Türkiye çevre bilgisinde dibe vurdu.

Avrupa Çevre Ajansı'nın her yıl hazırladığı çevre veri raporuna yine ilgisiz kalan Türkiye kendisinden istenen toprak kalitesi, su kalitesi gibi sekiz alanın sadece üçünde veri verince listenin dibine yerleşti.

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Temmuz 2007 *

Avrupa Çevre Ajansı’na üye 32 ülkenin bilgi bankası Eionet’in hazırladığı son çevre ilerleme raporunda Türkiye yine sonuncu oldu. Ajansa üye ülkelerin çevreyle ilgili verilerini tam ve düzenli olarak sağlamasını teşvik amacıyla hazırlanan rapor, ülkelerin çevre konularındaki başarısını değil, bilgisini ölçüyor. Yeraltı suları, nehirlerin kalitesi, ozon ve seragazı verileri gibi 12 ayrı kalemde bilgi istenen ve verilen bilgilerin kalitesine göre puanlama yapılan sistemde Türkiye geçen seneki yerini koruyarak 32 ülke içinde yine sonuncu oldu. Birinciliği paylaşan Letonya ve Avusturya her konuda tam rapor vererek 100 üzerinden 100 alırken, Türkiye 12 alanının dördünden çeşitli nedenlerle muaf oldu. Geriye kalan sekiz alanın sadece üçünde veri ileten Türkiye, bu verilerin de tam olmaması nedeniyle 100 üzerinden sadece 17 puan alabildi. Böylece geçen yıl almış olduğu 19 puanın da aşağısına düşen Türkiye sonunculuğunu korumuş oldu.

Türkiye’nin doğal çevresiyle ilgili yeterli veriye sahip olmamasın yanı sıra bazı teknik aksaklıklar da puan kaybettirtti. Örneğin bilgi verilen denizler konusundaki veriler zamanında ajansa teslim edildi ancak istenen formatta olmadığı için tam not alamadı. En iyi notun alındığı aylık ozon verilerinde ise Nisan ve Mayıs ayları dışında veri verilmeyince puan kaybı kaçınılmaz oldu.

*burada haber detaylandırılmıştır


Türkiye'nin seragazları hız kesmedi

Özgür Gürbüz / 8 Temmuz 2007

Küresel ısınmaya yol açan seragazları artışında geçtiğimiz yıl başı çeken Türkiye, bu yıl da hız kesmedi. 1990-2004 arasında seregazı salımında yüzde 72,6 artış gerçekleştiren Türkiye, 2005 sonunda bu rakamı yüzde 84'e çıkardı. 1990 yılından bu yana toplam seragazı artışı da böylece 296 milyon tondan 312,4 milyon tona çıktı. İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması gereği ilk kez geçen yıl verilen seragazı envanteri Türkiye'nin en hızlı artış yapan ülke olduğunu ortaya çıkarmış ve tehlike çanlarını çalmıştı. Yeni veriler, Türkiye'nin durumunun değişmediği sinyalini veriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan veriler, Türkiye'nin seragazları içerisindeki aslan payının yüzde 77 ile enerji sektöründe olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin atmosfere saldığı karbondioksit emisyonlarının geri kalanı ise katı atık bertarafı, endüstriyel proses gibi kalemlerden kaynaklanıyor. Türkiye'nin 1990-2005 yılları arasındaki seragazı artışında en hızlı silahşörlerin başında ise çevrim ve enerji sektörü var. Bu sektörde son 15 yılda meydana gelen artış yüzde 160'ı buluyor. Bilindiği gibi Türkiye elektriğinin büyük bir bölümünü doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtlarla çalışan termik santrallerden elde ediyor. Termik santraller bu yüksek artışın arkasındaki en önemli etken. Aynı dönemde imalat sanayinde meydana gelen artış yüzde 79, yine bir başka fosil yakıt olan petrole bağımlı ulaştırmada ise bu oran yüzde 56.

AB'ye girişte Kyoto engeli
Tüm bu yüksek artış hızları hem Türkiye'nin küresel ısınma içerisindeki payını arttırıyor hem de özellikle Avrupa Birliği sürecinde karşısına çıkacak olan Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını zorlaştırıyor. Türkiye henüz Kyoto konusunda net bir tavır belirlemiş olmasa da 2004-2005 yılları arasındaki yüzde 12 puanlık artış tehlike sinyalleri veriyor. Bu bir yıllık artış, protokole taraf olmuş birçok ülkenin 2012'nin sonuna kadar yapması gereken indirim oranlarının bile çok üstünde. Örneğin Japonya 2012 sonunda 1990 yılındaki emisyonlarını sadece yüzde 5 azaltmakla yükümlü. Protokole taraf olmadığı için eleştirilen Amerika'da taraf olursa yüzde 5 indirim zorunluluğu alacak.

Türkiye'nin Kyoto için müzakerelere oturulması halinde elindeki en büyük kozu kişi başına düşen emisyon miktarı olacak. Bu rakam toplam emisyonun nüfusa bölünmesiyle bulunuyor. Amerika'da 20 tona yaklaşan bu rakam, Türkiye'de nüfusun 70 milyon olduğu varsayılırsa 4,5 tona yaklaşıyor. İlk aşamada protokole taraf olmasına rağmen yükümlülük almayan Çin'de ise 3 tonla bizden daha aşağıda. Dünya ortalaması 4, üyesi olmaya çalıştığımız AB'nin en gelişmiş 15 ülkesinde ise 8,7 ton. Türkiye bu hızla seragazı salımını arttırırsa, üyeliğe kabul edileceği yıllarda AB ortalamasını yakalayacak ve pazarlık için bu kozunu da yitirmiş olacak. Bütün bu verilere rağmen biz masumuz diyip koltuklarında rahat rahat otıracaklarını sanan politikacılara duyurulur.

Çevreci korkusuyla bankayı gizliyorlar

Hasankeyf'i 'yutacak' Ilısu Barajı'na kredi veren İsviçre bankası çekilince duran proje, bir Alman bankası devreye girince yeniden başladı. Ancak çevreciler tepki gösterir diye banka adı gizleniyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Temmuz 2007

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yapılması planlanan barajlar içinde en büyüğü olan ve tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacağı gerekçesiyle eleştirilen Ilısu Barajı, geçen ay ortasında ortaya çıkan kredi sorununu atlattı. Projeye kredi sağlayan İsviçre bankası Zurich Kanton Bank (ZKB) çevrecilerin baskısına dayanamayıp geri çekilince durma noktasına gelen baraj inşaatı, kısa sürede bir Alman bankasının devreye girmesiyle start aldı. Konsorsiyumun lideri Nurol İnşaat yetkilileri birkaç gün içinde baraj gövdesinin inşaatına başlanacağını söyledi.

3-4 GÜN İÇİNDE İNŞAAT BAŞLIYOR
Yaşanan süreci SABAH'a değerlendiren Nurol İnşaat'ın Ilısu Barajı Proje Koordinatörü Yunus Bayraktar, "Nedenini tam olarak bilemiyoruz ama 14 Haziran günü ZKB projeden çekildi. 15 Haziran günü sırada bekleyen 10 bankayla görüşmeye başladık. Bir Alman bankası devreye girdi ve sorun çözüldü" dedi. İsviçre bankasının yerine projeye kredi vermeyi kabul eden Alman bankasının ismini çevreciler baskı yapar diye açıklamak istemeyen Bayraktar, "3-4 gün içinde işi başlatıyoruz" dedi. Çalışmalar başlayınca, projeye destek veren tüm bankaların ismi de açıklanacak. Ilısu projesi 2001 yılında da gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmaların kredi garantisi alamaması nedeniyle iptal olmuştu. Ilısu projesinin eski halinin çevre ve kültürel varlıkların korunması için yeterli olmadığını itiraf eden Yunus Bayraktar, yeni projenin ise AB ve Dünya Bankası'nın kriterlerine uygun olduğunu savundu.

'ESKİ PROJE ÇEVRECİ DEĞİLDİ'

Bayraktar şöyle devam etti: "2001'de proje krize girdiğinde ortada AB ve Dünya Bankası kriterlerinde gerçek anlamda bir ÇED Raporu, Kültürel Varlıklar Raporu ve Yeniden Yerleşim Raporu yoktu. Şimdi bu kadar önemli çevresel sorunların halledildiği ve bu yüzden de dünyanın en gelişmiş 3 ülkesinden kredi garantisi alabilen bir proje yaptık. İtiraf için söylüyorum, 2001 yılında bu muhteşem projeler yoktu."

***
KONSORSİYUMA kültürel varlıkların korunması için 25 milyon Euro ayrıldı. Şirket yetkilileri, koruma ve kurtarma işlerinde 20'ye yakın yerli ve yabancı uzmanın proje yürütme kurulunda çalışacağını ve sular altında kalmayan bölümlerindeki yapıların da güçlendirileceğini söylüyor. Projeye itiraz eden çevre kuruluşlarından biri olan Doğa Derneği'nden Nuri Özbağdatlıoğlu ise projenin ulusal standartlara uymadığını savunarak "İsviçre Bankası çekildiyse bir nedeni vardır" diyor.

HASANKEYF, Güneydoğu Anadolu'nun en eski yerleşim bölgelerinden biri. Ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor. Ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara insanların buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor. Ankara Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Oluş Arık'a göre Hasankeyf, İran ve İç Asya'nın, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya'nın, sonraları Bizans'ın temsil ettiği Roma'nın birbiriyle kaynaştığı bütünlüklü tek merkez konumunda. Arık'a göre yolları, kanalları, kamu yapıları, semtleri, temiz - atık su sistemleri ve çarşılarıyla Hasankeyf, bir Ortaçağ başkenti. Hasankeyf'in Ilısu Barajı inşaatıyla sular altında kalacak olması nedeniyle yerli ve yabancı pek çok grup protesto gösterileri düzenleyerek, barajın tarihi sular altında bırakacağı uyarısında bulunmuştu.

Lobi baskısıyla Tony Blair vazgeçmişti

HASANKEYF'İ sular altında bırakacak olan Ilısu projesi, ilk olarak 2001'de gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmalar barajın yapımını üstlenmişti. Ancak Londra'daki çevreci ve Kürt grupların ortak çalışmaları sonunda dönemin Başbakanı Tony Blair, projeye verdiği kredi garantisini geri çekince inşaat başlamamıştı. Daha sonra yeniden ihaleye çıkan projeyi Nurol İnşaat öncülüğündeki bir konsorsiyum üstlendi ve Almanya, Avusturya ile İsviçre hükümetlerinden kredi garantisi sağlandı. Geçen yıl Başbakan Erdoğan'ın temelini attığı barajın toplam 1.2 milyar Euro'luk finansmanının tümü dış kaynaklarca sağlanıyor. 7 yıl sürecek inşaatın yaklaşık 50 bin kişiyi evinden edeceği belirtiliyor.