan bölümlerindeki yapıların da güçlendirileceğini söylüyor. Projeye itiraz eden çevre kuruluşlarından biri olan Doğa Derneği'nden Nuri Özbağdatlıoğlu ise projenin ulusal standartlara uymadığını savunarak "İsviçre Bankası çekildiyse bir nedeni vardır" diyor.

HASANKEYF, Güneydoğu Anadolu'nun en eski yerleşim bölgelerinden biri. Ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor. Ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara insanların buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor. Ankara Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Oluş Arık'a göre Hasankeyf, İran ve İç Asya'nın, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya'nın, sonraları Bizans'ın temsil ettiği Roma'nın birbiriyle kaynaştığı bütünlüklü tek merkez konumunda. Arık'a göre yolları, kanalları, kamu yapıları, semtleri, temiz - atık su sistemleri ve çarşılarıyla Hasankeyf, bir Ortaçağ başkenti. Hasankeyf'in Ilısu Barajı inşaatıyla sular altında kalacak olması nedeniyle yerli ve yabancı pek çok grup protesto gösterileri düzenleyerek, barajın tarihi sular altında bırakacağı uyarısında bulunmuştu.

Lobi baskısıyla Tony Blair vazgeçmişti

HASANKEYF'İ sular altında bırakacak olan Ilısu projesi, ilk olarak 2001'de gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmalar barajın yapımını üstlenmişti. Ancak Londra'daki çevreci ve Kürt grupların ortak çalışmaları sonunda dönemin Başbakanı Tony Blair, projeye verdiği kredi garantisini geri çekince inşaat başlamamıştı. Daha sonra yeniden ihaleye çıkan projeyi Nurol İnşaat öncülüğündeki bir konsorsiyum üstlendi ve Almanya, Avusturya ile İsviçre hükümetlerinden kredi garantisi sağlandı. Geçen yıl Başbakan Erdoğan'ın temelini attığı barajın toplam 1.2 milyar Euro'luk finansmanının tümü dış kaynaklarca sağlanıyor. 7 yıl sürecek inşaatın yaklaşık 50 bin kişiyi evinden edeceği belirtiliyor.


Al Gore Türkiye'ye boşu boşuna geldi

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 27 Haziran 2007

Küresel ısınma konusunda kamuoyu yaratmak amacıyla "Live Earth" konserlerinin Türkiye ayağını tanıtmak için Türkiye'ye gelen Al Gore'un çabaları boşa gitti. Sponsor bulunamaması ve konserin başarısız olacağı yönünde çıkan söylentiler yüzünden konserin İstanbul ayağı iptal edildi. İptal üzerine Live Earth organizasyonunun sekiz dünya şehrinde verilen konserleri İstanbul'da büyük ekrandan yapılacak ve canlı yayınla yetinilecek. Al Gore'u Türkiye'ye getiren Purple Concerts adlı organizasyon şirketi, 7 Temmuz'da Park Orman'dan yapılacak yayının ücretsiz olarak izlenebileceğini açıkladı. Şirketin ortaklarından Cengizhan Yeldan, SABAH'a yaptığı açıklamada "New York ve Londra'dan sonra en büyük konser İstanbul'da olacaktı. Sponsorlar, çevrecilerin fabrikalarını araştırıp bir şey bulmasından korktu" dedi.

Meclis'i yeşile boyamaya geliyorlar

Önümüzdeki yıl içerisinde partileşmeyi hedefleyen Yeşiller hareketi, 22 Temmuz seçimine iki bağımsız kadın adayla katılıyor.

Özgür Gürbüz / 26 Haziran 2007

Türkiye'de ikinci kez parti kurmaya hazırlanan Yeşiller, kadın ve bağımsız adayların dikkat çektiği 22 Temmuz seçiminde iki kadın adayla boy gösterecek. İzmir 2. bölgeden aday olan Türkiye Yeşilleri Eş Sözcüsü Bilge Contepe, kadınlardan hayvanlara, böceklerden farklı cinslere dışlananların sözcüsü olacaklarını ve ezilenlerin mücadelesini Meclis'e taşıyacaklarını söylüyor. Kadın kimliği için tüm hayatı boyunca mücadele ettiğini belirten Contepe, “Diğer kadın adayların hepsini parti başkanları seçti. Parti başkanlarının hepsi de erkek. Siyasi partilerde erkek egemenliği yüzde 10 barajı sürdükçe devam edecek” diyor. Contepe'ye göre yüzde 10 barajı yüzünden toplumla politikacılar arasındaki köprüler kopmuş durumda. Bu köprünün yeniden kurulması için toplumsal muhalefet içinde yer alan, eylem yapanların Meclis'e girmesi gerekiyor. Bir başka deyişle Contepe, sözcü istemiyor, bizzat sözün sahibinin Meclis'e girmesini istiyor. Bu yüzden de adaylığını açıklamış. 1988'de kurulan eski Yeşiller Partisi'nin kurucuları arasında da yer alan Bilge Contepe, seçilirse, nükleer enerjiden, çarpık kentleşmeye kadar yıllardır sürdürdüğü renkli mücadeleyi Ankara'da da sürdürmeyi hedefliyor.

Yeşiller'in Bursa adayı Neriman Gül Eren ise uzun yıllar Bursa Barosu Çevre-Hukuk Komisyonu'nda çalışmış bir Avukat. Bursa'nın öncelikli sorunlarını trafik, imar, termik santraller ve yeraltı sularının hızla azalması olarak görüyor. Uludağ'ın milli park olarak ilan edilmesi ise seçim bildirgesinde yer alan 10 vaat arasında. Ekonomik ranta dönüştürülmek için Yer altı sularının hortumlandığını belirten Eren, Ovaakça Termik Santrali'nin de yerel bir sera etkisi yaratarak çevre sorunlarına yol açtığına dikkat çekiyor. Eren'in kadınlara özel bir mesajı var. “İktidar tutkunu eşleriniz kime oy verirse versin. Yaşama dair önceliklerinizi Meclis'e taşımak için her evden bir kadın oyu istiyorum” diyen Yeşil Aday, kadınlara yıllardır sorumluluk verildiğinden ancak yetki verilmediğinden yakınıyor. “Mazot fiyatlarını indirme yarışına katılacak mısınız?” sorumuza ise Eren'in yanıtı oldukça ilginç. Küresel ısınmaya yol açtığı için petrol tüketimini arttıracak hiçbir kararı desteklemeyecek olan Yeşiller, çiftçilerin alternatif yakıtları kullanmasını destekleyerek biyodizel gibi seçenekler sunacak.

Yeşil adayların vaatlerinden seçmeler
Küresel ısınmaya karşı mücadele edecekler. Küresel ısınmanın başlıca nedenini doğanın sömürülmesi ve aşırı tüketim olarak görüyorlar.

Sosyal hakları savunacaklar. Özelleştirmelerin halkın sahip olduğu sağlık ve eğitim hakkı gibi değerleri ellerinden aldıklarına inanıyorlar.

Meclis'e bir barış ağacı dikecekler. Farklılıklara ayrımcılığa karşı çok çeşitliliği savunarak ve silahlı çözümlere hayır diyerek barış hareketinin sesini Meclis'e taşımak istiyorlar.

Hayvanların ve doğanın haklarını savunacaklar.

Siyanürlü altına, termik ve nükleer santrallere karşı mücadele edecekler.

Organik tarımı destekleyecekler.

Kuraklık ve küreselleşmenin vurduğu çiftçilerin sesi olacaklar.

Rüzgar ve güneş gibi temiz enerji kaynaklarına öncelik verecekler.

Biz kovboyuz, dolaşıyoruz!

Kuzey Irak'a gittik Amerikan askerleriyle konuştuk
Zaho, 200 bine yaklaşan nüfusuyla Habur’dan sadece 20 kilometre uzakta. Uluslararası taksiler her gün iki taraf arasında mekik dokuyor. Günde 700’e yakın tanker Türkiye’ye giriş yaparken, dondurmadan klimaya, Kürdistan Özerk Bölgesi’nin her türlü ihtiyacı Türkiye’den karşılanıyor. İnsanlar Irak’a değil “karşıya geçiyorum” diyor. Bu yakadan yükselen operasyon sesleri “karşıda” duyulmamışa benziyor… Gerçi gerginlik yüzünden azalan ticaret tek kaygı ama tek taraflı da değil. Türkiye’deki binlerce insanın ekmeği Zaho’dan, Zaho’nun ekmeği de “karşı” taraftan geliyor.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 21-27 Haziran 2007
Fotoğrafları Çilem Dalgıç çekti, tamamı Aktüel'de...

ÇAYLAR BARZANİ’DEN
Pasaportlarımızı son kez kontrol eden asker, inşaatlarda görmeye alıştığımız bir konteynır içinde inanılmaz sıcakta çalışıyor. Yolun karşısında klimalı bir yer yapılıyor ama yazın sonuna yetişir mi bilinmez! Irak tarafında ise bizi klimalı bir oda bekliyor. Pasaport için sırada olan herkese çay servisi yapılıyor. Çaylar Barzani’den, yani beleş. Sol tarafta bir seccade var, namaz kılmak isteyene. Hemen sağındaki televizyonda ise Arapça alt yazılı bir Amerikan filmi oynuyor. Tam üstünde Barzani ve babasının portreleri... Gazeteciyiz, deyince ilk soru: “Özele mi devlete mi çalışıyorsunuz?”

Gümrük bölgesinde, penguen heykelleriyle süslenmiş bir havuz ve arkasındaki duvara boyanmış Kürt bayraklarının altında Silov ve Bekhol turistik alanlarını tanıtan resimler var. Sırt çantalı bir İngiliz dikkatimizi çekiyor. Martin, sırt çantalı turistlerin arasında giderek popüler olan bu bölgeyi ziyarete gelmiş. Londra’nın batısında oturuyor. Aksanı da bunu doğruluyor. Bu bölgede yazılar Türkçe, İngilizce ve Arapça. Uluslararası Kürdistan Yatırım ve Gelişim Bankası bunlardan bir tanesi.
Adı İbrahim Halil olan bu noktada onlarca hafif makineli tüfekle donatılmış kamyonlar ve 3-4 kişilik gruplar halinde dolaşan Amerikan askerleri göze çarpıyor. Bir süre sonra bu kamyonların sirenler çalarak Zaho’ya doğru gittiğine tanık oluyoruz. Türkiye – Irak sınırının hemen öte yakasında Amerikalı askerlerle konuşuyoruz. 3 askerin 2’si Kansas’tan. Görevlerini soruyoruz, “Kovboyuz, dolaşıyoruz” diyorlar. Ve yanlarında bir rehberle geziyorlar. Irak’ta en rahat oldukları yer burasıymış. Bağdat’ı konuşmak istemiyorlar. Sorular artınca sağımdaki asker bana yakın olan tüfeğini kendine doğru çekiyor. Oradan ayrılma zamanı. Gümrük çıkışında ise cama yapıştırılmış “Çevreni Temiz Tut” çıkartması Türkiye’deki çevre hareketinin başarısını gösteriyor.

Zaho’ya varmadan ve Zaho içerisinde konuştuğumuz hemen herkes, işlerin son 1-2 ayda azaldığını söylüyor. Kapının kapanmasının iki taraf içinde kötü olacağı konusunda herkes hemfikir. Silopi’li tüccar Musa Akyel de kapı kapanacaksa buradan para kazanan insanlara bir alternatif gösterilmeli, diyor. Kamyon taşımacılığı zaten büyük firmaların şoförlere az para vermesi nedeniyle kötü durumda. Akyel, bunun şoförleri kaçakçılığa ittiğini söylüyor. Zaho’nun çarşısında konuştuğumuz bir esnaf “Kardeşiz, birlikte iş yapıyoruz; sınır kapanırsa hiç iyi olmaz” diyor. Operasyon olacağına kimse inanmıyor ama “olursa savaşırız” diyen bir kişi çıkıyor kalabalıktan!

Zaho’nun tek sorunu bunlar değil. Bağdat ve Musul’la güvenlik yüzünden durma noktasına gelen ticaret de can sıkıyor. Kent hızla büyüyor. Her yerde inşaat var. Kent içinde eski arabalarla son model lüks otomobiller kafaları karıştırıyor. Halkın bir panik içinde olmadığını söylemek mümkün.

Foto1
Zaho’nun sokaklarında gezerken her 10-15 dakikada bir bazen sivil, bazen resmi polisler tarafından durdurulduk. Zaho sokaklarında birçok sivil polise rastlamak mümkün. Polis, asker ve silah hayatın bir parçası gibi.

Foto2
Kadınlarla konuşmak kolay değil ama kadınların tercih ettiği bu pastanede şansınız daha fazla. Adını söylemek istemeyen bu kadın bir Arapça öğretmeni. Bağdat’ta doğmuş ve okumuş ama 10 yaşından bu yana asıl evi Zaho. “Zaho, Bağdat’tan daha iyi. Burada barış ve özgürlük var. Zaho, 20 yıl öncesine gore çok değişti. Binalar, caddeler her şey değişti” diyor. Eşi, Çin’de ve İsveç’te yaşamış bir işadamı. Kızının burada büyümesini ve avukat olmasını istiyor.

Foto3
Zaho’da tabelalar Irak’ın bir başka köşesinde hayatın ne kadar “normalleştiğinin” göstergesi. Ülke, tarihinin en ağır savaşına tanık olurken Zaho’da bir vücut geliştirme salonu müşteri arıyor.

Foto4

Zaho’ya Türkiye’den giren uluslararası taksilere depolarını burada doldurma zorunluluğu getirilmiş. Litresi 90 kuruşa da olsa kalitesi kötü olduğu için kimse yeni arabalarına bu petrolü koymak istemiyor. Silopi’deki taksilerin çoğu eski araçlar. Petrolcünün üzerindeki bir Türk şirketinin adı yazan tulum ve hasır şapkası ise ayrı bir hikaye…

Foto5
Gündüz 40 derecelerin üzerine çıkan sıcaktan kurtulmanın en kolay yolu Habur Nehri’nin kenarındaki kahvelerde çay içmek. Zaho’ya yolcu getiren her araç ucuz çay ve sigara almadan geri dönmüyor.

Foto6
Sınırı geçer geçmez sağınızda beliren ticaret merkezinde sizi Türkçe tabelalarla dolu işyerleri, lokanta ve kıraathaneler bekliyor. Lokantacı Davut Bozan, işlerin son 1-2 ayda azaldığından yakınıyor. Sınır kapanırsa iki tarafa da zararı olur diyor. Lokantasının iş yaptığını gören arkadaşları Süleymaniye ve Erbil’de benzer restaurantlar açmış.

Foto7
Türkiye’nin en büyük beyaz eşya üreticileri bölgede oldukça popüler. Zaro’daki bir bayiin sahibi Havar Şahin, servis hizmeti, yedek parça bulmak sorun değil, diyor. Satışlardan gayet memnun.

Foto8
Habur kapısını geçince karşınıza İngilizce, Irak Kürdistan Bölgesi’ne Hoşgeldiniz (Welcome to Iraqi Kurdistan Region) yazılı bir başka kapı geliyor. Kapılarda kontrol çok sıkı. Türkiye’ye geçerken sadece Irak tarafında 7 ayrı kontrolden geçiyorsunuz. Türkiye’de durum farklı değil, her araç didik didik aranıyor. Bulunan esrardan çok silah ve patlayıcı. Şu sıralar Irak’tan günde 1000 araç Türkiye’ye geçiyor bunun yaklaşık 700’ü kamyon. Ağırlık petrol tankerlerinde.

Foto9
Baharatçı Ali 56 yaşında. 12 çocuğu var. Ticaret iyidir, diyor ama şikayeti son haftalarda sıklaşan elektrik kesintileri. Biz kendisiyle konuşurken arkasındaki lamba bir kez daha sönüyor. 10 dakika sonra elektrik yeniden geliyor. Bölgenin elektriği Türkiye’den sağlanıyor.

2500 kişiye 1 cami, 30 bin Alevi’ye “yarım” cemevi!

Yaklaşık 30 bin Alevi’nin yaşadığı Sultanbeyli’de cemevi inşaatı sorun oldu. Temelden tartışmaya yol açan cemevinin elektriği, suyu, telefonu var ama ruhsatı yok! Çünkü inşaatın düşünüldüğü arsa İSKİ’nun su havzası içinde. Bölgenin Alevi sakinleriyse tepkili. Çünkü söz konusu havza içinde 2 devlet okulu, 12 cami ve yüzlerce bina olduğuna dikkat çekiyorlar!

Fatma Kızılboğa - Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 7-13 Haziran 2007

“Bize camiye gel diyorlar; atalarımızdan gördüğümüzü bir yana bırakamayız” diyor Hasan Yazıcı. 75 yaşında, elinde çekilmekten aşınmış tespihi, başının üstünde yılların eskitemediği fötr şapkası var. Sultanbeyli’nin “gecekondu” statüsündeki cemevinde dert anlatanların en yaşlısı o. Maraş ve Sivas olayları belleğinde hâlâ taptaze; isteği, çocuklarının Aleviliği öğrenmesi ve cenazelerini cemevlerinde yıkayabilmek. “Bizde ayrı gayrı yoktur” diye söze başlıyor “Alevi milleti hor görüldü, Allah’ımız birdir. Dürüst insanlarız, devlete, askere hıyanet yoktur…” Hasan Yazıcı yalnız değil; Sultanbeyli'nin Yavuz Selim ya da onların tercih ettiği adla “Başaran Mahallesi”nde yaşayan Aleviler bu arzuyu paylaşıyor, ama Sultanbeyli'de bir cemevi inşa etmek hiç kolay değil!

Sutanbeyli’nin özgeçmişi
İstanbul’un en yeni ilçelerinden biri olan Sultanbeyli 1992’de ilçe olmasına rağmen özellikle TEM otoyolunun ilçenin içinden geçmesiyle 1980’lerde büyük bir göçe maruz kaldı. Bu göç dalgası Sultanbeyli’yi bir gecekondu kentine çevirdi. İlçede hemen tüm binaların kaçak olduğu bir “devlet sırrı” değil. Sultanbeyli’nin AKP’li Belediye Başkanı Dr. Alaattin Ersoy bile bunu söylüyor. İşte Sultanbeyli’de yaşayan 30 bin kadar Alevi’nin inşaatına giriştiği cemevi de İSKİ su havzası içinde yer aldığından, aslında gecekondu kapsamına giriyor.

Cemevi yapma fikri ilk ortaya çıktığında kimsenin aklında kaçak bir yapı yapmak yokmuş aslında. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Sultanbeyli Şubesi önderliğinde toplanan 11 bin imzalı dilekçeyi dönemin Saadet Partili Belediye Başkanı’na 2003’te teslim edip yer talep edilmiş. Derneğin Sultanbeyli Şube Başkanı Sadegül Çavuş’un iddiasına göre yanıt şöyle olmuş: “Siz Müslümansınız, Müslümanlar için ibadet yeri camilerdir!” Bunun art niyetli bir davranış olarak algılanabileceğini, ancak asıl sorunun Anayasa’dan kaynaklandığını belirten Çavuş, “Kilise, sinagog, havra müracaatında bulunsam belediye bana bir yer ayırmak durumunda. Ama Müslümanım. Yasalarda kabul edilen ibadethaneler de camiler” diyor. Hal böyleyken birçok belediye yasal karmaşıklığı gözardı ederek sorunu çözüyor. Cemevlerine izin veren belediyelerin arasında AKP’li belediyeler de var elbet ama Sultanbeyli henüz bunlardan biri değil. Belediye Başkanı Ersoy ise 100 metre yukarıda kendilerine başka bir yer gösterdiklerini söylüyor. Orada halihazırda bir bina var gerçi ama Başkan'a göre sorun değil; kamulaştırılabilir: “Bu alan İSKİ’nin; mutlak korumada kalan bir yeşil alan. Cemevi sosyal bir talep. Bunlar bizim insanlarımız. Devlete ve hukuka karşı durulamaz. Ancak bu konu da hukuka intikal etmiştir. Buradan gelen karar tartışılamaz…”

Su havzası yapı dolu
Sonuçta Belediye'den umdukları yardımı alamadıklarını savunan Sultanbeyli halkı, aralarında para toplayıp beş dönümlük bir yer satın almış. Velhasıl “Cem”lerin yapıldığı bölüm bir günde tamamlanmış. İçerisi halılarla kaplı ve duvarlarda Hz. Ali ile Atatürk’ün resimleri var. Arsanın öteki ucunda, cenazelerin yıkanması için düşünülen başka bir bina ise asıl yapılmak istenen modern cemevinin kabası bitmiş ilk örneği. Para toplamak ve inşaatı tamamlamak için kısa süre önce İstanbul İnönü Stadı’nda Arif Sağ’dan Rutkay Aziz’e birçok sanatçının katılımıyla bir konser düzenlediler. Sorunun medyaya yansımasına vesile olan olaylardan biri de Taksim meydanında yaptıkları basın açıklaması.
18 yıl önce ilçeye gelen Yeter Ateş ise “Komşuluk çok iyi. Sünni komşularımız da bağış yaptı. Bizim bu kadar camimiz var sizin niye bir cemeviniz olmasın” dediklerini belirterek Sultanbeyli sakinleri arasında Sünni-Alevi ayrımı olmadığına dikkat çekiyor. Gerçekten de ilçedeki cami sayısı oldukça fazla. İstanbul Müftülüğü'nün rakamlarına göre kayıtlı cami sayısı 107. Bu rakam, Kartal, Maltepe, Kadıköy, Kağıthane ve camileriyle ünlü Eminönü gibi ilçelerden daha fazla. Sultanbeyli'nin nüfusu ise son sayıma göre 253 bin. İlçede yaklaşık 2500 kişiye bir cami düşüyor. İşin ilginci bu camilerden biri de yapılması istenen cemevinin hemen bitişiğinde; aralarında 10 metre var. Yöre halkı, tek katlı yeşil bir binadan ibaret olan Yakutiye Cami'nin genişletilmesi için para toplamaya çalışıyor. O cami de Belediye'nin itiraz gerekçesi olan İSKİ su havzası içerisinde. Aslında havzanın içinde yok yok. İki devlet okulu, 12 cami ve yüzlerce bina. Su havzası daha çok bir suni göleti andırıyor. Yeşil alan kalmamış. Bu durumda bölgedeki tüm binalar yıkılsa bile havzanın asli görevini yerine getirmesi biraz zor. Belediye Başkanı Alaattin Ersoy, Yakutiye Cami'nin genişletilmesine de izin vermediklerini söyleyerek 100 milyon dolar bulurlarsa su havzasında yıkıma gideceklerini belirtiyor. “Camiyi de yıkacak mısınız” sorumuza ise “Geçmiş dönemlerden sorumlu değiliz” yanıtını veriyor! Göreve geldikleri 2004’ten itibaren bir tek binanın bile kaçak olarak yapılmadığını iddia eden Başkan, ispatı halinde koltuğunu bırakacağını söylüyor.

30 bin Alevi
Ersoy, problemin AKP ve Aleviler arasında olmadığını, tamamen hukuki bir nedenden kaynaklandığını belirtiyor. İlçeyi ikiye bölen TEM otoyolunun öteki yakasında, Ahmet Yesevi Mahallesi'nde bulunan Cem Vakfı'nı örnek gösteriyor ve Vakıf’la aralarında iyi bir diyalog bulunduğuna dikkat çekiyor. Sözü edilen vakfa gidiyoruz. Dedelerden Mustafa Özdemir, üç dönemdir belediyeden yer beklediklerini söyleyerek Ersoy'un seçim zamanı “Hz. Ali'nin ismine yaraşan bir cemevi yeri vereceğim” vaadini anımsatıyor. Adres doğru ama tarif yanlış sanki. İlçede 2 adet cemevinin şart olduğuna dikkat çeken Özdemir, “Burada aşağı yukarı 30 bine yakın Alevi var. Bu kadar insan vergi veriyor, iki adet cemevi lazım. Bizim insanımız 10 cemevi yapın deseniz de yapmaz zaten. İsrafa karşıyız” derken camiye gidin çağrılarına da, “Hacı Bektaşi Veli ve bir dönem Türkler namaz kılmadıysa biz de kılmıyoruz. 1400'lü yıllara kadar hangi Osmanlı padişahı namaz kılmış” diye yanıt veriyor. Vakfın altında Başkan Ersoy'un tabiriyle 'merdiven altı' bir cemevi var. Ama bu küçük oda ne herkese yetiyor ne de cenaze sorununu çözüyor. Genç Ulaş, bu yüzden 15 yaşındaki yeğeninin henüz cem görmediğinden ve kimlik sorunu yaşadığından yakınıyor. Özdemir “Cenazeleri buradan kaldıramıyoruz, Sarıgazi'ye ya da başka cemevlerine gitmek zorunda kalıyoruz” diyor. Özdemir'e göre 2004’ten sonra da kaçak yapılar söz konusu. Eşref Bitlis Bulvarı'ndaki Mevlana Cami'nin inşaatının 2006'da başladığını ve bittiğini söylüyor. Son sözü ise “Biz öyle dev gibi bir şey de istemiyoruz. 300 metrekare yapabilsek öpüp başımıza koyacağız” oluyor.

74 bin kaçak yapı iddiası
TEM'in karşı yakasına geri dönüyoruz. Erzurum'dan 20 yıl önce göç eden Ali Asker Tepeli bizi bekliyor. Tepeli, 30 Mayıs 2006'ta Sultanbeyli Belediyesi'nin Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği suç duyurusu sonucu yargılanan PSAKD Yönetim Kurulu üyelerinden biri. Kaçak yapı nedeniyle açılan bu dava suç işleme kastı bulunmadığı için düşmüş ama şu anda bir üst mahkemede yeniden görülüyor. Mahkemedeki savunmasında Sultanbeyli'de 74 bin kaçak bina olduğuna işaret eden Tepeli, cemevi olmadığı için cem törenlerini evlerde yapmaya çalıştıklarını ama bunun sıkıntı yarattığını söylüyor. Geçen yaz güvenlik önlemleri alıp bahçede cem yapmayı denemişler, o da ses sistemi ve güvenlik nedeniyle bu hiç kolay olmamış. Sultanbeyli'de, tartışması temelden başlamış bir cemevi var. Kâğıt üzerinde kaçak ama dönülen semahlar gerçek…

Dr. Alaattin Ersoy (Sultanbeyli Belediye Başkanı)

“Bir tane kaçak yapı bulursanız ben bu makamı boşaltıyorum”

* Mahallenin “Başaran” olduğu söylenen adı Yavuz Selim oldu mu?

Yavuz Selim adına itiraz edenin alnını karışlarım. Öz be öz Türk oğluyum. Hiç kimsenin bu ülkede Yavuz Selim'in adını değiştirmeye gücü yetmez. Burası 1991’de Meclis kararıyla Yavuz Selim olmuş. Yavuz Selim'e dil uzatanları tedavi ederiz, dilini kesmeyiz. O mahallede Cem Sultan sokak var, Pir Sultan, Bektaşi sokak var.

* Çözüm nedir?

100 metre yukarıda bir yer verdik. Üzerinde 2-3 katlı bir bina var, kamulaştırmayı da taahhüt ettik. Öyle bir güzel eser yapalım ki, buraya sadece Aleviler değil Sünniler de gelsin. Beraber burada geceler ve toplantılar yapalım.

*Alevi ve Sünniler’in beraber ibadet edebileceği bir merkez....

Niye olmasın? Toplantı yeri. Biz ibadet demiyoruz ki, Aleviler semah yapıyor. Mahzuni Şerif 'i, Yavuz Bingöl'ü severim. Evimde kasetleri var. Halk ozanları bunlar, bizim ozanlarımız, burada bir sıkıntı yok.

* Onların da Ahmet Özhan ile bir sıkıntıları yok gibi…

Bakın, o farklı; Ahmet Özhan farklı, Yavuz Bingöl farklı. Elma ile armudu karıştırmamak lazım… “Camiye gidin” dediğimizi söylüyorlar. Böyle bir şey demedik. Sünniler’in hepsi camiye mi gidiyor. Camiye gitme oranı kaç? TESEV'in araştırması vardı, ortalaması yüzde 10.

* Bölgede başka binalar da var...

Eskiden bütün binalar kaçak yapılırdı. Şimdi de binalar kaçak yapılsın demek bizim kendimizi inkâr etmemiz olur.

* Sultanbeyli'yi dolaşsak 2004'ten sonra yapılmış hiçbir kaçak yapı bulamaz mıyız?

Bulamazsınız. Temelden bir tane kaçak yapı bulursanız ben bu makamı boşaltıyorum.

Mimar ve mühendislerden AKM resti

Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasını isteyen ve gerekçe olarak da binanın yüksek işletme giderlerini gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı’na işin erbabından özel bir teklif var! Yıkıma karşı çıkan mimar ve mühendisler, işletme giderlerini aşağıya çekecek iyileştirme projelerini ücretsiz yapmaya hazır. Öte yandan 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olacak İstanbul için hazırlanan yasa tasarısına merkezin yıkılması girdi bile!

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 31 Mayıs - 6 Haziran 2007

1969’da açıldığında dünyanın sayılı kültür merkezlerinden biri kabul edilen ve yıllardır İstanbul’da başta opera ve bale olmak üzere çeşitli gösteri ve toplantılara ev sahipliği yapan Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkım kararı yasalaşıyor. 2010 yılı içi Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’da kurumlararası koordinasyonu kolaylaştırmak için hazırlanan tasarının bir maddesi AKM’nin yıkımına ayrılmış.

Kültür merkezi ve kütüphane başlıklı bölümde yer alan madde ile AKM’nin yıkılması, yıkılan alana Büyükşehir Belediyesi’ne ait 105 numaralı parselin, diğer belediye ve Hazine arazilerinin eklenmesi öngörülüyor. Oluşacak bu büyük alandaysa yeni bir AKM’nin yapılması maddenin içinde yer alıyor ama bu yeni merkezin nerede olacağı, alanın hepsinin merkeze mi ayrılacağı belli değil. Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Tevfik Peker “AKM’yi yıkmak isteyen anlayış elbette ki yıktığı yere kendi anlayışını yapılaştıracak, bu ya mistik bir yapı ya da büyük bir iş merkezi olacak” diyerek itirazını dile getiriyor.

“Projeye müdahil olmak istiyoruz”
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olduğu bir sırada kültürün en bilinen simgelerinden birinin yıkılmasına anlam veremediğini belirten Peker, bir numaralı yıkılma gerekçesini mimar ve mühendisler olarak ortadan kaldırmaya hazır olduklarını da söylüyor.

AKM’nin yıkılmasını isteyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, binanın elektrik, mekanik ve yangın gibi sistemlerinin eski olmasından dolayı bakım-işletme masraflarının yılda yaklaşık 2 milyon 500 bin YTL’yi bulduğunu söylüyor. Merkezi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu simgeleyen birkaç önemli yerden biri olarak niteleyen Peker, doğruysa belirtilen rakamın yüksek bir gider olarak kabul edilebileceğini ama bu rakamın aşağıya çekilmesinin teknik olarak mümkün olduğunu belirtiyor. Peker, “Biz Makine Mühendisleri Odası olarak, meslek alanımızla ilgili olan mekanik ve yangın tesisatlarının, soğutma sitemlerinin nasıl iyileştirilebileceğinin raporlarını hazırlamak ve projelerinin yapılması aşamasında müdahil olmak istiyoruz. Yeter ki, yıkılma gerekçeleri ortadan kalksın” diyerek topu Kültür Bakanlığı’na atıyor. Benzer bir gönüllü seferberliği diğer odaların da göstermeye hazır olduğunu belirten Peker, Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarına dahil edilen kentsel dönüşüm, yeni kongre merkezleri gibi projelerin hazırlanması ve ihale süreçlerinin kamu mali kontrol kanunlarından muaf tutulmasına dair maddelerle düzenlenmesini toplumsal ve yasal denetimden kaçma çabası olarak niteliyor.

Dünyanın en değerli arazilerinden
Ortaya konan gerekçelerin aslında asıl nedeni gizlediğini belirten Tevfik Peker, AKM’nin dünyanın en değerli arazilerinden birinin üzerinde durduğuna dikkat çekiyor ve “Dolmabahçe Vadisi ve Boğaz’a hakim bu arazi, Beyoğlu tepesinin en üst noktası. Böyle bir arazinin maddi değeri ölçülemez” diyor. AKM’nin tiyatro, opera ve baleseverler için de paha biçilemez bir değeri var. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre İstanbul’da AKM’nin yıkılması halinde opera ve bale salonu kalmayacak. Tek salon AKM’nin 1304 kişi kapasiteli salonu. İstanbul dışında sadece Ankara, Antalya, İzmir ve Mersin’de opera ve bale salonu mevcut. Yine İstanbul’da Devlet Tiyatrosu’na ait sadece yedi salon bulunuyor. Atatürk Kültür Merkezi, Büyük Sahne, Oda Tiyatrosu ve Aziz Nesin Sahnesi olarak bilinen üç salona da evsahipliği yapıyor. AKM’nin yıkılması halinde Devlet Tiyatroları’nın oyunlarını sergileyecek sahne bulmakta zorlanacağı da bu rakamlardan anlaşılıyor. Öte yandan, Şehir Tiyatroları’na ait Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin de kongre merkezi yapılmak amacıyla yıkılması gündemde. Tüm bunlar, AKM’nin yıkılma tartışmalarını daha da şiddetlendiriyor.