Meclis yokolan doğanın peşine düştü

Türkiye'nin giderek artan çevre sorunları Meclis'e de yansıdı. Çarpık kentleşme ve kontrolsüz sanayileşme sonucunda artan çevresel sorunlar, milletvekillerini harekete geçirdi. TBMM'nin gündemindeki 280 araştırma önergesinin 40'a yakını çevreyle ilgili.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

Dilovası'ndaki sanayi atıklarının çevreye ve insan sağlığına etkilerinin araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) geçtiğimiz günlerde kabul edildi. Bu karar, dikkatleri Meclis'te gümdeme gelmeyi bekleyen çevreyle ilgili diğer önergelere çekti. TBMM'nin gündemi oldukça yoğun. Meclis'in araştırması istenen 280 civarı önerge görüşülmeyi bekliyor. Bunlardan en az 40 tanesi çevre kirliliğiyle ilgili. Çevre kirliliğinin araştırılmasını, çözüm bulunmasını isteyen bu önergelere onlarca milletvekili imza veriyor; adeta çevreyle ilgilenmeyen milletvekili yok gibi. Bu 40 kadar önergenin dışında en az bir o kadar önerge de dolaylı olarak çevre sorunlarına atıfta bulunuyor.

Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 23 milletvekili, Büyük Menderes Nehri ve Havzası'ndaki kirliliğin, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların tespit edilmesini isterken, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 20 milletvekili, Orhaneli Termik Santrali'nin çevreyi kirletip kirletmediğinin araştırılmasını istiyor. Bazı milletvekilleri ise geçmişte yaşanan sorunların sorumlularının bulunması için araştırma komisyonu kurulması girişiminde bulunuyor. Hatay milletvekili Abdülaziz Yazar ve 21 milletvekilinin, İskenderun Limanı'nda batan MIV Ulla gemisinin batma nedenlerinin ve sorumlularının tespit edilmesiyle ilgili verdikleri önerge gibi. Kirlenen nehir ve göllerle ilgili araştırma önergeleri ön plana çıkarken, vahşi çöp depolama tesisleri, nükleer ve termik santrallerle ilgili sorunlar, sanayi atıklarının insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılması istekleri ortak şikayet konuları. Bazı önergeler de yıllardır çözülemeyen sorunlarla ilgili. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen, 3 ayrı önerge de Çernobil kazasının Türkiye'ye etkilerinin araştırılması için verilmiş.

Önergeleri, genelde kendi il sınırları içerisindeki sorunlara çözüm bulmak isteyen milletvekilleri veriyor ama istisnalar da yok değil. Örneğin, Hatay milletvekili Züheyir Amber , Karadeniz’e bırakılan zehirli atık dolu variller konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması yürütülmesini isteyerek Hatay il sınırlarını oldukça zorluyor. Bu önergeye imzalarıyla destek veren milletvekili sayısı da 65 gibi oldukça yüksek bir rakamı buluyor. İl sınırlarını zorlayanlar arasında Kars Milletvekili Selami Yiğit de var. Yiğit, 21 milletvekiliyle beraber Ermenistan’daki bir nükleer santralın ülkemiz için oluşturduğu tehlikelerin araştırılmasını ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyor.

Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergelerden bazıları

*Trabzon-Çaykara-Uzungöl Beldesinin çevre kirliliği ve çarpık yapılaşma sorunlarının araştırılması

*Eber Gölünde meydana gelen kirliliğin ve çevresel etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Yapılması planlanan nükleer santrallerin ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Ankara-Mamak çöplüğünün yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Çernobil Nükleer Santrali kazasıyla Karadeniz Bölgesindeki kanser vakaları arasındaki ilişkinin araştırılması

*Van Gölündeki kirlenmenin önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Uluabat Gölü çevresine kurulacak organize sanayi bölgesinin doğuracağı muhtemel zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

Hidroelektrik santral projelerinin sayısı 600'e dayandı.

Enerjide yaşanan kriz, baraj projelerini yeniden gündeme getirdi. DSİ ve özel sektörün yapımına başladığı ve planladığı baraj projelerin sayısı 600'e yaklaştı. Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nda temel atma töreni cumartesi günü Başbakan Erdoğan tarafından atılıyor. Sektörün geleceği eskiye oranla daha parlak ama belirsizlikler de yok değil.

Özgür Gürbüz - Referans / 3 Ağustos 2006

Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nın temeli çevrecilerin tüm itirazlarına rağmen Başbakan Erdoğan tarafından 5 Ağustos'ta atılacak. Türkiye'nin en tartışmalı baraj projelerinden biri olan Hasankeyf'in, finansman sorunu hala belirsizliğini koruyor. Nurol İnşaat'ın liderliğindeki konsorsiyumun İsviçreli ve Alman ortaklarının ihracat kredisi başvuruları sonuçlanmadan temel atılması, hükümetin enerji krizine çözüm bulmak için hidroelektrik kaynaklara ağırlık verdiğinin bir göstergesi. Devlet Su İşleri (DSİ) ve özel sektörün elindeki hidroelektrik projelerin sayısı 578'e ulaştı. Tüm bu projeler bitirilebilirse 23 bin 819 megavatlık (MW) yeni kurulu güç devreye girecek. Bu Türkiye'nin tüm elektrik santrallerinin yarısından daha fazla. Bir başka deyişle 10 Atatürk Barajı'na eşdeğer proje yolda.

Proje sayısının çokluğuna rağmen sektörün geleceğiyle ilgili herkes iyimser değil. Özel sektörün başvurduğu projelerin bazılarının sadece proje haklarını başka firmalara satılarak, kar amaçlı alındığı söyleniyor. Bir başka sorun ise ilk yatırım maliyeti yüksek bu projelere kredi bulmak. Bereket Enerji Proje-Finansman Uzmanı Mustafa Zeybek, özellikle hidroelektrik yatırımlarında belli bir sermaye ve teknik alt yapının şart olduğunu, bu açıdan bakıldığında projelerin hepsinin gerçekleşeceğini söylemek iyimserlik olur diyor. Zeybek, "Yatırımcılar için cazip fırsatlar var. Geldiğimiz nokta mevzuat açısından 5-10 yıl öncesine göre çok daha iyi ancak serbest piyasanın oturması gerekiyor. Tek endişe, özellikle de yabancı yatırımcı için, Danıştay kararları gibi hukuki kararların getirdiği belirsizlik.

Bir başka sorun da Türkiye ile başka ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar kapsamında kalan projelerin geleceği. DSİ yetkilileri bu projelerin özel sektöre açılarak gerçekleşeceğini düşünüyor ama bunun önünde de hukuki engeller var. Şu ana kadar sadece Kanada ile Türkiye arasında yapılmış olan anlaşma geçtiğimiz günlerde fes edilebildi ve proje kapsamındaki Taşoba (60 MW), Laleli (99 MW) ve Dereköy (105 MW) barajları özel sektörün tekliflerine açıldı. Özel sektör ise özellikle 50 MW altındaki küçük santrallerle ilgili dertli. Bu santraller yenilenebilir enerji kapsamına girdikleri için 7 yıl boyunca alım garantisinden faydalanabiliyor ancak satın alınan elektriğe ne kadar ödeneceği her yıl değişiyor. Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Genel Sekreteri Metin Atamer, Yenilenebilir Enerji Kanunu kapsamında kalan hidroelektrik projelerin önündeki en büyük engelin ortalama fiyattaki belirsizlik olduğunu söylüyor. Yasanın yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiği destekte baz aldığı ortalama fiyatın doğru hesaplanamadığını belirten Atamer, "Ortalama fiyatı belirleyen büyük hidroelektrik santrallerin gerçek maliyeti belli değil. Çapraz sübvansiyonlar var. Kanunda belirtilen fiyat ne olursa olsun ama mutlaka sabit, değişken olmayan bir fiyat olsun" diyor. Yatırım ortamının geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Polat Enerji Genel Müdürü Zeki Eriş, "Fiyat ve alım kontratlarındaki belirsizlikden dolayı firmalar çok ciddi özkaynak kullanarak yatırım yapıyor. Diğer ülkelerde yüzde 20 özkaynak kullanılırken Türkiye'de bu oran yüzde 40-45'lerde. Bu büyük risk yüzünden daha az yatırım yapılıyor" yorumunu yapıyor.

Bazı baraj projelerinin başı da çevre sorunlarıyla dertte. Birçok baraj projesine karşı açılmış davalar ve süregelen protestolar var. DSİ yetkilileri özellikle Ilısu gibi büyük barajların kısa zamanda kendilerini amorti ettiklerini ve bölgenin kalkınmasında önemli rol oynadıklarını söylüyor. Karşı çıkanlar ise büyük projelerin inşaat sürelerindeki gecikmelerin maliyeti arttırdığını, çevrelerindeki kültürel ve doğal çevreye geri dönülmez zararlar verdiğinden yakınıyor. Çevrecilerin favorisi yenilenebilir enerji kaynakları ve enerjiyi verimli kullanmak. Ilısu Barajı'na karşı çıkan Doğa Derneği, Ilısu, Kayraktepe, Ermenek, Yusufeli ve Güllübağ ile Dipni Barajı'nı en büyük doğal alan kayıbına uğratacak 5 baraj projesi olarak belirledi. Doğa Derneği bu projelerin telafisi mümkün olmayan sorunlar oluşturmayacak şekilde yeniden planlanmasını aksi takdirde iptal edilmeleri gerektiğini söylüyor.

Tartışmalı Ilısu Barajı projesi
Kamulaştırma bedelleriyle birlikte proje bedeli bir buçuk milyar Euro'yu bulan Ilısu barajı yılda 3,8 milyar kilovatsaat elektrik üretecek. DSİ'ye göre bu üretimin ekonomik değeri yılda 300 milyon dolar ve 6-7 yılda proje kendini geri ödeyecek. Bu süre Keban (1330 MW) için 7, Atatürk Barajı (2400 MW) için 8 olarak gerçekleşti. Ilısu Barajı 1200 MW'lık kurulu gücüyle Türkiye'nin dördüncü büyük barajı olacak. Ilısu Barajı yapılırsa yine planlar arasında olan 240 MW gücündeki Cizre Barajı'da hayata geçirilebilecek. Bölgedeki 300 arkeolojik alandan 83'ü barajdan etkilenecek. DSİ, 52 milyon dolarlık bütçesiyle başta Hasankeyf olmak üzere bu arkeolojik yapıların bazılarını taşımayı planlıyor. DSİ ve çevreciler farklı rakamlar verse de yaklaşık 170 yerleşim bölgesinde yaşayan en az 4o bin kişi kısmen ya da tamamen etkilenecek. Bu da başta Diyarbakır olmak üzere çevre illerdeki göç sorununu daha da büyütecek. İtirazları dinleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi barajın yapımının durdurulması için yapılan başvuruyu da görüşmek üzere kabul etti.

Hidroelektrik enerji santrallerinin (HES) durumu

Durumu --HES sayısı --Kurulu Güç(MW) --Ortalama Yıllık Üretim GWh/yıl)

İşletmede -- 138 -- 12738 -- 46277
İnşa halinde -- 38 -- 3962 -- 9779
İnşaatına -- 540 -- 19857 -- 73857
henüz
başlanmayan

TOPLAM -- 716 -- 36697 -- 129933

Hidroelektriğin payı artıyor
2006 yılının ilk üç ayında elektrik üretimi geçen yıla oranla 2 milyar 887 kilovatsaat arttı. Bu artışın 2 milyar 200 kilovatsaati hidroelektrk santrallerde üretildi.

Doğa Derneği'ne göre en tehlikeli 5 baraj

Ilısu Barajı
Dicle Nehri üzerindeki Ilısu projesi, toplamda yaklaşık 27 bin hektarlık bir alanı su altında bırakacak. Proje tamamlanırsa beş doğal değeri yüksek alanı birden etkileyecek (Bismil Ovası, Dicle Vadisi, Küpeli Dağları, Cizre Silopi Taşkınları ve Eruh Dağları) ve dünyada sadece Eruh Dağları’nda yaşayan Verbascum globiferum isimli canlı türünün yok olmasına neden olacak. Kayraktepe Barajı
Göksu Nehri üzerine yapılmak istenen baraj, Göksu Vadisi’nin 12 bin hektarlık alanını ve Ermenek Vadisi’nin ise 1300 hektarlık alanını su altında bırakacak. Kayraktepe projesi gerçekleştirildiği takdirde, 16 endemik bitki türü ve bir endemik sürüngen türünün de içinde bulunduğu toplam 33 canlı türü tehlike altına girecek. Tüm dünyada sadece bu bölgede bulunan Onobrychis mutensis adlı bitkinin nesli Kayraktepe projesinin gerçekleştirilmesi ile muhtemelen yeryüzünden silinmiş olacak.
Ermenek Barajı
Göksu üzerindeki Ermenek Vadisi’nin 6500 hektarı bu proje ile sular altında kalacak. Tüm dünyada sadece burada yaşayan Verbascum leuconeurum isimli bitki türü barajın su tutmasıyla yok olacak. Barajla birlikte Ermenek bölgesinde yaşayan 123 bitki ve hayvan türü daha nesli tükenme tehlikesiyle karşılaşacak.
Yusufeli ve Güllübağ Barajları
Çoruh Nehri üzerine yapılacak olan baraj, toplam 133 canlı türü için uluslararası öneme sahip olan Çoruh Vadisi’nin 5535 hektarlık bir alanını su altında bırakacak. Çoruh Vadisi’nin içinde bulunan diğer bir proje olan Güllübağ projesi, Çoruh Vadisi’nin yaklaşık 2200 hektarlık bir alanını su altında bırakırken, nesli tehlike altında olan iki endemik bitkinin de (Campanula choruhensis ve Erysimum leptocarpum) yok olmasına neden olacak.
Dipni Barajı
Güneydoğu Toros eşiğinin 4900 hektarı bu proje sonucunda su altında kalacak. Güneydoğu Toros eşiği 32 bitki ve hayvan türü nedeniyle doğal değeri yüksek bir alan.

Avrupa'nın enerji güvenliği Türkiye'den geçiyor

Ukrayna krizinden bu yana rahat uyku uyuyamayan Orta Avrupa ülkeleri, Rus gazına olan bağımlılıklarının enerji güvenliklerini tehdit ettiğini düşünüyor. Gözler, Rusya'ya alternatif olabilecek Hazar ve Kafkasya kaynaklarını Avrupa'ya ulaştırabilecek olan Türkiye üzerinde.

Özgür Gürbüz / Ağustos 2006

Bugün dünyada herkesin en çok konuştuğu konulardan biri olan enerji belki de Orta ve Doğu Avrupa'da bugün tek konuşulan konu. Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizinden sonra enerji güvenlikleri konusunda adeta panik yaşayan bu ülkeler, kaynak çeşitliliği için gözlerini şimdi Türkiye'ye çevirdi. Avrupa'daki doğalgaz rezervlerinin sınırlı olması, Kafkasya ve Hazar bölgesindeki kaynakları Rusya'nın kontrolü dışında olan bir ülkeden Avrupa'ya ulaştırmada Türkiye'yi öne çıkarıyor.

Türkiye'nin kendisini bir enerji transfer noktası olarak konuşlandırdığını ve Avrupa Birliği'nin (AB) Orta Asya ve Hazar bölgeleriyle arasında bir bağlantı sağlamak istediği düşünüldüğünde herşey yolunda gibi görünüyor. Ancak, Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Borut Grgic, Türkiye'nin son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile birlikte korunması için çalıştığını söylüyor. "Türkiye, şu andaki koşullara bakıldığında imkansız gibi görünen kendi bağımsız enerji güvenliğini oluşturmayı denemektense, büyük Avrupa'daki enerji birliğine bağlanarak Rusya'ya olan bağımlılığı çözecek kökten bir çözüm için çalışmalı" tezini savunan Grgic, "Eğer Türkiye bunu yaparsa Rusya'yı göğüsleyen ülke olmayacak, bunu AB yapacak" diyor.

Grgic'e göre Türkiye bu adımı atarsa, Türkiye'nin AB üyeliğine çok sıcak bakmayan Doğu Avrupa ülkelerinin güvenini de kazanacak. "Doğu Avrupa'da bir başka enerji krizi olduğunda, emin olabilirsiniz ki gözler Rusya'nın monopolizasyon politikalarına yardım eden ülkelere çevrilecek" diyor. Yine Grgic'e göre, AB'nin stratejik düşünme yeteneği şu anda oldukça düşük. AB, enerji güvenliğini hala enerji kaynaklarıyla ilgili bir sorun olarak düşünüyor ve jeoplotiği, enerji güvenliğiyle ilişkilendiremiyor. Rusya ve ABD ise enerji konusuna tamamen jeopolitik bir sorun olarak yaklaşıyor.

Borut Grgiç, Orta Avrupa'nın Türkiye’nin değerini anlayabilmesi için Türkiye'nin yapabileceği üç şeyin şunlar olduğunu söylüyor: "İlk olarak, Güney Kafkasya ile stratejik diyaloğu geliştirerek, yönetimde teknik bilgiyle(know-how) politik ve ekonomik reformları transfer ederek, AB çerçevesi içinde bölgenin başpehlivanı olmak. İkinci olarak kendi rotasını çözülmemiş sorunların çözümüne yardım etmeye çevirmek ki bu bölgeye yeni bir istikrar getirecek. Ermenistan’la ilişkileri ilerletmek de açıkça bir önkoşul. Ve son olarak Türkiye, Karadeniz ve Güney Kafkasya bölgesinin uluslararası enerji alanı olmasını sağlamalı".

AB’nin gaz bağımlılığını azaltmanın gerçekçi olamdığını düşünen enerji uzmanı, AB içinde halihazırda güçlü olan gaz lobisi yüzünden alternatif enerji kaynaklarına ani bir kayışın da olası olmadığı görüşünde. Grgiç, AB gaz firmalarının çoğunun talebi karşılamak için uzun dönemli kontratlara sahip olmasını bir dezavantaj olarak görüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ise AB için en iyi sonucu uzun dönemde vereceğini düşünüyor.


AB'nin enerji bağımlılığı

Petrol
AB'de kullanılan petrolün yüzde 45'i Ortadoğu kaynaklı.
2030 yılında AB petrol tüketiminin yüzde 90' ithal edilecek

Gaz
Avrupa'da kullanılan gazın yüzde 40'ı Rusya, yüzde 30'u Cezayir ve yüzde 25'i Norveç'ten sağlanıyor. 2030 yılında, AB dışından gelen gazın oranı yüzde 80'leri bulacak. Bunun yüzde 60'ı ise Rusya'dan sağlanacak.

Kömür
2030 yılında AB'ye gerekli olan kömürün yüzde 66'sı ithal edilmek zorunda kalacak
Kaynak: AB Komisyonu, Yeşil Belge 2000

Rus enerjisinin, ne olursa olsun, bir politik bedeli var.

Borut Grgic
Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü


Moskova enerji planlarını saklamıyor, enerjiyi politik bir araç olarak kullanma konusunda bir vicdani kaygısı da yok. Tersine, Avrupa’daki enerji egemenliğine jeostratejik yaklaşım ve politik ajanda işin içinde. Rusya’nın enerji stratejisinin temellerini anlamak için Ukrayna, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan örneklerine bakmak yeterli.

Orta Avrupa ülkeleri Rusya’nın enerji kaynaklarına daha az bağımlı bir ortam yaratmak istiyor. Bu nedenden ötürü, Schröder-Putin gaz anlaşması, Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik çıkarlarını ve Avrupa’nın ortak enerji stratejisini destekleyen değil tamamen dışlayan bir tokat gibi. Rusya’nın pazar payını düşürmek için AB, korkunç bir şekilde Rusya ve Kuzey Afrika dışında bir arz kaynağı bulmak zorunda. Dikkatler, Karadeniz-Güney Kafkasya koridoruna ve bununla birlikte Hazar bölgesine çekiliyor. AB içinde, bölgeyle ilgili stratejik vizyon ve sistematik yaklaşım eksikliği, bölgesel istikrarsızlığı nasıl yöneteceğini bilen Rusya’ya yarıyor. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki stratejisi statükoyu koruma yönünde. Eğer Moskova, Güney Kafkasya’da istediğini yaparsa, Rusya harici ikinci bir gaz koridorunu Avrupa’ya ulaştırma planlarına son nokta koyulacak.

Halbuki Türkiye, son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile çalışıp, korunması yönünde çalışıyor gibi gözüküyor. Bugünkü statükonun korunması, Rusya’nın enerji stratejisi için yukarıda belirtilen tüm uygulamalarını hayata geçirmesine yardım ediyor ki, bu Orta Avrupa’nın politik bağımsızlığına yönelik tehlikeler içinde yer alıyor. Öyle ki, Ankara’nın Moskova’yla yakınlaşması Avrupa’da kuşkuyla izlenirken, Orta Avrupa’da tasvip edilmiyor.

Türkiye'nin Avrupa'ya gaz taşıma projeleri

Boru Hattı -- Kapasite (milyar m3) -- Durum
Türkiye-Yunanistan* -- 0.75 -- 2006'da bitecek
Türkmenistan-Türkiye-Avrupa -- 14 -- Belirsiz
Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) -- 6,6 -- İhale aşaması
Irak-Türkiye -- 10 -- Belirsiz
Mısır-Türkiye -- 4 -- 2007'de bitecek
Türkiye-Avusturya (Nabucco) -- ? -- Fizibilite aşaması

*Bu hattın, 2012'de İtalya'ya kadar uzatılıp, 8'i İtalya, 3'ü Yunanistan'a olmak üzere 11 milyar m3 kapasiteye ulaşması hedefleniyor.